Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
13 ŞUBAT 2003 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
kuttur@cumhuriyet.com.tr 15
HAYATIN ÖTE YAKASI FERİDUN A1NDAÇ
Masallarda yaşamak...Yollar vardı önümûzde. Aşılmaz.
geçilmezlığın simgesi masallarla gö-
zümüzde canlandırdığımız. Uzayıp
giden, yedi kat yerin dıbıne, göğün
arşına ınip çıkan; bır zühreyıldızı gi-
bi yönûmüzü beürleyen yollar...
Halam her masaİa başlayışında,
uzun yoldan gelmiş, susuz ve katık-
sız kalıruşçasına bir edaya bürünür;
"Hele bir soluk alayım" dercesine
suyunu yudumlar, getirilen bakır si-
nidekı yemekleri soğutmadan yeme-
mızi salıklardı. Kahvesınin közlü
ateşte, çayın semaverde dem alması-
nı ister, ilk sözü zühreyıldızından alır-
dı:
"Var varanın. siir sürenin; des-
tursuz bağa girenin; ol hali budur
padişahım" der, söze başlardı:
"Anam eşikteydi, babam beşiktey-
di, ben yüz on bir yaşında gepgenç
bir kızdım. Anam bir şamar attı
bana. 'Gıt babanın beşiğini salla' de-
di." Daha ılk sözlerinde bir uğunuş
alırdı bizi.
Onda. mührü açılmadık söz der-
yaydı. Biz, yeğenleri, mahalleli ço-
cuklar çevrelerdik onu. 'Masala-
na'sıydı bizim için. 'Dilebesi' dedik-
leri de olurdu, ona. Sesi soluğunday-
dı gözümüz kulağımız... Bir büyücü
gibiydi, masal fanusunun içıne alıp
bizleri bambaşka dünyalarda gezindi-
rirdi. Anlattığı yurt sanki onun geldi-
ği, büyüdüğü, görüp ettiklerinin ba-
nnağıydı. Her sözüyle bizleri oraya
döndürûr, o masal evrenınde gezındi-
nrdi. Zaman zaman ötede duran ba-
bam söze girer: "Abla, 'Abah Don-
don'u, 'Üç Turunçlar'ı anlat...",
"Onu çok uzattın!", "Bu nereden
çıktı?" gibisinden söz ve uyan ım-
lemeleriyle, ondan aldığı elle yenı bır
seyrin, anlahnın yolunu açardı bıze.
Sanki aralannda bölüştürmüşlerdi:
Halam masal, babamsa hikâye anla-
tıcılıklanyla ünlüydü.
Kırk kapının kırk gizi
Bizler masal çağındaydık daha. Yo-
lumuz, yol dengimiz masaldan ya-
naydı. Anlatılan her masalın dünya-
sına girmemiz, önümûzde açılan yol-
da yol almamız bundandı. Has bahçe-
lerden geçer, dev azmaru ile cenkle-
şir, dipsiz kuyulara salımr, Kafda-
ğı'na ulaşmak isteyen şehzadenin
düşlerine yatar, sevgilisine kavuşmak
isteyen âşığın engellerine hayıflanır,
devin 'Dile benden ne dilersen'ine
kapılan safoğlanın alıklığına akıl er-
diremezdik. Düştüğü kuyudan kırk
kapının kırk gızine ulaşmak isteyen
Y
aşadığımız, ucundan ucundan tanıklığına erdiğimiz hayatın gerçekliğinin çok
ötesinde bir evrenin dile getirilişiydi masallarda anlatılanlar. Masallarda
zamansızlığın tüneline girer, yollara düşerdik. Cenkleşmelerden geçer,
ejderhalarla can pazarlığı yapar, cana can yetiren sevgilinin hallerini öğrenirdik.
OKUMA ÖNERILERİ
• Binbir Gece
Masallart, Çev.: Alim
ŞerifOmran, 2001, Yapı
Kredi Yay.
• Grimm MasaUan,
Çev.: Kamuran Şipal,
1990, Afa Yay.
• Tahir Alangu, Billur Köşk,
1990, Afa Yay., 285 s.; Keloğlan
Masallan, 1990, Afa Yay., 190s.
• Pertev Naili Boratav, Az
Gittik Uz GMk, 1992, Adam
Yay., 316 s.; Zaman Zaman
îçinde. 1992, Adam Yay., 230s.
• Eflatun Cem Güney,
Masaüar, 1990, KültürBak.
Yay., 394 s.
• Hasan LattfYüce, Anadolu
Masallan:l-II, T.lş Bank. Yay.
• Bilge Seyidoğlu, Erzurum
Masallan, 1999, Dergah Yay.,
358 s.
BELLEK KUTUSU
"Masalcı sade kişilere can
vermekle onlan, birbiri ardına
bağlanan olaylar içinde
kımtldatıp 'konuşturmak'la
yeünmemiş, kendi toplumunun
dilini konuşturmuş, bu
toplumun sevinçlerini,
şakalannı -açık veya kapalı,
türlü yollarla- dile getirmiştir."
Pertev Naili Boratav
tutkulu bir yüreğin bendeşi olurduk.
Halam, sesini indirir, kann engah
engah yağışının musikisinı çağnştı-
ran kadifemsi tınısıyla, ınıp inip kal-
kan gözkapaklanmızı ninnilerdi. Bir
türlü uykuya teslim olmayan bizlen,
"Mas&lcının dili damağı kurudu,
bugünlük bu kadar" diyerek uyku-
ya çağınrdı Bizleri bır fenikme alır-
dı. Birimiz su, diğerimiz çay, öteki-
miz meyve çörekle onu çekeler, yeni
bir masala geçmesinde ya da anlartı-
ğının bu kadarla kalamayacağında ıs-
rar ederdik. Gecemızin kapanışı, uy-
kuya iyice teslimimız masalla olurdu.
•••
Ortaokula kaydımın yapıldığı gün
belleğimdedir. Işlemlerin düzenlen-
diği yer bir kitaplık. Masanın ötesıne
uzanıyor bakışlanm. Birkaç adımla
oraya geçmek ıstiyorum. Babam;
"Okula başladığında gelip bura-
dan o kitaplan alıp okuyabilirsin"
diyerek heyecanımı bastırmaya çalı-
şıyor. Bunu unutmamış olmalıyım ki;
Gazi Ahmet Muhtar Paşa Ortaoku-
lu'nun ıç içe geçen iki odalı kitaplığı
okuldaki ılk keşif yerim oluyor. Bu-
radan alıp okuduğum ilk kitapsa, Ha-
lit Fahri Ozansoy'un dilımize kazan-
dırdığı Binbir Gece Masallan ol-
muştu. 0 ak sayfalan açtığımda ya-
yılan kâğıt kokusunu unutamam. Bir
ömür boyu benı kitaplara götüren bir
koku...
Okumayı yeni yeni söktüğüm gün-
lerde Hayat dergisinin arka sayfala-
nnda yayımlanan çizgi romanlann
müdavimiydim. 'Ali Baba Kırk Ha-
ramiler' yenı bır masal kapısı olmuş-
tu bana. Çızgı roman halını okudu-
ğum masalın asıl metniyle buluşmam
nasıl da şenlendirmişri beni. Doğan
Kardeş Yayınlan'nın, o güne göre,
özenle yayımladığı bu kitabı neredey-
se ezberlemiş; halamdan dinlediğim
masallara katarak çevremde anlatıcı
kesilmiştim.
Halamın dizının dibinden kopmuş,
oda içlerine, masabaşlanna çekılmiş-
tim. Ama gene de onun her bir sözü
belleğimdeydi.
Masalların binbir gecesi
Yaşadığımız, ucundan ucundan ta-
nıklığına erdiğimiz hayatın gerçekli-
ğinin çok ötesinde bir evrenin dile ge-
tirilişiydi masallarda anlatılanlar.
Masallarda zamansızlığın tüneline
girer, yollara düşerdik. tzsiz, uzsuz
yollann dervişi kesilirdik. Geçilen
her güzergâh yeni bir hayatın varlığı-
nı anlatır, düşümüzü düşleğimizi al-
gına çevirirdi. Cenkleşmelerden ge-
çer, ejderhalarla can pazarlığı yapar,
cana can yetiren sevgilinin hallerini
öğrenirdik. lyiler-kötüler, varsıllar-
yoksullar, güçlüler-güçsüzler bu yol-
culuğumuzun her anında bize hayatın
bilinmeyen yanlanm anlatırlardı. Ma-
sallann sunduğu evrenden kopmadan
yaşamanm sırnnı bize veren masal
anlatıcılannın büyüsüne erişebılmek
için, Şehrazad'm geceler boyu süren
anlatılanna yüzümüzü dönmek, o
masal yolculuğunun binbir gecesinde
soluk almak gerekıyormuş.
Şimdi, gecenin ıssız koyunda, kar
yağışının sesini dinleyerek; 'Terzi ile
Kamburun Öyküsü'nü okurken. ha-
lamın sözlerine uzanıyor, o güzel
'masalana'sını sevgıyle anıyonım:
"Ey bahtıgüzel şah, işittim ki, eski
zamanlarda ve geçmiş çağlar ve
yüzyıllarda, Çin'in bir kentinde.
halinden memnun, mutlu bir terzi
yaşarmış. Bu adam eğlenmeyi ve
hoşça vakit geçirmeyi severmiş ve
zaman zaman kansıyla dışarı çıkıp
dolaşmayı, sokaklann ve bahçele-
rin temaşasıyla gözlerini hoş tut-
mayı âdet edinmiş imiş..."
ODAK NOKTASI
Amerikan ve İngiliz yapımlannın ağırlıklı olduğu festivalde 13 ülkeden 22 film Altın Ayı için yanşıyor
Berlin 'e gökten yıldız yağıyor
GÜNERYÜREKLİK
BERLİN - Berlin'de festival günlen, Holly-
vvood'dan akın eden ünlü yıldızlann yarattığı
şaşkınlık ve coşku içinde sürüyor. Filînlerden
çok onlar konuşulup yazılıyor.
Örneğin, Dustin Hoffman'ın Berlin 'in bır
diskosunda sabaha kadar dans edıp eğlendiği,
önüne gelene selam verip elini sıkan Richard
Gere'in ne denli sempatik olduğu, yakışıklı ak-
tör George Clooney'in nasıl da bir basın üyesi-
ne "Filmimi beğemniyorsan çek git" dediği ya
da Nicolas Cage'in "Adaption"un çekimi sı-
rasmda yaşadığı sıkıntılar. gösterilen filmlerin
yorumuna aynlandan belkı daha geniş yer alı-
yordu gazetelerde.
Berlin'de festival süresince gökten yıldız yağ-
dı. Roger Moore, Nicole Kidman, Kevin Spa-
cey ve Dennis Hopper festivali aydınlatan yıl-
dızlardan sadece birkaçıydı
Filmlerin niteliği bu yıl da dtişük
Bu yıl 13 ülkeden 22 filmın yer aldığı Yanş-
ma bölümünde şimdiye dek seyrettiklerimiz
arasmda en dıkkatı çeken ve Altın Ayfya en ya-
kın görünen fılmler genellikle ABD ve tngil-
tere yapımlan. A\Tupa sineması usta yönetmen
Claude Cnabrol'un "La Fleur du Mal" (Kö-
tülük Çiçeği) adh, kutsal aile kurumuna farklı
bır eleştırel bakış getirdiği, kusursuz ama id-
diasız yapıtı dışmda henüz bir variık göste-
remedi. Ahnanya'mn Berlin Duvan'mn
çöküşünü romantik bir yaklaşımla be-
yazperdeye yansıttığı "Good Bye Le-
nin"i de hoştu ama göz doldurmak-
tan uzaktı. Filmlerin nitelik düzeyi
bu yıl da biraz düşük. Ama yine de
Stephan Daldry'nın "The Ho-
urs"u ile Alan Parker'm
"TheLifeofDavidGa-
Ie"ini başanlı çahş-
55.'• Uluslararası Berlin Film Festivali'nde
ödüller 15 Şubat günü dağıtılacak ve Martin
Scorsese'in çevirdiği. Leonardo Di Caprio,
Cameron Diaz, Daniel Day Levvis'in
başrollerini paylaştıklan "Gangs of New York"
adlı film de yanşma dışı gösterilecek. Daha
sonra 11 günlük film maratonu, bu yıl ilk kez
"Sinema Günü" olarak ilan edilen 16 Şubat
günü ödül alan tüm filmlerin sinemalarda
halka gösterilmesiyle sona erecek.
malar arasuıda gösterebiliriz. Michael Vfm-
terbottom'un "In this World"ü ile Spike
Jonze'un "John Malkovich''ten sonra bu kez
bir senaryo yazanrnn (Ni-
colas Cage) sıkıntılarını
alaya aldığı "Adapti-
on"u ve Çinli yönetmen
Zhang Yimou'nun en
iyi yabancı fihn Os-
car'ma aday gös-
terilen "Hero"su da festivalin başanlı yapıtla-
nndan.
Düş lonkhğı yaratanfilmlerinbaşında ise Ste-
ven Soderbergh'in George Clooney'li "Sola-
ris"i gelıyordu. Rus yönetmen Andrej Tar-
kowski'nin aynı adla 1972'de çevirdiği ve dün-
ya sınemasının klasiklerinden sayılan filmiyle
karşılaştınlamayacak kadar farklı yeni uygula-
masında ABD'lı yönetmen, Stanislaw Len'in
büim-kurgu romamndaki bütün felsefi derinli-
ği bir yana bu^kmış, filmi sıkıcı bir aşk öykü-
süne dönüştürmüş.
Daldry ve Kidman'ın başansı
"Billy Elliott" ile iyi bir çıkış yapan Stephen
Daldryj bu kez ikinci fıhni "The Hours"ta da-
ha da zor ve karmaşık bir konuya el atmış. Film-
de Daldry, 20'li, 5O'H ve 2 binli yıllarda, üç fark-
lı zamanda üç ayn kadının bir günlük öyküsü-
nü anlatıyor. Ünlü yazar Virginia Woolf un
20'ü yıllarda "Mrs. Dalloway" adlı romanını
yazarken geçirdiği bunalımlar ve intihar girişi-
miyle başlayan fıhn, geriye dönüşler ve diğer i-
ki İcadının sıkıntılı yaşamından kesitlerle sürüp
gidiyor. Woolf 'u başanyla canlandıran Nicole
Kidman bu rolüyle sanınz hem Berlin'de bir
ödül sahibı olacak, hem de Oscar'da adından söz
ettırecek. 50'li yıllarda Virginia Woolf'un
Mrs. Dalloway"ini okuyan ve bu romanın
etkisiyle sıradan aile yaşamım kimlik ara-
yışı içinde sorgulayan Laura Brown'ı oy-
nayan Juliarme Moore ile 2001 'in New
York'unda yaşayan Clarissa Vaughn
isimlı editörü canlandıran Meryl Streep de
zor ve ağır bir filmin başanlı olmasında önem-
li rol oynuyorlar. Daldry, "The Hours" ile Al-
tın Ayı ödülüne en yakın adaylann başında ge-
liyor.
Alan Parker'ı Türk seyircisi 1974'te çevirdi-
ği, senaryosunu Oliver Stone'un yazdığı "Ge-
ce Yansı Ekspresi" gıbi oldukça kötü bir örnek-
le tanıdı. Ancak Parker, sonraki yıllarda "An-
gel Hart", "Missisipi Burning", "Evita" gi-
bi çok daha düzgün polıtik filmlere imzasını at-
tı. Bu kez de konusu ustaca ışlenmiş politik bir
fılmle karşırmzda. "The Life of David Gale"de
Parker yaşanmış bir olaydan yola çıkıyor ve
ölüm cezalanna karşı tavruıı dile getiriyor. Ke-
vin Spacey'in güçlü oyunculuğunun yanı sıra
Kate Winslet'in de başanlı oyunuyla kendini
kamtladığını ve bu filmin de gerek ele aldığı po-
litik konu, gerekse bu konunun ustalıkla işleniş
biçimi ve oyunculuğuyla Altın Ayı'ya en yakın
adaylar arasında olduğunu söyleyebıliriz.
ingiliz yönetmen Michael VVinterbottom,
"VVelcome to Sarajevo"dan sonra, "In this
World" adını verdiği yeni filminde de yine gün-
cel bir politik konuyu ele almış. Film, bir mil-
yon Afganli mültecinin yaşadığı Pakistan'ın Pe-
şaver yöresinden kaçıp her ne pahasına olursa ol-
sun Ingiltere'ye sığınmak isteyen iki gencin ba-
şından geçen akıl almaz macerayı anlatıyor. Bir
diğer önemlı yanşma filmiyse Isabel Coixet'in
"My Life Without Me" adlı filmi. Film, iki ço-
cuğu, işsiz kocasıyla fakir ve basit bır aile haya-
tı sürdüren Ann'in (Sarah Polley) ölümcül bir
hastahğa yakalandığını ve iki aylık ömrü kaldı-
ğını öğrenmesıyle değişen yaşamını anlatıyor.
AHMET CEMAL
Savaşa Hayır, Peki Ya
Ulusal Onura? (1)
Bugünlerde soranlar çoğaldı: "Yahu sen
savaştan yana mısın ki, savaşa hayır kampan-
yalannda hiç sesin soluğun çıkmıyor?"
Hayır, savaştan yana değilim. Savaş bir ya-
na, hangi nedenle olursa olsun, insanın insa-
nı öldürmesinden, insan eliyle gerçekleştiri-
len yıkımlardan yana da hiçbir zaman olma-
dım.
Ama ben, anlamsız, gecikmiş ya da hep-
sinden önemlisi, tarih bilincini temel alma-
mış tepkilerden yana da hiçbir zaman olma-
dım.
Bu, benim sonuna kadar savunmak hakkı-
na sahip olduğum kişisel görüşüm; onun öte-
sinde isteyen istediği tepkiyi verebilir. Bu da
benim saygı göstermekle yükümlü olduğum
başkalannın özgürlüğü.
Ama bence, bunca tepkinin içersinde ne-
dense hiç sorulmayan sorular var. Ve Türki-
ye'yi bugün bir savaşın eşiğine kaçınılmaz
biçimde getirmiş olan da, onyıllar boyunca
sorulmamış olan bu sorulardan başkası de-
â'i-
En temel soru: Türkiye, Amerika Birleşik
Devletleri'nin uygun göreceği herhangi bir
savaşa girmeme özgürlüğüne sahip midir,
yoksa yakın tarihin bir dönemecinden başla-
yarak, böyle bir özgürlüğü -üstelik kendi se-
çimiyle!- geniş ölçüde yitirdiği de söylenebi-
lirmi?
Evet, söylenebilir.
Çünkü Mustafa Kemal Atatürk'ün, dün-
ya tarihinde bir eşi daha olmayan, çağının
egemen emperyalizm ideolojisine karşı dar-
belerin darbesi niteliğini taşıyan bir Kurtuluş
Savaşı'nın ardından kurduğu tek yolu ve he-
defi kendi kimliğiyle, ulusal onuruyla çağdaş
uygarlık düzeyini yakalamak olan Türkiye
Cumhuriyeti, o ışık-adamın ölümünden sade-
ce on iki yıl sonra artık kendi olmayı bir yana
bırakıp, "küçük Amerika" olmayı hedef seç-
tiği anda, bugün ABD'nin uygun göreceği
herhangi bir savaşa girmeme özgürlüğünü
de yitirmişti.
14 Mayıs 1950'de "halkın iktidan" nitelen-
dirmesiyle iktidara gelen Demokrat Parti hü-
kümeti, Türkiye'yi bu yeni yörüngeye oturt-
makta eşsiz bir başarı gösterdi. Bu, sonun-
da ulusal onur kavramının bile ayaklar altına
alınmasını gözlerden saklayacak ya da hâlâ
ulusal onuru aramakta direnen kimi gözleri
kör edecek kadar parlak bir başarıydı.
Bu başarının somut göstergeleri, Türk hal-
kınadayaşatıldı. Istanbul, ansızın "Amerikan
pazarlanyla"doldu. Başlıca merkezi -Topha-
ne'de bugün hâlâ duran dükkânlarda- açılan
bu pazarlarda, takma kirpikten takma tırnak-
lara, takma göğüslerden türlü erkek ve kadın
giysilerine, akla gelmeyecek çeşitlilikte gün-
lük kullanım eşyaları satışa sunuldu. Elbet bu
malların arasında Amerikan firmalarının eti-
ketleri sonradan yapıştırılmış Türk malları da
vardı, ama alıcılar onlan, Amerikan malı ol-
dukları bilinciyle kullanıyorlardı ve esas olan
da zaten buydu!
Yine o günlerde, özellikle Istanbul sosye-
tesinin seçkin ve zengin hanımları, Altıncı Fi-
lo'nun gemileri Istanbul'u ziyaret ettiklerinde
ansızın piyasada bollaşan, çoğu Amerikalı
askerlerin karılarına ait kullanılmış iç çama-
şırlarını, bunların kullanılmış olduğunu bilerek
-ve herhalde Amerikalı kadınların kıçlarından
çıkma donların kendilerini daha bir Amerika-
lı kılabileceği düşüyle!- satın almakta birbir-
leriyle yarışmaktaydılar. Bu arada, Türk mut-
fağının yemeklerinde "Amerikan margarini"
kullanmak da neredeyse geleneğe dönüş-
müştü.
Osmanlı "aydınlanmasından" kalma "Ası-
lacaksan İngiliz sicimiyle asıl!" deyişinin bu iğ-
renç uyarlamasının izleri, sonraki yıllarda da
silinmedi. Osmanlı Imparatorluğu'nu sonun-
da Birinci Dünya Savaşı'nın kazığına oturtan
geleneksel Türk-Alman dostluğunun yerini,
bu kez yine geleneksel Türk-Amerikan dost-
luğu almıştı.
Bugünü, yakın tarihi unutarak ya da gör-
mezlikten gelerek çözümleyebileceklerine
inananlara derslerimizi önümüzdeki hafta da
sürdüreceğiz!
e posta: ahmetcemal@superonline.com
acem20@hotmail.com
'Ben Bir İnsan' Diyarbakır'da
• DİYARBAKIR (AA) - Nâzım Hikmet'in
yaşam öyküsünü anlatan ve Ankara Devlet
Tiyatrosu yapımı olan 'Ben Bir İnsan'
adlı oyun 20-23 Şubat tarihleri arasmda
Diyarbakır Devlet Tiyatrosu Orhan Asena
Sahnesi'nde sanatseverlerle buluşacak.
Nâzım Hikmet'in doğumunun 100. yılı
dolayısıyla Mustafa Şerif Onaran ile
Rüştü Asyah'nm birlikte yazdığı, Rüştü
Asyah'nm yönettiği ve Nâzım'ı canlandırdığı
oyunun ilk gösterimi Ankara Devlet Tiyatrosu
tarafından 15 Ocak 2002 tarihinde Şinasi
Sahnesi'nde yapıhnıştı.
BUGÜN
• AKM'de 15.30'da ve 19.00'da 'Kırmızı
Değirmen' fılminin gösterimi.
(0 212 251 56 00)
• NARDİS'te 19.00'da 'Steve Beresford',
21 30da 'Ayşegül Yeşilnil Band' konseri.
(0 212 244 63 27)
• BABYLON'da 21 30da 'Oldies But
Goldies, 80s' konseri. (0 212 292 73 68)
• YUNUS EMRE KÜLTÜR
MERKEZİ'nde 20.30da Odada Savaş'
adh oyun. (0 212 661 38 95)