21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 EKİM 2001 ÇARŞAMBA 14 KULTUR.' [email protected] 38. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nden ilk izlenimler bğu'nunyüreğineyolculukVECDİSAYAR Antalya Festivali 'nin 3 8. yıh, sine- mamızın gençleşme sürecinde iz bı- rakacak bir yıl olacağa benziyor. Ya- nşma programında yer alan filmle- rin tamamı, yaş açısından olmasa da deneyira açısından 'yeni' sinemacı- lann ürünü. Genç yönetmen Kazım Öz ile Sa- vaş Ay'ın ve Omer FarukToprak-Yıl- maz Erdoğan ikilisinin ilk filmle- riyle, Handan İpekçi'nın ikinci, Ser- darAkarveBansPirhasan'ırıüçün- cü filmleri ile kafıldığı yanşmada, genç kuşağın en önemli isimlerinden Zeki Demirkubuz iki yeni fılmi (dör- düncü ve beşıncı filmleri) ile yer alı- yor. Diğer filmler de 'orta kuşak' yö- netmenlerimizden -Ömer Kavur, AH Özgentürk, Erden Kıral gibi 'birza- manlann gençleri - günümûzün us- talan'ndan sonra (80'lerin sonu - 90'lann başmda) sinemamızda yer- leruu_alan yönetmenlerin, ErsinPer- tan, Ömer Uğur ve Gani Rüzgâr Şa- vata'nın ünzasuıı taşıyor. Tabii, yaşçagenç olmanın ya da si- nemaya yeni başlryor ohnanın, tek ba- şınai yan sinemaa' sayılmaya yetme- diğini belirtmeye gerek yok herhal- de. 'Yeni'liğin ölçütü, sinema sana- tına yeni bir soluk, yeni bir üslup ge- tirebilmekte ya da en azından yeni bir arayışa yönelmekte yatıyor. Bu öl- çüte kımlerin uyup kimlerin uyma- dığını hafta sonunda hep birlikte gö- receğiz. Ama kâğıt üzerinde görün- düğü kadanyla, sinemanuzdaki kan değişimi doludizgin sürmekte... Bu yılki Antalya Film Festivali'nin en ilginç özelliklerinden biri de 'Do- ğu' temasnıın nerede ise ortak tema olması. "OdaBeniSevivor", "Fotoğ- raf", "Maruf", "BüyükAdamKü- çük Aşk", "Dava", "Vızontde* ve "Hemşo", yani 11 filmin 7'si, ya Do- ğu ve Güneydoğu illerimizde geçi- yor, ya da konusu Doğu'yla ilişkili. Usta işi bir yapımîlk izlediğim film, Banş Pirhasan'ın " O da Beni Seviyor''u ol- du. Pirhasan, "UstaBe- ni Öldürsene" adlı ikinci filminde iyi bir anlatıcı olduğunu ka- nıtlamıştı. Bu kez, da- ha da olgun, usta işi bir yapımla karşımız- da. Öykü, 1973 yazm- da Malatya'da geçiyor. 12 yaşındaki ortaokul öğrencisi Esma, kar- nesindeki kırıklar ne- deniyle ailesi tarafın- dan yazı geçırmek üze- re köydeki bir arkadaş evine gönderilir. Evin sahibi Kemal, Es- ma'nuı babası ile bir- likte askerlik yapmış, daha sonra iki arkada- şı ile birlikte orada ara- zi satın alıp yerleşmiş- tir. Esma'nm çiftliğe geldiği gün, Kemal'in kızkardeşi Saliha da, kocasını terk edip eve dönmüştür ve aileyi araziyi satmak için zor- lamaktadır... Buluğ ça- ğını yaşayan Esma ile çocukluğundan bu ya- na çok sevdiği 'Saliha teyze'si ve yöredeki Alevi ailelerinden bi- rinin oğlu Hüseyin ara- sında geçen yaz ma- cerası, Pirhasan'ın fil- minin odak noktasını oluşturur. Gül Dirican" ın kendi çocukluğun- dan izler taşıyan "Doğusunda Dut Ağacı" adlı öyküsünden yola çıkan ve senaryoyu Dirican'la birlikte ya- zan Pirhasan, Esma'nm çocukluk- tan genç kızlığa geçiş sürecinde ya- şadığı yaz aşkını anlatırken, öykü- lerini anlattığı insanlann yaşadığı çevreyi büyük bir ustalıkla betimli- GERÇEKYAŞAiVflGÖSTERÎYOR- 'OdaBeniSeviyor\'Do- ğu'yu 'kfişe' görüntülerden kurtanp 'sahici" kılmayı başanyor. yor. "O da Beni Sevryor", sinema- mızda yüzlerce filme mekân oluş- turmuş 'Doğu'yu 'klişe' görüntüler- den, klişe mekânlardan kurtanp 'sa- hici' kılmayı başanyor. Giysileri, yerel diyalekti, tavırlan ile Malatya insanını beyazperdeye taşırken, bir 'masal mekânT olarak belleklerimiz- de yer alan Doğu Anadolu'yu ger- çek yaşamı ile karşımıza getiriyor. Dirican'm öyküsü, Ana- dolu'da geçen bir Çe- hovöyküsü sanki. Olay- lan ve insanlan Es- ma'nın gözünden izler- ken, geçip giden zama- nın kahramanlar üzerin- de bıraktığı izlere tanık oluyoruz. Yerel kültürü, ibDdo- rik' olma tehlikesine düşmeden sergileyen, kahramanlannın dışın- dan çok 'içine' bakabil- meyi başaran Pirhasan'a bu serüvende pek çok usta oyuncu eşlik edi- yor. Lale Mansur'dan genç oyuncu Hahık Pi- yes'e uzanan listede kimler yok ki... Tomris tnceer, Kemal tnci, Ta- ner Birsel, Hale Akuıh, Tunel Kurtiz, Uğur Po- lat, Cezmi Baskm, Ser- ra Yıhnaz, Ayla Algan, ŞerifSezer,AvşenflŞam- lıoğlu. Ama hiç kuşkusuz fîl- mın en başanlı oyuncu- su Esma'yı oynayan Ece Ekşi. 12 yaşın duyarh- ğını, kınlganlığını ina- nılmaz bir sadelik ve iç- tenlikle aktanyor. Jür- genJûrgess' in görüntü- len her zamanki gibi us- ta işi. Mare Nostnım'un ve Ubş Ozdemir'in mü- zik çalışması da güzel. Ne var ki biraz fazla kul- lanılmış gibi geldi bana. Pek çok sahne, müzikle altı çizil- mese daha iyi olurdu sanki. Bir de senaryo biraz daha yalın olsaydı, kahramanlann arasmdaki ilişkileri kavramak için daha az çaba sarfet- seydik diyorum. 'O da Beni Sevi- yor' ufak tefek kusurlanna karşın yanşmada çeşitli dallarda ödüle aday olabilecek bir film. ÜJCUZÜNMETRAJUFtLMÎ-KazunÖz'Fotoğrartagörsel anlatım yeteneğbıi bfr kez daha gösteriyor. Geleceğiolan yönetmenin habercisi Kazım Öz'ü "Toprak" adlı kısa fılmi ile tanıdık. Halen Marmara Üniversitesi Sinama- TV Bölümü'nde master öğrenimıru sürdüren Öz, ekibindeki diğer arkadaşlan gibi süıemaya ilişkin temel eğitimini Mezopotamya Kültür Merkezi'nde almı§. Dersim (Tunceli) doğumlu Öz, Kürt haüonın sorunlannj işleyen 'angaje' bir sinema yapıyor. Ama bunu yaparken kabalıktan, klişelerden, kolaycılıktan olabıldiğınce uzak durmaya, kendi sinema dilini kurmaya çahşıyor. Kazım Öz'ün ilk uzun metrajh fılmi "FbtoğraT', geleceği olan bir yönetmenin habercisi. İki gencin, Güneydoğu'ya giden bir otobüste baştayan ve bir fotoğraf karesinde donan ilişkısi, ülkemizde Türk ve Kürt gençlerini birbirine kırdıran, onbinlerce kayıp verdjğimiz bir savaşı, fazla söze gerek duymadan anlatıyor. Öz'ün sinemasal anlatımında deneyimsizliğin sonucu bazı eksiklikler, hatalar yok değil, ama gene de "FotoğraP görsel anlatım yeteneği olan bir insanın ürünü. Filmin, Kürt gencinin bakış açısından anlatılması, kimilerince 'objektivite'den (nesnellik) yoksunluk gibi değerlendırilecektir hiç kuşkusuz. Oysa sinemamızııı en fazla ihtiyaç duyduğu şeydir 'bakış açısı'. (Türkiye Cumhuriyeti sansürünün bu filme izin vermiş olmasmı önemli bir aşama olarak kaydedelım. Eleştiriye tahammül etmeyi öğ^eniyoruz galiba...) "Fotoğrafm bir on dakika kısalarak 'orta nıetraj' bir yapım olmasmı yeğlerdim. Bir de filmin başına 1995 tarihinin düşülmesini.. Kazun öz'ü, MKM'nin tüm çalışanlannı, müziği yapan Mustafa Biber'i, filmin flci önemli rolünü üstlenen Feyyaz Duman ve Nazmi Kınk'ı içtenlikle kutluyorum. Birtakas ve gayri resmi yeniden dağıtım projesi olan 'Cambalache Collective* bicnal süresince Darphane-i Amire'de Dünyayı dolaşan sokak müzesi • Bogota'da bir kenar mahallede başlayan proje, birçok ülkede sürdükten sonra îstanbul'a getirildi. Sanatı, insanlararası iletişimi güçlendiren bir araç olarak gören ekip, tüm ülkelerden topladıklan müze malzemelerini Bienal sonrasında - Isviçre'de sergileyecek. ÖZLEMALTUNOK 'CambalacheCollectfre', sokak mü- zesi projesiyle bienal öncesinde Is- tanbul'u bir minibüsle dolaşarak dört duvarla sınırlı olmayan ve 'gezen' müzelerini biraz daha büyüttüler. 11- kini Bogoto 'da gerçekleştirdikleri et- kinlik Barcelona, Porto Riko, Sevil- la, Paris ve Madrid'i dolaştıktan son- ra "7. Uluslararaa İstanbul Biena- M"nin konuğu olarak bu kez İstanbul sokaklanndaydı. Istanbul'u iki hafta boyunca dolaşan Federico Guzman, Adriana Gareia ve CaroBna Cayce- do, projelerini "sadece durağan bir temsil değil, sürekK olarak yeniden dağıtilan bir zengjnük olarak" tanım- lıyorlar. Takas usulüne dayanan, ka- tegorisiz bir açık müze fikriyle yola çıkan ekıp, sokaklan, kentleri, ülke- leri gezerek hem o ülke insanlarmı ta- nımak hem de sanatı insanlararası MANEVİ ZENGİNLtK - Istanbul'u iki hafta boyunca dolaşan Federico Guzman, Adriana Gareia ve CaroBna Cay- cedo, projelerini "sadece durağan bir temsil değil, sürekli olarakyeniden dağrtuan bir zenginlik olarak" tanımlrvorlar. bir ilişki olarak ele almak amacını taşıyor. Farklı mekânlan gezerek yol- cu toplayan Cambalache Collective, onlara eşlik eden insanlardan kendi- lerine ait bir eşyayı alarak bir diğer katüımcının var olan eşyasıyla takas usulüne dayanıyor. Kimikatıluncılar ise bir şiir, şarkı ya da performansla- nyla dahil oluyorlar projeye. Aynca bir video kameraya çekilen etkinliğin aşamalan, objelerle birlikte bienal süresince Darphane-i Amire'de izle- nebilecek. - Bogota'da başlayan proje, bugü- ne kadar hangi aşanıalardan gecti? FEDERİCO GUZMAN - Bogota kentinin bir kenar mahallesinde baş- ladık ilk olarak, bu mahalle uyuştu- rucu satışının yapıldığı, evsiz insan- lann olduğu, karanlık işlerin döndü- ğü ülegal bir yerleşim alanıydı. İlk de- ğiş tokuş yapma fikri kendimize ait objeleri sunmamızla başladı. Adını 'Swift' koyduğumuz tahtadan bir çek- çekin içine eşyalanmızı koyarak so- kaklan dolaşmaya başladık. Daha sonra Slovenya'da, Kolombiya'da top- ladığımız eşyalan burada değiş tokuş yapmaya başladık. Ardından Barce- lona, Porto Riko, Sevilla, Paris ve Madrid geldi. sinde, işekaühnasmı sağlayan bu pro- jenin altmda nasıl bir sanat anlâyışı yaöyor? ADRİANA GARCIA - Sanatı in- sanlararası bir ilişki kurmak için kul- lanıyoruz. Sanat yapma kaygısından çok insanlarla iletişim kurmak ve ahşveriş içinde olmak istiyoruz. Böy- lelikle farkh fıkirler, kültürler tanıya- rak çoğahyoruz. Mahallede başlattı- ğımız proje, onlann hayatlannın, geç- mişlerini öğrenmek ve tanımak ama- cıyla başlamıştı. Müze sadece duvar- lar arasuıda değil sokakta da oluştu- rulabilir. Sokaklan, kentleri, dünya- yı gezen bir müze bu. - Gezdiğiniz kentkr, o ülke insan- lan hakkmda sos\olojik çözümleme- ler yapmanızı da sağhyordur._ CAROLtNA CAYCEDO - Ülke- den ülkeye değişen izlenimlerimiz var. Öncelikle ilgi çekici geliyor her- kese. Değiş tokuş yapmak, kendile- rinden bir şeyler katmak hoşlanna gidiyor insanlann. Karşılık bekleme- den projeye katılanlar, performans- lanyla müzeyi renklendirenler oldu; paylaşmanın, birlikte bir şeyler üret- menın tadını yaşadık. - tstanbul'a dair bu antamda nasıl bir izlenim edindiniz? GUZMAN - Bir aracımızın ohna- sı, hareket eden bir oturma odasına sahip obnamızı sağladı. Ilanlanmız gazetelerde çıkınca insanlar bu dave- te cömertçe katıldı ve geniş kapsam- h bir katıhm oldu. Araca binen insan- lar kendi yaşadıklan kenti de farklı bir gözle görmüş oldu. Mesela, bir se- ramik sanatçısı yaptığı işleri karşılık beklemeden hediye etti, bir ilkokul- dan katılan seksen çocuğun yaptığı kalpler, çocuk resimleri, oyuncaklar, Atatürk portresi vb. ile birdenbire he- diyelerle doldu. Tünelde levanten bir ressam olan Erdem de yine karşılık- sız olarak yaptığı resimleri bize ver- di. Türkiye'de ilk kez bir midillinin boynundaki boncuk da sokak müze- süıe dahil olan objeler arasuıda. -Projebundan sonranasılişleyecek? GARCIA - Şu ana kadar çok faz- la değiş tokuş yapıldı. İnsanlann ka- tıluın çok yoğundu. Isviçre'de bugü- ne kadar topladığımız her şeyi bir araya getirerek toplu bir gösteri yap- mayı düşünüyoruz. Orada değiş to- kuşun devam edip etmeyeceğine henüz karar vermedik. DEFNE GÖLGESÎ TURGAY FİŞEKÇİ Kavunlar Balıkesir'den çıktık. Susurluk'a geliyoruz. Yol bo- yu sıra sıra kavun sefgileri, arada karpuzlar da var. 0 denli çok ki, alışılmadık bir görüntü. Sonunda birinin önünde durdum. "Kısmetinmiş" dedi, yediği karpuzdan bir dilim de bana uzattı. Şe- ker gibi, bol sulu, diriliğı daha kaybolmamış. Ardın- dan bir de kavun kesti, o da bal. "Kaça veriyorsun?" dedim. "Kavunlaryüzellibin, karpuzlaryüzbın'de- di. "Yahu, kentlerde en az bir milyona alıyoıvz, bu ne ucuzluk, sen bundan ne kazanırsın?" dedim. "Sorma" dedi, anlattı da anlattı. Tarlalarda kalıyormuş, ektikleri kavunlar, karpuz- lar. Bu işin ticaretini yapanlar öyte bir ağ kurmuşlar ki yurt çapında hangi tarlada ne ekiliyor, hepsini bi- liyortarmış. Daha tarlasını ektiğı sırada köylüye ge- lip, bu tarladan çıkacak ürünü şu fiyata alayım, di- yorlarmış. Satsan, verdiklari para masrafını karşıla- mayacak, satmasan öyle bir engelle karşılaşıyorsun ki, ürününü başka bir biçimde satabilmen olanak- sjz. Ne kamyon bulabiliyormuşsun taşıtacak, ne de iyi bir fiyat veren çıkıyormuş. Sonunda kiminin ürünü tarlada çürüyormuş, kimi de yol boylannda gelene geçene satmaya çalışıyor- muş. Kavun dediğin nedir? Alçakgönüllü bir yaz mey- vesi. Yense de olur, yenmese de. Kavun yiyememek belki temel bir eksiklik oluşturmaz insan hayatında ama ekili kavunlann tarlalarda çürümesi, bu olacak şeymi? Birde yeterli beslenemeyen insanlanmızı düşünür- sek, neden böyle olsun? Ansiklopediye baktım, yılda iki milyon ton kavun üretiliyormuş ülkemizde. Altmış beş milyona bölsen, kişi başına yaklaşık otuz kilo düşüyor. Daha az tü- ketenlerin haklan demek tarlalarda çürüyor. Kimi sorumlu tutacağız bu olgudan? Yere göğe koyamadığımız serbest piyasa ekono- misi içinde dileyen dilediğine alıyor, dilediğine satı- yor. Satamadığı zaman ne oluyor? Buna yanıt yok. 1940 kuşağı edebiyatçılan arasında bulunmuş. Karacabeyli yazar Hilmi Büyükşekerci, anılannda o yıllarda güney Marmara'da yetıştırilen kavunlann, Bandırma'dan nasıl mavnalarta îstanbul'a taşındığı- nı anlatır. Bugün aynı yol neden ızlenmesin? Ama di- yeceksiniz ki, deniz taşımacılığı mı kaldı? Daha eko- nomikse, ışe yarayacaksa neden yeniden oluşturul- masın? Bir mani vardır "Kavun karpuz almalı/Pahalıya satmalı/Senin gibi güzelle/Kış gecesi yatmalı" der. Doğanın ve ınsan emeginin verimlerini, "pahalıya satma" meraklılannın insafına terk edersek, bir yan- da ürün tarlada çürür, ötede kent insanlan aç kalır. Birkaç yıl önce bu köşede çoklanna çocuksu ge- lebılecek bir öneride bulunmuştum: Antalya'nın kı- şın boş kalan tatil köylerinde, yaz aylannda dinlen- ce olanağı bulamayan çalışan insanlanmız konuk edilsinler, demiştim. Şimdi de diyorum ki, merkezi yönetim mi yapar, yerel yönetimler kendi bölgelerinde mi yapar, bir sis- tem kurulsun, tartalarda çürümeye bırakılmış ürün- lertoplanıp, üreticiye de bir helallik verilip, bunlar kent pazarlannda çöplükterin içinden yiyecek meyve seb- ze arayan ınsanlara dağıtılsın. Bir iki ay içinde portakallar, mandalinalar, limonlar olgunlaşacak. Turizm gelirleri nedeniyle artık bere- ketli toprakların kendisine sunduklanna gereksinim duymayan insanlanmız bu meyveleri dallannda çü- rümeye terk ediyoriar. Bu kendi başına bırakılan top- latılsa, onlan alacak parası olmayan yoksullara, okul çocuklanna dağıtılsa... Çok mu zor? Halkını düşünmek, yalnızca memur zamlanna, toplusözleşmelere ücret saptanmasına kafa yormak olmamalı. İnsanlar ne yer, ne içer, nasıl yaşar? Bu- nu düşünmek, daha iyi yaşam koşullannı örgütlemek de yöneticilerin görevı değil midir? Efes'te sezon kapandı • SELÇUK (AA) - Izmir'ın Selçuk ilçesinde Efes anrik kentindeki kazı çalışmalannda sezon kapandı. Avusrurya Arkeoloji Enstirüsü'nce yürütülen kazı çalışmalannın başkanlığını yapan Prof. Dr. Friedrich Krinzinger, 15 ayn ülkeden teknik elemanlann tek amaç altında birleşerek insanlık adına gün ışığına bir şeyler çıkarabihnek için çalışmasının anlamlı olduğunu söyledi. Yetkililer, Efes'teki kazı çalışmalannm 106 yıldır sürdüğünü ve her yıl çeşitli bulgulann gün yüzüne çıkanldığını belirttiler. Çalışmalann yılda 6 ay yapıldığı, yeni sezonun 2002 yılmın mayıs ayında açılacağı bildirildi. K Ü L T Ü R İ Ç t Z İ K K Â M İ L M A S A R A C I
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle