09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13MART2005PAZAR 10 P A Z A R l&VZILARI dishabC» cumhuriyet.com.tr Müzik tutmadı ama kitap olabilir 7 ine böyle bir 8 Mart Kadınlar Günii sonrası yazısı yazmıştım, yıllar önce. Guardian gazetesinde Istanbul'daki 8 Mart Kadıniar Günü'nde polis copu yiyen kadınlarla ilgili bir habere takılmışüm. Gazete bir hayli dalgasını geçiyordu bizimle ama kızmaya yüzümüz de yoktu açıkçası. O sıralarTiirkiye'de, kimin aklına geldiyse polisin klasik Batı müziğiyle eğitilmesi gibi bir projeden söz ediliyordu. Saygın Jngiliz gazetesi, işte kadınlan coplayan polisimizi anlatırken lafı bu "proje"ye de getiriyor, onunla da bir güzel kafa buluyordu. Öyle milli bir heyecan duyup da kaleme sanlmış değildim. Erkeği kadını fark etmez, önüne geleni coplayan bu tür polisi görüp de bunu savunacak bir "milli heyecan" yoktur, olamaz da. Ama, Guardian'ın, tüm "ilerici" görünümüne rağmen başka uluslara karşı önyargılan arttıracak haberinden de rahatsız olmuştum. Polisti bu, her yerde aynıydı elbette, böyle deyip bizim polisin yaptığı o vahşeti hoş göstermek gibi bir niyetim var sanılmasın, ama silahsız olmakla övünen lngiliz polisinin, hele madenciler grevinde nasıl silahlı olarak madencilerin üzerine yürüdüğünü görmüş biriydim, Guardian'ın bunları zaman zaman anımsaması iyi olur demiştım. Aradan oldukça zaman geçti, Tayyip Bey "değişti", kışkırtıcılığı mücadele tarihimize geçmiş Mehmed Şevket Eygi bile "libendleşti" (Milli Gazete'deki "insancıl" yazıları beni nasıl etkiliyor bilseniz), tslamcılarda bir uysalhk ki sormayın gitsin. Ben ve benim gibiler, kahrolası Saddam'ın güzelim Irak'ına bomba yağmasın dıye Istanbul'larda, Londra'larda savaş karşıtı yürüyüşler yapınca "Saddamcı barbarlar" olurken, meğer bizim memlekette insansever sayısında patlama olmuş. Fethullah Bey'in insanseverliğinden salya sümük ağladığı televizyon filmlerini gördüğümde, "barbarlığıma" iyice inanmış, kendimi çok ayıplamıştım. AB'ye girmek için gerekli olan "insanseverliğin" vakti gelmiş meğer. Papazlarla imamların birbirini öpmesi, Papa ile Fethullah Bey'in buluşmaları, yine Fethullah Bey'in, insancıl duygularla ABD ile kucaklaşması az şey değildi. Soğuk LONDRA MUSTAFA K, ERDEMOL Savaş asıl bizimkilerin "yumuşaması"yla birmış. Nasıl inanmazsınız şimdı AB'ye girilmcyeceğine? Derken, BBC televizyonunda 8 Mart akşamı, yıne sadece Türkiye'den vurdulu kırdılı bir haber verdiler; hem de defalarca... Günlerini kutlayan kadınlann nasıl coptan geçirildiğini izledik güzelce. Fethullah Bey'in onca insancıl gözyaşı, Mehmed Şevket Eygi Bey'in, kendisıne o çok yakışan "Hberalliği" (Biliyorum o AB'ye karşıdır ama, olsun, liberalleşmeseydi Milli Gazete'de yazı yazamazdı; Erbakan'a az küfretmemiştir), hepsi güme gitti demektir bu. lngiliz televizyonlarında dini programlarda gözleri yaşlı çok dinci görüldüğü için ne de olsa alışkın olduklarından Fethullah Bey'in gözyaşlan etkılemez Batı'yı. Ama o copun canlarını yaktığı kadınlann gözyaşlan AB yolunda bir engel. Ben AB'ye girelim diye şaklabanlık yapmadığımdan, yapanlar düşünsün bunu. Anıa, AB'ci görünürüm korkusundan memleketteki antidemokratik uygulamaları da savunacak değilim. AB'ye girmesek de bu polisle, Fethullah Bey de, Mehmed Şevki Bey de gayet iyi geçinirler. Polisle yine benim gibi düşünenler baş başa kalır. O nedenle polisin eğitimi konusunda duyduğum kimi yöntemleri iletmek istiyorum. Klasik Batı müziği tutmadı ama şu belki olabilir: Meksika'nın Nezahualcoyotl eyaletinin solcu valisi Luis Sanchez, "Okumak belki polislerinıizi daha iyi insan yapar" diyerek eyaletteki polislere kitap okuma zorunluluğu getirdi. Octavio Paz'nın da aralarında bulunduğu yazarlan, tüm klasikleri okumak zorunda polisler. Bizde de bu iyi olmaz mı? "Aman böyle şey yapmayalım, Fethullah Bey'in kitaplan saöş rekoru kırar" diyeniniz varsa haklısınız belki de. Her şey gibi kitap da amaç dışı kullanılabilir elbette. Ben bunu öneriyorum ama, polisimiz kitabı da cop gibi tutmaya kalkarsa değişen bir şey olmaz. Halifenin zavallı filozof Razi'yi, istediği kimya deneyini yapamadığı için kafasına kimya kitabıyla vurarak kör ettiği söylenir. Ben Meksikalı solcu valinin önerisini polisimiz kitap okusun diye aktanyorum. Polis, kitabı nasıl kullanır bilemem? Bir çeşit Avrupa destanıT " \ ahmetli dedem 7 yıl Rusya'da esir kalmış bir r J askerdi. Çocukluğumda biz torunlarını dizinin A. V dibine oturtur, savaş anılannı anlatırdı. Düşmanın ülkemizi nasıl sardığını, dedelerimizin düşmanla nasıl göğüs göğiise vuruştuğunu anlatır du- rurdu. Olayın ciddiyetini anlayabilmemiz için "Düşmanı kovanıasaydık şimdi isimleriniz bile farklı olacaklı, Türkçe yerine başka bir dil konuşuyor olacaktınız" derdi... Türklerin Avrupa'ya gelişi büyük oranda Almanya'ya yönelik işçi göçü ile başladı. Tabii temelinde daha iyi koşullarda yaşamak, rahat etmek vardı. Ama Avrupa'da yaşamanın getirdiği zorluklar da oldu. Bu zorlukların başında, içinde yaşanan kültüre uyum sağlamak, o ülkenin dilini öğrenmek geliyordu. Bunları çözdükçe de yeni sorunlar gündeme gelmeye başladı. Anadolu'dan buralara çalışmaya gelen amcalar bu zorluklara fazla kafa yormadılar. Kısaca, "gurbetlik" diye adlandırdılar. İşçi göçünün yanı sıra Türkiye'den okumuş yazmış, bir derece "aydın" kesim de Avrupa'ya gelmeye başladı. Birinci kuşaktan, çalışma amaçlı gelen amcalara göre bu kesim daha bir yaşadığı ülkenin sorunlarına duyarlı, daha bir uyum çabası içinde olmaya gayret etti. İşçi amcalan beğenmeyip "Hiç Avrupa'da köyünde yaşar gibi yaşanır mı?... Roma'da Romalılar gibiyaşanır!" gibi iddialı sözlerle yola çıktılar. Bu arkadaşlar, uzun süre kültürü ve dili öğrenme çabası içinde her tür tavizi göze aldılar. Öyle ki, bu arkadaşlann neredeyse bir başka Türkle görüşmemekten tutun da, Türkçe konuşmadıklan, Türklerin gittiği yerlere gitmedikleri iyi bilinir. Bu "aydın" arkadaşlann bir kısmının Hollandalı, Alman hanımlarla ilişkileri de oldu. Öncelikle, "Elin Avrupalısı AMSTERDAM YAKUPKARAHAN bizden ileri, ben bundan bir şeyler öğrenmeliyim" düşüncesi ağır bastığından bu hanımlara (ya da eşlere) inanılmaz tavizler verildi. Bu eşlerin olur olmaz her tür davranışı "Avrupahbk, gelişmişlik" gibi algılandı. Avrupalı hanımların, beylerin konuştuğu her şey ilk başlarda dil bilmediğinden, bu arkadaşlarca "dünyanın en önemli konulan" gibi düşünüldü. Kendi dilinden taviz verilmeye başlandı. Önceliği, yaşanan ülkenin dili aldı. Ne kadar öğrenilse de o dili yeterince kullanamama, eşe daha fazla tavizler vermeyi de getirdi. Kimse tarafından bu kadar önemsenmeyen, değer verilmeyen Avrupalı eşler bile neye uğradığını şaşırdı ve bu kozlarını daha farklı alanlarda kullanmaya başladı. Ve de bu Türk aydını arkadaşlar ve Avrupalı eşlerden çocuklar dünyaya gelmeye başladı. Avrupalı eşlerin ağırlığını koymasıyla ve yaşanan ülkede anlaşılamayacağı gerekçesiyle çocukların adlan Avrupalı isimlere dönüşmeye başladı. Eşi Avrupalı olmayan arkadaşlar bile çocuklarına Henk, Bert, Jan, Elizabet gibi ya Avrupalı isimleri ya da Zonk, Hink, Tilt, Bort gibi anlamı olmayan ama Avrupahlarca kolay telaffuz edilebilen isimler koymaya başladılar. Türkçe ve Türkçe isimler, Türk kökenli kesimin içinde yok oldu. Ortada düşman işgali falan da yok, kişilerin kendi tercihi var. Anlattığım kişiler Türkiye'nin Avrupa'da yaşayan bir kısım aydınlan(î). Birinci kuşak amcalar Avrupalı hanımlarla evlenseler bile isimlerini değiştirip başörtüsü taktırdılar. Bir kültürün diğeri üzerindeki baskısını eleştirirken böyle bir şeyi onayladığım sanılmasın.. ama olayı anlatabilmek için gerçekleri örnek vermeye çahşıyorum. Avrupalı hanımlann başörtüsü takmasını ya da erkeklerinin sünnet olmsını onayladığımdan değil. tlginç olan, "başka bir kültüre uyacağun, dil öğreneceğim düşüncesiyle" verilen tavizin kendi dil ve kültürüne yabancılaşmayı beraberinde getirmesidir. Demek ki, "dilimizin ve isimlerimizin" elden gitmesi için ortada illa da düşman işgali falan olması gerekmiyormuş, kişiler kendiliğinden de teslim olabiliyorlarmış. Bu yazı aynı zamanda bir ihbardır. Sayın Oktay Sinanoğlu Hoca'ya buradan bu kişileri ihbar ediyorum. Saygılanmla... [email protected] /Syılsonra Ganaının ızınde Binlerce Hintli ve yabancı. Mahatma Gandi'den 75 yıl sonra 26 günlük yeni "tuz yürüyüşii" için yola koyuldu. Yürüyüşü, iktidardaki Kongre Partisi'nin lideri Sonya Gandi, Ahnıetabad kentinde başlatn. Gandi'yi, liderc benzerliğiyle dikkat çeken 83 yaşındaki B.A. Rao canlandırıyor. Asıl adı Mohandas Karamşand Gandi olan "Mahatma" (Ulu ruh), 1930'da lngilizlerin tuz tekclini protesto etmek amacıyla, Ahmetabad'dan 388 km. ötedeki Tuzla kasabası Dandi'ye yürümüştü. 12 Mart 1930'da, 61 yaşındayken Ahmetabad'dan yola koyulan Mahatma, Dandi'ye 6 Nisan'da varmış, tuz çıkarma yasağını protesto için clindeki tuz topağını binlerce kişinin gö/ii önünde parçalamıştı. Bu eylem, bağımsızlık savaşımında dönüm noktası olmuştu. Spor Bakanı Suniî Dut, "Gandi'nin rüyası hâlâ gerçekleşmediği için yüriiyoruz" dedi. Mahatma'nın torunu Tuşar Gandi de, "1930'dan beri fazla bir şey değişmedi. Köylcrimiz belki daha da yoksul. Temel $ağhk sorunlannı bile çözemedik" diye konuştu. (AP) 8 Mart'ta Plaza de Mayo'da ~F~/ r' adınlar Günü'nü Puerto J y Modero sahilindeki Italyan -/. JL. restoranında mı kutlamak istersiniz, Tigre deltasmda bir teknede nıi yoksa? Televizyon kanallarında tarzı hayat programı yapanlardan günlük matbuatın keyif sayfalarını hazırlayanlara uzanan bir insanlar topluluğu, bunun gıbı sorular sorup durmaktalardı bir haftadır. Başkent duvarlanndaki ilan tahtalanna yapıştınlmış afişler, 8 Mart akşamını nerede geçırmemız gerektiğini söylüyor, vıtrinlerdeki yazılar ise o akşam yanımızda nasıl bir armağan buluııması gerekti- ğini bildiriyordu. Bu satırların yazan ise cımrıliğine politık bir kulp takma- mayı yeğledi, en masrafsız seçeneği işaretleyerek Mayo meydanındaki eyleme gitmekle yetindi elbette. Başkanlık konutu önündeki Mayo, binlerce kişiye ev sahipliği yapabilecek genişlikte devasa bir meydan. Ne ki 200 kişi ya var ya yok eylemde. Partiler, toplumsal hareketler, kadın örgütleri bir türlü anlaşamamışlar eylemin bu sene nerede ve nasıl düzenleneceği hususunda. Nihayetinde kimisi kendi etkinliğini kendi başına yapmak, kimisi ise hiçbir şey yapmamak üzere çekilmiş toplantılardan; merkezi ortak eylem ise bu kadar insan toplayabilmiş işte. Geçen sene binlerce kişi vardı bu meydanda. Mitingi grevlerden, fabrika işgallcrinden kadınlar düzenlemiş, yabancı konuklar ve müzik topluluklan katılmış, sol çevreler ise bunun kendilerini geri plana itmek isteyen bir diğer sol çcvrenin oyunu olduğunu ıddia etmişlerdi. Bu seneki sonuç bu işte, memnun kalan var mıdır bılinmez. Arjantinli kadınlar kilise ve devletin bedenleri üzerindeki elinın çekilmesini, kürtaj hakkı üzerindeki yasağın kaldırılmasını istiyor. Kamuoyu yoklamaları nüfusun yansından fazlasının kürtaj hakİandan yana BUENOS AİRES olduğunu gösteriyor Arjantin'de; başkentte yaşayan kadınlar arasındaysa bu oran yüzde 80 seviyesinin üzerine çıkıyor. Üstelik, anket şirketlerinde çalışanların sorularını yanıtlamaktan ibaret değil kadınlann yaptıklan. Bu yöııde ciddi kampanyalar, etkinlikler tertipleniyor. "Yo Abort?", bunlardan en önemlisi. Binlerce kadın açık isimlerini de vererek "Evet ben kürtaj yapnrdım" diyor, anlatıyor başından geçenleri. Tabii bunlar, başından geçenleri anlatabilecek kadar şanslı olanlan kürtaj yaptıranların. Çünkü devlet hastanelerinde yapılmayan bu operasyonu özel muayenehanelerde yaptırabilecek kadar parası olmayan yüzlerce kadın, tıbbi imkân yetersizlikleri nedeniyle hayata veda etmiş durumda çoktan. Ne var ki, kilise baskısını kırabilmek hiç de kolay değil. Arjantin, anayasada tanımlandığı üzere Katolik bir ülke. Dahası, bu resmi dinin temsilcisi olan kilise, Güney Amerika kiliseleri arasında en muhafazakâr olanı. Meydanı dolduramayan kalabalık, bu yüzden kilise binasının önünde toplandı zaten. Konuşmalar onun kapısı önünde yapıldı, sloganlar orada atıldı. Kadın sorunlanyla meşgul geçen günün sonunda, erkek dünyasınuı kalesi olmaya hazırlanan mahallemin yolunu tuttum elbet. Latin Amerika bohemyasının yarım asırlık kalesi San Telmo, kadınlara yatak verilmeyen otellerin, kadınlann kapıdan içeri alınmadığı barların açılışına tanıklık ediyor şu son sıralarda. Medyanın heyecanla aktardıklanna inanacak olursak, eşcinsel turizminin dünya çapmdaki merkezlerinden biri olacakmış birkaç yıla kalmadan. Akçalı işler söz konusu olunca kilise de sineye çekiyor işte acı gerçekleri... gunescelikkol(agmail.com GÜNEŞÇELtKKOL Fethullahçılar Almanya'da emin adımlarla... •* •* Eylül'den bu yana Almanya'daki / / sayısız Islamcı kuruluş tam bir _/. J~ "çıkarma" yaptı. Süleymancılardan Nurculara, Rabıta'dan Müslüman Kardeşler'e, Milli Görüş'ten Fethullahçılara... Tümü de 11 Eylül'ün yarattığı gergin ortamı çıkarlan uğruna başanyla kullanıyor. Alman yasalanndaki boşlukları çok iyi biliyorlar. Toplumdaki liberal düşünce yapısından yararlanmasını da hiç çaktırmadan iyi beceriyorlar. Başanlannm en önemli "reçetesi" de takıyye. Kimi zaman ortak çahştıkları her renkten politikacı, yerel belediyeler ve kilise adamlan destekçileri arasında! Son birkaç yılın en büyük atılımını Fethullahçılar yaptı Almanya'da. Doksanlı yıllann ortasından başlayarak ülkenin birçok kentine önce genç öğrenciler yolladılar. Genç nesil "işadamları" şirketler kurdular. Bunlar ardından bir "hoca"nın yönetiminde dershaneler açtılar. Buralara çoğu Türk ortaokul ve lise öğrencisi kabul edildi. Alman okullannın müdürleri ve kent belediyeleri, hemen hcmen bedava verilen bu destek kurslarına tabii "hayran" oldu. Bu aşamaya gelinmesinde Halil Şimşek adlı bir hocanın büyük rolü olmuştu. Fethullah Gülen'e yakın, çekirdek kadrodan sayılan ve Dr. Necip Hablemitoğlu'nun Fethullah Gülen Raporu'nda adı geçen Halil Hoca son on yılda Almanya, Ispanya ve Isviçre'deki örgütlenmenin mimarı, başadamı! Stuttgart'taki başansız birkaç girişimin ardından onun gelip, çevresine birkaç açıkgöz üniversite öğrencisini toplamasıyla sonunda bu kentte sağlam bir temel atmasını becermişlerdi. Hali Hoca da Stuttgart'taki misyonu bitince Ruhr havzasına, oradan da Madrid'e yollanmıştı. Son 4-5 aydır Zürih'e kurmuş çadırını... Stuttgart'a attığı temelin ne kadar sağlam olduğu, geride bıraktığı adamlannın bundan 6 ay önce dershaneyi özel liseye çevirmesiyle kanıtlandı! Kurucu genç akademisyenlerin lise açmak için yaptıklan 2 milyon Euro'ya yakın masrafın kaynağı, ne eyalet eğıtim bakanlığının, ne belediyenin, ne de eğitim müdürlüğünün umurunda! Önce dershaneyi, ardından da liseyi açarken ayyuka çıkan "Kurucular Fethullahçıdır!" iddialannı resmiler pek önemsemiyor. Kumcular da bu konuyu yazan gazete ve gazetecilere hemen dava açıyor. Kısa süre önce Stuttgart STUTTCART AHMETARPAD Belediyesi yabancılar sorumlusunun "Gülen'e yakın olduklannı biliyoruz, yurtdışmdan destek geldiğini de tahmin ediyoruz, ancak kanıtlayamıyoruz" sözlerini yayımlayan bir Alman gazetesi, sorumlunun: "Ben bu sö/Jeri söyledim" demesiyle dava edilmekten kurtuldu. Stuttgartlı "misyonerler" daha önceki yıllarda da kendilerıne "Fethullahçı" diyen gazetecilerle araştırmacı uzmanlan açtıkları davalarla susturmuşlardı... Sormuştuko günlerde: "Niçin size Fethullahçı denmesini istemiyorsunuz?" Öfkeli olmuştu yanıtları: "Gülen adından rahatsızlık duyuyoruz. O siyaset yapıyor." Fakat eldeki bütün veriler yine de dershane ve lise açanlann Fethullahçı olduğunu kanıtlıyor. Öte yandan Mannheim'da da lise açma çabaları devam ediyor. Stuttgart yakınlarındaki Nürtingen'de de örgütleniyorlar. Dört katlı bir binayı satın almışlar bile. Karşı çıkmak isteyen makamlann eli kolu bağlı. Kimine göre Fethullahçı olmalarına karşın "Hayır, değüiz" demelerinin tek nedeni, geçmişi ve amaçları bilinen "dinci baronun" adamlan oldukları kanıtlandı mı, Alman resmi makamlannın yabancı çocukların eğitimine el atmalarına izin vermeyeceğinden korkmaları. Geri planda dinci bir liderin ipleri elinde tuttuğu eğitim kuruluşlanna Almanlann göz yummayacağından korkuyorlar. Bu nedenle de ne yapıp yapıp bugüne dek basın dahil herkesi susturmasını becerdiler. Onları övmek Almanya'da da serbest. Iplerini pazara çıkanp eleştirmek ise yasak! Biraz inatla ve dikkatle üzerlerine gittiniz mi tümünün Fethullah Gülen bağlantılı olduğu apaçık. Örneğin, mayıs ayında Berlin Senatosu salonlannda bir "Diyalog" toplantısı yapmayı planlıyorlar. Düzenleyen derneklerden biri Gülen'in kitaplannı Almanya'da yayımlayan kuruluş. Diğeri de Zaman gazetesi elemanlanyla Stuttgart'ta lise açanlann ortaklaşa kurduğu bir demek. Berlin'deki toplantının konuşmacılan Hocaefendi'nin Abantçılan! Aralanna birkaç Almanla bizim Cem Özdemir'i de katmışlar. Almanya Federal Meclisi Başkanı Wolfgang Thierse'den de bu toplantıyı himayesi altına almasını istemişler. Kabul edeceğinden hiç şüpheniz olmasın. www.ahmet-arpad.de
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle