23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
«4 AĞUSTOS 2001 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA ROPORTAJ Terhan Şensoy 'Kalemimin Sapını Gülle Donattım' kitabında tiyatroyla geçen 30 yıhnı anlatıyor ÇılgmTığm dibi yokturIMELTEMKERRAR "Sen! Sen! Sen! Sizferyazar olacaksınız,buişin peşini bırakmayın-. Çok okuyun! Günlüktutun mollalar!" Ferhan Şensoy'un Galatasaray'da sı- nıfa girdiğı ilk günden, yıllanmış edebiyat ki- taplannı kaldırtıp yerini Sait Faik külliyatıyla dolduran edebiyat öğretmeni TalrirAlangu, son- rasını çok önceden görerek seslenmiş onlara. Şensoy, Alangu'nun parmakla gösterdiğinde, utanarak önüne bakan. yüzü kızaran bu küçük çocuklann, Nedim GürseL, Setim Üeri, Mahir Şaıd, Engin Ardıç, tzzet Yasar ve kendisi oldu- ğunu söylüyor anılannı yazdığı 'Kalemimin Sa- pını Gülle Donatnm'ta Sanatçı kitabında Galatasaray Lisesi sınavla- nna girmek için Çarşamba'dan küçücük bir ço- cukken kalkıp geldiği Istanbul anılannı anlatır- ken 30 yılı geride bıraktıktan sonra yarattığı 'Ferhangi' dilini devam ettiriyor. "Kendineöz- gü bir dil yaratmak, ıkınarak, benim de özgün bir dilini olsun diye çabalayarak edinilen bir şey dcğil. kendiminkinin nasıl geliştiğinin farkında değilim. Yeni kitabımda da söylediğim gibi: Ben Boris Vlan'ıçoketkisiııde kaldığınu öğrendikten sonra okumaya başladım." Kıtabın devamı da yakında gelecek ama Şensoy yalnızca bununla uğraşmıyor, iki oyun üzerinde çalışıyor, öykü- deneme türûnde başka bir kitap da sırada bek- leyenler arasmda. "Turnedenyenidöndüm.Çok kuluçka bir dönemdeyim, hangi yumurta önce çadayacak. yumurtadan ne çıkacak büemiyo- rumT - 20 yılı aşkın bir süredir espri ûretiyor, espri saüyorsunuz-KimioyunlannıayTnarcakapah^- şe oynadınız, kimUeri seyircisini bulamadı. Türk insanının nasıl bir mizah anlayışı var sizce? ŞENSOY - 21 yıldır Ortaoyuncular için üre- tiyorum, çömezliğim hesaba katıhrsa 30 yıl di- yebiliriz. Ortaoyuncular kuruluşundan bu yana geniş yelpazeli birçok sesli tiyatroyu benimse- miş ve uygulamıştır. Kimi kapalı gişe giden oyunlar, açık gişeli oyunlan sırtında taşımıştır. Bu bizim bilinçli bir seçimimizdir. Haftada beş değişik oyun sergileyen bir tiyatronun beş oyu- nu birbirinden farklı değilse her gün başka oyun oynamanın ne gereği var? 'Şahlan da Viırur- lar'm yanında Arbuzov. 'Hayrola Karyola'nm yanında Aristophanes. 'Istanbul'u SaOyo- rum'un yanında Karl Valentin, Pierre-Henri Ca- mi, Anca Visdei izleyicimize sunduğumuz şık- hklardır.. Türk insanının mizah anlayışı yalın ve kestir- me, ancak dolambaçh mizaha da kapalı değil, nasıl sunulduğuna bağlı... - Dümbûllü, Münir Özkıü, Ayfer Feray, Zeki Alasya, Metin Akpınar gibi isimleri ustalannız olarak görüyorsunuz. Bu isimlerin hepsi de ken- di dilkrini ohışturabilmiş kuşaklar aynı zaman- da. Bu anlamda sizden sonra gelen kuşağı nasıl görüyorsunuz? ŞENSOY - Adı geçen ustalar birbirinin izdü- şümü olarak farklı tiyatro biçimlerine imza at- mışlar. ustalannın taklidi olmamışlardrr. Onlar- dan sonra gelen olarak hepsinden etkilendim, beslendim. Yalnız onlardan değil, Brecht'ten, Beckett'ten, günümüz çağdaş tiyatro akımlann- dan da feyz aldım. kendim ettiğim bir takımla da özgün bir biçim ve söyleme ulaştım, ki bu söylem ve biçim de yirmi bir yıldır devinerek, değişerek çizgisini geliştirmektedir. Ardımdan gelen kuşakta, bizim 1980'lerde yaptığımız ti- yatroyu taklit edenlerin yanı sıra yeni ve iyi şey- ler yapanlar da var ve fakat yaptıklan iyi şeyler yeni değil. yeni şeyler iyi değil! - Stand-up küttürünün giderek yaygnüaşma- sıyla farkb bir gülme anlayışı oluştuğunu düşü- nüyür mıısunuz? 'Güleriz, ağlanacak halimize' deyiminden yola çıkarsak ashnda nekre güldü- ğümüz biraz da toplumun nerede olduğunu gös- termiyor rou? ŞENSOY - Çocukken babamın gençliğinde alıp ciltlettirdiği 'Mizah' ve 'Karikatür' dergi- lerinı okur, gülünsün diye yazılmış ve çizilmiş bu şeylerin çoğuna gülemezdim. Küçüğüm, ki- mi şeyleri anlamıyorum, diye düşünürdüm. Bü- yüyünce aynı dergileri kanştırıp bunlarda gülü- necek bir şey olmadığım keşfettim. Gün geçtik- çe gülmece anlayışı değişiyor. yenileniyor, baş- ka biçimlere ulaşıyor. Günümüzde daha tuhaf bir gülmece anlayışı var. 'uçara-kaçara' gül- mekten hoşlanan yepyeni bir F-tipi internet gençhğiyle karşı karşıyayız. Bu duruma gülme- cenin gelişmiş bir evresi değil de kültürsüz bir maratonu sürdüren sudan çıkmış kuşağın gül- Gazeteye değmeden okuma yöntemlerigeliştirdim! - "Karadeniz'de herkes silahla gezerdL Bir benim silahım yoktu. Ben de kalemimi silah olarak düşündüm" diyorsunuz. Bugün gazetelerde kocaman sütunlan kaplayan köşe yazariannın silabJannı iyi kullandığını düşünüyor musunuz? ŞENSOY - Genellikle kalemlerinin bir silah olduğunun bilincinde olmadıklannı düşünüyorum. Üstelik o kadar çok köşe yazan var ki, hangi köşeden ne gibi bir feyz alacağımızı şaşırmış durumdayız. Çoğu o gün o köşeyi doldurmanıntelaşmda. Üstelik gazete okuyan değil de resmine bakan bir millet olduğumuz için bu köşe yazariannın büyük bir boTümü okunmamakta. - Gazete okuyor musunuz? 'Ferhangişejler'de söyleme nrsatuıı bulabinyorsunuz belki ama, gazeteleri açtığmızda sizi en çok kızdıran şeyler neler oluyor? ŞENSOY - Okuyorum. Ancak içinde okunacak bir şey olmayan gazeteleri sadece 'Ferhangi Şeyler' oynadığım günler ahyorum. Gazeteleri okurken beni en sinirlendiren şey ellerimin kömürcü çırağı gibi simsiyah olması, artık gazeteye değmeden okuma yöntemleri geliştirdim. Başka sinirlendiğim bir konu haber niteliği olamayacak, yansı uyduruk şeylerin birinci sayfadan sunulması ve çok önemli haberleri kimi arka sayfalarda büyüteçle aramak zorunda kalışım. meceyi yozlaştırması. kendi sahasına çekmesı ve hiçbir zihinsel deplasmana çıkmadan kendi sahasında top çevirmesi olarak görüyor ve en- dişe verici buluyorum. Çabuk tüketilen ve ucuz bir mizah anlayışı giderek daha egemen oluyor. Kültüre. etliye ve sütlüye bulaşmadan kendi ara- lannda eğlenmek ısteyen bir gürııh \ar. -EsprüerinizdecinseOğiher zamankuDamyor- sunuz. Bu. kimi zaman kolay yoldan izleykiyi tavlamayı getirebiür ama işin dozaju işi zeki bir yanından yakalamak çok önemli sanınm. ŞENSOY - Cinsellik Karagöz'de de. Ortaoyu- nu'nda da. Nasrettin Hoca'da da var. Dünya mı- zahmda da hayatımızın önemli bir parçası ola- rak yerini almıştır. Aslolan müstehcenliğe düş- memektir. Dünyada buna da başkaldınp müs- tehcenlik kavramını tanımayanlar da var. Ben müstehcen ve kerih olmamaya özen gösteririm. Bıçak sırtında bir konudur ve bizim için ölçü iz- leyicıdir. Izleyici gülüyorsa müstehcen değil- dir, eğer salonu buz kesiyorsa müstehcendır. Ancak. izleyicinin alkışladığı bir espriyi de müs- tehcen ve çok ayıp bulan sağda park etmiş be- yinli tipler de vardır. - Gemi tiyatro örneğmde olduğu gibi. farklı Ukler sizden geldi hep, hâlâ yapmak istediğiniz çılgınhklar olmalu. ŞENSO\' - Çılgınhklann dibi yoktur. Hiçbir sanatçı için yanşın bitiş noktası düşünülemez. Her sanatçının ardında yapmak isteyip de ger- çekleştiremediği düşler kalmıştır. Benim de her gün sıvazlayıp beslediğim çılgınlıklanm var, ör- neğın bunlardan biri: Sınavla izleyici kabul e- den bir tiyatro! - Eşiniz.çoeuklannız, arnkbir aiktiyatrosuol- dunuz bir anlamda. Bu nasıl bir duygu? İşiniz- de çok disiplinli olduğunuz biHıüyor, evde de bir anlamda rol değiştirmiş bir iş arkadaşınız var.. ŞENSOY - Tiyatroda yazar-yönetmen-oyun- cu Ferhan'ım. Evde çocuklanmın arkadaşı sıra dışı bir babayım. Evde iş konuşmuyor değiliz a- ma ikisini birbirinden oldukça ayırmış bir aile yapımız var. - Son kitabınızda kendi tarihinizi yaayor. ço- cukluğunuzun ilkyulanndan konservatuvar yü- lanna dek uzamyorsunuz. O kadar çok anınız var Id, sanki hiçbirşe> i unutmamış ve hepsiniye- niden yaşamışsınız gibi~ ŞENSOY - 'Kalemimin Sapuu Gülle Donat- tım'. özgeçmişsel romanundaki aynntı zengin- Kahramanlan medya türetiyor - Toplum olarak sürekli bir kahraman/kurtancı arayışı içindeyiz. Kemal Derviş'i de önce böyle karşıladı toplum. Medyanm da genel tavn biraz böyle değil mi sizce? Geriye dönüp baktığımızda bugün yerden yere vurulaıüar, bir zamanlar kahraman olarak gösterihnemiş miydi? ŞENSOY - Eskiden beri kendi kendinı kurtarmayı değil de birinin bizi kurtarmasını bekleyen bir milletiz. Efsaneleştirmeyi, kahramanlaştırmayı seviyoruz. Osmanh'ya kök söktüren, onu bunu dilim dilim İcesen, halka eziyet eden, memleketi uğruna hiçbir kahramanlığı bulunmayan Çakırcalı Mehmet Efe'yi de kahramanlanmız arasında sayabiliyoruz. Günümüzde kahramanlan medya türetiyor ve sonra yeTden yere vuruyor. Kemal Derviş'in o gün ne renk şortla yürüdüğünden bana ne? Kansının saç modelınden kime ne? Oğlunun DJ olmasının ne önemi var? Artık soyadı Derviş olmayan eski kansını bir barda fotograflayıp "Bayan Derviş eğteniyor!" salak haberinin kime ne yaran olabilir? • Türkrye'de 'kadınlann sevdiği poütikacılar' var bir de. Bir zamanlar Mesut Yümaz'a poiitikanın jönü dediler örneğin» Derviş'i de kaduılar daha çok seviyor gibi. ŞENSOY -Bilemiyorum. Örneğin kadın politikacılardan âşık olduğum yok. Siyaset adamlannı sinema oyuncusu gibi değerlendinp beğenmemiz saçma. Onlan yaptıklan işlerle değerlendirmemiz gerekir. - Kriz döneminde herkes çok özgün(!) çözüm önerileri üretmeye başladı. Her konuda konuşabilme özelliği Türk insanıaa.özel bir durum herhalde. Futbol. ekonomi, siyaset.^ Bu kadar çok şey bilirken çözümeulaşürabildiğimiz neden çok az şey v^r? ŞENSOY - Çok iyi bıliyor değiliz, bildiğimizi sanıyoruz. Örneğin "Ne iş olsa yapanm ağbi!" cümlesini Batı dillerine çevirmek olanaksızdır. Çevrildiğinde bir anlamı olmaz. Herkesin yapmayı bildiği bir tane işi olabilir. hadi diyelim birbiriyle akraba iki iş. ama birinin bütün işleri biliyor ve yapmaya aday olması çok renkli Türkçe. bize özgün. özel salak bir durum. "Ne iş olsa yapanm ağbi" tümcesi mikroskopla incelendığınde, tipin hiçbir işi yapmayı bilmediği su yüzüne çıkar. liği günlük tutmama neden oldu, bu güzel alış- kanlığı Tahir Alangu'ya borçluyum. Hayatımın 24 yıhnı anlatan bu birinci cildi oluşturan gün- lüğüm kitaptan çok kalm. Kimi şeyleri ikinci ve üçüncü cildin geri dönüşleri olarak sakladım, bu kitapta kullanmadım. Bu günlük tutma disipli- nim yüzünden denilebilir ki ikinci ve üçüncü ciltler de o defterlerde mevcut. Imbikten geçi- rilip temize çekilmesi gerekiyor. - KHabın devamı nasıl olacak ve ne zaman ge- lecek? ŞENSOY - Kitabın devamı, yani ikinci cilt 1975-1980 arasında, Ortaoyuncular'ı kuruluşu- na kadar olan dönemde, değişiktiyatrolarda ça- hştığım ve bu arada var olmak için yaptığım iş- ler dönemini anlatı- yor Bu kış başına oturacağım, ne zaman biter bilemem. GÖRÜŞ Başörtüsü üzerine peruk öğrenci hareketi o - Galatasaray yıllanıuzda öğretme- omiz Tahir Aiangu'nun derslerinde uyguladığı anarşist tavır sizi edebiya- ta bağjayan ilk ve belki de en önemli şey ohnuş. Bugünkü eğitim sistemiyie karşüaştırdığımzda Alangu gibi ep- timciteri bulmakçokzorM .Tektip, ko- mamızda sizce ezberci eğMmin de et- kLsiyokmu? ŞENSOY - Tahir Alangu özel bir adamdı. Bu benim hayattaki şansla- nmdan biriydi. O bize Sait Fafik oku- turken yan sınıfta başka bir edebiyat öğretmeni "ınefailün failün" diye cet- vel sallıyordu. Kendi zamanı içinde de az bulunur bir egitimci ve bir ede- biyat otoritesiydi Alangu. Tarhşmaya kapalı, ezberci eğitim, bence eğitim bile saytlmaz, çünkübuyöntemdeöğ- renilen, algılanan bir şey yoktur, son- radan beynin süip atacağı şeylerle bel- lek dolduruluyor, zaman içinde bellek bunlan silip atıyor, bomboşbirbellek- le, sıfir kilometrede gıcır bir beyinle olaylann karşısmda kahmyor, elde diplomalarla. Okullan öğrenmek için değil, bir an Önce ve bir biçimde bi- ormek için okuyoruz. -Son oyununuzda da anlatoğınızgi- bi internet kürtürüyle giderek betir- ghüeşen, kuşaklar arası bir uçunım sÖzkonusu. Yenikuşak konusundabi- razkaramsarsuuz ama eskiyegöreye- niknşağmkendinidaharahatifadeet- tiğini, ne istediğmi biraz daha bildigi- ni söyleyvbuır miyiz? ŞENSOY - Ne îstediklerini biliyor- lar;hemen iş kurup zengin olmak, kö- şeyi dönmek ve Amerikan filmlerin- de görüp imrendikleri hayatı yaşa- mak! Örneğin oyuncu mu olunacak. hemen bir televizyon dizisinde bir rol kapıp tanınmak ve ünlü olmak erek- leri... Konservatuvar okumak kimse- nin aklına geîmiyor, aklma gelenin işine geîmiyor. Üstelik oyuncu arar- ken kimseye konservatuvar diploma- sı ya da belirli bir deneyim sormuyor. Televizyon dizisinde türkücü başrol- de! Geçen hafta kimsenin tanımadığı bir çocuk. bu hafta "ünlü şarkKi"... Ortada bir sorun ya da suç varsa, bu- nu bu çocuklarda aramamak gerek, işi bu hale getirenlerin başında "med- ya" geliyor. -12 Mart'ta Dev-Genç'in bikftrüe- rinidağrtaniararasırıdaydınız.Bugün- kü öğrenci hareketini nasıl değerlen- diriyorsunuz? Bugünortakbirruh ol- duğunudüşünöyor musunuz? ŞENSOY - 12 Mart Kuşa- ğı'nın öğrenci hareketi, ken- di içindeki güzel yanlışlanna T/ rağmen daha deriitoplu, ne is- tediğini bilen ve öğrenci so- nmlanndan çok ülkenin genel çıkar- lanndan söz edenbir devinimdi. Dev- Genç'te bir kurtuluş savaşı havası ve ruhu egemendi. Elbette provokasyon ve yanlış yönlendirme vardı. Günü- müz öğrenci hareketlerinin birilerinin düğmeye basmasıylakısıriç politika- mızı yönlendirmeye yönelik olarak genelde provokasyonla oluştuğunu düşünüyorum. Günümüz öğrencisi, 12 Mart döneminin öğrencisi gibi ül- ke ve dünya gerçeklerinden haberdar değil. Başörtüsü üstüne peruktakmak öğrenci hareketi oldu! MUSTAFA SONMEZ Neden Acaba?' Mümtaz Hoca Mümtaz Soysal, 1 Ağustos tarihli Hürriyet'teki köşesinde, IMF yöneticisi Deppter'in, "HerTürkön cebine 300 do/ar koyduk" savına karşılık bizim, "Tersine, IMF, her birimize daha 1500 dolar borç- lu" iddiamıza yer vermiş. Şöyle diyor Mümtaz Ho- ca, "Sönmez, Türkiye'nin kasım ve şubat krizle- riyle büyük kayıplara uğradığını, her ikisinde de ana sonımluluğun IMFile Dünya Bankası'nda ol- duğunu söylüyor. Acaba?" Hocamızın, Türkiye'ye 120 milyar dolarya da bu yıl beklenen milli gelirin yüzde 80'i büyüklüğünde- ki hasar tespitine itirazı yok. Ama iş müsebbibe ge- lince, IMF ve Dünya Bankası'na yüklenmeyi pek doğru bulmuyor, "Acaba?" diye soruyor. Neden "Acaba?" Sayın Hocam.... Bütün bu başımıza gelenlerde, sizin ifadenizle, "Ülkeyi muhtaç durumlara getirenlerin.. dıştakile- rin söylediği herşeyi noktası noktasına yerine ge- tirenlerin" tabii ki sorumluluğu var. Ama Nasred- din Hoca'nın dediği gibi, "Hırsızın hiç mi suçu yok?" Hatta, izninizle, ana sorumluluk tabii ki IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası odaklarda diye ıs- rar edeceğim. Bir italyan atasözü şöyle der: "Sen of olduktan sonra, keçiler bile seni yer." Kabul. Ot olduktan sonra birileri tabii ki gelip yiyip tüketecek. Ama bu kadar günahı üstlendikçe, emperyalizme her tür sömürme meşruiyetini tanımış olmuyor muyuz? Daha bir ay öncesi Telekom krizinde, IMF, kredi dilimini vermeyince, cümle teslimiyetçi güruh ağız- birliği ile şu kelamı etmediler mi: "IMF'ye biz git- tik, tabii ki onlann dediklerini yapacağız..." Başımıza gelenlerde tabii ki "iç dinamik" diye- cegimiz etkenlerin rolü var. Ama, şöyle baştan be- ri tarihimize bakalım. Hatta dünya tarihine, şu "dış dinamik"\enn rolüne de bakalım. Sömürülme, ba- ğımlı kılınma öyküsü nereden başlıyor? Sömürge- leştirilen ülkeler, sömürgecilere, gelin bizi sömür- ge yapın mı dediler? Klasik sömürgecilik demode olduğunda yeni sömürgeciliğin yöntemlerini "iç d/nam/k"tekiler, iç güçler mi dizayn etti? Çok es- kilere gitmeyelim. Bizim İkinci Savaş sonrası dün- ya ekonomisi içindeki yerimizi ve rolümüzü belir- lemede kimler etken oldu? IMF- Dünya Bankası üyeliklerimiz, ardından NATO vb. kuruluşlara katı- iımımıza kendi hür irademizle karar verdik? 1980'lere kadar izlediğimiz iç pazara dönük büyü- me, kendi başımıza inşa ettiğimiz bir birikim mo- deli miydi? Bu model tıkanınca 1970'lerin sonla- rtnda biçilen "dışa açılmacı birikim modeli" de kendi imalatımız, hatta merhum Özal'ın icadı mıy- dı? Bugünkü felaketimizi hazırlayan, "vergi alma, borç al" yanlışına kendi başımıza mı karar verdik? Yoksa IMF'si, Dünya Bankası ile bu senaryolar çi- zildi de, bize sadece oynamak mı düştü? Geletim, şu son krizlerimize... 1999 sonunda IMF ile "bir- likte" hazırlanan üç yıllık desenflasyon programı- nı kamuoyuna sunan, dönemin Merkez Bankası Başkanı nediyordu: "Siyasiirade buprogramın ar- kasındadır." Aynı şeyleri Derviş'le kriz sonrası ge- len programda da yaşamadık mı: "Siyasi irade programın arkasındadır." Ne demek bu? Siyasi irade program yapar, birilerinin yaptığının arkası- na geçmez. Ama artık Türkiye o Türkiye değildir. Artık, Türkiye'nin "iç dinamikleri" program filan yapamıyor. IMF'ye verilecek niyet mektuplannı bi- le yazamıyor. IMF ne yapılacağını yazıyor, içeride Merkez Bankası, Hazine bürokratlarına bunlan na- sıl uygulayacaklarını ezberietiyor, sonra dönüp si- yasi iradeye bunlann altına imza atın ve arkasında olduğunuzu söyleyin, diyor. Ne acıdır ki, bu kadar kaba işliyor mekanizma. Zaten "dışa açılma" adı altında yaşanan dışa saçılma ile Türkiye artık ne para politikasını, ne kur politikasını, ne de dış tica- ret politikasını belirleme gücüne sahip. Bütün bu hayati politikalan belirleme gücü "dış dinamikler"e geçmiş durumda. Stanley Fischer gelmeden ön- ce, dalgalı kur konusunda atıp tutan "iç dinamiği- miz" TUSlAD'ın, Stan'ın gelişiyle nasıl kuyruğunu kısıp köşeye oturduğu, ne kadar iç dinamigimiz kaldığını bize anlatmıyor mu? Kaldı mı sevgili hocam, programa etki eden, az ya da çok ağırlık koyan bir iç dinamik, iç güç kal- dı mı ki, krizden ve ortaya çıkan hasardan sorum- lu tutalım? Krize yol açan program tabii ki IMF'nin- dir, hasardan da tabii ki ağıriıklaonlar sorumludur. Değiller midir acaba? Koç'tan kültür-sanat şirketi • İSTANBUL (AA) - Koç Grubu'na, başta Koçbank olmak üzere grubun tüm finansal hizmet kuruluşlarına kurumsal tanıtun ve kültür-sanat konulannda hizmet verecek bir şirket katılıyor. Koçbank'tan dün yapılan yazılı açıklamada, Koç Finansal Hizmetler AŞ bünyesinde kurulacak Koç Kültür Sanat ve Tanıtım Hizmetleri AŞ'nin Genel Müdürlüğü'ne Özalp Birol'un getirileceği kaydedildi. Açıklamada. Birol'un en son Yapı Kredi Bankası'nda Reklam ve Halkla tlişkiler Direktörlüğü ve Yapı Kredi Kültür Sanat Yaymcıhk AŞ Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinde bulunduğu belirtildi. EniyMOsenaryo • Haber Merkezi - ABD'deki Yazarlar Demeği, ülkede şimdiye kadar yazılmış en iyi 10 senaryoyu belirledi. En iyi 10 senaryo şöyle: Citizen Kane (1941), Casablanca (1942), The Godfather 1 (1972), Chinatovm (1974), All About Eve (1950), Some Like It Hot (1959), Sunset Boulevard (1950), Annie Hall (1977), The Graduate (1967), The Godfather 2 (1974). Prens Charles attan düştü • Haber Merkezi - Galler Prensi Charles'ın, polo oynarken attan düştüğü ve hastaneye kaldınldığı bildirildi. St. James Sarayı sözcüsü yaptığı açıklamada, 52 yaşındaki prensin kemiklerinden herhangi birinin kınk olup olmadığmın henüz belli olmadığım, hastane raporlannın beklendiğini kaydetti. Kazamn, hayır amacıyla oynanan oyunun ikinci yansında meydana geldiği ve Prens Charles'ın oğullan William ve Harry'nin de babalannm takımında olduklan belirtildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle