18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7 EKİM 2001 PAZAR 12 PAZAR KONUGU Yıldız Teknik Üniversitesi Rektör Danışmanı Prof. Dr. Sümer Giirel üniversiteleri değerlendirdi: ÖYÖK çökme aşamasında 'Bilimsel araştırma yapılmalı' - Türk insanı, aile içi eğitim nedeniyle devlete hep baba gözüyle bakıp her şeyi ondan beklemedi mi? Buna üniversite hocalan da dahil değil mi? Bu nedenle Türk insanı acaba yurttaşlık bilincini çok mu geç yakaladı? - Bu, ilkesel olarak çok doğnı. Ama burada benim şöyle bir argûmanım var. Üniversitenin tanımım demin yaptık. O üniversite eli sopalı devlet babayla halkın arasında bir entelektüel kurum olarak sizin tarif ettiğiniz işlevi yüklenemedi. Biz niye halkı evrimsel bir demokrasiye doğru kışkırtmadık? Ben silahh kışkırtmadan fîlan söz etmiyorum. Bİ2 halkı niye eğitmedik? Halka vatandaşlık haklarını aynntısıyla öğretebilseydik bu olmazdı. Tabii ki bu silahla olmayacaktı. oy tehdidiyle olacaktı. Batı bunu yapmıyor mu? Batı'da katılımcıhk öyle ki, en ufak bir şey olunca halk hemen sokaklara çıkıyor, hakkını anyor; sonuç da alıyor. "Bunu yapmazsan bir daha sefer benden oy alamazsm" diyor. Bizim halk, bu hakkını kullanmayı öğrendiği zaman Tûrkiye'de pek çok şey degişir. Işte üniversitenin vebali, dediğim bir nokta da bu. Hatta bu bağlamda bilimsel araştırma da yapılması lazım. Ama bunu yapan arkadaşlardan çoğu hapse giriyor. Bir örnek Isnutii Beşikçi bir örnek Yalçuı Küçûk. Hapse atılıyorlar çünkü doğrulan söylüyorlar. Ben üniversite olarak Yalçm Küçük'ü hapse attırmamalıyım. Onun yol ve yordamlannı bulmahyım. Prof. Bfilent Tanör'e şimdi olağanüstü güzel bir dayanışma gösteriliyor. Bu ucuz kahramanlık değil. Çok değerli bir bilim adamına ciddi bir yanlış yapıldı. Bizim verdiğimiz dayanışma belki sembolik. Ama onu kurtardığımızda biz bilimi kurtaracağız. Artık üniversite bu rehavetten de kendini kurtarmahdır. 'Hiyerarşinin tepesi aşağıyı etkiliyor' - ABD 'nin çizdiği konjonktüre uygıut olarak 40 yıla yakın bir zaman bölgemizde dikkat çekici olaylar oldıu Sovyetier Birliği 'nin de iştahmm kabarmasıyla 196O'lı yıllarda Kuzey- Güney Yemen bölündü. 1979'da Sovyet ordulan Afganistan 'a girerken öbür yandan aynı yıl İran 'da Humeyni tslam thtUaü'niyaptu 1980'de Tûrkiye'de yeniden ihtilal oldu. 1989'da Sovyet ordulan Afganistan 'dan çıktu Aynı yıl Berlin Duvan yıkıldu 1992'de Smyeüer Birliği dağüdu Dünya tek kutuplu oldu. Tûrkiye'de 1980 ıhtilaliyle YÖK kuruldu. Bütün bu olaylann sizce birbiriyle bağlantısı yok mu? - Bağlantıh olmaz olur mu? Yeşit Kuşak projesinin parçalan. Hacettepe Üniversitesi'nden bir dostum bana şunlart söyledi: "Başlangıçta Doğramaci'ya çok muhteris bir insan olarak baktım. Sonra bu işin icinde kasıt olduğunu düşündüm. Unhersite içinde bir kuşak baltalarsan yüzyıl toparlayamazsın. Devleti yıkmanm Ujpnç yolianndan birisi de beyni ortadan kaknrmakür." Düşündüm ve ona hak verdim. YÖK kuşağmdan yetişen gençler, bugün 50-55 yaşında. Yani içlerinde dekanlar var, rektörler var. Bunlar hiyerarşinin tepesinde olduklan için aşağryı müthiş etkiliyorlar. O zaman da YÖK kafasında olmayan üniversite hocalannın durumu olağanüstü güçleşiyor. Neredeyse azınlıkta kaldık. Ama yine güçleniyoruz. Çünkü YÖK çökme aşamasındadır. Kurtuluşu yoktur. Belki ismi aynı kalabilir, ama anlayışı, işleyişi tamamıyla değişecektir. Ben bu konuda çok umutluyum. Ben mevcut krizle YÖK'ün üniversitelerde yarattığı facia arasında birebir ilişki görüyorum. LEYLA TÂVSANOGLU ^arın üniversiteler açıhyor. Yine hamasi nutuklar atüacak, yine üniversitelerin erdemlerinden söz edilecek, nasıl iyi * araşhrmalar yapıldığı, dünya üniversiteleriyle ne biçim rekabet ettiğimiz ballandıra ballandıra anlatılacak. 1980 ıhtilaliyle birlikte kurulan YÖK'ün üniversitelerin özerkliğine, bilimin, düşüncenin özgürlüğüne ne biçim zararlar verdiğinden söz edilmeyecek. Belki azınlıkta kalan birkaç ses, eleştiri yükseltecek. Sonra da düzen, onlarca yıldır olduğu gibi yolunda yürüyecek. Yine üniversitelerde tek tip insan yetiştirmeye devam edeceğiz. Katılımcılıktan, demokrasiden söz etmeyeceğiz. Üniversite öğretim üyelerini PORTRE / Prof. Dr. SÜMER GÜREL Yüksek öğrenimini İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık FakültesVnde tamamladu 1958'de aynıfakülteye asistan olarak girdi Rotterdam 'da Bouwcentrum 'da planlama diploması aldu 1964-71 arasında ODTÜMimarlıkFakültesiŞehir ve Bölge Planlama Bölümü 'nde öğretim üyesi oldu. Uzun yıllar yurtdışında görev yaptu Daha sonra Mimar Sinan Üniversitesi (MSÜ) Bölge Planlama Ana Bilim Dalı Başkanhğı 'nı yürüttü. 2000yılında emekli oldu. Şimdi MSÜ Mimarlık Fakültesi'nde yüksek lisans ders programını yönetiyor. Aynı zamanda Yıldız Teknik Üniversitesi'nde rektör danışmanlığıyapıyor. - Türkiye 'de üniversiteler açıhyor. Sizin, ülkemizde üniversi- te olmadığt gibi birgörüşünüz var. Bu görüşünüz nereden kay- naklanıyor? - Dilerseniz soruyu iki kademeli olarak ele alahm. Yanı, Tûr- kiye'de üniversite hiç mı olmadı? Gıderek mı bozuldu, yozlaştı? Dürüstçe bir eleştiri yapmak gerekirse Tûrkiye'de bir zamanlar üniversite olduğunu söylemem lazım. Geçmiş zaman fiili kullan- dığımıza göre de biraz geçmişe gıtmekte yarar var. Mustafa Ke- mal Atatürk 1933'te yaptığı üniversite reformuyla Darül Fü- nûn'u üniversiteye dönüştürrnüştü. Biliyorsunuz, 1933, HMer'in Almanya'da iktidara geldiği yıldır. O günlerde dünyada Nazi et- kisinden kaçılabilecek bir sürü ülke vardı. Ama Almanya'dakı bi- lim adamlannın pek çoğu, Yahudı olsun ya da olmasın, genç Tür- kiye Cumhuriyeti'ni seçtiler. Bu, doğrusu müthiş gurur vencı bir olaydır. - Yani genç Türkiye Cumhuriyeti bu insanlara ciddi bir gü- ven mi verdi? - Evet. Bırakın Osmanlı'nın 500 yıl süren Yahudilenn ıstırabı- na son vermesıni, Türkiye Cumhuriyeti de Yahudılerı kurtardı. - Sizce Almanya 'da bugün böyle birgelişme olsa, bu insanlar bugünkü Türkiye'ye ve üniversiteierinegüvenip de buraya sığı- nırlar mı? - Bilemiyorum. Isterseniz konuşmamızın sonundan bunun ce- vabı çıksın. 1933 üniversite reformu Tûrkiye'de ilk ve sondur, ba- na göre... Saym Doğnunacı, Cumhuriyet okuyorsa bu söze ahna- caktır. Ama ben burada sadece doğrulan, dürüstçe söylemeye ça- hşıyorum. Kamuoyuna ıkinci üniversite reformu olarak sunulan YÖK, üniversite reformu değildir. Reformun üniversitenin özün- de bir şeyler yapıp yapmadığı önemlidir. 1933'ten sonra Türki- ye'ye sığuıan bu bilim adamlan, araştırmacıydılar ve Batı man- talitesiyle yetişmişlerdi. - tsterseniz burada üniversitenin bir tanımım yapalım... - Üniversite, bilimsel bilgiyi araştırma yoluyla üreten eğitim kurumudur. Birbaşka deyişle, ilk bakışta çelişki gibi de görünse, üniversite eğitim kurumu değil- dir. Üniversite araştırma yoluyla bilgi üretir, bu bilgiyi toplumun yararma sunar; zaten yaranna sunduğu toplum kesimı de öğ- rencilerdir. Giderek de bütün in- sanhğın yaranna sunar. Çozülme oldu 1 - Peki, Tûrkiye'de bu tarife uyan üniversite var mı? - Acaba dünyada var mı, gibi bir soru sorsak bu tanım idealini tarif ediyor. Yok, tabii. Sadece bi- limsel araştırma yapan üniversi- te yok. Ama bilimsel araştırma- yı yeterli ve gerekli dozda yapan- lar var. Bunlann Batı'da örnekle- ri bulunuyor. Ama ne yazık ki bizde hiç örneği kalmadı. - Peki, Tûrkiye'de üniversite olgusunun geçirdiği evrim, siyasalevrimden soyutlanabilir mi? - Bu üniversiteler de uzaydan buraya düşmediler ki. Doğal ola- rak siyasal evrime paralel olarak evrime uğradılar. Atatürk son- rası dönemde, ne yazık ki pek çok kurumsal yapıda olduğu gibi, üniversite ortamında da pek çok çözülmeler, yıpranmalar başla- mıştu-. Bakın, Atatürk döneminde Köy Enstitüleri açılmıştır. Amacı, Anadolu aydınlanmasını sağlamaktı. Bunlar, cumhuriye- timizin eğitime dayalı temel kurgusudur. Yani bunlar, aydm ye- tiştirme kurumlandu-. Bir başka deyişle, köy imamının karşısına köy öğretmeni çık- mıştır. Burada manevi değerleri pejoratif anlamda kullanmıyo- rum. tnanca da ihtiyacımız var. Ama sadece dinle de yaşam ya da devlet yönetilemez. Köy Enstitüleri'nin kuruluşu gerçek üni- versitelere çok iyi adaylar hazırlama potansiyeline sahiptı. Çün- kü böylece gençlerin dünya görüşlen gelişiyordu. O günün ko- şullanna göre bu kurumlar teknolojiyi getiriyordu. Köy Enstitü- leri köyde ağahk kurumuna karşı sorular sormaya başladığı ıçin baltalanmışlardır. - Tûrkiye'de kişi basına eğitimyüının 3.6'da kalması bilinçli bir eğitim politikasının sonucu mu? - Korkanm öyle. Bugün için bihnçli mı? Bunu söylemek abar- tı olur. Ben burada dürüst, nesnel konuşmaya çalışıyorum. Ama o günkü eğitim politikası bilinçliydi. Bütün Anadolu ağalan o dö- nemde bizzat parlamentoya girerek kendi köylerini Ankara'ya ta- şıdılar. Bunlar Köy Enstitüleri'nin komünist yuvalan olduklan deklarasyonuyla bu kurumlann kapatılmasına yol açmışlardır. O- lay bu kadar net. Böyle bir baltalama çok iyi giden bir okuma-yazma grafiğıni birdenbire düşürmüştür. Bunun ardından ordumuz Anadolu 'nun ücra köşelerinden gelen gençleri eğitmek için okullar kunnuştur. Bu bir hamleydi, bu da yan yolda kaldı. Demokrat Parti ikridan, "demokrasi'' adı altında partisine isim olarak seçtiği kavrama daha yaraşır bir dunıma gelmek zorunda kalacaktı. Çünkü tabanı eğitilmiş olacaktı. Taban. demokrasi ıçın baskı yapacaktı. - Yani taban, hükümete dayatmacı mı olacaktı? - Evet. Bugün sivil toplum kuruluşlanmızın (STK) kannca ka- derince yapmaya çalıştıklannı o zaman taban kendiliğinden ya- pacaktı. Türkiye bu treni kaçırmıştır. Demokrat Partı ıktıdan ABD güdümüne giren makro seçimler ve tercihler yapmıştır. Bugün Amerikanofil kuşak ya da gruplardan söz ediyorsak to- humu orada atılmıştır. Ben, "Kendi yağnnızia kavrolaüm" gibi romantik. hamasi laflara çok fazla rağbet etmiyorum. Dünyada hıçbır ülke kendı yağıyla kavrulamıyor. Mutlaka ılişkıler kurul- malı. Ama bu ılişkıler bağımlılığa dönüşmemeli. - Şu anda Türkiye teslimiyet içinde mi? - Kesinlikle öyle. Bırakın devletleri, IMF'ye teslim olduk, gıt- ti. Bunun da üniversitelere yansıması var. Yani 1956'da ODTÜ'nün Ankara'da kuruluşu rastlantı rrudu"? Bir Amerikan modeli empoze edihniştir. Oysa, genye dönüp bak- tığınızda elımizde pek çok modeller olduğunu da görüyoruz. Ankara Üniversitesi (AÜ), İstanbul Üniversitesi (IÜ) ve istan- bul Teknik Üniversitesi'ne (tTÜ) Alman hocalar geldığuıde, bu üniversiteler, kendı bünyelerinde yeni yetişen kuşak sayesinde, tüm Batı ülkelen tarafmdan kendi üniversiteleriyle eşdeğer ka- bul edihnişlerdir. Bundan daha büyük bir gurur payı olabilir mi? O dönemde Türk üniversiteleri bilimsel araştırmalan gelişti- rerek bilim adamlannı dünyaya kabul ettınyordu. Bugün böyle bir şey kalmadı. Bu, çok hazındır. Bızım kapasitemiz vardı. Ka- nıtlanmıştır. Kampus mantığı Almanlann modeliyle tTÜ'yü kurduk. Fransızlardan Ecole des Beaux Arts'ı ahp Sanayii Nefise Okulu'nu Güzel Sanatlar Aka- demisi'ne çevirdık. Dünyanın pek çok ülkesinde benzer modeli gördüm. Ama bizimki kadar gelişmiş ve sonuç alanı çok azdır. ODTÜ'nün kuruluşu, Hacettepe'nın onu izleyişi, biraz daha sonra Boğazıçi'nın üniversiteye dönüşümü acaba rastlantı mıdır? - Bu noktada kafamı epeydir kurcalayan bir soruyu sormak istiyorum. 1971'de Tûrkiye'deki bütün özel yüksekokullar ve üniversiteler, çıkanlan biryasayla kapatıldu Ama Robert Yük- sek Okulu bu yasa kapsamına alınmadı. Daha sonra da zaten Boğaziçî Üniversitesi adını aldu Acaba bu sizce neden yapıldı? - Sorunuzun gerisindeki o çok zekice ironiyi yakalayabiliyo- rum. Yani siz, acaba o okul Amerikan kökenli olduğu için mi kay- nldı diye sormak istiyorsunuz. Gelin, ona o kadar şüpheci bak- mayahm. -Neden? - Misyon okullan Osmanlı döneminden beri var olduklan için buna da göz yumulmuş olabilir. Misyon okullan lise düzeyınde Anadolu'da misyonerlik yapmışlardır. tlguıçtir, Robert Kolej için bu gözlem çok daha munistır. Belki de sadece Istanbul'da oldu- ğu için... Kuşkusuz, bu Amerikan ağırlıklı okullann kuruluşu kurgunun bir parçasıdır. ODTÜ'nün kuruluş tarifi çok netrir. BM'den çı- kan net mesaj şudur: ODTÜ'nün, başta iskân olmak üzere bütün kentsel sorunlarla uğraşacak kurum oknası gerekir. Bunun yeri Ankara olsun. Bey- rut'ta Amerikan Üniversitesi "nı denedik. Kahire'yi denedik. Ye- terince başanlı olamadık. Türklerin potansiyeli daha yüksek. Bu işin beyni de Chartes Abrams adlı çok zekı bir kişidir. Hu- kukçu kökenlidir, fakat konut uzmanıdır. ODTÜ kuruldu ve ortaya bir kampus mantığı çıktı. Doğrusu bunun artılan çok var. Hiç yok değil. Benim ocağım olan İTÜ'nün bana göre katı teknik havasını, Amenkan kampusu, insani bilim- Ier ekleyerek yumuşatmıştır. Bu çok önemlidir. Bünyeye uymayan yönetim anlayışı - Amerikanofil döneme girilmesinin üniversitenin b'züyle il- gisi var mı? - Var. Ortaya, bünyeye uymayan bir yönetim anlayışı çıktı. Ba- kın, 1933 reformundan o döneme gelininceye kadar Türkiye'de üniversiteler özerkti. Yani, bu kurumlar hem mali, hem idari, hem akademik açıdan sonuna kadar özerktiler. Bu üniversiteler- de her türlü akademik araştırma yapılabiliyor ve kamuoyuna ya- yılabiliyordu. Rektör, hiçbir şekılde bu araştırmalara müdahale etmezdi. Biz o kadar önemli bir dönemden geçtik. Amerikan mo- deliyle birlikte karşımıza "müte\eUi hejeti" dıye bir kavram çık- tı. Mütevelli heyetle birlikte pıyasa mekanizması ve siyaset, üni- versitenin ıçine girdi. O zaman burada özerklikten söz edebilir misiniz? Ele aldığımız herhangi bir araştırma konusu, sizin tavnnız si- sürünme sımrında yaşayacak kadar ücretlere mahkûm edeceğiz. Sonra da onlardan bilimsellik, araştırma, dünyaya daha açık olmayı bekleyeceğiz. İyi de, kendileri dünyaya kapalı, at gözlüğü takmış, içlerindeki beyin uyuşmuş bu yönetici kafalarıyla mı? Kendileri acz içindeyken bilim adamlannı nasıl yönlendirecekler, onlara nasıl ivme kazandıracaklar? Üniversitelerimize ve hocalanmıza reva gördüğümüz bu haksızlıkları nasıl düzelteceğiz? Ya da kim, kimler düzeltme yoluna gidecekler? Dünya âleme karşı hiç mi utanmıyoruz? Bütün bu noktaları Prof. Dr. Sümer Gürel le konuşurken içim "cız " ediyordu. yasal ıktidann ya da piyasa mekanizmasının işine gelmiyorsa bunlar oylandığı anda sizin önerilennız otomatikman düşer. Mü- tevelli heyet kurumu, Amenkan ortamında, çok değişık bir de- mokrasi anlayışı içinde mükemmel işliyor olabilir. Amenka'da sanayı-ünıversıte ışbırliği olağanüstüdür. Keşke biz de öyle bir çaba ıçıne girip bunu kendı bıçımımızde gelıştırebilseydik. Bu mütevelli heyet anlayışı ülke çapında, özel yüksekokul aç- ma eğilimine kadar yayıldı. Türkiye'nin hep şöyle bir açmazı var: Liseden mezun ettiğimiz çocuklan biz üniversitede ememiyo- ruz. Son 30-40 yıllık rakam yüzde 10 ile 15 arasında oynuyor. Bu çocuklann yüzde 85'i umarsız biçimde sokaklarda İcalıyor. Bu çocuklar potansiyel tehlikedir. Bu olayı gören orta büyüklükteki sermayedarlar özel yük- sekokullar açtılar. Bunlar neyse ki tasfiyeye uğradılar. Bunlar düpedüz istismar kurumlanydı. Devletın kaynaklannı. çocukla- n kötüye kullandılar. -1962 Anayasası üniversitelere neter getirdi? - 1962 Anayasası'na bağlı olarak üniversitelerde düşünce öz- gürlüğü, dolayısıyla özerklik geri geldi. Ama doğrusu ilk dö- nemdeki gibi olduğunu söylemekte tereddütlüyüm. Bu dönem sonlara doğru yozlaşn ve 1970'li yıllara geldık. 1971 'de siyasal konjonktür olağanüstü tatsız boyutlara turoandı. Bunu hepımız yaşadık. Bütün Türkiye gibi üniveristelerimiz kamplara bölündü. - Olay kasıtlt olarak mı üniversitelerde başlaaldı? - Ne yazık ki evet. Bir tarafta din ıstısman nıtelikli sağ ile öbür yanda Marksist uçlarda bir soL, üniversıtelen kamplara böldü. X}..' dönemde Türkiye genelınde günde 25 genç ölüyordu. 1980 asken darbesine, ne yazık ki büyük oranda üniversitele- rin kendi vebali olarak çanak tutmuş ve zemin hazırlanmışftr. Yok- sa, askeri darbe ıçin kesinlikle bir neden yoktu. Orada da Silahh Kuvvetler'in durumunu objektıf olarak eleştire- lim. Türk Sılahlı Kuvvetleri çok zorunlu olmadıkça müdahale et- memiştir. Ben antimilıtarist bir in- sanım. Militanst zihnıyetin ünıversitey- le hiçbir şekılde bağdaşmayan bir tavn vardır. O tavır, kendı içinde tutarlı olabilir. 1980'lenn başmda kalkıp dendi kı: "Biz ordu mensuplan, nasıl Tür- kryenin mahrumiyet bölgelerinde hizmet yapıyorsak hocalanmız da bu hizmeti yapsınlar." 1980 döneml - Ondan sonra zaten rotasyon sistemine geçilmedi mi? - Evet. Ve 1980 döneminde Prof. thsan Doğramacf nın şahsında da bu zihniyete yatkın insan bulundu. Kenan Evren-thsan Doğramacı ıkılisı bu konuda olağanüstü bir an- laşma ıçmdeydiler. Askeri zihni- yet resmen üniversiteye taşınmıştır. Öbür taraftan oy potansiyelini fena halde gıcıklayan popülist söylemler ortaya çıktı. "Çocuklanmız açıkta kabyor. 100 çocu- ğun 85'i sokakta. Biz Anadolu sathında, her tarafta üniversite açarsak bu çocuklann bü>ük çoğnnluğu kurtulur". dendı. - İyi de bu çocuklann kurtulusunu sağlama yöntemi bu mu olmaüydı? - Bu vesileyle Vakıf Üniversiteierine zemin hazırlandı. Taşra üniversiteleriyle birükte facia yaşanmaya başlandı. Üniversite hocası saygı bekhyor. Halkın üniversite hocasma saygısı yıpra- nırsa devlet mekanizması yıpranır. Biz üniversite olarak devlet cihazının beyniysek o zaman ona saygı göstermek lazım. Ama Adana konuşmasında Sayın Evren, "Yerden bayrağı kakürmaya kalksam, hocalanmıza, öbür ucundan rutun, desem, kaç para ve- recksin diye soracaklar neredeyse" gibi bir hakaret yöneltti bize. Bu, bence Türk üniversitesine yapılabilecek en büyük tecavüz- dür. Bizim onurumuzla oynanmıştu'. Biz bayrağımıza bu kadar say- gısız olabilir miyız? Bunu ben cehaletle biJe tanımlamıyorum. Bu, başka bir patoloji. Buradan YÖK'ün getirdiği rotasyon. ya da mecburi hizmet olayuıa gelirsek bence aynı zihniyettir. Ciddi hiçbir plan da yapıhnadan Anadolu Üniversıteleri açıl- maya başlandı. Ben plancıyun. Bana, "KaradenizTeknikÜnrver- shesi'nin dibinde Erzurum Atatürk Cniversitesi açryoruz" diye sordular mı? Bir bölge üniversitesi belli bir alan içindeki bölge- ye hizmet eder. Ama bizde, işin idealist. plana dayalı eğitimi va- tan sathuıa yayma olmadığı, sadece oy potansiyelinin yüksek ol- duğu bölgelere odaklandığı ortaya çıktı. Daha sonra liberal anlayış, Özalizm başladı. Ne yazık ki etik yozlaşma, yer yer de olsa, üniversiteye de sıçradı. Ahlaki, sosyal değerlenmiz fena halde hırpalandı. "Benim memurnm işini bi- Br'', "lûr şişeyi dön köşeyi" sloganlan aldı yüriidü. Bunlar Tür- kiye için çok ciddi veballerdir. - Peki, bütün bu gelişmelerde üniversitenin hiç mi vebaliyok? - Var. 1950-60 arası üniversiteler üzennde cıddı baskılar var- dı. Sonra 1960-70 döneminde bir rehavet yaşadık. Bu savunula- bilir bir neden olabilir mi? Bence hayır. Bizim, üniversiteler ola- rak çok ciddi vebalimız var. 1960-70 döneminde önemli bir öz- gürlük ortamı yaşadık. Ama biz onu kullanmadık. Daha doğru- su onu bilimsel araştırma bağlamında yeterince kullanmadık. Ya- ni üniversite, başına gelenleri adeta hak etmiştir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle