Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 9 MART 2003 PAZAR
OLAYLAR VE GORUŞLER
EVET/HAYIR
OKTAY AKBAL
'Doksana Bir Kala...'
Doksan yaş!
Kırklı yaşları bile ulaşılmaz bir uzakhkta gördü-
ğüm o çocukluk günleri... Orta okulun son sınıfla-
n, sonra lise!
Hiç aklıma gelir miydi, Zahir Güvemli Hoca'nın
doksanıncı yaş gününde "90'a Bir Kala" adlı bir ka-
rikatür sergisi açacağı!.. Gencecik biredebiyat öğ-
retmeniydi. Birazsinirli, birazalaycı, biraztatlısert.
Biz. okulun edebiyatçıları, CavitYamaç, EsatSa-
dun...
Ikide birtartışma! "Vatanşaihmizkimdir?". Ders-
lere göre Namık Kemal!. Benim karşı çıkışım, "Ha-
yır Tevfik Fikret"... Zahir Bey'e direnmek mi, yok-
sa on yedi yaşın ukalalığı mı?
öyle ya, ben, on beş yaşımdan beri yazılar ya-
zan, yayımlayan ben, ögretmenlerimle nasıl yan-
şınm? Ki, onlan hem seviyor, hem onlardan çok şey
öğreniyorum... Hangi yıldı? 1939 mu? Zahir Gü-
vemli bir yıl kaldı, sonra askere gitti. iki yıl sonra,
lise son sınıfta geri geldi. Hem de okul müdürü Agâh
Sım Levent'in yerine...
Daha önce Sevgili Meliha Hanım... Meliha Gü-
vemli idi orta sondaTürkçe öğretmenimiz. Bir kom-
pozisyon dersindeyiz. Haşim'in Merdiven şiirini
çözümleyeceğiz. Oysaokadaraçıkki 'Merdiven'ln
bir yaşam sürecini anlattığı!. Sen kalk, hem öyle-
dir, hem değildir, de! Belki de şair, yalnızca bir son-
bahar hüznünü anlatmıştır, nerden çıkarıyorsunuz
bu ölüme giden bir yoldur, düşüncesini?
Meliha Güvemli beğenmişti, "Yannın bir yazan
olacaktırbu çocuk" demiştir... Biryargılama, birka-
rar, bir ilk uyanış, yazartıkla kendini buluş!.. İki "ho-
ca" da birer yıl kaldılar. Bir yıl, ama tüm yaşamın-
da etkisini duyduğum bir zaman parçası!
Meliha Hanım'la arada bir konuşuruz. "Çocuğum"
der. Çocuklaşırım, on yedi, on altı yaşın insanı olu-
rum. Kaç yaş var arada, ya sekiz, ya on! Ama onun
bu övücü sözleri yaşamımdayeretmiştir. Altmış yı-
lı geçen yazartığım, öykücülüğüm, edebiyat adam-
lığım, işte o gün başlamıştır... Haşim'in şiirini ken-
dime göre yorumladığım, öğretmenimin de beğe-
nisini kazandığım gün...
Bir sergi açıldı Saraçhanebaşı'ndaki "Mizah ve
Karikatür" Müzesi'nde... Zahir Güvemli'nin doksan
yaş gününde... Türk karikatür dünyasının önde ge-
len bir sanatçısının yapıtlarını görmek için, kutla-
mak için... Yalnız, birçizgi, bir mizah ustası mı? De-
ğil! Niye kimse anımsamaz, Zahir Güvemli'nin bir-
birinden ilginç öykülerini? Necip Fazıl'ın daha "sü-
permürşit" olmadığı dönemin "Büyük Doğu" der-
gisinde çıkan o öyküleri? Niye bunlar kitaplaşma-
dı? O 194O'lı yıllarda Zahir Bey birbirinden ilginç
öyküleryazıyordu. Birini hepanımsamışımdır: "Ve-
ronez".
Çok yönlü bir kişi, bir sanat, edebiyat adamı? ög-
retmen, sanat tarihçisi, ressam, karikatürcü, usta
bir öykücü... Doksan yılını hep sanata, kültüre.öğ-
retmenliğe, bugüne, yanna yararlı olmaya adamış
bir yaşam...
Niye böyleyiz? Niye yalnız anılarda yaşanz, niye
dünya gözüyle görmek, anlamak, tanımak isteme-
yiz? Belleklerdeki güzellikler kaçar gider diye mi?
Oysa her çağın ayn bir anlamı vardır. Ben bugün
seksenine merdiven dayamışım, onlar, o güzel iki-
li, doksanına... Ne degişir ki? Benim gözümde on-
lar yirmili yaşlann ortalanndadır hâlâ, bense on ye-
di on sekiz!..
Zahir Hoca'ya, o hep genç kalacak yazar, sanat-
çı, öğretmen hocama, daha nice başanlı çalışma-
lar dilerim. En başta da öykülerini unutulmamaya
bırakmasını... Meliha ve Zahir hocalanma sağlık-
larla, güzelliklerle...
BİR DÜZELTME
Perşembe günkü yazımda Gülseren Engin'in 'Ce-
hennemde Bir Ada' (Remzi Kitabevi) romanının
adı yanlışlıkla 'Cehennemde Bir Mevsim' olarak çık-
mış... özür dileyerek, düzeltırim.
însanlık ve Uygarlık
Doğayı talan ederek ya da hiç emek katkısı olmadan
başkalannı kaba güçle sömürerek yaşamaktan utanç
duymayanlar gezegenimizin yüz karası olarak
algılanmalı, mutlak dışlanmalıdırlar.
Prof. Dr. Abidin KUMBASAR
T
ek başına insan ne ya-
banıl ne de uygardır.
Uygarlık, topluluklar
oluşturan insanlara öz-
gü birniteliktir. Ök ata-
lanmızın da\Tanışlan, kendi soy-
lanıun sürekliliğini sağlamaya ya-
rayan içgüdülerinin yönlendirme-
siyle oluşmaktaydı. Içgüdülerine
göre besin toplamak, avlanmak,
çevresindeki tehlikelerden korun-
mak, bannak sağlamak ve karşı
cinse olan duygulannı gerçekleş-
tirerek soyunu sürdürmek ilk ata-
larımızın en temel ve zorunlu dav-
ranışlanydı. Uygarhğa atılan ilk
adımlar, toplu halde yaşamanın ge-
rektirdiği işbirliğinin zorunlu kıl-
dığı kurallann oluşması ve doğa-
daki güçlükleri aşmak için birlik-
te verilen çabalarla gerçekleşti. Ta-
nm devrimiyle yerleşik düzene ge-
çerek üretim toplumunun oluşma-
sı insan soyunu güçlendirdi, doğa-
dan daha çok yararlanabilmenin
yollannı araştırarak olanaklannı
geliştirmeye yönlendirdi. insan so-
yu doğayı tanıyarak bilgisini art-
tırdı, güçlendı ve daha güvenli ya-
şam düzeyine erişti.
Yerkürenin değişik bölümlerin-
deld olanaklar benzer olmadığı için
insan topluluklannın doğadan ya-
rarlanma ve eriştiği gönenç (refah)
düzeyinde ayncahklar oluştu. Emek
vererek üreten topluluklar zengin-
leştiler. üretemeyenlerya da emek-
sizyaşayıp, talan etineyi yaşamanın
kolay yotu olarak seçenlerse sömü-
rücü^asalaktophıluklanotuşturdu-
lar.Binlerce yüdır emek vererek üre-
tenlerle, başkasımn emeğiyle ya-
şayan sömürücüler arasındaki ça-
tışmalar, günümüzde de değışen
boyut ve nitelikleriyle devam et-
mektedir. tnsanlığın geçmişinde
yer alan uygarlıklann temelinde
adı amlmayan emekçilerin katkı-
lan ve alın teri yattığı halde, kuru-
lan imparatorluklar ya da devlet-
ler hep sömüren ve talan edenlerin
adıyla anılmaktadır. Tarihi yazan-
lar hep kaba güçle üstün gelen zor-
balar olduğu sürece de bu değişme-
yecek, gerçekler örtülü kalacaktır.
Yaşadığımız çağda da bilimde
ve bilimin verilerinin yaşama uy-
gulanmasından oluşan teknoloji-
deki gelişmeler hangi düzeyde olur-
sa olsun, sömürü ve talarun acıma-
sızca devam etmesi tüm insanlığın
utanç duyması gereken bir sorun-
dur. Günümüzde uygarhğın, sade-
ce yaşamada sağlanan kolaylıklar
ve teknolojik olanaklar demek ol-
madığının bilincine varmamız ge-
rekir. Gerçek uygrlığın ölçütü, bi-
rey ve topluluklann birbirlerine ve
doğaya karşı olan davranış niteli-
ğinin düzeyidir. Hangi zenginlik
ve teknolojik aşamada olursa olsun,
bir birey ya da topluluk kendisine
ya da bir başka bireye, birbaşka top-
luluğa zararlı bir davranışta bulu-
nuyorsa, uygarlıktan yoksundur.
Bugün ellerindeki olanaklan ken-
diyakın dönenı çıkan için kullana-
rakbaşka tophıluklanve gekcekku-
şakları düşünmeyenler ne kadar
güçlü. zengin ve gönenç içinde ol-
salar da barbarhktan annmış sa>>
lamazlar. Doğayı talan ederek ya da
hiç emek katkısı olmadan başka-
lannı kaba güçle sömürerek yaşa-
maktan utanç duymayanlar geze-
genimizin yüz karası olarak algı-
lanmalı, mutlak dışlanmalıdırlar.
îletişimin, tüm yerkürenin her
yöresine ilişkdn bilgileri ışık hızıy-
la ulaşdabilir kıldığı günümüzde
gerçekten uygar olmak için, "Do-
ğadaki ve toplumlardaki başıboş
güçleri ve değerleri denetim alüna
almak ve doğaya uyumhı olarak
tüm insanlığın yaranna kullan-
mak" kaçınılmazdır. Geçen yüzyı-
hn değerli bilim adamı ve düşünü-
rü A. Einstein'in dediği gibi "He-
pimiz var olan her şeyin bir parça-
sıyız" inancuıı taşımalı ve var olan
her şeyin denetim ve yönetiminden
sorumlu olmamız gerektiğini bil-
meliyiz. Günümüzde teknolojik
olarak tüm ınsanlığı mutlu talacak
olanaklara eriştiğımiz halde bunun
gerçekleşmesini engelleyen sömü-
rücülerle savaşan "dünya avduıla-
n"nın gücünün her geçen gün bi-
raz daha artması ve yerkürenin in-
sanlannuı bilinçlenmesi, gerçek
uygarhğa erişmemizin umudunu
güçlendiriyor. Yerküremizdebanş
ve mutluluğun gerçekten var ol-
ması için, uluslann iç yönetimin-
de sağlandığı zaman kargaşa ve
anarşiyi önleyen yasallığın ulusla-
rarası düzeyde de gerçekleştiril-
mesı kaçınılmazdır. Çağdaş insan-
lar gibi çağdaş devletlerin de is-
teklerini gerçekleştirirken kaba güç
ve zorbalık değil, uluslararası ku-
rallar ve antlaşmalar yol gösterici
olmalıdır. Tersi durumda yasalhğın
olmadığı ilkel topluluklarda görii-
len, "Herkesin herkesle savaş ha-
Knde ohnası"na (Bellum omnium
contra omnes) benzer olarak, tüm
uluslann birbirleriyle savaşı kaçı-
nılmaz olur.
Günümüzde olduğu gibi yasala-
n tammayan ve kaba güce başvu-
ranlann karşısında, yasalan uygu-
laması gereken kuruluşlar etkin
olamıyorsa, anarşi ve kargaşa ka-
çınılmazdır. Uluslararası düzenin
yeniden, çağın gerçeklerine göre in-
san onuruna uygun olarak belir-
lenmesi gerekir. Uluslann uygar-
hğnun düzeyini, silahlannın öldü-
rücü gücü ya da parasal zenguuik-
leri değil, insanlığa sağladığı gö-
nenç ve mutluluk beiiıier. Tüm in-
sanlığın, "Dünya bize atalanmız-
dan miras kalnıadı. onu gelecek
kuşaklardan ödünç aldık" dıyen
Amerikalı yerli şefin mi, yoksa
elindeki öldüriicü silahlan talan ve
sömürü için göz kırpmadan kullan-
maya hazırlanan zenginlik ve tek-
noloji de\inin temsilcisinin mi da-
ha uygar olduğunun bilincine var-
ması gerekir.
Tezkere Sorunu...
T
ürkiye Büyük
MületMecli-
si, 1 Mart
2003 günlü
oturumunda
Türk Silahlı Kuvvetle-
ri'nin yabancı ülkelere
gönderilmesine, uluslara-
rası meşruiyet kurattan
çerçevesinde en çok 62
bin Amenkan askerinm
altı ay süre iîe Türkiye''de
bulunduruknasına ilışkin
hükümet tezkeresini, oy-
lamada salt çoğunluğun
gerçekleşmemiş olması
nedeniyle reddetti. Tez-
kere toplantıya katılanla-
nn salt çoğunluğun, yani
yandan fazlasının oylan-
nı sağlayamamıştı.
TBMM Başkanı Bülent
Annç, toplantıdan sonra
gazetecilerin sorulanna
verdiği yanıtta şunlan söy-
lemişti: "Bu,Medis'inka-
randırve bu MechYin gü-
cünü bütün dünya görme-
ü ve herkes bu karann ar-
kasında durmabdır. Hal-
km iradesi böyle tecelb' et-
miştüu. Bu sevinilecek bir
karardn; bunun hem Mec-
«s'i hem de MeclisYeki
parnleri güçlendireceğine
inanıyonım. Meclis ke»<
hunyet, 2.3.2003)
Halkımızın >
t
üzde dok-
san beşi, hükümetin sa-
vaş amaçlı tutumuna ve
savaş tezkeresine karşı çık-
mış, Türkiye'nin tüm yö-
relerinde yapüan toplan-
tılar, yüriiyüşler ve basın
açıklamalanyla bu düşün-
ce ve tavrmı ortaya koy-
muştur. Tezkerenin Mec-
lis'tegörüşüleceği 1 Mart
2003 Cumartesi günü
DlSK,KESK,TMMOB,
TTB ve savaş karşıtı plat-
formlann ölcülüğünde ül-
kenin dört yanından gelen,
sayılan yüz bine yaklaşan
işçiler, emekçiler, aydm-
lar, yazarlar, sanatçılar,
öğretmenler ve savaş kar-
şrtlan Ankara Sıhhiye Ala*-
nı'nda TBMKTyeve tüm
dünyaya savaşa karşı ol-
duklanî» haykırmışlar ve
"Banş" sözcüklen (slo-
ganlan) atmışlardu-. Aynı
günün akşamında TBMM
savaş tezkeresini reddet-
miştir. Tezkerenin Mec-
lis'te görüşülmesinden ön-
ceki günlerde ve haftalar-
da başta Bush olmak üze-
re ABD yöneticileri, Tür-
kiye'de "banş" sözcüğü-
nü ağzından düşürmeme-
ye özen gösteren(!) iktidar
çevreleri ile medyanın
ABD'nin yanında yer alan
önemli bir bölümü, hükü-
metin savaş tezkeresini
desteklemişler, bunun
Meclis'ten geçmesi için
olağanüstü çaba harca-
mışlardu". Ancak tezkere-
nin reddedilmesi bu çev-
relerde bir şok etldsi yap-
mıştır. Buna karşın ABD
ve bizim iktidaf çevrele-
rinin tezkerenin yeniden
oylanmasını sağlama doğ-
rultusunda hazırliklaryap-
tıklan medya haberlerin-
den anlaşılmaktadır.
Genel hukuk kurallan
ve Meclis Içtüzüğü hü-
kümlerine göre bu konu-
da oylama yapüamaz. Tez-
kere usulüne uygun olarak
oylanmıştır. Salt çoğun-
luk sağlanamadığı için
reddedilmiştir. Bu karar
kesindir. Bunun tersi dü-
şünülürse, her kararı be-
ğenmeyen taraf yeniden
OZEL YAYIN İLE TÜRKİYE'NİN YAKIN GELECEĞİ
SIIRT SEÇIMI
VEAKP'DE YENİ 919ÖNEM
TARHAN ERDEM
VE RUŞEN ÇAKIR
AKP'DE YENİ DÖNEMİ
YORUMLUYOR
OĞUZHAKSEVERİLE
ASAF SAVAŞ AKAT,
DENİZ GÖKÇE VE EGE CANSEN
EKONOMİDE SON DURUMU
DEĞERLENDİRİYOR
C A N L I
Q.QQ m
(15:00 - 17:00 FORMULA 1)
IMBC www.ntvmsnbc.com
\NTV Radvo
/aynı an
İSTANBUL 102.8
ANKARA 104.7
İZMİR 957
oylama yapılmasını ister
ve sorun içinden çıkılmaz
bir duruma girer, sürünce-
mede kalu
1
.
Şayet hükümet değişik
anlatımlarla, değişik söz-
cükler kullanarak aynı
amacı taşıyan bir tezkere
hazırlama yoluna başvu-
rursa bu da hukuk deyimi
ile "muvazaa" nıteliği ka-
zanır. Muvazaa, gerçek-
leri gizlemeye çalişan ve
gizfeyen danışıklı bir iş<em
demektir. Böyle bir ışlem
hukuk açısından batıldır,
geçersizdir. Bir hükümet,
Meclis'inkabul ettıği ya-
salara, hukuk kurallanna
aykın işlemlere, yukan-
da açıklanan yöntemlere
başvTirursa meşruiyetini
tehlikeye sokar, hukuk
devleti ilkesine ters düşer.
Bu da çok önemli sorun-
lara kapıyı aralar.
Geçmişte benzer bir ör-
nek anımsıyorum: Devlet
Güvenlik Mahkemele-
ri'nin kuruluş yasası ana-
yasanın "mahkemelerin
bağunsızüğı'' ilkesine ay-
kın birbiçimde düzenlen-
mişti. Anayasa Mahke-
mesi bu yasanm ilgili mad-
desini iptal etmişti. Bu
mahkemelerin kurulma-
sında direnen iktidar, ama-
cına ulaşabilmek için ana-
yasada değişiklikler ya-
pılmasını sağlamış
DGM'lerin kuruluş yasa-
sını, bir yasa hükmü ol-
maktan çıkarmış, anaya-
sa hükmü haline getirmiş-
ti. Yani DGM'leri anaya-
saya koymuştu (ithal et-
mişti). Aynca anayasa hü-
kümleri hakkında esas yö-
nünden Anayasa Mahke-
mesi'ne dava açma yolu-
nu da kapatmıştı.
Bu, hukuk ve yasaya
karşı bir hile idi. Hukuk-
ça bağışlanabilecek bir
olay değildi. Sonunda yan-
hş hesap Bağdat'tan dön-
dü: Avrupa insan Hakla-
n Mahkemesi, DGM'lerin
kuruluş yasasının, mah-
kemelerin bağımsızlığı
açısuıdan, Avrupa İnsan
Haklan Sözleşmesi'ne ay-
kın olduğuna karar ver-
di. Türkiye, adı geçen ku-
ruluş yasasını değiştire-
rek askeri hâkimlenn bu
mahkemelerden uzaklaş-
tuıbnasını sağladı.
Bir iktidann, özellikle
halk yığınlan için yaşam-
sal önem taşıyan ve hal-
kın yüzde doksan beşüıin
karşı olduğu bir konuda
benzer yöntemlere baş-
vurması, uzerinde ciddi-
yetle durulması gereken
bir olaydır.
PENCERE
Zalim ve Mazlum
Oktay Akbal köşesinde soruyor:
"Piyanist filmini gördünüz mü?"
Ve anlatıyor:
"Piyanist yalnız bir film değil... Bugüne yanna
bir ders! Ünlü bir sanatçının savaş yıllannda çek-
tikleri, hem kendi adına, hem ülkesi adına... Nazi
Imparatohuğu yûzbinlerce Yahudiyi, gerikalmış ırk-
tan saydığı insanları yok etmek için kurulan, yara-
tılan korkunç makine!.. Hem de bilim, kültür, tek-
noloji adına yok etmek, yakıp yıkmak!
Bush'un Amerika Imparatorluğu bugün yarın
Bağdat'ı, tüm Irak'ı bir anda, belki bir gecede yı-
kıp yok edecek! Etmeye kalkacak..." (Cumhuri-
yet, 6 Mart 2003)
•
Akbal'ın vurguladığı piyanist Vladislav Szpil-
man!.. Hitier'in ordusu Polonya'ya girince Szpil-
man zulmün soluğunu duyumsar, Yahudi soykın-
mının içinde yaşar, gaz odalarında yok edilen soy-
daşlannın dramı benliğini sarar, yine de işbirlikçi-
lere piyano çalarak yaşamını sürdünmeye çabalar...
'Piyanist' filminin yönetmeni Roman Polanski
çocukken Nazi canavarlığını tariımış, annesi gaz oda-
sında gözlerini yaşama kapamış bir Yahudi...
Nazi subaylanyla klasik müzik arasında ilginç bir
ilişki var...
Yakup Kadri 'Panorama' adlı romanında, kent-
leri bombalayıp insanları öldürürken Beethoven'i,
VVagner'i dinleyen bir Nazi pilotundan söz açar...
Bu yolda çok oyun yazıldı, film çevrildi; Arthur
Miller'in Orkestra'sı bunlardan biri...
•
'Orkestra' ünlü Auschwitz kampında kurulmuş;
13 Yahudi kadından oluşan grup başta canavar Dok-
tor Mengele olmak üzere Nazilere konserler ve-
recek, kurbanlar kasapları için çalacaklar...
Ama öte yandan da çalgıcılar orkestranın yapı-
sında itişip kakışacaklar, birbirleriyle uğraşacaklar,
yaşama savaşımında üstte kalmak için ellerinden
geleni yapacaklar, gaz odasını boylamamakyolun-
dagözleri kararacak; çünkü zalimin mazlumlaşma-
sıyla mazlumun zalimleşmesi değişen koşullara
bağlıdır.
Orkestra, Bursa Devlet Tiyatrosu'nda sahneye
konuyor; Fania Fenelon'un anı kitabından uyar-
lanmış, çarpıcı bir oyun...
Şusıradatam zaman ı, çünkü Filistin'deyaşan an
birdramın sıcaklığını soluyoruz...
Mazlumlar nasıl oldu da zalimleştiler?..
Peki, hep böyle mi olacak?..
İnsan denen yaratık, mazlumla zalimi benliğin-
de birieştirmek zorunda mı kalacak?..
•
12 Mart faşizminin gençleri bir bir kurban ettiği
1972 yılında, Nadir Nadi'nin unutulmaz biryazısı
yayımlandı.
Sevgili Nadir Nadi diyor ki:
"Peter Weis'/n 'Soruşturma' adlı belgesel ya-
pıtını okudum; savaş yılları boyunca Nazilerin
Auschvvitz toplama kampında işledikleri suçlan
gözler önüne seriyor.
Müthiş bir şey bu kitap...
Yazar kendinden bir sözcük bile uydurmamış,
sadece 1965'te Frankfurt'ta görülen dava dosya-
sını ele almış, incelemiş, 11 tabloluk birpiyes çı-
karmış ortaya...
Çünkü Avrupa'nın ve Amerika'nın birçok tiyat-
rolannda sahneye konan, radyolannda yayımlanan
bu eser, bir sanatçının yaratma gücüne değil, doğ-
rudan doğruya yaşam gerçeklerine dayanmakta-
dır."
Peki yaşamın gerçekleri nedjr?..
•
Kurbanlar özel odaya doldurulduktan sonra gaz
yukardan tavandaki deliklerden veriliyor, ilk alta
yayılıyor, sonra derece derece tavana kadar yük-
selerek tüm odayı kaplıyor ve her canlıyı boğuyor.
Ancak daha sonra kapıyı açanların gördükleri
manzara dehşet verici...
ölenler nasıl istifleniyorlar?..
En altta bebekler, çocuklar ve hastalar, onlann
üstünde kadınlar, en üstte de güçlü erkekler...
Nadir Nadi soruyor:
"Hayal gücümüzü zohayarak bugünkü dünya-
mızı kocaman birgaz odasına benzetemez miyiz?.."
(21 Temmuz1972)
Ve yazıyı ikinci bir soruyla bitiriyor:
"Birbirine kenetlenmiş cesetler arasında altta
kalanlann hepsi bebek, çocuk, hasta ve kadınlar-
dan mı ibaretti?.. Içlehnde birtane olsun onlan ez-
meyi gereksiz bulan güçlü erkekyok muydu ve ta-
nıklar onu görmemiş olamazlar mıydı?..
Neden olmasın?.."
HABERiNJEKADRESi
TÜRKİYE'YE GÖNDERiLEN
ABD ORDUSU'NDA
PKKBİRLİKLERİ
• CÜNEYD ZAPSU - EL KAİDE ORTAKLIĞI
• AKP"Yi KiM YÖNE7İYOR?
• RUSYA-ALMANYA-FRANSA-ÇİN
AMERİKA'YAMEYDAM OKUYOR!
• İŞÇİLER İŞ YASASIMA KARŞI AYAKTAÎ
• DÜNYAGENÇüĞiBAĞDATTAYDi:ABD YEMLECad
Aydınlık
HER PAZAR BAYİLERDE