25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 OCAK 2005 CUMARTESİ OLAYLAR VE GORUŞLER AÇI MUMTAZ SOYSAL Avrupalılaşmak AVRUPA BİRLİĞI'NETürkiye'nin tam üyeliği konu- sunda en kritik noktayı, bu ülkede doğup büyümüş top- lumbilimcilerin değil de, Isveç'ten kalkıp bizden olmak üzere aramıza gelen bir akademisyenin vurgulamış ol- ması ilginçtir. Çalışmalarına Orta Doğu Teknik Üniver- sitesi'yle başlayan Elisabeth Özdalga, "AByolu Tür- kiye'nin kendi ulusalbütünleşmesinden geçer" diyor. Aile ilişkilerinin 197O'|erde buralara getirdiği özdal- ga, Isveç'in Göteborg Üniversitesi'nce kabul edilmiş bir tezin de sahibi: "Atatürk'ün Izinde: Cumhuriyet Halk Partisi ve Türkiye'de Kalkınma Stratejileri". 1999'dan sonra üç yıl Istanbul'daki Isveç Araştırma Ens- titüsü'nün müdürlüğünü de yapmış. Islamda kadın, çağdaşlaşma karşısında Islamcı entelektüeller, Doğu- lu ve Batılı iyilik-kötülük sımgeleri gibi konularda ya- yınları var. Ulusal bütünleşme ve Avrupalılaşma konu- suna ilişkin sözlerini geçen gün Ankara'nın Daily News gazetesinden Emine Kart'a verdiği bir mülakatta söy- lemiş. Söyledikleri, şu ana düşünce çevresinde örülü: Av- rupa Birliği, genellikle söylenenin aksine, bir "kültürel bütünleşme projesi" değildir; siyasaldır; Türkiye ken- di ulusal bütünleşmesinde başarılı olmadan Avrupa'nın siyasal bütünleşme yolunda da başarılı olamaz. Bu nokta ne Türkiye'de tam olarak anlaşılmış ne de Avrupa'da. Bizde herkes, devlet adına ya da gö- nüllü kuruluş olarak, Türklerin artık ne kadar çağdaş, laik ve Avrupa değerlerini kabule ne denli hazır oldu- ğunu ispatlamaya çalışmakta. Avrupa'nın en büyük merakı da, bizdeki büyük Müslüman nüfusun Avrupa- lı değerlerie ne ölçüde uyum sağlayabileceği. Böyle olunca, tam üyelik, her iki yanda da ülkeyi da- ha çağdaş, Batılı değerlerie daha bütünleşmiş kılma ko- nusu olarak görülüyor. Oysa, bunun önemli sakıncası şu: Dikkatler kültürel bütünleşmeye kayınca, ekonomik alandaolanlar, kaybedilen ulusal davalar, yapılan siya- sal yanlışlar pek önemsenmiyor. En başta da, Avrupalılıkla yatıp Avrupalılıkla kalkan "entel" çevrelerce. Oysa, daha geniş bir siyasal örgütlenme içine gir- me, ille kendi kimliğinden, kültürel özelliklerinden vazgeçme anlamına gelmemeli. Aksini düşünmek, özel- likle ulusal bütünleşmenizi henüz tamamlamış değil- seniz, Avrupa kapısında şaşkına dönmek demektir. Çünkü, AB'lilerin tam üyelik için istemeye kalkıştıkları etnik kökene ya da dinsel inanca dayalı "azınlık" gibi sözde "çağdaş" ama özde "antika" kavramlar, bu ek- sik ve dayanıksız bütünleşmeyi daha da büyük bir da- ğılışa sürükleyebilir. Bunun Türkçesi, Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmaktır. Göz Ardı Edilen Gerçekler... İnsanlığın geleceği için bir umut olması gereken sosyal demokratlar da çoğu ülkede artık, sömürü düzenine doğrudan karşı çıkmak yerine, sermayenin yörüngesine girerek ya da ona sığınarak çıkar elde etme amacmı gütmektedirler. Prof. Dr. Abidin KUMBASAR S on bilimsel verilere göre yerküre- miz, uzayda yüz milyarı aşan sa- yıdaki yıldız kümelennden, Sa- manyolu gökadasının dört sarma- hndan bırisinin ucuna yakın bir ko- numda yer alaıı Güneşimizin yörüngesinde var- lığını sürdürnıektedir. Varsayımsal olarak öbiir yıldız kümelerinde de kendilerine özgü deği- şimler gelişebilmiş olsa da, eldeki olanaklar- la, uzayın başka bir bölümünde bizim geze- genimizdekine benzer bir yaşantının varlığı bugüne kadar kanıtlanamamıştır. Kozmik bo- yutlara göre küçücük Dünyamızın, yine koz- mik zaman ölçüsüne göre küçücük bir zaman dilinıi olan son iki milyon yıllık döneminde evrımle gelişen insan soyu, bilinciyle öbür türlere üstünlük sağlayarak varlığını sürdüre- bilmiş ve yerküre koşullanna kendine özgü uyum sağlayarak bugünkü aşamaya ulaşmış- tır. Erişilen bilimsel ve teknolojik güç, insan- lığa kendi geleceğini kendisinin düzenleye- bileceği olanaklar kazandırmıştır. Bütün ge- leceğimiz, günümüz yönetimlerinin bu ola- nakları kullanma yöntemlerine bağlıdır. Bilimsel olarak saptanan gerçeklere karşın, yaşamakta olduğumuz dönemde, endüslri devrimi ile gelinen aşamanın verdiği bilim- sel ve teknolojik güciin sadece kapitalist sö- mürü düzeninin çıkarları yararına uygulan- dığını gözlemlemekteyiz. Gene bilimsel ve- riler, amacı sadece kâr ve çıkar sağlamak olan bu düzenin, yerküremizle birlikte in- sanlığın da sonunu getireceğinin kanıtlannı taşımaktadır. Yapılan araştırmalar, günün olanaklarıyla 12 milyar insanın gereksinimleri sağlanabı- linecekken, Dünyamızdaki 6 milyar insanın 826 milyonunun yetersiz beslenmenin acısı- nı çektiğini göstermektedir. Yıllardan beri, "ÜçüncüDünya" olarak tanımlanan yöreler- de, sanki bir "ÜçüncüDünya Savaşı" yaşan- makta olup, her yedi saniye içinde on yaş al- tında bir çocuk açlıktan ölmektedir. Birleş- miş Milletler uzmanlar kurulunun yayınlan- na göre 2001 yılında yoksulluk nedeniyle oluşan ölümler 58 milyonunüzerindedir. Gü- nümüzde açlık nedeniyle ölen insan, sömü- rü düzeninin kurbanından başka bir şey de- ğildir. Öte yandan dünyadaki en zengin 225 kişinin varlığı, alt gelir grubundan 2.5 mil- yar insanın varhkları toplamına eşittır. Gü- nümüzde ekonomik gücü yüksek olan bu kimseler için "burası", "orası", "iç" ve "dış" ya da "uzak" ve "yakın" kavramlannın bir anlamı yoktur; onlar her yerin ve her şeyin sahibi, emekçiler ve ezilenler de her ülkenin köleleridirler. Zenginler, yerküre üzerinde ıstedikleri yer- de, istedikleri gibi yaşarken, yoksullar an- cak zenginlerin belirledikleri yörelerde ve koşullarda yaşayabilmekteler. Sömürü düze- ninın yozlaştırdığı toplumlarda yolsuzluk ve dolandırıcılık çok üst düzeyde olunca, ceza- landırılmak bir yana, sorgulanamamakta ve başarılı işadamlığı diye ödüllendirilmekte- dir. Buna göz yuman kleptokratların (hırsız yönetıciler) bulunduğu ülkelerde halk kitle- leri ne kadar yoksul ve ülke ne kadar borç için- deyse, yönetimdekıler ve yalakalan da o ka- dar lüks içinde yaşamaktalar. Yine aynı ül- kelerde yasalar yalnız sömürülenlere uygu- lanmakta, cezaevleri giderek yoksulların iş- lendirildiği (istihdam edildikleri) yöreler ni- teliğini taşımaktadır. Günümüzde ticaret özgürlüğü diye savu- nulan ve küresel boyutta uygulanması iste- nen "neoliberalist" düzen, kazammlan özel sektöre sunarken, bedelini emekçilere ödet- menin yönteminden başka bir şey değildir. Bu düzenin uygulayıcılan her ülkede devletin sermaye üzerindeki etkinliğinin daha az, ser- maye sahiplerinın devlette etkinliğinin daha çok olmasını ıstemekteler. Çıkar çevrelerinin özgürlükler diye savunduklan, kendileri için ticaret özgürlüğü, üretim özgürlüğü yanında, en düşük ücreti ödeme özgürlüğü ve emek- çi örgütlenmelerine karşı olma özgürlüğü- dür. Sömürü düzeninin geleceği göremeyen yö- neticileri yüzünden, Kanadalı sivil toplum örgütü başkanı Warren Almand'ın dediği gi- bi, "Uluslararası bir ticaret kurabnın ihlali- nin bir insan hakları ihlalinden çok daha faz- la önemsendiği bir dünyada yaşamaktayız." İnsanlığın geleceği için bir umut olması gereken sosyal demokratlar da çoğu ülkede artık, sömürü düzenine doğrudan karşı çık- mak yerine, sermayenin yörüngesine girerek ya da ona sığınarak çıkar elde etme amacını gütmektedirler. Geçmişte insanlığın zorbalığa karşı güç oluşturmak için tek tek korunmak yerine, karşıhklı ödünler vererek sağladıklan birlık- teliği, günümüzde de sömürücü düzene kar- şı olan aydınlann öncülüğünde, yerküre bo- yutunda sağlamak gerekmektedir. Gerçek- leri gören tüm aydınların sorumluluklarının bilincinde olması zorunludur. Bugün bu so- rumluluktan kaçanların, gelecek günlerde olacaklardan yakınmaya hakları olamaz. Tüm insanlığın geleceğini ilgilendiren ko- nularda hıçbir etnık ya da inanç grubunun ön- celiği olmaması gerekır. Goethe'nın "Ulus- lann üzerinde insanlık yer alır" özdeyişi tüm yönetimlerin ilkesı olmalıdır. Iletişimin ışık hızına ulaştığı günümüzde her olay herkesin gözlerı önünde gelişmek- te, haksızlıklar bireysel çılgınca davranışla- ra neden olmakta, adaletin çiğnendıği kanı- sı isyan duygulan uyandıraraktoplumsal pat- lamalara ortam hazırlamaktadır. Yerküremiz- le birlikte tüm insanlığın geleceğini karartan sömürü düzenini gene ancak biz insanlar de- ğiştirebilir, bizden sonraki kuşaklara banş içinde ve mutlu yaşayabilecekleri bir gelecek sunabiliriz. Dünyamızın ve geleceğimizin unıudunu, doğaüstü güçlerden bekleyenlere Georges Bernanos un "Tanrı'nın biamküer- den başka elleri yoktur" özdeyişıni anımsat- mak gerekir. 'Doğu Sorunu' Hortlatılmak mı îstenmekte?.. Doç. Dr. Hüner TUNCER Büyük Güçler'in (Ingiltere, Fran- sa, Rusya ve Avusturya), on doku- zuncu yüzyılda "Doğu Sorunu" ("Şark Meselesi") olarak nitelen- dirdikleri, Osmanlı Imparatorlu- ğu'nun kaderi anlamına gelmek- teydi. "DoğuSorumT, Büyük Güç- ler'in, Müslüman bir devlet olan Osmanlı tmparatorluğu'nun Hı- ristiyan halklan egemenliği altın- da bulundurmasını ve yönetmesi- ni bir türlü içlerine sindirememe- leriydi. Avrupalı devletler, on do- kuzuncu yüzyılın ikinci yarısın- da, "Hasta Adam" olarak isim- lendirdikleri Osmanlı împarator- luğu'nu parçalara bölüp varlığına son vermek düşüncesindeydi (*). Başka bir deyişle, "Hasta Adam"ın çeşitli uzuvları peyderpey kesil- mek suretiyle, ölümüne neden olu- nacaktı. Gerçekten, Büyük Güçler, Os- manlı'ya yönelik bu politikalan- nı uygulamaya koymuş; Kınm Sa- vaşı'nı sona erdiren 1856 tarihli Pa- ris Banş Antlaşması ile Osmanlı Devleti, Avrupa Devletler Toplu- luğu'nun eşit bir üyesi olarak ka- bul edilmekle birlikte, bundan son- raki yıllarda, Batılı Büyük Güçler, Osmanlı'nın söz vermiş olduğu reformları yapıp yapmadığını de- netlemek bahanesi arkasına sığı- narak, Osmanlı'nın içişlerine sü- rekli olarak kanşmış ve adeta Os- manlı'yı yönetir duruma gelmiş- ti. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nın sonunda imzalanan Berlin Antlaş- ması uyarınca, Osmanlı Devleti, Balkanlar'daki ve Asya'daki birçok toprağını elden çıkartmak zorun- dabırakılmış; uzunyıllar Osman- lı'nın egemenliği altında tııtulmuş olan Balkan halklan, Büyük Güç- ler'in de desteğiyle, tekertekerba- ğımsızlıklarına kavuşmuştu. Osmanlı'yı yavaş yavaş ortadan kaldırmada başarılı olan Batılı dev- letler, yirminci yüzyılın başların- da Anadolu'da ortaya çıkan büyük bir dâhiyi, doğaldır ki hiç hesaba katmamışlardı. Atatürk'ün önderlığindeki Türk halkı, Ulusal Kurtuluş Savaşı'yla, Avrupalı Güçler'e "dur" demesi- ni bilmiş ve Osmanlı'nın yerine, boynu kolay kolay eğilemeyecek olan yeni bir halkm ve olağanüs- tü yeteneklere sahip bir liderin doğduğunu Avrupalı Güçler'e gös- termişti. Batılılar, büyük Atatürk'ün ön- derliğinde kurulan ve tam bağım- sızlığından hıçbir ödün vermeyen, çağdaş ve onurlu bir Türkiye Cum- huriyeti Devleti'ni hiçbir zaman içlerine sindirememişlerdi. Savaş- ta Türklerin karşısında uğradıkla- n büyük yenilgiyi; aynca Lozan'da Türkiye'ye vermek zorunda bıra- kıldıkları toprak ödünleriyle Os- manlı döneminde kendilerine ta- nınmış olan ayncahkh haklanndan vazgeçmeyi bir türlü hazmedeme- mişlerdi. *•• Atatürk'ten sonraki dönemlerde ülkemiz, ne yazıktır ki, gücünden ve onurundan çok şeyler yitirerek bugüne gelmiştir! Ekonomik, mali ve kültürel alan- larda tam bağımsızlığını yitirmiş olan ve varlığını sürdürebilmesi için Batılı devletlerin yardımları- na gereksinme duyan Türkiye'yi, Batıhlann, siyasal açıdan da "avuç- lannın içine almalan" bir an me- selesidir. Işte, 17 Aralık doruğun- da yaşadıklarımız, bu gelişmele- rin bir sonucudur. Bizler, Atatürk- çü çizgiden ayrılmayan aydınlar olarak, böyle bir sonucu bekle- mekteydik, çünkü özellikle bu hü- kümetin döneminde, Türkiye'nin Batılı devletler karşısında çıkacak sesi bırakılmamıştı. 17 Arahk 2004 Brüksel Doru- ğu'nda, bilindiği gibi AB devlet ve hükümet başkanları şöyle bir ka- rar almıştır: Türkiye, AB ile görüş- melere başlama tarihi olan 3 Ekim 2005'ten önce, 1963 tarihli Anka- ra Anlaşması'na ek bir protokolü imzalamak suretiyle, Güney Kıb- rıs Rum Yönetimi'ni dolaylı ola- rak tanımış olacaktır; çünkü ek protokol de, uluslararası bir anlaş- ma niteliğindedir ve uluslararası an- laşmaları imzalayan taraflar, bir- birlerini tanımış sayılmaktadır. Türkiye, Güney Kıbns Rum Yö- netimi'ni tanıma yükümlülüğünü üstlenmekle, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin varlığını "bir ka- lemde silmekte"; 1960 yılından bu yana, Kıbrıs konusunda Türk hü- kümetlerinin vermiş oldukları çe- tin savaşımları yok saymaktadır. Eğer Brüksel Doruğu'nda "za- fer" kazanan bir taraf var ise, bu, AKP hükümetinin savunduğu gi- bi, Türkiye olmamış; "Kıbns Cum- huriyetf'nin varlığını en sonunda Türk hükümetine tanıtmayı gü- vence altına alan Avrupa Birliği topluluğu olmuştur. 1571 yılından bu yana üzerinde Anadolu halkının bir parçasının yaşamakta olduğu, çetiıı savaşım- lann verilmesi ve hatta kan dökül- mesi sonucunda kurulmuş olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriye- ti'ni, bir heves ya da siyasal rant uğruna, feda etmeye hiçbir Türk hükümetinin hakkı yoktur!!! AKP hükümeti, tarih karşısında yaşam- sal önemde bir sorumluluk üstlen- miştir! Başta Başbakan ve Dışişleri Ba- kanı olmak üzere, hükümet yetki- lileri, acaba bu tarihsel sorumlu- luklarının bilincinde midirler?.. Güney Kıbrıs Rum Yöneti- mi'nin, Ada'nın tümünü temsile yetkili bir devlet olduğunu Türki- ye Devleti'ne kabul ettirmeyi ön- gören ve buna ek olarak da "azın- nklar" konusunu gündeme geti- rerek Türkiye'de yaşamakta olan "azmlıklar"a eşit hak ve ayrıcalık- lann verilmedığini savunan Batı- lı devletler, acaba "Doğu Soru- nu"nu yeniden hortlatmak mı ıs- temektedir?.. Müslüman ve Müslüman olma- yan "azınlıklar"a verilmesi öngö- rülen hak ve ayrıcalıkların sınırla- nnın aşılması durumunda, aynen on dokuzuncu yüzyılın ikinci ya- rısında olduğu gibi, bu topluluk- lann, özerklik ve hatta bağımsız- lık savlarıyla ortaya çıkması sonu- cuyla karşı karşıya kalınabilir. Ve böyle bir durum, doğaldır ki, Tür- kiye Cumhuriyeti Devleti'nin par- çalara bölünerek ufalanması ve Batı'nuı, Birinci Dünya Savaşı'nın ertesinde olduğu gibi, ülkemiz top- raklannın büyük bir bölümünü de- netimi altına almasıyla sonuçla- nabilir. Kamuoyumuzun bunun bilin- cinde olarak, AKP hükümetinin AB politikasını değerlendirmesi gerekmektedir diye düşünüyorum. Burada, basuı-yaym organlanmı- za çok büyük bir görev düşmek- tedir. Gazetelerimiz ve televizyon kanallan, yalnızca hükümetin po- litikası doğrultusunda görüşlere sahip üniversite öğretim üyelerine ve aydınlara programlannda yer vermemeli; "tarafsızhaberciük" il- kesi doğrultusunda, karşıt görüş- lü aydınların görüşlerinin de hal- kımız tarafından bilinmesıne ola- nak tanımalıdır. Şımdiye değin bu görevini hakkıyla yerine getire- memiş olan basın-yaym organla- nmızdan (Cumhuriyet gazetesi dı- şmda) biz, Türk halkı olarak, bu görevini ıvedilikle yerine getirme- sini bekliyoruzü! (*) Rus Çcırı Nikolct, 1853 yılı- nın ilkbahantukı, St. Peterburg'da- ki Ingiliz Büyükelçisi Sir Hamil- ton Seymour 'a şunlan söylemiş- ti: "Osmanlı tmparatorluğu kri- tik bir durumdadır... Ülke, parça- lara hölünmek üzeredir... Elleri- mizin arasmda hasta bir adam - çok hasta bir adam- bulunmakta- dır. Gerekli düzenlemeler vapıla- madan, günün birinde bu hasta adam 'ın elleıimizin arasından ka- yıp gitmesi çok büyük bir şans- sızlıkolacaktır." Bkz: J.A.R. Mar- riott, A History ofthe Eastern Qu- estion from the Advent ofthe Ot- tomans to the Outbreak ofthe Eu~ ropean Waı; London, 1917, ss. 257-58. PENCERE Milliyetçilik Gericilik mi?.. Kavramlar üzerine tartışma kafaları karıştırabi- lir, çünkü kavram soyuttur... Negibi?.. 'Milliyetçilik' gibi.. Milliyetçiliğin daha Türkçesi 'ulusçuluk'tur, 'mil- li' ulusal anlamına geliyor; 'ulusalcı' bu kaynağa dayanıyor... • Şimdi soyut kavramları bir yana bırakıp şu sıra- da emperyalizmin cehenneminde yanıp yıkılan, ölümle dirim arasında salıncak kuran Irak'ın hali pürmelalinde milliyetçiliğin ne anlamageldiğine bir göz atalım... Gazetelerde, televızyonlarda, radyolarda, inter- nette Irak'a ilişkin haberler gündeme girince üç söz- cük dile geliyor: Sünniler.. Şiiler.. Kürtler.. Garip değil mi? Hepimizin bildiği Mezopotamya coğrafyasında yaşayanların çoğunluğu Araptır... Ama Arap hem var.. Hem yok.. Neden?.. Çünkü Arap Araplığının bilincinde değil, millet olamamış, ümmetdüzeyindeyaşıyor; birincil kim- liğinde din ağır basıyor, mezhepçi örgütlenme öne çıkıyor... Vaktiyle Avrupa'da da böyleydi; Aydınlanma devrimi gündeme girdi, Fransız Ihtilali ümmeti mil- lete dönüştürdü, dinsel bilinci aşan aklın güdümün- de laik yurttaş kimliği benimsendi. • Milliyetçilik gericilik mi?.. Keşke milliyetçilik Irak'ta salgınlaşsa da Sünni ve Şii, Arap olduklarının bilincine ulaşarak ülkele- rini işgal eden Amerikan emperyalizmine karşı di- reniş savaşında birleşebilseler... Oysa şimdi işgal altındaki vatanlarında yapılan seçim konusunda bile birleşemiyorlar; Şiiler seçi- me evet, Sünniler hayır diyor... Günümüzde Irak halkı için 'milliyetçilik' ilericilik demektir; üstelik milli bilinç Araplara laikiiğı aşıla- yacak, laiklik de demokrasiye açılımı sağlayacak- tır. • Peki, ya Kuzey Irak'ta Kürtlerin konuşlanmasın- daki anlam nedir?.. Irak'taki Kürtler aşiretdüzeyindeyaşıyorlar; ama, etnik adlarıyla anılıyorlar, ne tarihsel birtalihsizlik- tir ki Amerikan emperyalizminin tam güdümünde devlet kurmak istiyorlar... Peki, ölçü ne?.. Emperyalizmin hizmetinde milliyetçilik gericilik- tir.. Emperyalizme karşı milliyetçilik ilericiliktir.. • Türkiye'de yeniden yükselen milliyetçiliğin (mil- liliğin, ulusçuluğun, ulusalcılığın) kimliğini sapta- mada tek ölçüt de budur. Cumhuriyet kitap kulübü ANMA VE SÖYLEŞt 103. Doğuın Yıldöııünıünde NAZIM HİKMET Orhan Karaveli dostu Nazım Hikmet 'in sürgün yıllarını anlatıyor. 15 Ocak Cumartesi 16:00- 18:00 Cumhuriyet Kitap Kulübü - Taksim Istiklal Cad. Zatnbak Sok. 4/1 (Fransız Konsolosluğu Yanı) Taksim-lstanbul Tel: (0212) 252 38 81/82 İSTANBUL CUMOK ÇAĞRISI 16 Ocak 2005 PazarSaat: 11:00-14:30 Sayın Prof. Dr. tzzettin Önder AB EMPERYALİZMt'ne BAĞIMLI KALKINMA OLABİLİR Mİ? sorusunu yanıtlıyor. "Sen Gelmezsen Bir Eksiğiz"... Yer: Yıldız Üniversitesi Çatı Restoran Yıldız Üni. Yerleşkesi B Blok 6. Kat-Beşiktaş lletişim-Bilgi: Namık K. Boya: 532 281 54 54 - 0216 368 33 56 Ufuk Yalçın: 542 652 15 00 - 0216 326 49 21 Açık büfe kahvaltı bedeli: 13.-YTL.'dir. e-posta: İstanbuKS)cumok.org SİNCAN 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ Esas No: 2004/277 Karar No: 2004/199 Davacı Valentina Ardoğan, davalı Nüfus Müdürlüğü aleyhine açılan isim lashihi davasınm yapılan açık du- ruşması sonunda davanın kabulü ile Konya ilı Karatay il- çesi, Kuzgun Kavak köyü, cılt 55, hane 150 BSN 67'de nüfusa kayıtlı Vıladımir ve Vera'dan olma, 10.07.1978 doğumlu, (Hıristiyan uyruklu) Valentina Ardoğan'ın Va- lentina olan ön adının silinerek Irem Deniz olarak tas- hıhıne karar verılmiştir. 11.01.2005. Basın: 1201
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle