19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 ARALIK 2002 PAZAR 12 PAZAR KONUGU Veri, Araştırma Yönetim Kurulu Başkanı Sezgin Tüzün, 3 Kasım sonuçlarını değerlend S Ö Y L E S İ : LEYLA TAVŞANOĞLU [email protected] Memleketin birisinde bir kadı varmış. Ama soysuz mu soysuzmuş. Yolsuzlukta, rüşvet almada üstüne yokmuş. Sonunda 'kadı 'nın bu yaptıklanndan memleket ahalisinin canına tak demiş. Padişahtan 'kadı 'nın azledilmesini, yerine bir başkasını atamasını istemişler. Padişah da bakmış olacak gibi değil, kadıyı azletmiş. Kadı haberi alınca çoküzülmüş. Köşede duran koskoca para küpünü yanına çekip söylenmeye başlamış: "Ben bunlar kadar salak insanlar görmedim. Benim küpün dolmasına birparmakçık kalmıştı. Oysa gelenin küpü bomboş olacak." Bizim ülkede bu türfıkralar çok anlattlır. Yolsuzluk veyoksulluk üzerine bir sürii atasözümüz var. Ama yüzyıllardır adam olup silkinemiyor, yolsuzlukları, iş yapmazlıklan ve iş bilmezlikleriyie bizleri inim inim inleîenleri, görünümleri biraz değiştikçe yeni sanıpyine iş başına getiriyoruz. Bunları, Türk halkının genel bakışı ve eğilimlerini yansıtmak için yazdım. Burada esas sözünü etmek istediğim kamuoyu yoklamalannın seçmen davranışına nasıl yansıdığı ya da gelir adaletsizliği, ekonomik kriz gibi olguların seçim sonuçlarını nasıl etkilediğini kavrayabilmek; bunları doğru biçimde irdeleyebilmek. Bu amaçla, uzun yıllardır usta işi araştırmalar yapan Veri Araştırma Yönetim Kurulu Başkanı Sezgin Tüzün 'le bir araya geldik ve 3 Kasım seçimlerinin "Ben geliyorum " diye bağıran sonuçlarını ve nedenlerini konuştuk. Tüzün bu değerlendirmeleri yaparken bir yandan da Türkiye 'de her sektörde olduğu gibi araştırma sektörünün de tekelleştirilmek istenmesinden yakımyordu. Toplumsaluzlaşma sağlanmazsa1 1 seçımgundemegelir- Siz Veri-Araştırma olarak nisan ayında TÜSES (Türkiye Siyasi Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Vakfı) için siyasi bir araştırma yaptmız vebulduğu- nuz sonuçlar herkesi şaşkmhğa uğrattu Hatta, bir yanlış yapılmış olması olasıhğına karşı bu sonuç- ları bir süre de açıklamadınız. Neydi bulduğunuz sonuçlar? SEZGÎN TÜZÜN - Biz, Veri Araştırma olarak 1994'ten bu yana TÜSES'le birtakım çalışmalar ya- pıyoruz. Şu ana kadar dört kitap yayımlandı. Sonun- cusu da beşinci kitap olacak. Yaptığımız bu araştır- malar oldukça kapsamlı çalışmalardır. TÜSES Yöne- tim Kurulu üyesi Necat Erder"le bu çalışmalan yürü- tüyoruz. Ondan sonra da kitaplaştırarak kamuoyuna yanstıyoruz. 1998 'de de genel seçimlerden bir yıl ön- ce böyle birçalışma yapmışuk. O dönemde de MHP'nin yükselişi gündemdeydi. Biz bunu anlatmaya çalış- mıştık. Ama hiç kimse bunu değerlendirmeye alma- mıştı. 1999 seçimlerinde MHP ikinci parti oldu. Bu aralar gündemde olmayan DSP de Abdullah Öca- lan'ın yakalanıp Türkiye'ye teslim edilmesiyle birin- ci parti konumuna geldi. Biz o çalışmayı 2002'de de yineledik. Alandan verileri nısan ayında derleyip ça- İışmanın bulgulannı kamuoyuna sergilerken vurgu yapma aereğini duyduğumuz birtakım noktalar var- dı. - Bunlar nelerdi? - Bunlardan bir tanesi şuydu: Bu Seçim Kanunu'yla bugün seçim olsa AKP'nin birinci parti olacağı görülüyordu. Çünkü o dönem ka- yıtlı seçmenin yüzde 20'sinin oyunu alıyor görünüyor- du. Öbür ıki partiyse geçmişle bağlantılan olan CHP ve DYP'ydi. Onlar da baraj düzeyinde gıbiydi. Bun- lann dışındakı partilenn tümü barajın altına düşüyor- du. O dönemde hiç şanslan görünmüyordu. O dö- nemde AKP, kabaca her 5 seçmenden birinin oyunu alıyordu. Yine o dönemde her beş seçmenden ikisiy- se ya sandık başına gitmeyeceğini ya da hiçbır partı- yi desteklemedigini. bir kısmı da hangi partiyi des- tekleyeceğini belirlemediğini söylüyordu. Bir başka ilginç nokta da şuydu: 1999 seçimlerinde DSP- MHP- ANAP koalisyonu kayıtlı seçmenin yüzde 44.4'ünün oyunu alarak TBMM'ye girmişti. Biz, Veri Araştır- ma olarak bu yıl nisan aymdaki saptamayı yaptığımız zaman oylan yüzde 13'e inmiştı. Yani. İcendilerini destekleyen her dört seçmenden üçünü yitirmişlerdi. Ondan sonraki süreçte de zaten akıl almaz bir biçim- de erken seçim karan alındı. Oysa bütün bu bilgiler vardı; bütün bunlar tartışılıyordu. - Bütün bunlar biline biline sizce neden erken se- çim karan aldılar? -O tartışma sürecinin fotoğrafinı çekerseniz. komp- 10 teorileri çerçevesinde ANAP bir başka boyutuyla, MHP bir başka boyutuyla olaya büyük olasılıİda. "Acaba ben gûç kazanabilir miyim?" çerçevesinde bakıyorlardı. - fyi de, bunda medya hiç etkili olmadı mı? - Elbette etkili oldu. Bizim araştırmamızdan çok kı- sa bir süre sonra, 3 Mayıs'ta. Ecevit hastalandı. Ece- vit'in hastalanmasından sonra da bir sürü tartışma gündeme geldi. "Bu iş arük EeevitTe yürür mü, yok- sa yürümez mi?" diye konuşuldu. Aslında bu araştır- manın yapıldığı noktada DSP zaten yere vurmuştu; arkasında hiçbir desteği kalmamıştı. Aynca DSP te- melde bir lider partisi olduğu için Ecevit'in hastalı- ğından ciddi biçimde etkilendi. Belirli bir politika çerçevesinde kriz sonrası bir dönem de yaşanıyordu. "Acaba benialaşağı edertermi?" bağlamında MHP 'nin komplo teorilerine bakışı. buna ANAP'ın bir başka yaklaşımı tüy dikti. Aynı noktada da Kemal Derviş bir tartışmayı gündeme getirdi. Seçim ve ekonoml - \eydi o tartışma? - Türkiye'de bugün bir seçim olsa ekonomi bundan etkilenmez görüşüydü. Batılılann da bu konuda bel- 11 görüşleri vardı. Zaten o tartışma sürecinin komplo teorileriyle bütünleştiğı bir yapıda Türkiye seçım or- tamına sürüklendi. Bunun altmdaki ana motıf aslın- da ekonominin dibe vurmasıydı. Yani, seçmen nez- dindekı ana değerlendirme daha önceleri terördü, baş- ka konulardı. Ama bu sefer ekonomi oldu. Büyük bir ekonomik kriz yaşanmıştı. Bundan çıkılamamıştı. Çok önemli bir yoksulluk söz konusuydu. Böyle bir çerçeveyle baktığınız zaman da muhalefet ya da u Ben bundan en azetküenirim" diyen iktidar ortaklan böy- lece seçim karanna doğru gittiler. Ama yapı, araştır- ma bulgulan bu erken seçimin hiçbirisine yaramaya- cağını söylüyordu. - Siz ondan sonra başka bir araştırma daha yap- tmız mı? - Hayır, yapmadık. Ama süreç içerisinde yapılmış araştırmalann bulgulan var. Yani bu ne iktidar ne de muhalefet partilerine yaradı. Bundan iki parti yarar- landı. AKP'nin yararlanacağı zaten belliydi. Ikincisi de, 1999 seçimlerinde barajı aşamamış olan CHP'ydi. - İyi de CHP bundan gerçekten yararlandı mı? - Doğru bir değerlendirmeyle baktığınız zaman CHP'nin bundan ne kadar yararlandığı kuşkuludur. Türkiye'de çok daha büyük bir oy potansiyeli varken onun sadece bir kesimini alabilmiştir. - Sizce niye? - Çünkü önemli bir açılımı hiç kimse getirmiyor. - CHP'nin gerçek oypotansiyelini toparlayama- mış olmasının bir nedeni, bunca borç sarmalına ve nihayetyaz başındakiseçim ve DSP'nin bölünme- sikrizine neden olan KemalDerviş'in CHP'ye gir- miş olması olabilir mi? - Olabilir. Bunun aynntılanna bakmak lazım. Ke- mal Derviş CHP'ye birtakım şeyler kazandırmıştır; Kemal Derviş CHP'ye bir takım şeyler kaybettirmiş- tir. Ama onun ötesinde sorun şudur: Sosyal demokrasi bir tabanı gerektiren bir hareket- tir. Eğer sosyal bir taban yoksa, o taban üzerinde otu- rup gelişmiyorsa olmaz. Sosyal demokrasi bir ideolo- ji, bir dünya görüşüdür. Ve onun bir politikası vardır. Onun politikasının eyleme konulması, hayata geçme- si için de bir taban gerekir. - İyi de CHP 'nin bugünkü seçmen tabanıgerçek- ten sosyal demokrat mı? - Bugün CHP'nin seçmen tabanına baktığınız za- man çok önemli oranda sosyal demokrat politikalar- dan yararlanacak kesimlerin CHP'yi desteklemedigi- ni görüyorsunuz. CHP, daha yüksek gelirli, daha yük- sek eğitimli bir kesimin partisi olmuştur. - Yani biraz da işadamlannın partisi mi olmuş du- rumda? - Elbette o bağlamda da bütünleşmeler gündeme ge- lıyor. Böyle değerlendirdığiniz zaman sosyal demok- rat politikalarla bu yapı ne kadar örtüşür? Aydın kesim tarafindan desteklenmek elbette önem- lidir. Ama sosyal tabanı olmadan. bu çerçeveden bak- tığınız zaman sol politikalann ne olduğunun günde- me gelmesinın da irdelenmesi lazımdır. Eğer bunlar yoksa ve bunlann yerine Kemal Derviş'e dayalı bir çerçeveyi gündeme getiriyorsanız elbette bu sizin sos- yal demokrat tabanınızdan birtakım şeyler götürebi- lir; bunun karşılığında bir başka kesimden de bir şey- ler getirebilir. - Peki, ya DSP neyaptı? - Solun içerisinde önemli bir işlevi yerine getirdi. Oylannı hep solundan aldı. sağına verdi. Bu, TÜ- SES'le yaptığımız bir sürü araştırmada yıllardır gün- deme getirilmiş. yazılmış bir noktadır. DSP sürekli so- lundan aldığı oylan sağına geçirmiş bir parti niteli- ğindedir. Dolayısıyla da sohı eriten bir işlev gördü. CHP de bu çerçeveye yaklaşınca sonuç olarak kayıtlı seç- men içinde oylan gittikçe küçüldü. Oysa 196O'lı yıl- lardan itibaren bakın, hiçbir dönemde sol oylann ka- yıtlı seçmen içerisinde üçte birin altına düşmediğini görüyorsunuz. Sol oylar oynaktır. Sol seçmen dönem dönem sandık başına gitmemiştir. Bu bağlamda bir sü- rü değerlendirme söz konusudur. Yine o çerçevede be- lirli bir geleneğin izlerini görürsünüz. Ama artık o ya- pı da deforme olmuştur. Bugün yeni bir çerçeve ürü- yor. Ve bu üreyen çerçeveyi hep birlikte göreceğiz. Şu anda, üremekte olan bu çerçevenin tepki boyutunu gö- rüyoruz. - Sasıl bir tepki boyutu bu? - Birincisi, AKP'ye alabileceğinin üzerinde bir oy akmıştır. Ikincisi, iki aylıktelevizyonpropagandasıy- la yüzde 6-7 gibi bir oyun. hiçbir örgütü olmayan Genç Parti'ye akması olağanüstü bir değerlendirme konusu olarak ele alınmalıdır. Seçime katılma zorun- luluğu olmasına karşın sandık başına gitmeyenlerin ve geçersiz oylann toplamının yüzde 25 olması çok dikkat çekicidir. Bu, 1983'ten bu yana bu bağlamda- ki en yüksek orandır. Bütün bunlara ek olarak da bu seçim sistemiyle sadece kayıtlı seçmenin yüzde 40'ının oyuyla bir hüİcümetin değerlendirilmesinin gündeme geliyor oluşu da üzerinde çok ciddi biçimde düşünül- mesi gereken bir noktadır. Şu anda ben kendi adıma konuşuyorum. Ben bunun kısa dönemli seçim meka- nizmalannı işleteceğini düşünüyorum. Şu anda ağır- lık oylanna sahip bir hükümet, anayasayı değiştirebi- lecek çoğunluğa sahip bir Meclis var. Ama toplum- sal bağlamdaki desteği dört seçmenden birisi. - Yani dört seçmenin öbür üçü merakla gelişme- leri mi bekliyor? - Evet. Zaten dört seçmenden birisi sandık başına gitmemiş ya da geçerli oy vermemiş. Dört seçmen- den geri kalan ıkisinin oy verdiği partiler çok büyük SEZGÎN TÜZÜN 1946, İzmir-Ödemiş doğumlu, Yüksek öğreniminiAnkara'da, ODTÜsosyoloji bölümünde tamamladu Bir süre Milli Prodüktivite Merkezi'nde çalıştL Daha sonra master çalışması yaparak üniversiteye girdi, öğretim görevlisi oldu; 1983'te YOK'le birlikte üniversiteden istifa etti İstanbul'agiderek Veri- Araştırma Şirketi'ni kurdu. O tarihten beri araştırma işiyle uğraşıyor. Bazı üniversitelerde araştırma teknikleri ve yöntemleri dersi veriyor. jH^£'"m , oranda Meclis'e girmemişler: sadece küçük bir kıs- mı girmiş. Böyle bir yapının üreteceği politikalar eğer toplumla uzlaşmayı seçmezse çok hızlı bir biçimde yeni çelişkıleri gündeme getirecek ve kaçınılmaz ola- rak seçim. seçim mekanizmalanyla bu yapının otur- ması süreci başlayacaktır. Bu seçim sistemi eşitsizlik- ler üzerine kurulu bir sistemdir. Oysa biz bu süreçte toplumsal uzlaşmayı. dayanışmayı. birlikte üretmeyi hayata geçirmek, bunu başarmak zorundayız. Bunu yapamazsak gidebileceğimiz hiçbir yer yok. Türkiye böyle bir kısırdöngünün içine girmiş durumda. Üste- lik çok da önemli ekonomik bir darboğazın içinde... Bütün toplum kesimleri ekonomik olarak dibe vurmuş durumdalar. Bundan çıkmaran yolunu üretmek zorun- dadırlar. Bu da bana. konsensus sağlanmadan pek de olanaklı görünmüyor. - Sizce bu hükümet toplum katmanlan arasında- ki iplerigerer mi? Yoksa bir uzlaşma, banş havası yaratabilir mi? - Aslında AKP'nin önemli bir avantajı var. Çünkü bütün toplum katmanlanndan oy almış durumda. Ama. "Nasdsa ben bunlann desteğjni aldım. Nasılsa ben bunlann birinci partishim" kavramlaştırmasıy- la yaklaşırlarsa. dayatmacı bir politikayı gündeme ge- tirirlerse bu tavır çatışma üretecektir. Toplum. çatışma üretmeden yumuşak bir geçiş sü- recini üretecek çabalan gündeme getirirse o zaman da bunun politikaya yansıması gerekır. Politikaya yansı- ması sadece söylence olmakla kalmamalı. uygulama- ya geçmehdir. Oysa, esas olarak AKP'nin üreteceği politikalann temelinde esnaf ve zanaatkâra yönelik bir yaklaşım vardır. Yani küçük üretime yönelik olan bir politika çerçevesi büyük açılımlar getiremez. Çalışan- lara yönelik politikalar çok önemli, ama bunun ipuç- lan pek yok. Ipuçlannı gördüğümüz zaman belki da- ha sağlıklı birtakım değerlendirmeleryapabiunz. Ama birtakım Islamı toplumlarla bütünleşme çerçev esin- de kavramlaştuTnalan gundeme getirmeyi deneye- ceklerini sanmıyorum. - \eden? MNP, MSP, RP, FP ve SP dönemlerin- de de bu yapümadı mı? - Çünkü öyle bir denemeye girme açısından Türki- ye'nin konumu ve bugünkü koşullan hiç uygun de- ğil. Bunu yaparlarsa çok önemli sorunlar üretirler ve kendilerini bir sürü olanaktan soyutlarlar. Belki de bunun farkında olduklan için Avrupa'yla bütünleşme sürecine, eskiye göre daha bir farklı bakar konumda- lar. Uzun vadell politikalar - Zaten Tayyip Erdoğan, partisi hükümet olur ol- maz Avrupa'yı dolaşmaya çıkmadı mı? - Aynen öyle oldu. Buradaki dengeler çok önemli. Tabii ki AB de bu süreci gözleyecektir. Bu gözleme- si çerçevesinde aldığı kararlan adım adım uygulama- ya sokacaktır. Bir yandan da hızlanan bir süreci gö- receğimizi sanmıyorum. Türkiye'nin önüne daha uzun vadeli politikalar koyacaklardır. Şimdı. AKP'nin tek başına hükümet olması Avrupalılan tedirgın etmış olabilir ama buna karşılık o tedirginliği azaltan öğe- ler de var. MSP, FP gibi daha din ağırlıklı değıl AKP. Burada yeni biryapı oluştu. tşte. bu yeni yapının kim- liğinin üreme sürecini gözlemek istiyorlar. Çünkü AKP'nin nereye kayacağını şu anda net bir biçimde söyleme şansına sahip değilim. Bu süreçte liderlerin tavnnda çok önemli iki tane farklı yaklaşım var. Bi- rincisi şu: Görüntüsel olarak kavgacı olmayan. uyum- lu, iletişim kurabilir, iletişimle sorunlan çözmeye aday lider ımajı vermeye çahşıyorlar. Ikincisi de şu: Dış dünyaya açık bir görüntü vermek istiyorlar. Oysa geçmişte bu bağlamda ne politika ürettikleri önemli. Bu bağlamda baktığuuz zaman bu- nun yanıtmı onun içinde görebiliyorsunuz. Yani yok. - Peki, şimdi bu bağlamda politikaları var mı? - Şimdi de yok. Ama dış dünyaya giderek, hızla dış görüşmeleri yaygınlaştırarak, genişleterek. çerçevesi- ni büyüterek acaba yeni bir açılım arayabilirler, bula- bilirler mi? Bence parlamentoya giren her iki siyasi parti de bu bağlamda hiç hazırlıklı değiller. tkisi de buraya politika üreterek gelmediler. Ana sorun bu. Şim- diyse politika üretmek zorundalar. - Peki, nasıl üretecekler? -Nasıl üreteceklerini göreceğiz. - Siz Veri-Araştırma olarak ilkini 2000 yılmda yaptığiMZ 'VERİ-SGT: Kentsel Türkiye'de Statü- Gelir ve TükeûmAraştırmalan "nın ikincisini de ta- mamladınız, Ekonomik kriz öncesi ve sonrasında- ki gelir dağılımı farklılaşmalannı yansıtan ve kriz öncesiyie sonrasını değerlendiren bu çalışmamzın sonuç bulgulannı açıklar mısınız? - Biz Ven Araştırma olarak uzun süredir Türkiye'de yeni bir araştırma anlayışını yerleştirmeye uğraşıyo- ruz. Bunun bir kanıhnı. belgesini ortaya koymaya ça- lıştık. Araştırma belirli ilkelerle yapılmak durumun- dadır. Bütün bunlan gündeme getirerek de açık ve net olarak ortaya koymak zorundadır. Bir de "VERt- SGT; Kentsel Türkhe'de Statû-Geürve Tüketim Araş- ünnalan'"nın patent hakkını aldık. Biz bunu her iki yılda bir yeniliyoruz. Böylece de kentsel Türkiye "de- ki değişim görüntüsünü ve bunun gittiği yönü. ilişki- ler sistematiğini, gelir paylaşımını. statü oluşumunu. tüketim davTanışlannı irdelemeye çalışıyoruz. Yani. bu çok kapsamlı, sadece alandan veri değerlendirme- siyle üç ay süren bir araştırma. Biz burada, Türkiye 'nin belirli noktadaki fotoğrafını çekip, zaman içinde bu fotoğraflan karşılaştırmayı ve o döneme ilişkin bir Tü- kiye belgeselini uzun enmli olarak oluşrurmanm ilk adımlannı attık. Bu araştırmayı tamamıyla kendi ola- naklanmızla finanse ettik. Bu bir gelir araştırması de- ğil. Ama bu araştırma kentsel Türkiye"deki geliri ve dağılımını da araştrrmaya katılanlann beyanından ha- reketle ölçmeye ve irdelemeye çalışıyor. 'Kriz metropolleri vurdu' - Bu irdelemeyiyaptığınızda karşınıza çok il- ginç birtakım bulguların çıktığına hiç kuşku yoktur sanıntn... -Evet, öyle oldu. 2001 krizi Türkiye'de daha çok üst toplumsal kesimleri vurmuş olabilir. Yani bu. karşımıza daha çok metropolleri vuran bir kriz ola- rak çıktı. 2001 krizinin aynca 1994 krizinden farklı ol- duğu da anlaşıldı. - A'ası/farklüıklar gördünüz? - Şöyle: 1994'te gelir dağılımı eşitsizliği çok önemli noktalara tırmanmıştı. 1994. gelir dağılunının en eşitsiz olduğu noktadm 2001 yılı ise 1994'e gö- re gelir dağılımında iyileştirilmiş bir yapıyı gün- deme getiriyor. Çünkü öncelikle kayba uğrayan- lar üstgelir gruplan. Daha fazla oranda üstgelir grup- lan bu krizde kayba uğradı. - İyi de, altgelir gruplan kaybetmedi mi? - Hayır, altgelir gruplan da kaybetmedi değil; yanlış anlaşılmasın. Ne yazık ki Türkiye'de gelir dağılımı eşitsizliğine doğru giden süreç Türki- ye'nin yoksullaşmasıyla gündeme geldi. Bu da son derece ters bir yapı. Bu araştırma bunu belgeleyen bir çerçeveyi or- taya koydu. Bu çarpık yapuıın içerisinde o kadar ilginç birtakım noktalar var ki... Çok aynntıh ola- rak irdelenmesi. üzerinde çok uzun uzun düşünül- mesi gerekiyor. Türkiye'de böyle bir yoksullaşma sürecinde cep telefonu kullanımı akıl almaz bo- yutlarda artmış. Anlaşılır bir olay değil. İnsanlar, hane harcamasını gelir kaybından daha büyük oranda kısıyor, ama buna karşılık yeni aluıan cep telefonu oranı yüzde 30'lann üzerine çıkıyor. Bu araştırma bir başka noktayı daha ortaya koydu. Ekonoml bellrledl - Neydi o? -Kentlerde yaşayan her iki haneden birisinin alt toplumsal kesimi oluşturduğunu ortaya koydu. Üst toplumsal kesim ise kentte yüzde sekize düş- müş durumda. Bunun yüzde 1.5'i en üst toplum- sal kesim ve bu kadar küçülmüş bir çerçeveyi gündeme getiriyor. Yani toplum üstten basılmış, alta doğru genişleyen biryapıya bürünmüş. Bu da son derece çarpık bir mekanizma. Dolayısıyla da orta sınıflar giderek yok oluyor: altta ise olağa- nüstü bir büyüme gündemde. Yıllık kullanılabi- lir gelir bağlamında da bin dolar civannda dola- şan çok büyük bir insan kitlesi karşımıza çıkıyor. - Yaniseçim sonuçlan da bu gelir dağılımı eşit- sizliği ve adeta ekonomik faciaya mı bağlı? -Evet. Bir önceki hükümet bu mekanizmayı kav- rayamadığı için yerle yeksan oldu. Eğer bu me- kanizmayı kavrasaydı, onun önlemlerini alan po- litikalan üretme çabası içine girmiş olsaydı tepki bu boyutta ohnayacaktı. Türkiye'de tepkinin biçimi böyle gerçekleşti. Iş- te, bu noktada biz bu araştumayı yaptık. - İyi de, hep televole ekonomistlerinin sözie- ri dinlenmedi mi? İşi bilen ekonomistieri kim alıp sattı, söyler misiniz? Üstelik ülkede ekono- mi bilen ekonomist kalmamış gibi bir de bunu ithal etmedik mi? -Öncelikle şunu söyleyeyim: Ben ekonomist değil, sosyoloğum. Ekonomik çözümlemelerle yanıt vermiyonım. Temel olarak yapmaya çalışuğun. Türkiye'nin bu fotoğrafını çe- kip işadammın, politikacının, öğretim üyesinin, ga- zetecinin, hepsinin önüne koyup tartışmamn gün- demini tanımlamaya çalışıyorum. - Peki, sizce böyle bir tartışma ortamı var mı? - Bunu söylemek çok zor. Çünkü araştırmala- nn aleyhinde ve lehinde bol bol laf ediliyor. Ve ortalıkta da bir sürü araştırma uçuşuyor. Araştırmanın kullanıcısı bu araştırmanın kimin için, nasıl, hangi modelle yapıldığını. örneklem planının ne olduğunu, hangi sorulann sorulduğu- nu, hangi kitleden veri derlendiğini bilmiyorsa o araştırmayı değerlendirme şansına sahip değildir. Asluıda basınm ya da kullanıcılannın buna araş- tırma dememeleri gerekiyor. Oysa biz, Türkiye'de X sayıda kişiye örneğin sekiz soru sorulmuş her şeye araştırma diyoruz. Bu neyi yansıtıyor. neyi yansıtmıyor, bütün bu ir- delemeleri göz ardı ederek araştuma bulgulan, diye birtakım şeyleri yayımlıyoruz. Araştuma- larda hata da yapılır. Ama bütün bunlann hepsinin genel bir çerçe- vesi, modeli vardır. Oturup üzerinde tekrar tekrar çalışabilirsiniz. Yani araştırmalar yinelenebilir; kontrol edilebilir. Bunlann yapılmadığı şeylere araştuma derse- niz araştırmalan yerle yeksan edersiniz. Aslında, bu bağlamda da güveni yok edersiniz. Oysa araş- tırmalar gerçeklerin saptanması bağlamında çok önemli araçlardır. Yeter ki bunlar doğru kullanıl- sın, neyin ne olduğu bilinsin. - Yani araştırmayı kullanan araştırmaadan hesap sormalı mı? - Tabii. "Sen bu araşnrmayı nasıl yaptm?" so- rusu sorulmalı. Türkiye'de bu soru sorulmuyor. Çünkü aıaştırınayı yapan da, kullanan da onun araş- tınna olup olmadığıyla ilgilenmiyor. Ana sorun da buradan kaynaklanıyor. Birtakun tartışmalar- la şimdi sorun bir başka boyuta taşınıyor. Sağlık- lı araştuma yapabilmek için çok büyük kuruluş- lar olmak gerekiyormuş. Böyle kavTamlaşmalar üretilmeye başlandı. Bu da tekelleşmenin bir baş- ka boyutu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle