13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
15 .AÖÜSTOS 2002 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA DIZI Oerviş'in pazarladığı'15 günde 15 yasa' ve diğer düzenlemeler, yerleştirilmek istenen yeni düzenin parçasıdır: Türkiye'deyönetişim devriSfeo-liberalizm küresel bir politikaydı ve farklı biçimleriyle de olsa gerek merkez üllcelerde ve gerekse az gelişmiş ülkelerde sosyal devlet kazanımlannın büyük ölçüde eroz)'ona uğramasına yol açtı. Üstelik bu politikalann uygulandığı her ülkede siyasal iktidarda ıster merkez sağ, ister merkez sol olsun bu sonuç değişmedı. tktisadın küreseDeşme sürecinin an» dinamiğiııi flnansal kiireselleş- me mi otusturdu? Erinç YekUn: Evet, gerçekten bu çok önemli bir tespit. Nitekim, Ah- met'in az önce çizdiği tabloyu şöy- le özetleyebiliriz sanınm: Günümüz- de küreselleşme olgusu iki ana sü- reçten oluşuyor. Bunlardan "birin- d â " çokuluslu şirketlerin (ÇUŞ'la- nn) faaliyet ve denetim alanı altın- da yürütülen mal ve hizmet ticare- ti; ikincisi ise uluslararası finansal sermaye hareketlerinin dünya piya- salannda serbest dolaşımı ve para- sal sermayenin, sanayi sermayesi- nin önüne geçmesi.. Örneğin, bu- gün yaklaşık 10 trilyon dolara ula- şan dünya ticaret hacminin bileşimi- ne baktığımızda, bu tutann üçte bi- rinin herhangi bir çokuluslu şirke- tin kendi bünyesindeki ticaretten oluştuğunu, gene üçte birinin de bir ÇUŞ 'un diğer bir ÇUŞ grubuyla yü- rüttüğü ticarete konu olduğunu gör- mekteyiz. Bu anlamda uluslararası ticaret, kuramda öngörüldüğü gibi "göreii üstünlükler" ilkesine göre değil. çokuluslu şirketlerin idari ka- rarlanndan doğrudan eüdlenen "mut- lak üstüniükler" ilkesine göre yön- lendirilmekte. Dolayısıyla günümü- zün küreselleşme sürecine konu olan uluslararası ticaret, rekabetçi fiyat- lama ya da serbest pazar ekonomi- si gibi fantezilere dayalı olarak de- ğil, doğrudan doğruya çokuluslu şir- ketlerin politik gücüne dayah idari kararlar sonucu sürdürülmektedir. Küreselleşmenin ikinci ayagının ise finansal serbestleştirmeye yönelik uygulamalarda yattığını görmekte- yiz. 1980'lerden itibaren hız kaza- nan finansal serbestleştirme uygu- lamalan, finansal sermayenin dün- ya ölçeğinde akışkanlık kazanması- na ve en yüksek kân realize etmek uğruna bir piyasadan diğerine ser- bestçe transfer olabilmesine olanak kazandırdı. Bu süreçte finansal ser- maye, reel üretim, istihdam ve mal tîcareti gibi reel sektöre ilişkin faali- yet alanlanndan tamamıyla bağım- sızlaşmış ve kendi başına yepyeni bir dinamik yaratmış durumda. Dünya reel üretim ve ticaret süreciyle doğ- rudan ilgisi olmayan bu olgu, bir yandan döviz kurlannda istikrarsız- lığı körüklerken bir yandan da ulu- sal finans piyasalannuı kınlganlı- ğını derinleştirmekte ve yeni finan- sal krizlerin yapısal koşullarını ha- zırlamakta. Ekonomik bunalımdan toplumsal bunalıma Uzmanlar tartıştı • % " Türkiye'ye yerleştirilmek istenen yönetişim modeîi, toplumların idaresinin politikadan aynşması, idarenin özerkleşmesi ya da özerk kurum ya da kurullara devredilmesidir. Kemal Derviş'in pazarladığı "15 günde 15 yasa" ve bunlan izleyen çok sayıda düzenleme "yönetişim" modelini adım adım Türkiye'ye taşıma girişiminin bir parçasıdır. ce kamu sektörüne özgü olarak gör- mesi ve özel sektörü sanki steril ve iktisadi aklın gereklerini uygula- yan, teknisyenlerden kurulu rasyo- nel bireylerden oluştuğunu savlama- sıdır. Özel sektör denilen şey san- ki doğaüstü, iktisadi aklın tüm ye- teneklerini özünde toplamış, piya- sa sinyallerini rekabet içinde gerçek- leştirerek iktisadi optimuma ulaşa- bilen bir ideal kurumu temsil et- mektedir. Bu ideal kurumun top- lumda söz sahibi olması için iktisa- di aklın siyasetten anndınlması ve şeffaflık, iyi yönetişim gibi ilkele- rin hayata geçirilmesi gerekmekte- dir. KURESEL EŞITÜK, ADALET, ISUi tşçi ve memurun çoğu kez el ele vererek düzenlediği, her seferinde küreseDeşmenin protesto edildiği gösterikrde düekkr, gelecekten beklenenler hep aynrydı. Miting alanlanndan yükselen ses 'eşitiik, adalet ve bartş' diye yanküamyordu. kelerde sosyal devlet kazanımlannın büyük ölçüde erozyona uğramasına yol açtı. Üstelik bu politikalann uy- gulandığı her ülkede siyasal iktidar- da ister merkez sağ, ister merkez sol olsun bu sonuç değişmedi. Bu süreç- te, siyasal desteklerine bakmaksı- zın, iktidarda olan mutlak anlayışuı neo-liberal küreselleşmeci yaklaşım olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu bizim ülkemiz için de böyledir. Bana göre 1980'li yıllardan bu ya- na tüm iktidarlann siyasal tercihle- ri bu yönde oldu. Bugün merkez si- yasi partilerin siyasal ve ekonomik söylemleri arasındaki benzerliğin temel nedeni de budur kanunca. An- tilerin söylemlerini aynşnrmak müm- kündü. Ancak, bahsettiğim gibi, neo- liberalizm bu açıdan tüm dünyada si- yasal bir kimliksizleşmenin başlan- gıcını oluşturdu. Sosyal deviete altematifolarakge- Hştirikn poHtikalar nelerdi? Bu po- litikalann uygulanmasında IMF ve DB'nin rolünü değeriendirebiür mi- siniz? Ahmet H. Köse: Her şeyin gide- rek daha çok piyasalaştığı; etkinlik, kârlılık gibi iktisadi ölçütlerin top- lumu oluşturan tüm diğer değerle- rin üzerine çıktığı bir dönemi yaşı- yonız. Piyasa, tüm hak edilmiş ödül ve cezalann onaylandığı tek oluşum kavram. Bence gerek sosyal bilim- ciler ve tabii iktisatçılar bu sihirli sözcüğü yoğunca tartışmalı. Bana göre yönetişim, toplumun karar verme yetkisinin kamusal alandan çıkanlıp, özel alana indirgenmesi- dir. Bu oluşumda toplumsal talep- ler ise farklı grup ve sınıflann ka- musal alanda örgütlenme mücade- lelerinden kopartılarak, sivil top- lum örgütlenmeleri olarak tanımla- nan güç oluşumlannın inisiyatifi- ne devredilmektedir. Ancak söz konusu "sivil toplum örgüöeri" toplumsal gruplann çı- kannı değil, bireysel çıkarlan tem- sil etmektedir. Kabaca bireysel çı- 80'lerln ekonoml modell Bu sürecin bizim türümüzden ül- kderde yol açtığı ana dönüşümler nderdi? Ahmet H Köse: 1980'li yıllarda neo-liberal olarak adlandınlan poli- tilalann dünya ölçeğinde yaygın- laşmasına tanık olundu. Büyük öl- çide IMF, DB. Dünya Ticaret Örgü- rL(DTÖ) gibi kuruluşlar aracılığıyla d:steklenen ve sürdürülen bu poli- rkalar serbest piyasa ekonomisi kav- nmsallaşhrmasıyla ulusal devletle- rh ekonomiye müdahalelerini büyük öçüde suıırlıyor ve dünya ölçeğin- d "Bberal'' bir ekonominin yeni- d'n oluşumuna aracıhk ediyordu. Bı ise doğal olarak talep ve bölüşüm ymelimli Keynesgil politikalann ve b politikalarla bağlan olan kurum- lnn tasfiyesini gerektiriyordu. Ni- tkim, bu politikalan uygulayan tüm iikelerde devletin yaptığı sosyal gü- vnlik ve transfer harcamalan gide- rk daraltılmış, sendikal haklar sınır- Indınlarak emek piyasalan esnek- Iştirilmiş ve özelleştirmeler yoluy- 1 kamu işletmeciliği büyük ölçüde ısfıye edilmiştir. Vatandaşlara es- iden kamu kuruluşlan tarafından jğlanan bazı hizmetler ise giderek deme gücü ilkesine bağlı kalınarak arası olanm satın alabileceği hiz- ıetlere dönüşmeye başladı. Birçok amu hizmetinin özelleşmesinin ar- ındaki mantık budur. iosyal devletin tasflyesl Yani neo-KberaJ poütikalarbirbü- an olarak dünyada sosyal devletin isfryesini mi hedefliyordu? Ahmet H Köse: Elbette, neo-libe- ılizm küresel bir politikaydı ve fark- biçimleriyle de olsa gerek merkez Jkelerde ve gerekse az gelişmiş ül- 1 V '• Aapitalizme geç kaülan bizim gibi çevre ülkelerin yakın tarihi bize özel ! sermaye kesiminin aslında devlet ile iç , içe geçmiş bir olgu olduğunu göstermektedir. Özel sermaye birikimi devletin olanak sağladığı rant mekanizmalanyla olası kılınmış ve devlet, iktisat-dışı çeşitli rant aktanm mekanizmalanyla özel sermayenin geliştirilmesinde önemli rol oynamıştır. G^ünümüzde küreselleşme olgusu iki ana süreçten oluşuyor. Bunlardan "birincisi" çokuluslu şirketlerin faaliyet ve denetim alanı altında yürütülen mal ve hizmet ticareti; ikincisi ise uluslararası finansal sermaye hareketlerinin dünya piyasalannda serbest dolaşımı ve parasal sermayenin, sanayi sermayesinin önüne geçmesi. cak bu söylenildiği gibi siyasal an- lamda bir tür sadeleşmeyi değil, ol- sa olsa çözümsüzlüğü temsil ediyor. Bilindiği gibi "ideal biçimiyle" sosyal devlet, toplumu oluşturan farklı kesimlerin çıkarlannın uyum- laştınldığı, özel çıkarlann bu amaç- la törpülendiği yani kamusal ve özel alan ayrunının yapıldığı demokratik oluşumlardır. Söz konusu oluşum- lar meşruluklannı halk egemenliği ve kuvvetler aynlığı ilkelerinden alırlar. Bu yapıda toplumu oluşturan- lar vatandaş kimlikleriyle eşit birey- lerdir. Kamusal alan farklı statü, grup ve sınıflardan oluşan bireyle- rin farklı taleplerini gerçekleştire- bildikleri, bu taleplerini siyasal ola- rak meşrulaştırabildikleri alandır. Yani, kamusal alanın oluşumunda bireylerden toplumsal gruplara, sı- nıflara geçilir. Bunun içinde eğirim, sağlık, altyapı olanaklan gibi kamu hizmetleri ile çalışma ve işçi-işve- ren ilişkileri gibi tüm anayasal hak alanlan mevcuttur. Geleneksel anla- mıyla sıyasetbireyler üzerine değil, farklılaşmış gruplar ve sınıflann top- lum senaryolan ve kamusal alana ilişkin beklentileri üzerine inşa edi- lirdi ve bu açıdan dünyanın her ye- rinde merkez sağ ve merkez sol par- olarak ve "iktisat akh" ise toplum- sal tercih ve rasyonalitenin tek ölçü- tü olarak tüm yaşam alanlanna yer- leşiyor. Bu ise doğal olarak ulus dev- let ve toplumların yönetiminin bu ye- ni oluşumlara göre yeniden şekil- lendirilmesini gerektiriyor. Yönetlşlm kavramı Bu ise gündemimize yine IMF ve DB gibi kurumlarca desteklenen "yönetişim" kavramını getiriyor. Basit anlamıyla yönetişim, toplum- ların idaresininpolitikadan aynşma- sı, idarenin özerkleşmesi ya da özerk kurum ya da kurullara devredilme- sidir. Bu kurumlar çoğunlukla ulus devletlerin anayasal denetimleri- nin dışına çıkanlarak neo-liberal küresel kapitalizmin kurallanna ta- bi ohnaktadırlar. Bu açıdan yöne- tişim kavramı neo-liberalizmin son otuz yıldır iradi bir şekilde inşa et- tiği ekonomik ve toplumsal ger- çeklere siyasi ve hukuki bir onay ve- rilmesini anlatıyor. Yönetişim kavTamıyla neyi anlat- mak istediğinizi biraz daha açmak mfimkünmü? AhmetH. Köse: Tabii. Ülkemiz- de hiç dşnecek kadar az tartışıldı bu karlann örgütlenmesinin ve bu çı- karlann önündeki yasal engellerin kaldınlmasının toplumun etkin yö- netimini geliştireceği iddiası üze- rine temellenmektedir. Bu göriişe göre sivil toplum, kamu organlan- nın yürütme görevlerini ve hatta parlamentonun yasama görevini bi- le paylaşmalıdm Demokratik dev- letin kurallar bütününden bireyler arasındaki anlaşma ve alışverişler düzeyine geçişin toplumda daha büyük özgürlük ve inisiyatif orta- mı yaratılacağı izlenimi verilmek- tedir. Bu yaklaşıma göre siyaset toplumun yönetimini etkinsizleş- tirmektedir. öyleyse daraltılmalı ve onun yerini shdl toplum oluşumla- n ahnalıdır. Söz konusu sivil top- lumun yeni aktörleri ise büyük öl- çüde ulus ötesi kurum ve şirketler- le işbirliğine girmiş yerli şirket yö- neticilerinden, "Yİzyon" sahibi bü- rokratlardan ve medya kuruluşla- nnda çalışıp gündelik hayatımıza sıkça giren kişüerden oluşmaktadır. Erinç Yeldan: Neo-liberal dünya görüşünün "küreseDeşmeye uyum sağlayacak" yeni tür devletin oluş- turulması doğrultusundaki en önem- li açmazı, yolsuzluklar ve rant elde etmeye dayalı tüm faaliyetleri sade- Sanal bir dünya Oysa, kapitalizme geç katılan bi- zim gibi çevre ülkelerin yakın tari- hi bize özel sermaye kesiminin as- lmda devlet ile iç içe geçmiş bir ol- gu olduğunu göstermektedir. Özel sermaye birikimi doğrudan doğru- ya devletin olanak sağladığı rant mekanizmalanyla olası kılınmış ve devlet, iktisat-dışı çeşitli rant akta- nm mekanizmalanyla özel serma- yenin geliştirilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Bu anlamda bugün "yolsuzhık" olarak adlandınlan bir dizi faaliyet aslında sivil özel kesi- me rağmen değil, bu kesimin geliş- tirilip güçlenmesi amacına hizmet etmek amacıyla uygulanmıştır. Do- layısıyla şunu söylemek istiyorum: Siyasetten anndınlmış rasyonel ik- tisadi davranış diye yürütülen med- yatik propaganda tamamıyla sanal bir dünyayı anlatmakta ve kapita- list toplumun gerçekleriyle bağdaş- mamaktadır. Korkut Boratav: "Yönetişim'', or- tak çıkarlar etrafında örgütlenen toplumsal gruplarla çeşitli biçimler- de iletişim-etkileşim içinde olan si- yasi partilerin üzerine kurulu olan temsili demokrasinin yerine oluştu- rulmak istenen bir toplumsal yapı- lanmadur. Tarihsel gelişimleri so- nunda, temsili demokrasinin "Av- rupai" türü, refah devleti; azgeliş- miş türü ise "popüHzm" ile sonuç- lanmıştır. Bugün bu modellerin tas- fiyesi hedefleniyor. Her iki model- de de bölüşüm süreçleri kısmen si- yaset, kısmen de piyasa tarafından belirlenir. Siyasi katılma ve etki- leşmeler, bölüşüm sürecinde halk katmanlannı piyasaya karşı korur. "Yönetişim" anlayışı ise bölüşümü ve kaynak tahsisi mekanizmalannın mümkünse tümünü siyasetin dışı- na taşımayı hedefler. Ceçlş sflrecl Siyasetin tasfiyesi, her şeyin, bir- denbire piyasaya teslimi biçiminde olamaz. Bir geçiş süreci gereklidir. Işte, Derviş'in pazarladığı "15gûn- de 15 yasa" ve bunlan izleyen çok sayıda düzenleme "yönetişnn" mo- delini adun adrm Türkiye'ye taşı- ma girişiminin bir parçasıdır. Bunun sonunda, para/döviz kunı politika- lan, bankacılık, telekomünikasyon, enerji, tanm satış birlikleri gibi çok sayıda alan özerk kurullann ve bun- lan yöneten uzmanlann denetimi- ne devredilmiştir. Hazine Müsteşarlığı'mn da fıilen bu türden bir otonom alan oluştur- duğu söylenebilir. Yasama faaliye- ti dahi, giderek, bir yandan bu ku- rullara, bir yandan da bunlarla ya- kından işbirliği içinde olan sözde si- vil toplum kuruluşlanna ve "fiflen birtakun valaflara" tabi olmaya başlamıştır. Bu kurullann üzerinde, parlamentonun ve hükümetin yani temsili demokrasinin geleneksel kurumlannın etkisi sıfırlanmıştır. Peki, bu kurullar ve sözde sivil top- lum kuruluşlan gerçekten özerk mi- dir? Hayır, bunlann tüm faaliyetle- ri, bir yandan IMF ve DB'nin ve za- man zaman fiilen ABD Hazine Ba- kanlığı'nın; bir yandan da yerel bü- yük sermayenin, özellikle de med- ya ve finans kapital katmanlannın denetimi altındadu". Neresinden ba- karsak bakalım, bu yöntemlerle Tür- kiye'ye yerleştirilmek istenen "yö- netişim modeh" anti-demokratik bir dönüşümü temsil etmektedir. Yarın: Türklye deneylml GÖRÜŞ CUNEYT AKAUN f Oteki r Paris Her yıl yüz binlerce Türk vatandaşı, hoplayarak, zıplayarak, sevinçten uçarak Paris'e gidiyor. Ki- misi gezmeye-görmeye, kimisi alışverişe, kimisi okumaya vb. Aslında Paris'e gidişin, bu neden- lerin ötesinde bir anlamı var. Fransa'nın başken- ti ne de olsa, modern zamanlann en zengtn, en uygar bir-iki kentinden biri; modern dünyanın eko- nomik-kültürel birkaç anakentinden biri. Modern- leşme adına insanoğlunun yarattığı her şeyin en iyisi, en güzeli, en şıkı, en estetik olanı Paris'teya- şıyor, Paris'te bulunuyor. Bu yüzden, modern insanın Paris'e gidişi, ba- sit bir gezme-görme-alışveriş olayının çok ötesi- ne geçiyor. Modern dünyanın "Kâbe"sini ziyaret etmeye benziyor. Zengin müzeler, dev saraylar, bü- yük galeriler, modern uygarlığın anakentinin çe- kiciliğini hem arttınyor hem de kalıcı kılıyor. "Pa- ris'e gidiyonım" deyince akan sulann durması bu yüzden olmalı. Ancak madalyonun bir de ötekı yüzü var. Fransız dilenciye para vermeli mi? Kabul etmek lazım; eskiden de vardı. Metroda istasyonlarda gitar çalan,flütvb. çalan gençler ön- lerine koydukları kasketin içine biraz frank bıra- kılmasını beklerierdi. Paris metrosunun parçası ola- rak kabul edilen bu insanlann bu beklentileri de genellikle karşılanırdı. Hem sonra, metroda bir şeyler çalan biraz gariban, biraz toplum-dışı o gençler herhangi bir toplumsal sorunu temsil et- mezlerdi. Günümüzde Paris'te dilencilik metronun sınır- larını çoktan aşmış, sokaklarataşmış. Kentin gö- beğindeki Saint-Lazare Garı'nın içinde orta yaş- lı, üzeri dökülen kadın karşınıza geçmiş, boynu- nu bükmüş dileniyor. Gann kapısında hafif sarhoş, kafası bulanık iri-yarı adam birkaç frank istiyor, son çare olarak, ne koparırsam kâr örneği, sigaraya fit oluyor. Gann hemen ilersindeki McDonald's'ın kapısında metal kılıklı 25'lik genç, gelen geçen- lerin önüne geçerek neredeyse zorla, birkaç ku- ruş istiyor. Paris, dilenci kaynıyor. Bizde dilenen, cami ka- pısında dilenir. Kimi kör, kimi sakat garibanlar di- ienir. Orada eli-ayağı tutan aslan gibi adamlar di- leniyor. Tek bir açıklaması var bunun: Alkolizm ya da uyuşturucu alışkanlığı... Akordeonu kapan, ağız armonikasını kapan metro vagonlanna hücum ediyor; "Bir dakikanızı alacağım" diyebaşlayan cümleciği, müzikle ilgi- si olmayan gıcırtılar izliyor; birbirinden kötü kon- serler sabah onda başlıyor, gece yanlarına kadar sürüyor. Bu müzisyen bozuntulannın bildikleri, iki, bilemediniz üç parça var. Bu iş daha çok Doğu Avrupalı (Romen) görünümlü insanlarca yapılıyor. Ancak tadı çoktan kaçmış. Eski metro raconu ye- rini döke-saça para kazanmaya çalışan açgözlü- lüğe bırakmış. Kadıköy vapurunda ara sıra görü- len tükenmez kalem satıcılan ya da amatör mü- zisyenlerin, bunlara göre vicdanı var! Bu dilenci- lere para vermeli mi? Ulusal geliri 2.500 dolarlık bir ülkeden gelen TC yurttaşı, 30.000 dolarlık in- sanlara sadaka vermeli mi? Yaygınlaşan fuhuş Çok şık kadınlann Paris'te geceleri kaldınmlar- da müşteri beklemeleri de bilinen bir olaydı, Pa- ris akşamlannın aynlmaz parçası kabul edilirdi. Şim- di bunlara kocaman bir "seks shops turizmi" ek- lenmiş. Pigalle Meydanı'nda otobüslerinden inen turistlerden hali-vakti yerinde olanlar seyahat acentelerince "Moulin Rouge" vb. gibi gazinola- ra, "kabare şovlara " götürülüyorlar. Olanaklan da- ha sınırlı olanlar ise ihtiyaçlannı "seks shops"\ar- da görüyorlar. Tüm bunlar kentin büyük bir mer- kezinde oluyor, ana caddenin iki yanına yayılmış dükkânlar, vitrinlerine yerleştirdikleri seks araç gereçleriyle müşteri çekmeye çalışıyoriar. Evsizler Paris'in görkemli, göz kamaştıncı gece yaşamı devam ediyor. Her gece on binlerce, yüz binler- ce turist sokaklarda, gazinolarda, kafelerde, eg- lence yerlerinde egleniyor. Paris'in en şık nokta- lanndan oian operanın merdivenleri gündüz bo- yunca dinlenmek, soluk almak ısteyen turistlere, sevişen gençlere, basamaklara oturarak elindeki sandviçi yiyerek karnını doyurmaya çalışan orta halli insanlara mekân oluşturuyor. Sonra güneş ba- tıp karanlık çökünce, turist kalabalığı dağılırken ev- sizler sessizce "zulalı "yerleri kapıyoriar. Görkem- li opera binası, karanlık, loş basamaklarında on- larca "evsize" birgecelik ev sahipliği yapıyor. Se- ine Irmağı'nın iki yakasını birarayagetiren, leş gi- bi bir idrar kokusunun yükseldiği, ünlü "Pont Ne- uf" köprüsünün altına sığınan "evsizler" kitaplar- daki, filmlerdeki Paris romantizmini bir anda yer- le bir ediyor. Kirlenen Paris.., Terör korkusu, çöp tenekelerinin, daha doğru- su çöp bidonlannın içine konan çöp torbalannı şef- faflaştırmış. Diğer bir deyişle çöp torbasının için- deki bütün pisliğe hep beraber tanık oluyoruz. Başka çare var mı 2002'nin Paris'inde? Bilmiyo- rum, ama böylesi de çok çirkin, mide bulandıncı. Bir açık hava müzesini andıran Paris, tüm modern olanaklara, belediyeciliğin en son buluşlanna kar- şın giderek kirleniyor. Paris'ten Istanbul'a dönüş Aşağıdaki satıriarın pek çok Parisseveri, daha- sı kendisini "Batıcı" diye tanımlayan geniş bir kit- leyi çok kızdıracağını, öfkelendireceğini biliyorum. Ama ne yapayım, dünya dönüyor! Girdiğim noktadan çıkıyorum Paris'ten: Char- les de Gaulle dünyanın en büyük, en şık, en mo- dern havaalanlanndan biri olarak biliniyor. En faz- la on yıllık bir geçmişi var. Buna rağmen eskimiş, asık suratlı bir görünüme bürünmüş. Yıyecek mad- deleri "fast food" satan dükkânların önündeki çöp bidonları ağzına kadar dolu. Yerler lekelen- meye başlamış. - Atatürk Havaalanı tse ptnl ptnl, tertemiz. "Eh efendim, normal bu, Charles de Gaulle'ün yükü ile kıyaslanamaz ki!" argümanı ne kadar ikna edi- ci sizce? Temmuzun ortasında, turizm mevsimi- nin göbeğinde, Türkiye'nin ana giriş kapısı Ata- türk Havaalanı'nın yükü az mı sanki? Yoksa kentleri esas zenginlik mi kirletiyor? "Tü- ketim toplumu"nun kâğıtlan, plastik kapları, vb. mi kirletiyor?..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle