28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
31OCAK2003CUMA CUMHURİYET SAYFA DIZI Osmanlılar, 'asri' sözcüğünü 'modern'nin karşılığı olarak Arapça 'asr' kökünden türetmişlerdi oluflamodernizmerçekten de, bu yeni teknolojiyle üretilen dev boyutlu modern binalar, gökdelen konut bloklan, toplantı salonlan, sinemalar, stadyumlar, spor salonlan ve çok kath yollar, geniş açıklıklı köprüler, viyadükler, tüneller, metrolar daha büyük kıtlelerin daha uzun süreler bir arada yaşamalanna olanak verdiğınden, modernizmın de hızla yaygınlaşması, toplumsal yapılan etkılemesi kendiliğinden sağlanmıştır sankı. Örneğin, ülkemizde de, modernizmin temel ilkelen olan "insan haklan, özgüriük, eşHhk" vb. gibi laik kavramlann anlamlanru ünıversite öğretım üyelerimizın tamamının bildiğini bile söyleyebilmek söz konusu değilken, ne ilginçtir ki, bugün, modern mimarlığın temel öğeleri olan çimento ve betonarmenin girmediği bir köşe gösterebilmek kesinlikle olanaksızdır. Bilindiği gibi, gecekondulanmız bile artık, damlan bol demir fılizli, yalapşap dökülüvermiş, güya betonarme, çüriik çank binalardır. Oysa, "raodenT kavramı, anımsanacağı gibi daha Osmanlılar döneminde "asri" sozcüğüyle karşılanrruş ve cumhuriyetin ilk yıllannda da ülke asri sinemalardan, asrifinnlardan,asri lokantalardan, asri mezarüklardan geçilmez olmuştur. Yani, modernizmin Anadolu'yu da daha XTX. yüzyüın sonlanndan itibaren etkisi altına almaya başladığından, bizce de kesinlikle kuşku duyulmasa gerektir. Sahl asri' ne demektlr? Bilindiği gibi, "asri" sözcüğünü Osmanlılar "modern" kavramırun karşılığı olarak Arapça "asr" kökünden türetmişlerdir. Ancak, gerek türetiliş nedenine, gerekse türetildiği ortamın koşullanna bakılacak olursa, "modern" kavramının Bah'da da aynı anda "yirminci yüzjil" anlamına kullanıldığını, bu Osmanlıca "asri" sözcüğünden daha iyi tanıtlayacak bir kanıt bulabilmek, galiba gerçekten olanaksızdır. Çünkü, Osmanlılar da daha ilk günlerinden itibaren Islami takvimi kullanmışlardır. Hicret'i başlangıç alan ve Ay yılına göre düzenlenmış bu Hicri Takvim'de de, aylar 28-29 gün çekmekte, dolayısıyla yıllar da Güneş yılından 11 güneksiktir. anlamlanna gelmektedir. Gerçi, aynı kaynaklarda zaman zaman "devr" yerine, gene Arapça "asr" sözcüğü de, örneğin "devT-i saadet" yerine, "asw saadet" şeklinde kullanılmaktadır. Ancak, "devir, zaman, dönem ve ikindi vakti, güncşin batmasmdan 2.5 saat öncesT anlamlarındakı bu Arapça "asr" sözcüğünün de "yüzyd" kavramıyla kesinlikle hiçbir ilişkisi yoktur aslında. Dilimizde "asır"şeklinde Türkçeleştirilerek "yuzyıl" anlamında kullanılmaya başlaması ise, gördüğümüz kadanyla "asri" sözcüğünün de türetilmesinden çok sonra, cumhuriyet döneminde, 1926 yılında Miladi Takvim'in kabulüyle olsa gerektir. Yirmlncl yüzyıl... yıl sayısı açısından bir koşutluk kurabilmek amacıyla da, Hfcri yıl sayısının, her 33 yılda bir yıl atlanarak hesaplanmasına karar venlmiştir. Ne var ki, binnci ve ikincı 33 yılın sonunda, yani 1871'de ve 19O4'te Hicri yıl sayısının birer yıl atlanarak hesaplanması unutulduğundan bu ikı takvim arasındaki yıl farkı ikiyi de aşınca, çaresiz Hicri Takvim'den vazgeçilip, Güneş yılına göre düzenlenen Gregoryan Takvimi'nin Takvim-i girmemiş, yani Osmanlılar 20. yüzyri'ı sözcük olarak dahi yaşama olanağına kavuşamamışlardır. Çünkü, Osmanlı düşüncesinde "yüzyıl" kavramı da yoktur. Centuria. devlr... Örneğin, Fransız Devrimi ıle ancak elli yıl sonra, 1839'larda tanışmış olmasına karşın hemen rüzgânna kapılıp devrimin birçok kavramını Osmanlı düşüncesine kazandırmaya Takvim ile Hkri Takvim arasındaki beşyüz küsur yıllık zaman farkı da göz önünde tutulacak olursa, bu Miladi kavramı, Hicri Takvim'i kabul etmiş bir ülkede kullanmaya kalkışmanın ne gibi kanşıklıklara ve sonınlara yol açabileceğini kestirmek pek de zor obnasa gerektir doğrusu. Nitekim, Islam ülkelennde de, bütün tarihleri boyunca, dönemlerle ilgili olarak, "yüzyıl" kavramı yenne sürekli "devir" kavramı kullanılmıştır, gördüğümüz 2 0 . yüzyıl kavramı Modern kavramı, daha Osmanlılar döneminde "asri" sozcüğüyle karşılanmış ve cumhuriyetin ilk yıllannda ülke asri sinemalardan, asri finnlardan, asri lokantalardan, asri mezarlıklardan geçilmez olmuştu. Yani, modernizmin Anadolu'yu da daha 19. yüzyılın sonlanndan itibaren etkisi altına almaya başladığına kuşku yoktur. A sri'nin hem '"modern" hem de "yirminci yüzyıl" anlamında kullanılmasının yarattığı kanşıklık yüzünden, Miladi Takvim'in kabulünden sonra, Kuran'ın 103. suresinin de adı olan Asr'dan bu kez "asır" diye yeni bir sözcük uydurulmuştur. ilk yıllarda "yirminci yüzyıl" anlamına gelen bu sözcük zamanla "yüzyıl" karşılığı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Nitekim bu nedenle, Sultan 1L Mahımıd döneminde, ilk kez bir Hıristiyan ülkeden borç ıstenip, Ingiltere ile ticaret antlaşması imzalanınca, Batı'yla bir eşgüdüm sağlayabilmek içın 1838 yılında salt mali işlemlerde kullanılrnak üzere "Rumi Takvim" adıyla, Güneş yılına göre düzenlenmış ve mart ayını yılbaşı kabul eden bir ikinci takvim daha kullanılmaya başlarulmıştır. Güneş yılına göre düzenlenmiş bu yeni Rumi Takvim ile, kullanılmakta olan Kameri Hicri Takvim arasında Garbi adıyla kullanılmaya başlanılması 1917 yılında kabul edilmiştir. Yıl sayısı olarak da, iki yıllık farkın düzeltilmesine gerek görülmeden Hicri 1333 rakamı başlangıç kabul edilmiştir. Bilindiği gibi, yıl sayısının Miladi yıl sayısı alınarak düzeltilmesi de, cumhuriyet döneminde, ezani saatten uluslararası saat sistemıne geçişle bırlikte, 1926 yılında yapılmışrır. Görüldüğü gibi, "20. yüzyıl" kavramı Osmanlı düşüncesine sözcük olarak bile çalışan Osmanlı aydını da "yüzyıl" kavramıyla kesinlikle hiç ilgilenmemiş, ona bir Osmanlıca karşılık buhnak için şuncacık bir çaba harcamamıştır. Bilindiği gibi, "yüzyıl" da, "Miladi Takvim" ile ilgili olarak, Romalılar döneminde türetilmiş bir kavramdır, yüzyıl anlamındaki Latince "centuria" sözcüğü daha sonraki yıllarda öteki Batı dillenne de geçmiştir. Dolayısıyla "yüzyıl" da, bir Miladi kavramdır vani... Bu nedenle. Miladi kadanyla. Örneğin Islamıyet öncesi "cahiKye devri"dır. Hz. Muhammed dönemine "devN saadet" denilmektedir. Islam kaynaklannda halifeler döneminin adı "Haüfe-i Raşjdin Devri"dir. Daha sonraki dönemlerin adlan da "Emevfler Devri"dir, "Abbasiler DevrTdır. Arapça "devr" sözcüğü de, bilindiği gibi kesinlikle "yüzyıP kavramıyla ilgili olmayıp, "bir sûrenin veya sürecin benrB bir bölümü, betirti bir zaman parçasL, dönem. cağ" Çünkü, tarihçilerin belirlemelerine göre, "asri" sözcüğü de Osmanlı aydınlannca "modern" kavramının karşılığı olarak ancak 1917 yılında Hicri Takvim'in terk edilip Gregoryan Takvimi'nin kabulünden sonra uydurulmuştur büyük bir olasılıkla ve çok ilginçtir, aynı zamanda "yirminci yüzyıl" anlamına da kullanılmıştır uzun süre. Aynca, "asri" sözcüğünün uyduruluşu ile ülkemızdeki ilk betonarme "apartmanlann" yapılış tarihleri de çakışmaktadır sanki. Örneğin "apartman" sözcüğünün edebiyatımızda ilk kez kullanıldığı, 1922 yılında yayımlanan "Kirahk Konak" adlı romarunda Yakup Kadri Karaosmanoğhı da, genç kızın gece hayahna düşkünlüğü konusunda, romanın kahramanını "Asri, modern hayata göre yetişmektedir. Tabii bu hayatm her rürlü safahannı yaşayacakbr" dıye konuşturarak, "asri" ve "modern" sözcüklerini, sankı "asri" sözcüğünü açıklamaya çalışırmış gibi birlikte kullanmaktadır. Ola ki "asri" sözcüğünün hem "modern" hem de "yirminci yüzyi" arüarnında kullanılmasının yol açtığı kanşıklıklar yüzünden, galiba Miladi Takvim'in kabulünden sonra, Kuran'ın 103. suresinin de adı olan Asr'dan bu kez "aar" diye yeni bir sözcük uydurulmuş ve ilginçtir, ilk yıllarda "yirminci yüzyıl" anlamına gelen bu sözcük de zamanla "yüzyıl" karşılığı olarak kullanılmaya başlarulmıştır. Görüldüğü gibi, "modern" kavramının Anadolu insanının yaşamına da yirminci yüzyılda ve yirminci yüzyılla özdeşleşerek girdiğınden kuşku duyabılmek dahi olanaksızdır bizce DİYALEKTİK AKIL' VE POSTMODERNİZ Modern sonrası/modernizm sonrasT demek olan, Latince "post" ve "modern" sözcüklerinden türetilmiş bu "postmodern" veya "postmodernizm" deyimlen, küreselleşme yandaşlannca 'modernizm'ın seçeneği, yani modernizm karşıtı olarak da kullanılmaktadır. ilginçtir, bir ussallığın hâlâ kolay kolay bulunamayacağı insanlığm yaşadığı en büyük iki çılgınlık, dünya savaşlan arasındaki o bunahmlı yıllarda da, kimi solcu aydınlar, yaşanılan olaylann sorumlusu olarak modernizme karşı çıkarlarken, hemen "diyalektik akh" suçlamışlardır oysa. ıi Ispanya. Yaşasın Savaş' Örneğin, 1936-1939 yıllan arasındaki iç savaş sırasında Ispanya'ya giden Kazancakis, "tspanya, Yaşasm Savaş" adlı kitabında anlattığına göre, evinde ziyaret ettiği ünlü yazar Unamuno ile yaşanılan olaylan tartışırken "Ispanyol halkı çıldırmış, ama yamız tspanyol halkı mı, bütün dünya çıldırmış" diyen yaşlı yazar, "Peki, senin düşüncen ne?" diye sorunca; "Drvakktik akıL Bana kalırsa, diyakktik akhn uyuması zamanı gelmiştir arük!" diye yanıtlar hemen onu. Bunun üzerine, Unamuno. gözlerinden kıvılcımlar saçarak; "Ben de bir gün Valery'ye söylemiştim. Akıl, kendi yapnğı büyük ilerlemeleri hazmedemiyor. Dinlenmesi gerekir demiştim" diye bağınr. Ardından da, ola ki solculuğunu anımsayıp, "Ben hiç sağcı obnadım. Özgüriüğe ihanet etmedim. Kısa zamanda gene ayağa kalkarak, tek başuna özgürlük için mücadeleye tekrar başlayacağım. Ben ne faşist, ne de Bolşevik'im. Ben bireyim bireyL" diyerek, o yaşlı haliyle fırlar ayağa kalkar. 'Unutulan Yıllar' Örneğin, Prof. Niyazi Berkes de "Unutulan YıDar" adlı anılannda, bu konuda, 1933 yılında Istanbul Üniversitesi'nde yaşadığı ilginç bir olayı aktarmaktadır. Ünıversite Reformu sırasında Istanbul Darülfünunu'nun yeniden yapılandınlarak bir üniversite haline getirilmesine yardımcı Nikos Kazancakis. olmalan için Hitler'den kaçan profesörlerden birçoğunun Türkiye'ye gelmesi sağlanmıştır. Prof. Gerhard Kessler de Hukuk Fakültesi'nde, hem hukuk ve hem de felsefe bölümü öğrencilerine sosyoloji dersleri vermektedir. Kessler'ln semlnerl Prof. Kessler'in, 1934 yılında, yani iki savaş arasındaki o bunalımlı günlerde Istanbul'da düzenlediği ilk seminerlerden biri de, "Marx ve Engeis'in Komünist Manifest'i üzerine" olmuştur. Niyazi Berkes de "Prof. Kessler'in bizi şaşırtan bu eylemi üzerine hepimiz birer Manifest edinmiştik. O zaman, bu tür yaprtiarm getirilmesi, saülması, ahnması, okunması yasak degüdi. Ben de, İngiltere'de basılmış, içinde Riyazanofun da uzunca bir açıklaması bulunan tngUizce bir Manifest almıştım Haşet Kitabevi'nden" dedıkten sonra, gerçekten çok ilginç bir açıklamada bulunmakta ve "Kessler'in Manifest'i incetemekteki amacı, onu Hazreti tsa'mn öğretisi açısından eleştirmek, yanhşhklannı göstermektL Çünkü. Kessler (güya) sosyafisrti, fakat Marksist sosyalist değü, Hıristiyan sosyalisti idi" diye yazmaktadır, sanki bıraz da alaylı bir dille. Aklın Iflası... Aynı günlerde felsefe derslerini de, gene Nazilerin elinden zor kaçıp Türkiye'ye sığınmış, Prof. Berkes'in "Felsefe bölümünün asıl yıküzı o idi" dedığı Prof. Hans Reichenbach vermektedir Ancak, Prof. Berkes'in verdiği bılgilere göre, Prof. Reichenbach da, Bertrand RusseD, VVittgenstein vb. genç felsefeciler gibi, her şeyin "doğru ya da yanhş" önermeleri içinde ele alındığı "Logical Posithism'' (Mantıkça Olguculuk) veya "New Positivism" (Yeni Olguculuk) akımının üyesidir. Daha çok epistemoloji (bilgi kuramı) ve agnostisizm (bilinmezcilik) ile ılgilenmektedırler. Dolayısıyla "tarihsel ve sosyal değerler ile olaylar, bu tür yatan bir manük düzeyinde degertendirilemeyeceğinden bu göriişlerin de inceleme alanına gjrmemekte"dir. Örneğin, bu düşüncenın bır başka üyesi Amerikalı S. Chase de, "sömürü MODERNİZM1 1 VE 1917 EKİM . DEVRİMİ i Fransız Devrimi, ınsanın kulluktan kurtanlıp, özgüriüğe kavuşturulabilmesi amacıyla, bir yandan kutsal devlet yerine, meşruiyetını halktan alan "laik devlet" fikrini savunur ve gerçekleştirmeye çahşırken, öte yandan da bireyin özgürlüğünün temel ilkelen olarak "insan haklan, adalet, eşfth'k, demokrasi, toterans" vb." gibi kavramlan ilk kez gündeme getirmiştir. Ancak, kurulan laik cumhuriyet kesik kesik de olsa belki yaşatdrnıştır ama, üısanın özgüriüğe kavuşturulabilmesi, verilen onca savaşıma karşın salt bu siyasal ilkelerin yaşama geçirilmesiyle sağlanamamışhr ne yazık ki koca bir XIX. yüzyılda. Ancak, hemen şunu da belirtelim ki, bu özgürlüğün, salt "laik deviet, insan haklan, adalet, eşitük, demokrasi vb." gibi Fransız Devrimi'nin siyasal özgürlüklerinin yaşama geçirilmesiyle gerçekleştirilemeyeceği, asıl "ekonomik özgürlüğün" de sağlanması gerektiği gerçeğini de. gene çok ilginçtir, başta Marx ve Engek olmak üzere XIX. yüzyıl aydınlan kavramış ve dile getirmişlerdir. Bilindiği gibi, diyalekrik düşûncenin insanlığın gündemıne günümüzdeki anlamıyla yeniden girmesi de Fransız Devrimi'nden sonra olmuştur. 'Sömürüsüz' düzen... Aynca, unutulmamalıdır ki, "Marksizın'', bir toplumu mevcut üretim ihşkisinden bir üst üretim ilişkisine sıçratarak azgelişmişlikten kurtaracak bir kuram, yani bir toplumsal kalkınma yöntemi değildir kesinlikle. Dolayısıyla, 1917 Ekim Devrimi de, Asya'daki göçebe ve tarun toplumlannm bir an önce sanayi sonrası toplum aşamasına sıçratılması amacıyla değil, bizce en azından kuramsal anlamda, bireyin tam özgüriüğe kavuşabilmesi için zorunlu saydıklan "sömürüsüz" bir yeni düzen kurmak amacıyla gerçekleştirilmiş olsa gerektir genç Marksistlerce. Ancak, uygulamada somut bir sonuç elde edilememiş, örneğin bireyin tam anlamıyla özgüriüğe ka\ıışabilmesi için gerekli ortam, sömürüsüz düzen belki kurulamamıştır ama, 1917 Ekim Devrimi'nin XX. yüzyıl düşüncesini temelden sarshğını yadsryabilmek de sanınz kesinlikle olanaksızdır. Bilindiği gibi, "akıl", ilk kez Hegel tarafından "diyalekrik düşünce" olarak görülmüş, Marx ve Engels ise "diyalekuk"i, doğa, toplum ve düşüncenin gelişme evrelerinin bilimsel olarak akla vurulmasında ve kavranılabilmesinde geçerli öğreti haline getirmışlerdir. Akıl, diyalektiğin dmamizmini ve ilericiliğini de üstlenmiştir böylece. 1917 Ekim Devrimi ile de, bu "diyaiektik akd", artık bütün düşünce dizgelerinin tek yol göstericisi ohnuştur bir anlamda. Dolayısıyla, bu düşüncel gelişme sürecinin, yani "dryalektik akhn" bir ürünü olan "modernizm" de, galiba hiç kuşku yokki, 1917 Ekim Devrimi fle asıl kimliğine kavuşmuş olsa gerektir, gerçekten de... İspanyol edebrvatçı Miguel de Unamuno. sözcüğünün dilden atıbnasıyla, sömürii otayuun da ortadan kalkacağını" savunmaktadır. Nitekim, Prof. Berkes de yıllar sonra Amerika "da yeniden karşılaştığı, Atatürk'ün ölmesi üzerine sözleşmesi yenilenmediği için 1938 yılında Los Angeles Üniversitesi'ne girmiş Prof. Reichenbach'ı anlatırken, "Akhn iflası karşısmda perişan bir hakteydi" demektedir. Yarın: Postmodernizm nedlr?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle