23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 NİSAN 2001 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab@cumhuriyet.com.tr Bir başkadır bizim oralar Farkh bir şeyler var bizim oralarda. Ne zaman bir Romanyalı, bir Bulgar, bir Arnavut'a rastlasam, iki çiftlafetsek, kendi başıma kaldığtmda seviniyorum, bir sıcaklık kaplıyor içimi, sıcacık güneş gıbı. Bizim insarumızın • gözleri bir başka bakıyor, el kol hareketleri, mimikleri bir başka, ortak bir şeyleri paylaştığımız belli, ortak bir coğrafyayı paylaşüğımız kesin, bir zamanlar ve şimdi de burada. En son bir Romanyalı göçmenin hikâyesini dinledim. Ev başka diyor, döneceğim. 6 yüdır buradasın diyorum, dönmemişsin. Gözleri acılanıyor, uzun değil mi, diyor. Nasıl sizin memlekette durumlar diyor. Ekonomi kötü diyorum, siyasal istikrar yok diyorum. Bizde de aynı diyor. Ama ev, bizim ev diyor, yuvaya döneceğim. Neden bu kadar bir fark var, burada göçmen olmanın verdiği bir yakınlık mı onlan diğerlerinden ayıran, yoksa bizim oralardan bir tat, bir koku mu alıyorum seslerinden, yüzlerinden. Bir Kanadalıile paylaşamadığım şeyler olduğunu biliyorum. Geçenlerde rastlaştığım Suriyeli hanım aklına dolrna yemeğini getirmeye çalışıyor, kıvraruyordu heyecandan. Seninle göz kontağı kuruyor, elini dokunurcasına uzarıyor, kâh dokunuyor, kâh havada bir tatlı kavis çiziyor eli, teğet geçerek seni. tsminin anlamını söylüyor önce, Tûrkçe karşılığmı söylüyor ardmdan, ne kadar yakın oldugumuzu anlatmaya çalışıyor. Ispanyol garsonu gördüğümde de aynı sıcaklığı hissetmiştim. Pizzadaki bir şeyi anlamadığımda neredensin diye sormuştu. Galatasaray-Real Madrid maçını ondan duyduk. Haftaya maçtan sonra buradayız dedik. 0nun da elleri kollan bir başkaydı, konuşuyorlardı kendi dillerince. Önceki haftalarda yine aynı yerde bize mönüyü uzatan bu sefer bir Macardı, onunla da garsonmüşteri ilişkisinin dışına taşmışök, neydi bizi konuşturan hanriayamıyorum, ya bir söyleyiş biçimi, bir ortak sözcük yahut başka bir benzerlik. Nereleri gezdiğinden, ne işler yaptığmdan, ne kadardır burada olduğundan bahsettı. Şimdi de aklıma Sırp bilgisayar satıcısı geldi. Sırp olduğunu söylediğinde hafıfçe ürperdiğimi iriraf etmeliyim, fakat yine bir dost ile konuşmuş hissetmiştim kendimi. Işte bir tane daha size, birkaç Tûrk bir kafede oturmuş konuşuyoruz. Yaşlıca bir amca yanımıza geliyor, konuştuğunuz hangi dil diye soruyor ve başlıyor sohbet. Bu amca Bulgar. Demem o ki, bizim oralann güneşi farklı, toprağı farklı, balığı farklı, ama insanı daha bir farklı, kendini belli eden bir şeyleri var. öyle hissediyorum ki, yanımdan yüzlerce insan geçse, tanınm bizdmkileri gözünden, elinden. Kanada bir göçmenler ülkesi, 35 milyon nüfusunun beşte biri göçmen. Gelenlerin büyük kısmı da şaşılacak şey ki Avrupalı: Ahnan, Italyan, Polonyalı, eski Doğu Bloku ülkeleri, Ispanyol, Portekiz, Hollandalı. Hindistan, Çin gibi büyük yüzdeleri oluşturan uluslanda unutmayalım. Büyük gruplann kendi yaşam biçünlerini, geleneklerini yaşatabildikleri mahalleleri var. Bu mahallelerde gezdiğinizde, kendinizi evinizde hissettiğiniz yerler yine Yunan mahallesi, Italyan mahallesi ya da Doğu Avrupalı göçmenlerin yerleştiği yerler oluyor. Fınnıyla, ara sokaklarda oynayan çocuklanyla ve akşam mahalielinin toplandığı bizim TORONTO BERNA DEMtRYOL kahvelerimize benzeyen, tek farkı kadın erkek gidilen kafeleriyle, kendinizi buralarda evde hissediyorsunuz. Cetvelle çizihnişçesine doğru, birbirini dik kesen sokaklar buralarda dönemeçler yapabiliyor sizi rahatlatırcasına. Bir ağacın dibinde bir kediye rastlıyorsunuz nadir de olsa, sokaklarda çocuk sesi duyuyorsunuz. Yahut evlerin perde aralannda, bahçelerinde yaşam belirrisi görüp tamam diyorsunuz, böyle olmalı, yaşam bir yerlerde sıcacık karşınıza çıkmalı; sesinde, gözünde, elinde, bahçesinde ya da kedisinde... Soyadının adamı bir Dışişleri BakanıBizim milli takımın Ingiliz millilerinden dört gol yiyerek yenildiği maç sonrası gazeteci arkadaşlarla birlikte Wembley'den çıkmış kalabalığın arasında ilerüyorduk. Türk oldugumuzu anlayan Ingiliz tarafforlann, bizim için o anda türettikleri espriler eşliğinde etrafımızdaki herkes kafa buluyordu bizimle. Haklannı yemiş olmayayım, düzeyli, dokunmayan sataşmalardı yapnklan. Öyle ki biz bile gülüyorduk zaman zaman. O sırada üç tngiliz genci belirdi birden. Bize dönüp "f_king şiş kebap, L.king donna kebap" diye kürrederek geçip gittiler yanımızdan. Olur böyle şeyler, bilirsiniz. Uluslar, birbirlerinin en belirgin özellikleriyle böyle alay ederler. O özelliğin olumlu olup olmamasının bir önemi yok. Belçikalılann ünlü çizgi romanı Tenten'in maceralanndan birinde rastlamıştım. Çıtkınldım bir tngiliz tipi vardı orada. "Mr. Fışen Çipos" idi adı. "Fîsh and chips" ile yani baük ve papates kızartmasıyla öylesine özdeşleşririlmişlerdir ki, kızan da kafa bulmak isteyen de tngilizlere bunu hahrlaür. Şaka maka, ne olursa olsun bunlar küçümseme amaçlı sataşmalardır, küçük çapta ırkçılık da kokarlar. Ciddi ciddi protestolarda bile buna benzer laflar edilir. Biz bir ara çok sinirlendiğimizde "makarnacuar" diye sözümona aşağılamadık mı ttalyanlan? Sırp azgınlığınm o coğrafyada yaşayan Arnavutlara yöneldiği sıralarda bir Sırp faşistinin Araavutlar için "Koyun yedüderinden koyun gibi kokuyorlar" .dediğini okumuştum gazetelerde. En ufak bir farklılık, ırkçılığın malzemesi olabilir. Yedikleriniz, içtiklenniz, giydikleriniz bile. Sadece ırkçılann değil soylu ya da sıradan kimi şahsiyetlerin de karakter ölçüleri karşısındakilerin yemek yeme biçimleri olabiliyor bazen. tkinci Meşrutiyet'in parlamenterlerine verdiği yemekten sonra AbdülhamkTin çok yakuundakilerden birine, Enver Paşa için "Şu Enver, ne kadar görgüsüz biri. Bamyadan sonra su içti" dediğini söylerler. Bir Ingiliz ırkçısuıın bir Hintli ya da Pakistanlıya yapacağı en hafif küfür "Köri kokuyorsun" demektir. Ingiliz faşistleri, dergüerinde Hintlileri ya da Pakistanlılan aşağılamak için LONDRA MUSTAFA ERDEMOL onlann çok sık yedikleri pilav ve köri üzerine fikralar türetirler. Elin faşisti nereden bilsin, Hintlilerin ya da Pakistanlıların neredeyse üzerine bir medeniyet oluşturdukları pirinci antik çağdan bu yana yetiştirdiklerini? _ _ _ _ _ _ Neyse. Vv'embley çıkışında o genç veletler her neye kızdıysalar, zaten dört gol atıp yendikleri bir takımın taraftan olan bizlere şiş kebaplı ve dönerli küfür ederek en ulusal (!) yanımıza gönderme yapıyorlardı akıllan sıra. Işte bu yüzden, Dışişleri Bakanı Robin Cook'un Işçi Partisi hükümerini, ülkeyi yabancı cennetine çevirmekle suçlayanlara karşı savunurken Bebekler cıyak ctyak... Japonlar dûn "en yfiksek sesle ağtayan bebekler''i seçtiler. Tokyo'daki Sensoji TapınağTnda yapıtan geleneksei "Ağtayan Bebek" 80bebek katıldL Yanşmada, sumo gûreşçileri bebekteri hafifçe sallayarak ya da havaya kaidırarak ağlamalannı sağhyor. Bebeği en yûksek sesle ağlatabüen sumo güreşçisi de ödül ahyor.(REUTERS) sözü ünlü Hınt yemeği "chkken tikka m2sala"ya getirmesi heyecanlandırdı beni. Cook, Ingiltere'nin çok kültürlü bir mozaik olduğunu söylemiş ve "Chkken tikka masala arnk Britanya'nm ulusal yemeğidir. Çok kültüıiûlüğümüzûn bir göstergesjdir" demış. Bu laf üzerine söylenecek çok lafım var asunda. Hani bir mutfaklan varmış da îngilizler lütfedip chicken tikka masalayı da mönülerine katmışlar sanki. Neyse ki biraz üstten de baksa Cook'un sözleri tam zamanında ve yerinde söylenmiştir. Üstelik çok da doğrudur. Milenyum kubbesinde Londra hakkında ilginç bilgilerin yer aldığı panoda okumuştum; Londra'da Hindistan'ın Bombay kentinden daha fazla Hint lokantası varmış. tngiliz ırkçısı kabul etmelidir ki kendi vatandaşı da küçümsediği Hintli ya da Pakistanh gibi köri kokmaktadır. Az daha koyun gibi de kokacaklardı. Deli dana yüzünden danayı değil koyun ve kuzuyu yemeye başlamışlardı ama koyundu, danaydı, öküzdü derken tüm hayvanlarda, başta şap ohnak üzere ciddi sağlık sorunlan baş gösterince, tngilizler de kendilerini ota, sebzeye vurdular. Gerçi îşçi Partisi taraftanyımdır ama, bu parti bir sol partide olması gereken ilkelerin çoğundan yoksun olduğu için pek de memnun değilim. Cook da tuttuğum biri sayılmaz. Ama ne yalan söyleyeyim, şu sözlerinden sonra ilkelerinin değilse de soyadının adamı olduğunu bir güzel kanıtladı. tngiltere'nin çok kültürlü bir toplum olduğunu bir Hint yemeğini örnek göstererek kanıtlamaya çalışmak, soyadı "aşçı" demek olan bir Dışişleri Bakanı'na ne kadar güzel yakışıyor, değil mi? Sosyal refahın kartpostalını biz yapsaydık... Kartpostal deyip geçmeyin. Önemlidir kartpostallar. Kimi uzaklardan, kimi zaman komşu kasabadan gelen bu küçücük karton parçası hem ön yüzündeki resım, hem de gönderenın arkasına yazdıklanyla sevindirir bizi. Kartpostallar heyecan, sevinç ve coşku ıçenrler. Kartpostal yapanlar da çok önemli ınsanlardır. Görmediğimiz bir şehri sevip sevmememiz onlann marifeödır. Kartpostal hakkında bu kadar düşünmemin nedeni, Danimarka'da süren ve medya tarafindan kartpostal savaşı adı verilen tartışma. 12 Mayıs'ta Eurovision Şarkı Yanşması Kopenhag'da yapılacak. Hazırlıklar sûrûyor. Hazııiıklardan biri de şarkı aralannda gösterilecek, kartpostal adı verilen, yarun dakikalık kısa fılmlerdeki içeriğin ne olacağı. Yanşmanın ev sahibi Danimarka Devlet Radyo ve Televizyon Kurumu bu işi bir medya şirketine havale etti. Şirket de ülkenin en önenüi ihracat ürünü olarak nitelendirdikleri "sosyal refahı" bu kartpostallarla dünyaya göstennek istedi. Kartpostallarda, sosyal refah sisteminin sunduğu olanaklar anlanlacak. Evinin önünden otobüsle alınıp ormandaki okula götürülen sırt çantalı minikler, gazete okuyan kansına ve TV izleyen çocuklanna yemek yapan KOPENHAC SADt TEKELİOĞLU önlüklü erkekler, doğal yöntemlerle yapılan ziraat, beton bloklar arasında top oynayan göçmen çocuklan, sokak aralanndaki köpek tuvalet alanlan vs. Bunlar Danimarkah turizmcileri çok kızdırdı. Onlar tarihi ve doğal güzellikleri göstererek turist çekip para kazanmak istediklerini söylediler. Ne yapacak Avrupalılar refah sistemimizi, bu işte para yok ki, dediler. Turizmcilerin kızgınlığı öyle boyutlara ulaşmış olacak ki, Tivoli Lunaparkı'nın, eski bir haber spikeri olan Halkla tlişkiler Müdiresi Benedkte Ström, "Danimarka televizyonu bu şekflde tanıünu o kadar gerekü gorüyorsa, müdürü Eurovision konuklannı evine çağınp, önlük kuşanıp, onlara kek yapsuı mutfağında" dedi. Ben bizim şarkımız başlamadan önce gösterilecek kartpostalı düsünüp korkmaya başladım. Geçen yıl tsveçüler 70 milyonluk ülkemizin alameti farikası olarak tnternet Mahir'i kullarunca nasıl bozulmuştuk. Aynı hayal kınklığuıı yaşamamak için ben bir öneride bulunmak istiyorum. Galatasaray'ın kazandığı UEFA Kupası fınal maçının penaltılannı göstersinler. TRT Danimarkalı Eurovision düzenleyicilerine bu öneride bulunsun. Hem belli olmaz kazanınz da, zira Eurovision Şarkı Yanşması finali de yanşma için üstü kapatılan Parken Stadı'nda, yani aynı sahada yapılacak. Bu arada biz de, olur da kazanırsak başımıza böyle bir kartpostal yapma derdi çıkacağıru düşünehm. Böyle kartpostallan biz üretecek olsak ülkemizin hangi sosyal refah özelliklerini öne çıkarmak isterdik acaba? e-posta:msadi@mobilixnet.dk Her şey değişecek...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle