27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26MART2000PAZAR 12 PAZAR KONUGU Doç. Dr. ErolKöktürk, felaket sonucu yıkılan kentlerin yeniden yapılandırılmasıyla ilgili zorlukları anlattı 'Deprem sınırlan değiştirdi' Yasa, şîmdîki durumu karşılamıyor Bu felaketterden sonra betediyeler ve kamunun elinde yeterii arazi stoku olsa ne yapılabilirdi? Bütün vatandaşlar yeterince saptanabiliyorsa eldeki bu arsa ya da taşınmaz stoku bu mağduriyeti ortadan kaldırmak için harekete geçirilebilirdi. Gölcük'te evi yıkjian vatandaş, doğaldif ki Gölcük yöresinden aynlmak istemez. Gölcük, Değirmendere, Adapazan belediyelerinin elinde böyle arsa stoklan olsaydı, belki evine yakm bir mekân bulunup o vatandaşın haklan oraya transfer edılebilirdi. Böylece de mağduriyet ortadan kaldınlabilirdi. Ama ne yazık ki elimizde bu mekanizmalar da yok. Düşünün. 1907'de tsviçre için yazılmış Medeni Kanun'u biz 1926'da Türkçeye tercüme ediyoruz. yürürlüğe koyuyoruz. Bugün 2000'li yıilara gelmişiz, ama hâlâ bu eski yasada ısrar ediyoruz. İsviçreliler, o Yurttaşlar Yasası'nda defalarca değışikJık yapmışlar. LEYLA TAVŞANOĞLU Ülkemiz son aylarda üst üste iki deprem geçirdi. Marmara Bölgesi 'nin bir bölümü neredeyse tümüyle yerle bir oldu. Şimdi pek çok kent, yeniden yapılanma ve yeniden düzenlenme çalışmalarının odağı durumunda. • • • Yıkılanyüksek apartmanların yerine ancak üçdörî katlı binalaryapılmasına izin verilecek. Bu arada Gölcük'te, Değirmendere'de denize uçan araziler ve binalar konusunda yasal nasıl bir düzenleme yapılacağı belli değil. Çünkü yasaya göre yok olan bir binanın tapu kütüğü hemen kapanıyor. Bunlar için nasıl bir PORTRE/DOÇ. DR. EROL KÖKTÜRK düzenleme getirilmesi gerekecek? Fay 1955, ZonguldakÇaycuma doğumlu. Yükseköğrenimini hatları üzerinde bulunan araziler kaydı, ÎDMMA Harita ve Kadastro Bölümü 'nde tamamladı. sınırlan değişti. Ancak Kadastro Federal Almanya Kuzey Ren Vestfalya eyaleti Harita Genel Yasası, ikinci kadastro yapılmasına Müdürlüğü 'nde stajyaptı. İETT Haritaf Kadastro ve Plan olanak tanımıyor. Bir zamanlar bilgi ve Müdürlüğü 'nde Kontrol Mühendisliği görevinde bulundu. bilime önem verilmeyen ulkemizde 198688 arası TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası Istanbul Şube Başkanhğı 'nı yürüttü. Bir süre Yıldız depremle birlikte bilgiye nasıl Üniversitesi Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği gereksinim olduğu anlaşılırken ortaya Bölümü 'nde öğretim görevlisi oldu. Daha sonra Mimar çıkan bu karmaşayı kimler, nasıl Sinan Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü nde düzenleme yoluna gidecekler? Bütün bu öğretim görevliliği yaptı. Pek çok sivil toplum kuruluşu noktaları harita ve kadastro uzmanı üyesi ve uzmanlık alanında çeşitli yayınları var. . olan Doç. Dr. Erol Köktürk le konuştuk. Türkiye 'detti depremler sonrası açılan tartışmalarda hep ön planda jeologlar, jeofizikçiler, sismologlar göründü. Her nedense bu tartışmalarda haritacılar hemen hemen hiç yer almadılar. Sizce bunun nedeni nedir? Deprem tartışmalannda en önemli sorun ve en önemli konu insan canı olunca bunun yongası olan mal pek fazla ön plana çıkamadı. Bugün birinci depremden altı ay geçmiş olmasına karşın yine insanlar can derdindeler ve konutlannın başlanna yıkılması konusu içinde olaya yaklaşıyorlar. Ancak, bu tartışmalann içinde pek fazla ön plana çıkamayan genel anlamdaki mülkiyet kurumu konusu bence işin özünü oluşturuyor. Biz olaya ve tartışmalara bu bütünlük içinde bakabilsek, olayın nedenlerini biraz daha geniş bir çerçeve içinde sorgulayabilsek, inanıyorum ki bundan sonraki süreçlerle ilgili daha sağlıkh değerlendirmeler yapabilecegiz. Bunlan bazı platformlarda gündeme getirdik, ama ne yazık ki bugüne kadar fazla yansıma bulamadı. Bu platformlarda. deprem tartışmalan içinde mülkiyet konusunun çok önemli bir tartışmayı oluşturduğu görüldü. ,^ . j . r. . . . . . Neden? Ashnda bütün sorun mülkiyetin kullanılmasıdır. "Feiaketin boyutian neden bu kadar büyüdü?'' diye sorgulamaya başladığımız zaman olayın aslında son 20 yıldaki gelişmelerin sonucunda mülkiyetin kazandığı anlamtn boyutlannda aranması gerektiğini düşünüyorum. Esas tartışmamız gereken nokta bence burası. Bunun çıkış noktası yine kanımca anayasadaki mülkiyet yaklaşımı olmahdır. Çok ilginçtir. Bizim 1982 Anayasasf nda, belki 1961 Anayasası'ndan hiç değiştirilmeden alınan tek madde mülkiyet maddesidir. 1961 ve 1982 anayasalannın 36 ve 35. maddeleri, "Herkes mülkiyet hakkına sahiptir" der. Anayasanın kabul ettigi mülkiyetin çerçevesi şöyle: "Bu hak, kamu yaran amacıyla kanunla sınırlandınlabilir. Ancak mülkiyet hakkımn kullanılması toplum yaranna ay kın olamaz." Ama sorun tabii ki bunu sadece anayasaya yazmakta değil. Bütün sorun, 1961 Anayasası'nın kabul ettiği mülkiyet anlayışına tamamıyla ters gelişmeler olmasıdır. 1961 Anayasası'ndan bugüne kadar ne yazıktır ki toplum yaranna mülkiyetler yapılamamış olduğu içindir ki depremin boyutlan bu kadar yıkıcı oldu. Anayasamızda mülkiyet ve kapsamı konusunda yalnızca kavramsal kavramlar var, ama açıklayıcı başka hüküm yok. Daha sonra Anayasa Mahkemesi'nin defalarca yaptığı açıklamalar bulunuyor. Anayasa Mahkemesi'nin geldiği nokta şu: Mülkiyet hakkı kullanıhrken başkasına zarar verilmeyecektir. Toplum yaranna uygun kısıtlamalar da yasalarla yapılacaktır. Dolayısıyla bu görev yasalara verilmişrir. Ancak, bizim ulkemizde mülkiyeti düzenleyen anayasadan sonraki temel yasa Medeni Kanun ya da Yurttaşlar Yasası'dır. Ama bu yasa 1926 tarihli. Daha da ilginci, Isviçre Yurttaşlar Yasası'ndan Türkçeye çevirerek aldığımız bu yasanın aslı 1907 tarihli. Biz bu yasayı 19 yıl sonra, yani 1926'da Türkçeye çevirerek almışız. 1961 'e gelindiği zaman mülkiyet konusunda bu yasada bir düzenleme yapılmış, ama Medeni Kanun'un getirdiği mülkiyet düzenlemesinde bir değişiklik yapılmamış. Daha sonra da yürürlüğe giren hiçbir yasa, toplum yaranna hiçbir düzenleme getirmemiş. lum yaranna bir mülkiyet düzenlemesi yapamadı. Birzamanlannbirbaşbakanı (Tansu ÇOler), aBu,sosyaKstbirdevlettir" dedi ve gerekçe olarak da çok fazla malı mülkü oluşunu gösterdi. Tescil konusu olan mallara, mülklere baktığınız zaman Hazine'nin sahip olduğu taşınmazlann toplamı yüzde 8.5'i geçmiyor. O zaman bu nasıl sosyalizm? u O zamanlar. Bu ülkede gecekondulaşmaıun da temel sorumlusu, devietin toprak sahibi olmasıdır'' denıyordu. Bu nedenle de onlara göre devlet, kendi mülkünü sıftrlamahydı. Bu görüş, özelleştirme tarrışmalan içinde de kendine bir yer buluyordu. lerde durdu. Ama o sırada biz BM'den acilen 45 bin tane ölü torbası istiyorduk. Ölenlerin sayısının çok daha yüksek düzeyde olduğu biliniyordu, ama hiçbir zaman kesin bir rakam verilmedi. Ölenlerle ve yaralılarla ilgili bir karmaşa vardı. Hep, o bilgiyi kim doğru kullanacak, diye merak ettım. Sonra Cumhuriyet'te küçük birhaber çıktı. Yunanistan'ıneski Dışişleri Bakanı Pangalos. bu habere göre diyordu ki: "Bu ülke ki öylesine önemli bir depremde ölenlerinin bile kesin rakanunı veremiyor, nasıl AB'ye girer?" Işte, Pangalos bu bilgiyi kullandı. Ben bunlan suçlamak için söylemiyorum. Bugün bilgisayardestekli bilgi, yönetim sistemleri diye bir kavram edinmişiz. Belediyelerde bordürlere gereksiz yere tonlarla para harcanıyor. Ama vatandaşlarla ilgili bilgileri bilgisayar sisternlerinden izleyecek yöneliş, üstelik depremden sonra bile, parça parça olsa bile yeni başlıyor. Bunlann hepsi bizim sorunlanmız. Depreme bu bütünsellik içinde bakmaliyız, dememin nedeni bu. Bu sistem kurulmuş olsaydı, yardımlar da yerine daha kolay ulaşırdı. Televizyonda izlemiştim. Bir vatandaş, "Ben gidip yardım bteyemeta" diyordu. Böyle çok sayıda da insan var. Ama o insana da yardımın ulaşması gerek. Elimizde böyle bir sistem olsaydı kime ne yardım gidip gitmediğini anında görebilirdik. Yardım dağıtma çalışmalannı bile bir adalet çerçevesine oturtamadık. Bizde Yurttaşlar Yasası ya da Medeni Kanun, sadece aile hulcuku söz konusu olduğunda gündeme geliyor. Bence bu yasanın 2000'li yıliarda artık tümüyle gözden geçirilmesi gerekiyor. Yasanın mülkiyetle ilgili 637. maddesınde şöyle deniyor: "Toprak kayması otabttir. Ama arsa sınmnda değjşikBk yapılmasuıı gerektirmez. Böyle bir taşınmaz üzerine geçmiş olan toprak ve başka nesneter için süriiklentUer \e büeşime değin kurauar uygulanır." Biz kadastro yaparken suıirlan 10. cm'ye duyarlıhk sınırlan içinde ölçmeye çalışınz. Çünkü bizim kesin kurallanmız böyle. Depremin olduğu bölgedeki örtalama kayma miktarmın 4 metre düzeyinde olduğu biliniyor. 4.40 metreye çıkan yerler var. Bazı bölgelerde smırlarda farklı yönlerde kaymalar var. Fay tek yönde kınlrnadığı için bazı bölgelerde değişik yönlerde kınlmalar söz konusu. Dolayısıyla bu bölgede kaymalann hangi yönlerde, ne kadar olduğu ~ tam bilinemiyor. Ama diyelim kl 4 metre. Ben sının 10 cm. duyarlılıkJa ölçerken ashnda 4 metre kaymış bir sınırla karşı karşıyayım. Ama bu olayla ilgili bile bugüne kadar hıçbir şey yapılmadı. Ben bir vatandaş olarak oraya gidip "Benkn parselimi gösterin" desem o kadastro müdürlerinin ellenndeki teknik verilere göre o parseli araziye oturtma olanaklan yok ki. 'Maliyet bölgede yaşayanlara çıkıyor1 Devlet kendi mülkünü sıfırladı, diyelim. O zaman bir deprem durumunda devlet geçici ya da kalıcı yerieşim alanlan için araziyi nereden bulacak? Arsalart nasıl üretecek? O zaman öylesine acil durumlarda bile acil yerleşim alanı yaratamazsınız. Işte, sorun orada patlıyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde kamunun kendi taşınmazlannı sıfırlayarak kentleşmeyi sağlıklı bir tabana oturtabildiği görülmemiştir. Devlet topraklan sıfırlanırsa her şeyi piyasanm kendi dengeleriyle karşı karşıya bırakmak zorunda kalınz. Böylegarip birpiyasa ekonomisi düzeninde sizce bu sonuç mu isteniyor? Bu isteniyor, ama maliyeti o bölgede yaşayanlara çıkıyor. Belki bunu isteyenler başka niyetlerle bunu istiyorlar. ama sonunda maliyet normal yaşadığını varsaydığımız Istanbul'daki vatandaşa, felaket olduğu zaman felaket bölgesindeki mağdur vatandaşa çıkıyor. Serbest piyasada siz bir taşınmazı bir meta gibi piyasa koşulla 'Pavalar uzun zaman alır' Bu noktada akla başka bir soru geliyor. Depremkrden sonra kentlerin yeniden yapüanması gündemde. Eskiden 1015 kataizni verilmiş binalann pek çoğu depremde ya ciddi hasargördü ya da yıküdu Bunlar için yıkım kararları alındt Ama bu binalann inşa edildiği araziler bellL Bundan sonra 1015 katizniveriUmeyecek. Ancak 34 katlı binalar çıkdabilecek. Bu durumda, mülk sahiplerinin durumu ne olacak? Hiç kimse bilmiyor. Sadece Kat Mülkiyeti Yasası'nda bir düzenleme var. Bu yasa 1965 tarihinde çıkmıştır. Zaten bu konularda yasalanmız bayağı da eski. Kat Mülkiyeti Yasası'nda, kat mülkiyetine konu olan yapı bir biçimde ortadan kalkarsa oradaki mülkiyetin arsadaki müşterek mülkiyete dönüşeceği yazılıdır. Yani, bina ortadan kalktığı zaman sizin oturmuş olduğunuz daireden dolayı zaten bir arsa paymız vardır. Diyelim ki çift daireden beş katlı bir bina vardı. Depremden sonra yeni yapılan haritalar gereği bu bina yeniden yapıldığında üç kata izin verildi. Demek ki dört aile, daire sahibi olma hakkından mahrum kalacak. Bu durumda, ya aralannda anlaşacaklar, anlaşamazlarsa da maliklerden birisi mahkemeye gidip izaler şüyu davası açarsa müşterek mülkiyet satış yoluyla tasfiye edilecek. Anlaşma sağlanırsa da müşterek mülk, normal yollardan satışa çıkanlacak. Bunlar hep karmaşa, sorunlar... Bizim ulkemizde mülkiyet davalan da öyle akşamdan sabaha bitmiyor ki. Bunlar çok uzun zaman alır. Dolayısıyla eskiden orada malik olan insan, bu kez sorun sahibi olacak. Zaten mağduriyeti olan vatandaş, bir de bu sorunlarla cebelleşmek zorunda kalacak. Bu, olayın gerçekten üzerinde çok düşünülmesi gereken bir boyutudur. Size başka bir örnek vereyim: Değirmendere ve Gölcük'te bazı binalar denize kaydı. Kadastro yeniden yapılmalı Ne yapılması gerekiyor? Bayındırhk ve lskân Bakanlığı yalnız yeni yerleşim bölgeleri için acil kadastral önlemler ve kararlar aldı. Ama 200 metrelik kınlma alanında kadastronun derhal ve yeniden yapılması gerekiyor. Orada da başka bir sorun karşımıza çıkıyoT. 1987 tarihli Kadastro Yasası'nın 22. maddesi ikinci kadastro yapılmasmı engellîyor. Oysa Avrupa ülkelerinde kadastro üçüncü, dörduncü kez yapıldı. Bizde ikinci kadastro yapılmasının yasaklanmasının nedeni, mülkiyetin mullak bir hak oluşu. Medeni Kanun'un 618. maddesi diyor ki: "Bir şeye iye olan kimse, onu yasaiar çerçevesinde dikdiği gibi kuflanabflir." O kullanmada asıl olan, sizin sabip olduğunuz taşınmaz ye toplum içinde sahip olduğunuz statüdur. Örneğin ben Gökkafes çevresinde bir arsa sahibi olsaydım, Gökkafes biçimi bir binayı çıkamazdım. Ama o kişiler, toplum içindeki ilişkileri sayesinde diledikleri gibi onu çıkartmayı, beceriyorlar. Ben mülkiyet hakkına karşı değılim, ama mülkiyet duygusuna karşıyım. Toplum olarak mülk edinme hastalığına tutulduk. Mülk edinmek istiyoruz, edindiğimize el degdirtmiyoruz. Belki ikinci kadastroyla buna el değdirilecektir. Güzel bir Anadolu deyişi vardır. "Şeytan tarialann smınnda doJaşır" denir. Ulkemizde hukuk mahkemelerinde her yıl bir milyon dava açıhyor. Bunun yuzde 30'u taşınmazlarla ilgili davalardır. Bu mutlaklık çerçevesinde kentlerimizi mutlaklığa tutsak ettik. Bu tutsaklık, yanı sıra rantı getiriyor. Bu mekanizmada toplum yaran çalışmıyor. Çünkü yasalarda toplum yaran tanımlanmamış. Bizdeki özeJ yasaiar ne yazık ki anayasadaki toplum yaranna mülkiyet anlayışını hep tehdit ediyor. Sonra da ortadan kaldınyor. Bu toplumda, küçük oisun benim olsun, başkasından bana ne, diye düşünülmeye başlandığı zaman, toplum yaran zaten o noktadan sonra çalışmıyor. 'Devlet kendl mülküne özen göstermemls' Peki, imar yetkilerinin 1985'ten sonra belediyelere devredilmesiyle birlikteki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu kararla iş tamamıyla çığnndan çıktı. Sonunda bugün geldiğimiz noktada, her tür olayın sonucunda felaketlerle karşılaştığımızı görüyoruz. Bu deprem tartışmalannın içinde bu konunun daha iyi sorgulanmasına gerek olduğunu düşünüyorum. Anayasanın toplum yaranna uygun mülkiyet düzenlemesi, Palandöken Dağlan'ndaki bir kardelen çiçeği gibi duruyor. Ne yazık ki öbür yasalara yansıyamamış. Yoksa yansıtümamış mt? Evet, yansıtılmamış. Biz mülkiyet konusuna cumhuriyet dönemi çerçevesi içinde bakarsak devletin bu ülkede kendi mülkünü sevmemiş olduğunu görüyoruz. Devlet bugüne kadar. özel mülkiyete gösterdiği özeni kendi mülküne göstermemiş. 1926'dan bu yana da kendi mülkiyetini hep tasfıye etmeye dönük yasaiar çıkarmış. Bunlann başında zilliyet yasalan var. Yurttaşlar Yasası, 17 Şubat 1926'da kabul edilmiş ve 4 Ekim'de yürürlüğe girmiştir. Ancak, 21 Nisan 1926'da apar topar 810 sayıh bir yasa çıkanldı. Medeni Kanun'un getirmiş olduğu düzenlemelerde zilliyetlik yoluyla edinimde mahkeme karan gerekliyken 810 sayılı yasayla birlikte mahkeme karan zorunlulugu ortadan kaldınldı. Bu yetki, tapu sicil müdürlerine verildi. Yani bir kişi, "Burası bana aittir" dediği anda onun kütüklerinin yetkisi tapu sicil müdürüne verilmıştir. Medeni Kanun'un yürürlüğe girmesine kadar da bu yolla birçok kamu, Hazine taşınmazı elden çıkanlmıştır. özel mülkiyete devredilmiştir. Ondan sonraki süreç, 1934 tarihli ve 2613 sayılı Kadastro, daha sonra 766 sayılı Tapulama Yasası, tmar Yasamız ne yazık ki top nna bırakırsanız onun bedelinin nerede duracağını kestıremezsiniz. Neden kestiremezsiniz? Bu da konunun bir başka boyutu. Ulkemizde mülkiyeti düzenleyen yasalann içinde toprak mülkiyetindeki tekelleşmeyi önleyici hiçbir hüküm yok. Antitekel yasası TBMM'den birakşamda geçiverdi. "AB'ye ujıun için böyle bir yasa gereküdir" denildi. Buna karşın ulkemizde mal üretimi alanında ciddi bir tekelleşme hâlâ var. Hiç olmazsa bir yasa var. Ama toprakla ilgili tekelleşmeyi önleyecek hiçbir yasa yok. Bir kişi istediği kadar taşınmazın sahibi olabiliyor. Ama taşınmazlarda rekabet unsuru yok. Ben, Istanbul'daki bir taşınmazın karşısına. örneğin Sıvas'tan bir taşınmaz getirip rekabet ettiremiyorum. Biz, toprakta olayı piyasa koşullanna bıraktığımız anda değerin nerelerde duracağı belli olmaz. Böylesine bir tehlikeyi ortadan kaldırmak için de, kentleşme, kentsel yaşam ve kent yaşamının adaleti ve eşitliği açısından kamunun mutlaka toprak stokunun olması gerekiyor. Ama ulkemizde, ne yazık ki, cumhuriyet tarihi boyunca devlet elindeki topraklan zilliyetlik hükümleri yoluyla elden çıkarma yoluna gidildı. •Kanuni boşluklar doldurulmalı' Bunlar mülkiyet mevzuatı açısından ne olacak? Buna düzenleme getirmesi gereken Medeni Kanun'un 643. maddesi diyor ki: "Yok olan bir taşınmazın tapu kütük sayfası kapaoJn*." Bundan başka bir düzenleme yok. Taşınmaz mülkiyeti tapuya tescille birlikte doğan bir haktır. Bunun tapu kütük sayfasını kapattığınızda mülkiyeti ortadan kaldınyorsunuz. Çok acilen kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenmesi gereken boşluklarla karşı karşıyayız. Bunu ben biriki toplantıda da dile getirdim. Ama bu konularda bugüne kadar kanun hükmünde hiçbir kararname çıkmadı. Denize gitmiş olan taşmmazlarla ilgili yagılabilecek hiçbir şey yok. Ulkemizde yalnızca mülkiyet, yalnızca kentleşmeyle ilgili düzenlemeler, yalnızca imar değil, eğitime kadar ashnda bütün sistemler soba borusu modeli üzerine kurgulanmış. Yani girdiğiniz zaman çıkmak zorundasınız. Alternatifiniz yok. Toprağın üzerindeki hak konusu kendi emeğiyle kazandığı bir hak değil. Adam Smith'ten bu yana liberal düşüncede tartışılan bir kavram bu. Bir şeyin maliki olabılmeniz için emek vermeniz gerekir. O şeye emek verirseniz malilci olmaya hak kazanırsmız. Bir yerde boş bir araziniz var. Bir sabah kalkıyorsunuz, belediye meclisi karar verdiği için arazinizde 10 katlı bir imar hakkının sahibi oluyorsunuz. Buna hiç emek harcamıyorsunuz. fstanbul'daki bazı parseilerle ilgili belediye meclisleri ciddi emekler harcıyorlar. Ama bu, olayın başka bir boyutu. Ingiltere, imar haklannın ulusallaştınlması adı alhnda bir mekanizma geliştirdi. O nedenle de Ingiltere'de, "Toprak mülkiyeti bir arpa boyu kadardır" deniyor. Yani, belli bir sının aştığınız zaman geri kalan parçayı gidip kamudan satın almak zorundasınız. Bunu Ingiltere başarmış. Ulkemizde yıllardan beri imar sistemi içinde bu, kuramsal düzeyde tartışılıyor Toplum yaranna mülkiyet anlayışı dediğimiz kavram 40 yıldır tartışılıyor. Ama bunlar bugüne kadar yasalanmızda mekanizma olarak geliştirilmedi. 'Deprem sayesinde bilgiye yöneldir Yani depremden sonraki tartışmalarda kasıtlı olarak mı haritacılann görüşleri hiç sorulmadı? Ben bunu mesleki çerçeve içine sıkıştırmak istemem. Çünkü, depremden önce bilim adamlanna, bilgiye önem mi verilmişti? Depremle birlikte geçici olmamasını umut ettiğimiz bir bilgiye yöneliş meydana geldi. Ama kamuoyunda, medyada dolanan bilgilere baktığınız zaman, o bilgilerin hiçbirisinin yeni olmadığını görüyordunuz. Bunlann hepsi eskiden söylenmişti. Deprem sonrası yaşanan süreçte feiaketin boyutlan çok büyük olunca bilgiye yöneliş oldu. O yöneliş içinde tabii ki en önemlisi, insanın canıyla ilgili olan bilgiydi. O nedenle bizim meslek alanımıza yönelinmemesini ben anlayışla karşılıyorum. Şimdi, daha soğukkanlı düşünmemiz gereken bir süreçteyiz. Olayı bütünselliği içinde görmek zorundayız. O bütün içinde sadece bir kere yoğunlaşırsak bütünün başka parçalannı gözden kaçınnz. Bilginin sadece bir kısmı önemli, diğerleri göz ardı edilmesi gereken bilgilerdir, diye yaklaştığımız zaman önümüzde gelişecek süreçlerle ilgili önlemler konusunda da eksik davranmış oluruz. Gölcük depremi sonrası can kaybı rakamlan sürekli verilmeye başlandı. Bir ara rakam düzeltmesi yapıldı. Sonra bu rakam 17 bin
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle