25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1—4 KAZİRAN 20O2 CUMA CUMHURİYET SAYFA kuHur(5 cumhuriyet.com.tr 15 ~W~^I Seyircinin adeta bir kapanın içine çekildiği yeni DavidFincher gerilimi gösterimde İLv sığınağındaki kasa Soı aylarda sık sık karşımıza çıkan, Holly- vvooc yapur.ı asker ve savaş filmleri furyasın- Azın eına getirdiğimizden ve doğrusu doğm düirüst bır şeye de benzemeyen, Bruce YVil- lis'li beylik îsazı toplama kampı hikâyesi H a r t ' s VV'ar-Şeref ve Cesaret'i görmektense aslında seyretmekte geç bile kaldığımız Panik O d a s ı n a ginneyi yeğledik. ne d e olsa bir Da- v i d Fincher filmidir diyerek. 'Özel hayatın, mahremiyetin kalesi' evleri- mizde eskiden kullanılmayan, fazıla öteberinin konduğu, genellikle penceresız, Idiçük. dara- c ı k sandık odalannı bilirdik de panik odasını biç duymamıştık.Fincher'ın son rilmi sayesin- de, müreffeh hayatın simgesi ABD'de, evinde tam birgü\encede olmak isteyen kimı zengin- lerin yaptırdığı, bir çeşit sığınak işlevi gören. hırsızın- uğursuzun sürpriz saldınlanna karşı tasarlanmış gizli bölmelere panık odası dendı- ğini de öğrendik. Hollywood'un namlı, çok bilmiş, tüccar se- naristlerinden David Koepp ımzalı senaryo, panikanında sığınılabilecek, özel telefonlu, yi- yecek- içecek depolanmış ve evin içini göste- ren çok sayıda ekranla donatılmış, kalın çe- lik kapılı, adeta Hitler'in sığınağını andıran böylesi bır 'gizli bölme numarası "ndan yola çıkarak yeni taşındıklan, 1879'da inşa edıl- miş. eski ama görkemli bir evde iiç soyguncu tarafından kıstınlmış, klostrofobik bir anneyle şeker hastası kızının gerilim dolu mücadelesi- ne dayanıyor Amerikan sinemasmda, Wyler'ın Imutsuz Saatler'inden yakm dönemin Evde Tek Başına sensi filmlerine kadar yığınla ben- zeri çekılmiş, temcit pılavı gibi bir konudan, kendine özgü anlatımı v e çarpıcı görsel düze- yiyle, yine usta işi bir yeni genlim çıkarmış, 1962 Colorado doğumlu, video- klip estetiğin- den gelen Da\ id Fincher. Terk edildiği zengin kocasınca ( Patrick Ba- uchau) masraflan karşılanan, küçük kızıyla (Kristen Stewart) göğüsleyeceği, yeni bir ha- yata başlamaya kararlı ev kadını Meg (Jodie Foster), arkadaşı ve emlakçıyle gezip beğen- diği, Manhattan'daki, 3 katlı, eski ama geniş ve görkemli yeni evindeki ilk gecesınde, evin es- ki kiracısı tarafından panik odasındaki kasaya saklanmış çok değerlı tahvillerin peşindeki gö- zü kara soygunculann saldınsına uğrayınca, dehşet içinde panık odasına sığınıyor kızıyla, mecburen. Klostrofobik bir karabasan Çocuklannın eğitımi için hırsızlığa gönülsüz katılan, panik odası uzmanı, zencı aile babası Burnham'm (Forest VVhitaker her zamanki gibi) 'kötünün ıyisı' olduğu fılmde, hırsızla- nn patlak veren ahlakı sorunlarla bırbirlerine gırmesı sonucunda. tehlıkeli, silahlı Ra- oul(Dwight Yoakam), çete reisı geçinen ama soygundan vazgeçen dengesiz Junior'u (Ja- red Leto) vurmasıyla hiç de tatmın edici ola- mayan. beylik bir finale dümen kıran film baş- tan sona kapalı. dar mekânlarda ve boğucu, karanlık bır atmosferde geçiyor ve bir kez da- ha Fincher"in görsel ve teknık becerisini orta- ya seriyor. Kıstıranlarla kıs- tınlan- lar arasında gidip gelen hikâyede. Meg'in ka- pıya gelen polisleri geri çevirmesi gibi hiç de inandıncı gelmeyen sahneler de var. Hikâye- sinden çok, türün klişelerini ustaca kullanan. korku ve merak duygusuyla alttan alta işlenen gerilimin hakkını veren Fincher'in, kilidin, ha- valandırmanın içinden bile geçip akarcasına kayan, öznel kamera ağırlıkh, göndermelerle bezeli, enerjik. dinamik anlatımı birinci sınıf. Foster, VVhitaker, Yoakam gibi yönetmenliğe de bulaşmış oyunculardan oluşan parlak kadrosu da cabası. Fincher'in bu beşinci ve şimdilik son fılmi, ustalıkla anlatılmış, sürükleyici bir gerilim denemesi ama kuşkusuz neo-noir başyapıtı bir Yedi ya da Dö- vüş Kulübü ayannda değil.On yıl öncekı ilk fılmi Yaratık 3" ıle 1995 yapımı Oyun'un yanında yer ala- bilecek bir stil alıştırması olarak belleğimıze kaydettiğimiz bu Pa- nik Odası Fincher'in hâlâ 'Ye- di 'nin mirasını yediğini örnekli- yor aslında. Genelde hep 'Yedi' düzeyinde işler beklenen Finc- her'den meraklısınca kaçınlma- yacak yeni bir gerilim denemesi özetle. Panic Room / Yönetmen: David Fincher / Senaryo: David Koepp / Kamera: Darius Khondji, Conrad W. Hall / Müzik: Hovvard Shore / Oyuncular: Jodie Foster, Kristen Stevvart, Forest VVhitaker, Dwight Yoakam, Jared Leto, Kristen Stevvart, Patrick Bauchau/ ABD 2002 (WB) • David Fincher'm Jodie Foster*ı yönettiği beşinci ve şimdilik son filmi, ustalıkla anlatılmış, sürükleyici bir gerilim denemesi ama kuşkusuz yönetmenin önemli filmlerinden 'Yedi' ya da 'Dövüş Kulübü' düzeyinde değil. Eski tanıdıklayirmi yıl sonrayeniden... Spielberg'in restore edip yeniden gösterime sunduğu ün- lü filmin sevimli uzay yaratığı kahramanı E.T. Yirmı yıl önce, Hollywood'un 'ha- rika çocuğu' Steven Spielberg'in, o tarihe kadar çekilen bilimkurgu fante- zilerinde, ürkütücü ve tehdit edici ya- ratıklar olarak betimlenmiş uzayhlara, alışılmışın dışında, sevgi ve dostlukla yaklaşan ünlü filmi The Estra Ter- restrial-E.T., yönetmenin eklediği da- ha önce kullanılmamış sahneleri, diji- tal bakımdan geçirilmiş görsel efektle- ri ve yeniden düzenlenmiş sound track'iyle yıllar sonra yeniden göste- rimde. Vaktiyle Spielberg'i üne, paraya bo- ğarak çağdaş bir sinema mitosuna dö- nüşmüş bu naif. masahmsı başyapıt, FBI ajanlannın silahlannın telsizlerle değiştirilmesi gibisinden malum 11 Eylül fobisinden kaynaklanan bazı mü- dahalelere maruz kalmış haliyle çıka- geliyor zaman tünelinden karşımıza. fçerdiği yoğun sevgi mesajıyla, aile ve çocuğa yönelık Spielberg sinemasmın doruğu niteliğindeki bu 1980'lerin Hollywood'unu kurtaran olay-film, evinden yurdundan milyonlarca ışık yı- lı uzakta, dünya denen, bilmediği, ta- The Extra Terrestrial / Yönetmen: Steven Spielberg / Senaryo: Melissa Mathison / Kamera: Allen Daviau / Müzik: John VVilliams / Oyuncular: Dee VVallace, Peter Coyote, Henry Thomas, Drew Barrymore, Henry McNaughton / ABD 1982 (UIP) nımadığı bir gezegende, korkutucu ye- tişkin insanlar arasında unutulup bir başına kalakalmış, bu dünyadan olma- yan, eciş bücüş bir uzay yaratığının yeryüzündeki zorunlu konukluğunu hi- kâye ediyor. Önce babasız, küçük bir çocukla (H.Thomas),sonra iki kardeşiyle (D. Barrymore, H. McNaughton), daha sonra da yörenin tüm çocuklanyla ya- kınlaşıp yetişkinlerin anlayamayacağı cinsten, sımsıcak bir dostluk kuran E.T.'nın peşine, onu yakalayıp incele- mek isteyen bilginler düşüyor... Teknolojiyle duygusallığın kaynaş- tınldığı filmin. Alien'le King Kong'da çalışmış Carlo Lombardi'nin tasarla- dığı sevimli kahramanı E.T., kocaman kafalı, uzalıp kısalan boyunlu, Einste- in'ı andıran sevgi dolu ve hüzünlü göz- lere sahip, ayaklan kokan, cinsiyeti be- lirsiz, cücemsi bir uzay yaratığı. 0nun dünyalı çocuklarla geliştirdigi dostluk ilişkisi, gençliğe ve Amerikan 'orta di- reği'nin beğenisine seslenen fantezi- ler üretmenin ustası Spielberg'in elin- de, sıradan bir bilimkurgu masah bo- yutlannı aşarak bisikletlerin gökyüzü- ne kanatlandığı gibisinden, kimi unu- tulmaz sahneleri ve duygusal finaliyle yürek paralayan bir dokunaklılığa eri- şiyor. Yeni kuşaklara sunulan bu elden geçirilmiş E.T., bizim gibi eski kulağı kesiklere de, geçmişe nostaljik bir yol- culuk yapma fırsatı sağlıyor durduk yerde. İZLEYİCİ GÖZÜYLE ERDAL ATABEK Esir kampında onur savaşı...Esir kamplan insanlann yaşam mü- cadelesi verdiği yerler olarak her za- •nan dikkat çekmiştir. Savaşta esir dü- >en askerler, ellerine düştükleri düş- manın elinde sağ kalma mücadelesi kadar onurlannı korumak için de mü- cadele etmek zorundadırlar. Ama in- san karakterleri her zaman en büyük sı- aavını böyle yerlerde verir. Onurunu iorumak için yaşamını feda etmeyi gö- ze alanlann yanında, orada bile çıka- nnı düşünen, bunu sağlamak için onur- suzluğun her çeşidine razı olanlar da sulunacaktır. "Şeref ve Cesaret", böyle bir ola- vı anlatıyor. Filmin senaryosuna kay- aaklık eden yapıtın yazan, babasının Stalag III kampındaki anılanndan ya- rarlanrmş. Almanlara esir düşen Ame- rikan askerleri arasındaki en büyük rütbeli subay olan Albay Mc Namara Bruce Willis), ötekı esir subaylar ve îrlerle birlikte asker disiplinini bura- Ja da korurlar. Savaşm içine girmeden îsir düşen Teğmen Tommy Hart, bir Amerikan senatörünün oğludur ve Al- man sorgucu Lutz'un eline düşerek pek çok gizi aktarmıştır. Mc Namara onun sorguda pek dayanamadığını an- lar, ama onu küçük düşürmez. Bu ara- da iki zenci pilot da esir kampına ge- lir ve bayazlar arasında hoş karşılan- mazlar. Özellikle Amerikalı çavuş, zenci subaylara kötü davranır ve onla- nn rütbelerini görmezden gelir. Film bir esir kampında bile ırkçılık gibi. kendi çıkannı kollamak için arkadaş- lannın gizlerini ele vermek gibi olay- lann nasıl yaşanabileceğini gösterir. Esir kampında verilen onur savaşı- nın başyapıtı elbette "Kwai Köprü- sü"dür. Bu filmi görenler, esir düşmüş birliğin kendi dayanışmalannı ve mo- ral güçlerini bir köprü inşa ederek na- sıl gösterdiklerinin gerçekten sinema- da klasik olan öyküsü olduğunu bilir- ler. Filmin sonundaki köprünün düş- mana yararlı olmaması için atılması ise esir kampında bile bir savaşın na- sjj yürütüleceğini göstermektedir. "Şeref ve Cesaret" birbiri içine geçmış öykülerin anlatıldığı bir film. Ancak birçok olay yüzeysel kalmış, Bruce Willis de rolünde başanlı değil. Filmdeki başan Teğmen Tommy Hart'ı oynayan Colin Farrell'in. Fil- min orijinal adı da "Hart's War- Hart'ın Savaşı'. Savaşa babasının et- kisi ıle geri planda katılan Teğmen Hart, bir yanhşlıkla düşmanın eline düşünce gerçek bir onur savaşı vermek zorunda kalıyor. Bir yandan düşmanın elinde sağ kalmak ve yaşamak, bir yandan arkadaşlanyla birlik olmak, aynı zamanda ırkçılığa karşı eşitliği sağlamak için mücadele ermek, genç ve deneyimsiz teğmenin gerçek bir onur savaşına dönüşüyor. Aslında çok önemli bir konu derin- likle işlenmemesi nedeniyle çok başa- nlı olamayan bir sinema yapıtına dö- nüşmüş. Belki de "Esir Kampı Film- leri" diye bir tematik gösteri hazırlan- sa çok önemli kıyaslamalar yapma ola- nağı da olurdu. KEDİ GOZU VECDİ SAYAR Futbolla Yat! Futbolla Kalk! Bir gözü işte, öbür gözu oynaşta derler ya, işte aynen öyle. Size bu satırlan yazarken bir gözüm bilgisayarda, öbür gözüm televizyonda. Şimdilik skor: 2-0. Brezilya cephesinden de iyi haberler var. Demek kı, işimiz iş. Sonuna dek böyle giderse, ikinci turdayız... Anlayacağınız, kedi kulunuz da futbol rüzgânna kapılmış gidiyor. Ne yapalım, emir yüksek yerden geliyor. Ne zaman Dolmabahçe Stadı'nın önün- den geçsem, kocaman bir tabela beni uyanyor: "Futbolla yat, futbolla kalk! Coca cola iç!" Bu emirlere tam anlamıyla riayet edemesem de (iyi bir futbol seyircisi olmadığım gibi, iyi bir cola içıcisı de olmadığımı söylemeliyim), büsbütün ilgi- siz de kalmıyoruz işte. Siyasetten ve ekonomiden yana yüzü gülmeyen, tum umutlarını ayaktopuna bağlamış birtoplumun ferdı olarak, milli görevimi- zi ifa ediyoruz. Kafamızdan bazı sorular eksik ol- masada... Özel sektörün Dunya Kupası nedeniyle verdiği gazete ve televizyon ilanlarının tutarını merak edi- yorum mesela... Sakın spora karşı olduğumu fa- lan sanmayın. Yalnızca, bu kadar parayı spor ala- nına altyapı olarak aktarsaydı bu şirketler, daha kalıcı bir ış olmaz mıydı, diye düşünüyorum. Tüm yurttaşlarımızı, televizyon başına bağlamak yerine, kitlesel bir spor politikası için somut adımlar atıla- maz mıydı? O trilyonların hiç olmazsa bir bölümü, 'Yaşam boyu spor', 'Herkes için spor' gibi kavram- ların hayata geçirilmesı, gençler için spor tesisleri yapılması için harcanamaz mıydı? Bilıyorsunuz, Olımpıyat adaylığında çok kararlıyız devletçe. Se- kiz yıl, sonra, olmazsa on iki yıl, o da olmazsa on sekiz yıl sonrasına adayız! Adayız da atletızm, yüz- me, eskrım gıbı sporların 'müşteri'si var mı ülke- mızde? Bir tek futbolla Olimpıyat olur mu? İlk yarıyı tamamladık çok şükür. "Geliyor... geli- yor... Türkler geliyor... Hadi loo.. hadi loo!.." Ban- kalardan, telefon firmalarına kadar tüm şirketler umutlarını kupaya bağlamış sanki. Dünya Kupası coşkusunu yansıtan reklamları tekrartekrar izliyo- ruz ekranda. Millı takımımızı yüreklendirmek, hal- ka moral vermek güzel de (bir başka reklamın de- diği gibi) "Bu ilişki reklam kokuyor" mu dersiniz? Eyvah, Brezilya bir gol daha yemiş. "Dakikalar geçiyor, heyecan artıyor." Bir gol daha atmamız ge- rek... Derken, Brezilya'nın dördüncü, beşinci gol- leri geliyor. Dışardan korna sesleri duyulmaya baş- ladı bile... Az sonra, Turk bayrakları ile üç hilalli bay- raklar doldurur meydanları... Üçüncü golümüz de geliyor. Takımımız bu kez çok iyi gerçekten de. "Bunun adı duyguların üst seviyeye çıkması" diyor TRT spikerı... Son dakikalarda iyıce bastırıyoruz. Dördüncü golü arıyoruz. Tribünlerdeki vatandaş- larımızın sevincine diyecek yok. özel şirketlerin davetlisi olarak Kore'ye giden mılletvekilleri, bele- diye başkanları artık Japonya'daki maçları da ka- çırmazlar... Hükümet krizi de unutulur... Avrupa Birliği tartışmalan da... Maç bitiyor: 3-0, "Çok büyük birzafer bu! Türki- ye'de bayram yaşanıyor" diyor spiker. Pencere- den dışan bakıyorum: Yolun iki yanında bayrak sa- tıcıları koşturuyor... Bayrak satışlarında patlama yaşanacak. Şirketlerin halkla ilişkiler müdürleri el- lerini ovuşturacak. En azından bir hafta daha sür- dürebilirler kampanyalarını... Bakanlarımız, bu fır- sattan olabildiğince yararlanmaya çalışacak. (Sa- hi, siyasetçilerin spordan ellerini çekmesi, federas- yonların özerk ve demokratik yapılara kavuşturul- ması hep uzak bir hayal olarak mı kalacak?) Halkımız meydanlarda kitlesel terapi seansları- na çoktan başladı. Yer gök inliyor: "En büyük Tür- kiye!.." Bir genel müdür, futbolcularımızın 'damar- lanndaki asilkan'\a bu sonucu aldıklarını açıklıyor. Ve evinin penceresinden onları seyreden bir sar- man kedi aklından şunları geçinyor: "Dünya Kupa- sı'nda gruptan çıkmanın, uluslararası alanda say- gınlık kazanmaya yeteceğini mi sanıyorsunuz? Bi- lime ve sanata yatınm yapan, kültür ve sanafta ulus- lararası başanlara imza atan ülkelerarasına gireme- dikçe, futbolda başanlı olmak bir ülkeyi nereye ka- dar götürür?" Siz kediye kulak asmayın, bakın devlet büyük- lerimiz ne diyor: "Çin'i hallettik, inşallah Japonlan da hallederiz!.." vecdisayarfa yahoo.com BEKSAV'dan Kelepçe' • Kültür Servisi - Daha önce 'Yetmişinci Gün' adh kurmaca kısa filmin yapımıru üstlenen BEKSAV Sinema Atölyesi bu kez 'Kelepçe' adlı belgesel filmle karşımıza çıkıyor. Yann saat 20.00'de Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nde galası yapılacak film, Burdur Cezaevi operasyonu sırasında iş makinesi kepçesiyle kolu kopan Veli Saçıhk adlı tutuklunun yaşadıklannı anlatıyor. Saçıhk kolunun, bir köpeğin ağzında Isparta sokaklannda dolaşmasıyla medyaya konu olmuştu. Sedat Yılmaz'ın yönettiği film izleyenlere 19 Aralık operasyonunun ve F ripi cezaevlerinin mantığınm ipuçlannı tutuklu ve hükümlülerin ağzından sunuyor. (0 216 349 91 55) 'Şeref ve Cesaret'teki başan Bruce VVillis'in değil, Teğmen Tommy Hart'ı oynayan Colin Farrell'in. • Kültür Servisi - Esra Şakir, kolektif çalışmalannm dışında ilk kişisel sergisini dün ttalya'nın Milano kentinde L'Atelier Fuori Classe'ta açtı. Sergide, 2 hafta süreyle sanatçının resim çalışmalannın dışında desen, serigrafı baskı, keçe ve ipek işleri de sanatseverlerin beğenisine sunulacak. Şakir'in çalışmalarında görülen bitki figürü, ait olduğu geleneğin ifade şekliyle bereket ve üretkenliği tarif ediyor. Sanatçı, geniş renk lekeleri, neşeli ve özgün fırçası, açık koyu tonlamalanyla, güçlü portreleri figüre ederken zaman zaman 3 boyuta varan derinlikleri de yakalayarak etkileyiciliğini arttınyor. Tiipk tasarımcıya övgü • Kültür Servisi - Dünyanın önemli grafik ve reklam dergılerinden 'Novum', haziran sayısmda Uğur Köseahmetoğlu'nun grafik tasanm çalışmalanna yer verdı. 'tstanbul'dan Sanat Afişleri' başlığı ile 6 grafik yapıhnın yayımlandığı dergide, Köseahmetoğlu'nun sanatı üzerine olumlu eleştirilere yer verildi. Köseahmetoğlu, ülkemizde reklam grafiği üzerine sergi açan sanatçılar arasında yer alıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle