04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 MART 2003 PAZAR OLAYLAR VE GORUŞLER EVET/HAYIR OKTAY AKBAL 'Doksana Bir Kala...' Doksan yaş! Kırklı yaşları bile ulaşılmaz bir uzakhkta gördü- ğüm o çocukluk günleri... Orta okulun son sınıfla- n, sonra lise! Hiç aklıma gelir miydi, Zahir Güvemli Hoca'nın doksanıncı yaş gününde "90'a Bir Kala" adlı bir ka- rikatür sergisi açacağı!.. Gencecik biredebiyat öğ- retmeniydi. Birazsinirli, birazalaycı, biraztatlısert. Biz. okulun edebiyatçıları, CavitYamaç, EsatSa- dun... Ikide birtartışma! "Vatanşaihmizkimdir?". Ders- lere göre Namık Kemal!. Benim karşı çıkışım, "Ha- yır Tevfik Fikret"... Zahir Bey'e direnmek mi, yok- sa on yedi yaşın ukalalığı mı? öyle ya, ben, on beş yaşımdan beri yazılar ya- zan, yayımlayan ben, ögretmenlerimle nasıl yan- şınm? Ki, onlan hem seviyor, hem onlardan çok şey öğreniyorum... Hangi yıldı? 1939 mu? Zahir Gü- vemli bir yıl kaldı, sonra askere gitti. iki yıl sonra, lise son sınıfta geri geldi. Hem de okul müdürü Agâh Sım Levent'in yerine... Daha önce Sevgili Meliha Hanım... Meliha Gü- vemli idi orta sondaTürkçe öğretmenimiz. Bir kom- pozisyon dersindeyiz. Haşim'in Merdiven şiirini çözümleyeceğiz. Oysaokadaraçıkki 'Merdiven'ln bir yaşam sürecini anlattığı!. Sen kalk, hem öyle- dir, hem değildir, de! Belki de şair, yalnızca bir son- bahar hüznünü anlatmıştır, nerden çıkarıyorsunuz bu ölüme giden bir yoldur, düşüncesini? Meliha Güvemli beğenmişti, "Yannın bir yazan olacaktırbu çocuk" demiştir... Biryargılama, birka- rar, bir ilk uyanış, yazartıkla kendini buluş!.. İki "ho- ca" da birer yıl kaldılar. Bir yıl, ama tüm yaşamın- da etkisini duyduğum bir zaman parçası! Meliha Hanım'la arada bir konuşuruz. "Çocuğum" der. Çocuklaşırım, on yedi, on altı yaşın insanı olu- rum. Kaç yaş var arada, ya sekiz, ya on! Ama onun bu övücü sözleri yaşamımdayeretmiştir. Altmış yı- lı geçen yazartığım, öykücülüğüm, edebiyat adam- lığım, işte o gün başlamıştır... Haşim'in şiirini ken- dime göre yorumladığım, öğretmenimin de beğe- nisini kazandığım gün... Bir sergi açıldı Saraçhanebaşı'ndaki "Mizah ve Karikatür" Müzesi'nde... Zahir Güvemli'nin doksan yaş gününde... Türk karikatür dünyasının önde ge- len bir sanatçısının yapıtlarını görmek için, kutla- mak için... Yalnız, birçizgi, bir mizah ustası mı? De- ğil! Niye kimse anımsamaz, Zahir Güvemli'nin bir- birinden ilginç öykülerini? Necip Fazıl'ın daha "sü- permürşit" olmadığı dönemin "Büyük Doğu" der- gisinde çıkan o öyküleri? Niye bunlar kitaplaşma- dı? O 194O'lı yıllarda Zahir Bey birbirinden ilginç öyküleryazıyordu. Birini hepanımsamışımdır: "Ve- ronez". Çok yönlü bir kişi, bir sanat, edebiyat adamı? ög- retmen, sanat tarihçisi, ressam, karikatürcü, usta bir öykücü... Doksan yılını hep sanata, kültüre.öğ- retmenliğe, bugüne, yanna yararlı olmaya adamış bir yaşam... Niye böyleyiz? Niye yalnız anılarda yaşanz, niye dünya gözüyle görmek, anlamak, tanımak isteme- yiz? Belleklerdeki güzellikler kaçar gider diye mi? Oysa her çağın ayn bir anlamı vardır. Ben bugün seksenine merdiven dayamışım, onlar, o güzel iki- li, doksanına... Ne degişir ki? Benim gözümde on- lar yirmili yaşlann ortalanndadır hâlâ, bense on ye- di on sekiz!.. Zahir Hoca'ya, o hep genç kalacak yazar, sanat- çı, öğretmen hocama, daha nice başanlı çalışma- lar dilerim. En başta da öykülerini unutulmamaya bırakmasını... Meliha ve Zahir hocalanma sağlık- larla, güzelliklerle... BİR DÜZELTME Perşembe günkü yazımda Gülseren Engin'in 'Ce- hennemde Bir Ada' (Remzi Kitabevi) romanının adı yanlışlıkla 'Cehennemde Bir Mevsim' olarak çık- mış... özür dileyerek, düzeltırim. însanlık ve Uygarlık Doğayı talan ederek ya da hiç emek katkısı olmadan başkalannı kaba güçle sömürerek yaşamaktan utanç duymayanlar gezegenimizin yüz karası olarak algılanmalı, mutlak dışlanmalıdırlar. Prof. Dr. Abidin KUMBASAR T ek başına insan ne ya- banıl ne de uygardır. Uygarlık, topluluklar oluşturan insanlara öz- gü birniteliktir. Ök ata- lanmızın da\Tanışlan, kendi soy- lanıun sürekliliğini sağlamaya ya- rayan içgüdülerinin yönlendirme- siyle oluşmaktaydı. Içgüdülerine göre besin toplamak, avlanmak, çevresindeki tehlikelerden korun- mak, bannak sağlamak ve karşı cinse olan duygulannı gerçekleş- tirerek soyunu sürdürmek ilk ata- larımızın en temel ve zorunlu dav- ranışlanydı. Uygarhğa atılan ilk adımlar, toplu halde yaşamanın ge- rektirdiği işbirliğinin zorunlu kıl- dığı kurallann oluşması ve doğa- daki güçlükleri aşmak için birlik- te verilen çabalarla gerçekleşti. Ta- nm devrimiyle yerleşik düzene ge- çerek üretim toplumunun oluşma- sı insan soyunu güçlendirdi, doğa- dan daha çok yararlanabilmenin yollannı araştırarak olanaklannı geliştirmeye yönlendirdi. insan so- yu doğayı tanıyarak bilgisini art- tırdı, güçlendı ve daha güvenli ya- şam düzeyine erişti. Yerkürenin değişik bölümlerin- deld olanaklar benzer olmadığı için insan topluluklannın doğadan ya- rarlanma ve eriştiği gönenç (refah) düzeyinde ayncahklar oluştu. Emek vererek üreten topluluklar zengin- leştiler. üretemeyenlerya da emek- sizyaşayıp, talan etineyi yaşamanın kolay yotu olarak seçenlerse sömü- rücü^asalaktophıluklanotuşturdu- lar.Binlerce yüdır emek vererek üre- tenlerle, başkasımn emeğiyle ya- şayan sömürücüler arasındaki ça- tışmalar, günümüzde de değışen boyut ve nitelikleriyle devam et- mektedir. tnsanlığın geçmişinde yer alan uygarlıklann temelinde adı amlmayan emekçilerin katkı- lan ve alın teri yattığı halde, kuru- lan imparatorluklar ya da devlet- ler hep sömüren ve talan edenlerin adıyla anılmaktadır. Tarihi yazan- lar hep kaba güçle üstün gelen zor- balar olduğu sürece de bu değişme- yecek, gerçekler örtülü kalacaktır. Yaşadığımız çağda da bilimde ve bilimin verilerinin yaşama uy- gulanmasından oluşan teknoloji- deki gelişmeler hangi düzeyde olur- sa olsun, sömürü ve talarun acıma- sızca devam etmesi tüm insanlığın utanç duyması gereken bir sorun- dur. Günümüzde uygarhğın, sade- ce yaşamada sağlanan kolaylıklar ve teknolojik olanaklar demek ol- madığının bilincine varmamız ge- rekir. Gerçek uygrlığın ölçütü, bi- rey ve topluluklann birbirlerine ve doğaya karşı olan davranış niteli- ğinin düzeyidir. Hangi zenginlik ve teknolojik aşamada olursa olsun, bir birey ya da topluluk kendisine ya da bir başka bireye, birbaşka top- luluğa zararlı bir davranışta bulu- nuyorsa, uygarlıktan yoksundur. Bugün ellerindeki olanaklan ken- diyakın dönenı çıkan için kullana- rakbaşka tophıluklanve gekcekku- şakları düşünmeyenler ne kadar güçlü. zengin ve gönenç içinde ol- salar da barbarhktan annmış sa>> lamazlar. Doğayı talan ederek ya da hiç emek katkısı olmadan başka- lannı kaba güçle sömürerek yaşa- maktan utanç duymayanlar geze- genimizin yüz karası olarak algı- lanmalı, mutlak dışlanmalıdırlar. îletişimin, tüm yerkürenin her yöresine ilişkdn bilgileri ışık hızıy- la ulaşdabilir kıldığı günümüzde gerçekten uygar olmak için, "Do- ğadaki ve toplumlardaki başıboş güçleri ve değerleri denetim alüna almak ve doğaya uyumhı olarak tüm insanlığın yaranna kullan- mak" kaçınılmazdır. Geçen yüzyı- hn değerli bilim adamı ve düşünü- rü A. Einstein'in dediği gibi "He- pimiz var olan her şeyin bir parça- sıyız" inancuıı taşımalı ve var olan her şeyin denetim ve yönetiminden sorumlu olmamız gerektiğini bil- meliyiz. Günümüzde teknolojik olarak tüm ınsanlığı mutlu talacak olanaklara eriştiğımiz halde bunun gerçekleşmesini engelleyen sömü- rücülerle savaşan "dünya avduıla- n"nın gücünün her geçen gün bi- raz daha artması ve yerkürenin in- sanlannuı bilinçlenmesi, gerçek uygarhğa erişmemizin umudunu güçlendiriyor. Yerküremizdebanş ve mutluluğun gerçekten var ol- ması için, uluslann iç yönetimin- de sağlandığı zaman kargaşa ve anarşiyi önleyen yasallığın ulusla- rarası düzeyde de gerçekleştiril- mesı kaçınılmazdır. Çağdaş insan- lar gibi çağdaş devletlerin de is- teklerini gerçekleştirirken kaba güç ve zorbalık değil, uluslararası ku- rallar ve antlaşmalar yol gösterici olmalıdır. Tersi durumda yasalhğın olmadığı ilkel topluluklarda görii- len, "Herkesin herkesle savaş ha- Knde ohnası"na (Bellum omnium contra omnes) benzer olarak, tüm uluslann birbirleriyle savaşı kaçı- nılmaz olur. Günümüzde olduğu gibi yasala- n tammayan ve kaba güce başvu- ranlann karşısında, yasalan uygu- laması gereken kuruluşlar etkin olamıyorsa, anarşi ve kargaşa ka- çınılmazdır. Uluslararası düzenin yeniden, çağın gerçeklerine göre in- san onuruna uygun olarak belir- lenmesi gerekir. Uluslann uygar- hğnun düzeyini, silahlannın öldü- rücü gücü ya da parasal zenguuik- leri değil, insanlığa sağladığı gö- nenç ve mutluluk beiiıier. Tüm in- sanlığın, "Dünya bize atalanmız- dan miras kalnıadı. onu gelecek kuşaklardan ödünç aldık" dıyen Amerikalı yerli şefin mi, yoksa elindeki öldüriicü silahlan talan ve sömürü için göz kırpmadan kullan- maya hazırlanan zenginlik ve tek- noloji de\inin temsilcisinin mi da- ha uygar olduğunun bilincine var- ması gerekir. Tezkere Sorunu... T ürkiye Büyük MületMecli- si, 1 Mart 2003 günlü oturumunda Türk Silahlı Kuvvetle- ri'nin yabancı ülkelere gönderilmesine, uluslara- rası meşruiyet kurattan çerçevesinde en çok 62 bin Amenkan askerinm altı ay süre iîe Türkiye''de bulunduruknasına ilışkin hükümet tezkeresini, oy- lamada salt çoğunluğun gerçekleşmemiş olması nedeniyle reddetti. Tez- kere toplantıya katılanla- nn salt çoğunluğun, yani yandan fazlasının oylan- nı sağlayamamıştı. TBMM Başkanı Bülent Annç, toplantıdan sonra gazetecilerin sorulanna verdiği yanıtta şunlan söy- lemişti: "Bu,Medis'inka- randırve bu MechYin gü- cünü bütün dünya görme- ü ve herkes bu karann ar- kasında durmabdır. Hal- km iradesi böyle tecelb' et- miştüu. Bu sevinilecek bir karardn; bunun hem Mec- «s'i hem de MeclisYeki parnleri güçlendireceğine inanıyonım. Meclis ke»< hunyet, 2.3.2003) Halkımızın > t üzde dok- san beşi, hükümetin sa- vaş amaçlı tutumuna ve savaş tezkeresine karşı çık- mış, Türkiye'nin tüm yö- relerinde yapüan toplan- tılar, yüriiyüşler ve basın açıklamalanyla bu düşün- ce ve tavrmı ortaya koy- muştur. Tezkerenin Mec- lis'tegörüşüleceği 1 Mart 2003 Cumartesi günü DlSK,KESK,TMMOB, TTB ve savaş karşıtı plat- formlann ölcülüğünde ül- kenin dört yanından gelen, sayılan yüz bine yaklaşan işçiler, emekçiler, aydm- lar, yazarlar, sanatçılar, öğretmenler ve savaş kar- şrtlan Ankara Sıhhiye Ala*- nı'nda TBMKTyeve tüm dünyaya savaşa karşı ol- duklanî» haykırmışlar ve "Banş" sözcüklen (slo- ganlan) atmışlardu-. Aynı günün akşamında TBMM savaş tezkeresini reddet- miştir. Tezkerenin Mec- lis'te görüşülmesinden ön- ceki günlerde ve haftalar- da başta Bush olmak üze- re ABD yöneticileri, Tür- kiye'de "banş" sözcüğü- nü ağzından düşürmeme- ye özen gösteren(!) iktidar çevreleri ile medyanın ABD'nin yanında yer alan önemli bir bölümü, hükü- metin savaş tezkeresini desteklemişler, bunun Meclis'ten geçmesi için olağanüstü çaba harca- mışlardu". Ancak tezkere- nin reddedilmesi bu çev- relerde bir şok etldsi yap- mıştır. Buna karşın ABD ve bizim iktidaf çevrele- rinin tezkerenin yeniden oylanmasını sağlama doğ- rultusunda hazırliklaryap- tıklan medya haberlerin- den anlaşılmaktadır. Genel hukuk kurallan ve Meclis Içtüzüğü hü- kümlerine göre bu konu- da oylama yapüamaz. Tez- kere usulüne uygun olarak oylanmıştır. Salt çoğun- luk sağlanamadığı için reddedilmiştir. Bu karar kesindir. Bunun tersi dü- şünülürse, her kararı be- ğenmeyen taraf yeniden OZEL YAYIN İLE TÜRKİYE'NİN YAKIN GELECEĞİ SIIRT SEÇIMI VEAKP'DE YENİ 919ÖNEM TARHAN ERDEM VE RUŞEN ÇAKIR AKP'DE YENİ DÖNEMİ YORUMLUYOR OĞUZHAKSEVERİLE ASAF SAVAŞ AKAT, DENİZ GÖKÇE VE EGE CANSEN EKONOMİDE SON DURUMU DEĞERLENDİRİYOR C A N L I Q.QQ m (15:00 - 17:00 FORMULA 1) IMBC www.ntvmsnbc.com \NTV Radvo /aynı an İSTANBUL 102.8 ANKARA 104.7 İZMİR 957 oylama yapılmasını ister ve sorun içinden çıkılmaz bir duruma girer, sürünce- mede kalu 1 . Şayet hükümet değişik anlatımlarla, değişik söz- cükler kullanarak aynı amacı taşıyan bir tezkere hazırlama yoluna başvu- rursa bu da hukuk deyimi ile "muvazaa" nıteliği ka- zanır. Muvazaa, gerçek- leri gizlemeye çalişan ve gizfeyen danışıklı bir iş<em demektir. Böyle bir ışlem hukuk açısından batıldır, geçersizdir. Bir hükümet, Meclis'inkabul ettıği ya- salara, hukuk kurallanna aykın işlemlere, yukan- da açıklanan yöntemlere başvTirursa meşruiyetini tehlikeye sokar, hukuk devleti ilkesine ters düşer. Bu da çok önemli sorun- lara kapıyı aralar. Geçmişte benzer bir ör- nek anımsıyorum: Devlet Güvenlik Mahkemele- ri'nin kuruluş yasası ana- yasanın "mahkemelerin bağunsızüğı'' ilkesine ay- kın birbiçimde düzenlen- mişti. Anayasa Mahke- mesi bu yasanm ilgili mad- desini iptal etmişti. Bu mahkemelerin kurulma- sında direnen iktidar, ama- cına ulaşabilmek için ana- yasada değişiklikler ya- pılmasını sağlamış DGM'lerin kuruluş yasa- sını, bir yasa hükmü ol- maktan çıkarmış, anaya- sa hükmü haline getirmiş- ti. Yani DGM'leri anaya- saya koymuştu (ithal et- mişti). Aynca anayasa hü- kümleri hakkında esas yö- nünden Anayasa Mahke- mesi'ne dava açma yolu- nu da kapatmıştı. Bu, hukuk ve yasaya karşı bir hile idi. Hukuk- ça bağışlanabilecek bir olay değildi. Sonunda yan- hş hesap Bağdat'tan dön- dü: Avrupa insan Hakla- n Mahkemesi, DGM'lerin kuruluş yasasının, mah- kemelerin bağımsızlığı açısuıdan, Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi'ne ay- kın olduğuna karar ver- di. Türkiye, adı geçen ku- ruluş yasasını değiştire- rek askeri hâkimlenn bu mahkemelerden uzaklaş- tuıbnasını sağladı. Bir iktidann, özellikle halk yığınlan için yaşam- sal önem taşıyan ve hal- kın yüzde doksan beşüıin karşı olduğu bir konuda benzer yöntemlere baş- vurması, uzerinde ciddi- yetle durulması gereken bir olaydır. PENCERE Zalim ve Mazlum Oktay Akbal köşesinde soruyor: "Piyanist filmini gördünüz mü?" Ve anlatıyor: "Piyanist yalnız bir film değil... Bugüne yanna bir ders! Ünlü bir sanatçının savaş yıllannda çek- tikleri, hem kendi adına, hem ülkesi adına... Nazi Imparatohuğu yûzbinlerce Yahudiyi, gerikalmış ırk- tan saydığı insanları yok etmek için kurulan, yara- tılan korkunç makine!.. Hem de bilim, kültür, tek- noloji adına yok etmek, yakıp yıkmak! Bush'un Amerika Imparatorluğu bugün yarın Bağdat'ı, tüm Irak'ı bir anda, belki bir gecede yı- kıp yok edecek! Etmeye kalkacak..." (Cumhuri- yet, 6 Mart 2003) • Akbal'ın vurguladığı piyanist Vladislav Szpil- man!.. Hitier'in ordusu Polonya'ya girince Szpil- man zulmün soluğunu duyumsar, Yahudi soykın- mının içinde yaşar, gaz odalarında yok edilen soy- daşlannın dramı benliğini sarar, yine de işbirlikçi- lere piyano çalarak yaşamını sürdünmeye çabalar... 'Piyanist' filminin yönetmeni Roman Polanski çocukken Nazi canavarlığını tariımış, annesi gaz oda- sında gözlerini yaşama kapamış bir Yahudi... Nazi subaylanyla klasik müzik arasında ilginç bir ilişki var... Yakup Kadri 'Panorama' adlı romanında, kent- leri bombalayıp insanları öldürürken Beethoven'i, VVagner'i dinleyen bir Nazi pilotundan söz açar... Bu yolda çok oyun yazıldı, film çevrildi; Arthur Miller'in Orkestra'sı bunlardan biri... • 'Orkestra' ünlü Auschwitz kampında kurulmuş; 13 Yahudi kadından oluşan grup başta canavar Dok- tor Mengele olmak üzere Nazilere konserler ve- recek, kurbanlar kasapları için çalacaklar... Ama öte yandan da çalgıcılar orkestranın yapı- sında itişip kakışacaklar, birbirleriyle uğraşacaklar, yaşama savaşımında üstte kalmak için ellerinden geleni yapacaklar, gaz odasını boylamamakyolun- dagözleri kararacak; çünkü zalimin mazlumlaşma- sıyla mazlumun zalimleşmesi değişen koşullara bağlıdır. Orkestra, Bursa Devlet Tiyatrosu'nda sahneye konuyor; Fania Fenelon'un anı kitabından uyar- lanmış, çarpıcı bir oyun... Şusıradatam zaman ı, çünkü Filistin'deyaşan an birdramın sıcaklığını soluyoruz... Mazlumlar nasıl oldu da zalimleştiler?.. Peki, hep böyle mi olacak?.. İnsan denen yaratık, mazlumla zalimi benliğin- de birieştirmek zorunda mı kalacak?.. • 12 Mart faşizminin gençleri bir bir kurban ettiği 1972 yılında, Nadir Nadi'nin unutulmaz biryazısı yayımlandı. Sevgili Nadir Nadi diyor ki: "Peter Weis'/n 'Soruşturma' adlı belgesel ya- pıtını okudum; savaş yılları boyunca Nazilerin Auschvvitz toplama kampında işledikleri suçlan gözler önüne seriyor. Müthiş bir şey bu kitap... Yazar kendinden bir sözcük bile uydurmamış, sadece 1965'te Frankfurt'ta görülen dava dosya- sını ele almış, incelemiş, 11 tabloluk birpiyes çı- karmış ortaya... Çünkü Avrupa'nın ve Amerika'nın birçok tiyat- rolannda sahneye konan, radyolannda yayımlanan bu eser, bir sanatçının yaratma gücüne değil, doğ- rudan doğruya yaşam gerçeklerine dayanmakta- dır." Peki yaşamın gerçekleri nedjr?.. • Kurbanlar özel odaya doldurulduktan sonra gaz yukardan tavandaki deliklerden veriliyor, ilk alta yayılıyor, sonra derece derece tavana kadar yük- selerek tüm odayı kaplıyor ve her canlıyı boğuyor. Ancak daha sonra kapıyı açanların gördükleri manzara dehşet verici... ölenler nasıl istifleniyorlar?.. En altta bebekler, çocuklar ve hastalar, onlann üstünde kadınlar, en üstte de güçlü erkekler... Nadir Nadi soruyor: "Hayal gücümüzü zohayarak bugünkü dünya- mızı kocaman birgaz odasına benzetemez miyiz?.." (21 Temmuz1972) Ve yazıyı ikinci bir soruyla bitiriyor: "Birbirine kenetlenmiş cesetler arasında altta kalanlann hepsi bebek, çocuk, hasta ve kadınlar- dan mı ibaretti?.. Içlehnde birtane olsun onlan ez- meyi gereksiz bulan güçlü erkekyok muydu ve ta- nıklar onu görmemiş olamazlar mıydı?.. Neden olmasın?.." HABERiNJEKADRESi TÜRKİYE'YE GÖNDERiLEN ABD ORDUSU'NDA PKKBİRLİKLERİ • CÜNEYD ZAPSU - EL KAİDE ORTAKLIĞI • AKP"Yi KiM YÖNE7İYOR? • RUSYA-ALMANYA-FRANSA-ÇİN AMERİKA'YAMEYDAM OKUYOR! • İŞÇİLER İŞ YASASIMA KARŞI AYAKTAÎ • DÜNYAGENÇüĞiBAĞDATTAYDi:ABD YEMLECad Aydınlık HER PAZAR BAYİLERDE
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle