Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 29 KASIM 2000 ÇARŞAMBA
14 JVLJI-iA LJil. kultur@cumhuriyet.com.tr
EşrefÜren Hnyapıüarı Türktye Cumhuriyet'iMerkez Bankası Sanat GalerisVnde
Doğaya adanmış resimlerTURANEROL
Eşref Üren, Türk resminin en du-
yarh, en ınanmış temsilcilerinden bi-
riydi. Sanat dünyamızın gözü pek bir
savaşçısıydı. Gerçekten, Eşref Ûren'in
mütevazı ve göze çarpan inişleri çı-
kışlan olmayan seksen yedi yıllık ya-
şamının son altmış beş yıh, Edgar De-
gas'nın ifadesiyle, "neoîduğunu bflme-
diğüniz bir mesJek" uğruna kesıntisiz
bir savaşımla geçmiş, resim denilen
bir sanata adanmıştır. tlkokula Bur-
sa'da başlayan Eşref Bey, on yaşına
kadar çeşitli okullara devam etti. Ga-
latasaray Sultanisi'nde öğrenci iken
1915 'te Bursa'ya döndû. Aynı yıl Bur-
sa'da "ZiraatAmetiyat.Mektebrne de-
vam etmeye başladı. Bu okulda öğren-
ciyken 1916'da askere alındı. Uzun sü-
ren bir eğitim döneminden sonra Mü-
tareke'den az bir zaman önce Çanak-
kale'yegönderildi. 1918'deterhisedi-
lince da Halkalı Ziraat Mektebi'nin
sütçülük (Sanayi-i Lebenniye) kursu-
nu tamamladı. EşrefÜren' in bu yıllar-
da resim sanatıyla doğnıdan bir ilişki-
si olmamıştır herhalde.
Kendinden dinlediğimiz anılanna
bakılırsa daha çok edebiyata merakhy-
dı. Ama îstanbul'da yaşadığı yıllarda
resimle dolaylı bir tanışıkhgı da yok de-
ğildı. Dedesi (Sultan'ın süt kardeşi)
Grafıc ve Illustration dergilerini izler-
di. tsmail Eşref de bu dergilerdeki röp-
rodüksıyonlara bakmaktan hoşlanıyor-
du. Aılc, Şeker Ahmet Paşa ailesiyle
de tanışıyordu. EşrefÜren, "Ökressam
adı olarak Rafael'i duymuşsam, ük
ressam olarak da tzzet Bey 'i görmûş-
tüm" dıye yazmıştır. "Beni Ziraat mü-
hendisliğinden ressamhğa iten sihir,
Bursa'da Temenyeri denilen gezinti ye-
rinde sehpasuıı Yeşil Türbe'ye yönelt-
miş,resimyapan bir ressam oMu. Son-
radan bu ressamın tbrahim Çallı oJdu-
ğunu öğrendim. Çalh'nın yapöğj pey-
zaj doğadakinden daha alımh, daha
güzeidL Resmin ne oMuğunu zümrüt
gibi Yeşil Türfoe'de sezer ohnuştam. O
gece Hacıbaba MahaDesfndeldevmıiz-
de yatakta sabaha dek bir sağa, bir so-
la dönerekgözüme uyku ginnemiş,kan
ter içinde kahnıştıın. SababJeyin rah-
metii anneme, 'Anne ben ressam ola-
cağım, tstanbul'a gideceğım' demiş-
tim." (Cumhuriyet, 14Temmuz 1982)
Çalh atöKesinde çahşü
îsmaü Eşref 'i 1920-1921 yıllannda
Sanayi-i Nefıse'de Cemal Toflu, Tur-
gut Zaim, Hafil Dikmen, Mubittin Se-
bati, Hamit Görele ile birlikte Çallı
atölyesinde görüyoruz. EşrefÜren o yıl-
lan besbelli bir yûrek kabarmasıyla
anlatır: ".Jlurgut akademik öğretim
dışına çıkardı. Bir gûn bir nü resmi
yapmışü. Çalh resmi efeştirirken, 'mo-
dele benzemiyor, şırın olmus bu' de-
di Turgut cevabı yapıştutn: 'Ben de
Şirin'e benzesin, Şirin olsun istemiş-
tim, hocam' dedLOzamankryametkop-
tu. Çalh, Turgut'u atöhesinden kovdu.
Bana geünce; ben hep acemiydim. Hep
bir beceriksiztik vanh bende. Hoca ya-
nıma pekuğramazdL Ancak atötyeden
çıkarken, 'Olmuyor Eşref, olmuyor...'
diye seslenirdi Bir arahk resmi bırak-
mayı düşündüm._"
Ne var kı genç sanatçı resmi bırak-
madı. 1922-24 yıllan arasnıda Çalh'nın
rşrefÜren,
Doğulu yanlan
hiçbir zaman
kaybolmamış,
modern Avrupalı
bir ressamdı.
Ardında
bıraktığı
sonsuz doğa
ve yaşam
sevgisini
yansıtan
tadına
doyum
olmaz yemişler, panltıh çiçeklerle dolu bir
bahçeye benzeygnyajpıtlan, her
görüşümüzde bîze dûnyanın güzel olduğunu,
yaşanmaya değer olduğunu anımsatacak,
yaşamımıza anlam katacaktır.
Çemberlitaş'taki özel atöryesine, ara-
da sırada da olsa devam etmekten ge-
ri kalmadı. Sonunda Çalh'nın özen-
dirmesıyle Sanayı-i Nefise Mektebi'ne
döndü. Resim öğretmenliği Ehliyet-
name Sınavı'na girdi. öğretmenliğe
atanmayı beklerken Ankara'da açılan
bir sergiye verdiği resim Kral Amanıd-
lah Han tarafından satın alımnca Pa-
ris'egitti. AndreLhoteakademisıne de-
vam etti. Türkiye'ye döner dönmez
Van'a öğretmen olarak atanmak için ba-
kanlığa bir dilekçe verdi, ama Van'da
boş resim öğretmenliği olmadığından
Erzurum Erkek Öğretmen Okulu'na
atandı. Yedi gün süren çüeli bir yolcu-
luktan sonra Erzurum'aulaştı. Arûkye-
ni bir yaşam başhyordu. Bu gerçek Is-
tanbul çocugu, oldukça ilerlemiş bir yaş-
ta, 1930'da resim öğretmenliği ile Er-
zurum'a giderken doğduğu kente bir
daha dönmeyeceğini, önce Erzurum'da,
sonra Sıvas'ta geçen bir sekiz yıldan
sonra eski arkadaşlan Turgut Zaim,
Refik Epikman gibi Ankara'ya yerle-
şeceğını, Cumhunyetin başkentinde
simgeleşeceğini akhndan geçirmiş. miy-
di? EşrefÜren, Sıvas'ta Mdahat Ha-
nım'la evlendi. Yıllardır biriktirdiği
parayla eşini de yanma alarak bir kez
daha Paris'e gitti. Dönüşte Ankara'ya
atandı ve o tarihten sonra Ankarajı ol-
du.
Hep mûkemmeB aradı
EşrefÜren, 19 Kasım 1984 günü
Ankara'da yaşama gözlerini yumdu-
ğunda ardında sonsuz doğa ve yaşam
sevgisini yansıtan tadına doyum ol-
maz yemişler, panltıh çiçeklerle dolu
bir bahçeye benzeyen eserler bıraktı.
Eşref Üren, sanat hayatında kararh,
zikzaklan olmayan bir yolda devamh
olarak mûkemmeli arayan bir tutum
veanlayışlaçalıştı. Bir doğa hayranıy-
dı. Monet'yı, Sisley'ı. Bonnard'ı, Ma-
tisse'i seviyordu. Lhote'un formülleri-
ni de kavramaya çahşmıştı. Kendini
sıkıp çıplak etütleri yaptı. Ama o en kök-
lü ve denenmiş bilgilerle çahşırken de
resünlerine çocuksu, saf yürek, der-
beder birhava gelip yerleşiyordu. Boz-
kırda kök salmış ve yaz kış çıçek açan
bu ağaç asıl güzelliklenni 1961 yılın-
dan sonra göstermeye başladı. Eşref
Üren bu tarihten itibaren her yıl Dev-
let Resim ve Heykel Sergısi'ne büyük
boyutlu bir resim vermeyı gelenekleş-
tirdi.
Kanımca onun ilk güzel ve yürekli
çıkışı, ilk büyük boyutlu önemli yapı-
tı, 1961 yılnıda Devlet Resim ve Hey-
kel Sergisi'ne verdiği "Bağ Bozu-
mu"dur. Bu düzenlemedeki kınk dö-
kük, ama yürek dolusu sevgiyle nasıl
bir ustalığı gizlediğini, tablonun bü-
tündeki bilek gücünü, şakıyan ve da-
mıtık su gibi an renk Uişkilerini, do-
ğannı ritmini, ürperişini, seyırciler ku-
nılu sanınm görememişti.
Eşref Üren'in izlenimci bir ressam
olduğu, zaman zaman öne sürülmüş-
tür. Bana göre bu görüş yanlıştır. Eş-
ref Üren'e izlenimcilik yakıştırmalc
onu övmek değildir. O basmakahp bir
ışık-gölge kavramına da bağlanma-
mıştır hiç bir zaman. Izlenimcilere gö-
re ışık, turuncu, gölge ise mavidir. Bu
çok şematik bir aynmdır. Oysa Eşref
Üren'in resimlerindeki ışık nesneleri
bir yönden aydınlatan bir ışık ohnadı
hiç bir zaman. Böyle bir ışık anlayışı
insanı ister istemez modleye doğru gö-
türür. Bunun tek kurtuluş yolu Cezan-
ne metodudur. Eşref Üren'in bir doğa
hayranı oluşu, ışığı gözden yitirmeyi-
şi, onunla ızlenımciler arasında bir ya-
kınlık kuruhnasınuı bir başka nedeni-
dir. Fakat asıl EşrefÜren'in resmıne ege-
men olan içtenliği ve iç dünya olgusu-
nu, onu anlamak bakımından gözden
kaçırmamak gereklidir.
Eşref Üren'i, Bedri Rahmi Eyuboğ-
hı'nun deyişiyle Türk resminin ana di-
reklerinden biri yapan farkı, Murat
Ural şöyle anlıyor: u
Bu noktada 'her
şey içimizdedir' diyeözetfcdiği basit'
hayat görüşünö hatuiarsak onun içe
dönüşünü, resmindeki açrinnınm dûşün-
sd temeüni de yakalavabUiriz. Zahm'
otona, yani dış görünüşe değil, 'batıni'
oiana, yani içtekine önem veren bu an-
layış dfinyayi görür, ancak önemli olan
göıılündekidır."
Tek ve sürekli bir ışığı vardı
Eşref Üren, resim sanatının temel
ve biçimsel sonınlanna nasıl yaklaşı-
yordu? Onun, nesneleri ifade ederken
tutumu neydi? Yukanda da belirtıldi-
ği üzere o basmakahpbir ışık-gölgekav-
ramına bağlı ohnadığı gibi, izlenimci
ışık-gölge anlayışından da uzakü. 0,19.
yüzyıl izlenimcileri gibi ışığın geçici
anlannı saptamaya, "kaçan an"ı yaka-
lamaya çalışan bir ressam değildi. Onun
teic ve sürekli bir ışığı vardı ki mekâ-
nı ve nesneleri hep aynı şekilde aydın-
latan, nesnelerin canlı renk etkilerini
yok etmeyen bir ışıktı bu. EşrefÜren
içten gelen bir yaklaşunla resminde
yer alan bütün nesneleri aynı derece-
de aydınlatan üniversel (yaygın) bir
ışık altında resmetmiştir. Bu resimler-
de her nesne asluıda kendi renk kali-
tesiyle, olduğu gibi bütün tazeliğiyle
tuvaİe geçerdi. EşrefÜren'in resmin-
de yer alan her şey "ton lokaT dediği-
miz nesneye özgü olan rengi, hiç yi-
tirmeden yansıtırdı. Nesneyi çevrele-
yen çizgiye hiçbir zaman bağlı kalma-
dan, renge olanca özgürlüğünü vere-
rek ama bütün tazeliği. gölge-ışık et-
kıleri ile rengin kalitesinı zedelemeden
tuvale aktanrdı. Ve bütün nesneleri bu
tek ışık altında incelerdi. Yüzeyde ge-
lişen bu istif, bu düzen Eşref Üren'i,
Doğulu yanlan, Doğulu yönleri apaçık
görünen modern bir ressam yapmıştır.
Eşref Üren'i böyle değerlendiriyo-
rum: O, Doğulu yanlan hiçbir zaman
kaybolmamış, modern Avrupalı bir
ressamdır. Bıraktığı sayısız resim, on-
lan her görüşümüzde bize dûnyanın
güzel olduğunu, yaşanmaya değer ol-
duğunu anımsatacak, yaşamımıza an-
lam katacaktır.
Erken olgunlaşmiş bir ses
Ece Temelkuran, son kitabında 'iç 'in yapmayı reddeden,
olmaktan yana tavır koyan yüzü ile hesaplaşıyor
SIRMAKÖKSAL
Bazı kitaplar, eleştirilmeyi, övühneyi
baştan reddederler. Bu kendi ıçlerinde var-
dır: "Khni çahşkan kanncalar, kuru bir
türûn yaprağı gibi ufalamak isteyecekler
busözîeri Çahşkankanncalarw yıne hep
onlar, ufaladıklan parçalardan 'işe ya-
rayan' şe>lerçıkanp, bütün o işe yarayan
şeyleri biriktirdikleri evlerine götürmek
isteveceklerdir. Evlerine götürüp birleş-
tirmek, bütünleşdrmekiçin çabalayacak-
lanhr." Veya "Kimileri o sırn bulup ra-
hatiamak için, cümleler arasında aranıp
duracaklarthr. Ama yme de, bütün bu
sözkrin tamir edikmezliğini ve kıymeti-
ni sadece melekler görecektir."
Alıntılar, çeşitli gazete ve dergilerde-
ki yazılanyla da tanıdığımız Ece Tem^
kuran'ın "tçKitabı"adh son çalışmasuı-
dan. Daha önce, "Bütün KadınlannKa-
fası Kanşıkür" ve "Kmm Oğhım Dev-
letim-Evierden SokaldaraTlrtukhı Anne-
teri" adlı kitaplan da bulunan Temelku-
ran'ın bu üçüncü kitabı, aynı zamanda ye-
ni bir yayınevi olan Gala'nın da ilk kita-
bı. Şiir kıvamında olan tç Kitabı, yuka-
ndaki alıntılardan da anlaşılacağı gibi,
eleştiriyi ve övgüyü reddederken erken
olgunlaşmış bir sese sahip. Bu ses, No-
vaüs'in Geceye Kasideler adlı yapıtmda
sözünü ettiği "herkes tarafindan aşağı-
lana aşağüana erken bir olgunhtğa er^-
miş gençnğm'' acı tonunu taşıdığı için
i
I
»
de, bilmişliği değil, her şeyden çok genç-
liği çagnştınyor okura. Okur okumaz
anlıyorsunuz genç bir insanın kalemın-
den çıktığını; yahıızca gençliğin ödün-
süzlüğü ve duruhnamışlığı ile bir araya
gelebilecek bir karşı koyuşu var. Ancak
bu duruhnamışlıkta da dumbnaya karşı
bir özlem yok. Tersine, dunümuş yaşam-
lann bastırdıklannı savunuyor tç Kita-
bı. "Yapanlar kusursuzluk için çabalar.
Kusnrsuzhık, ortalamanm eğkncesidir.
tnsanhğm ne mucizevi bir şey olduğu ya-
lanma inanmak için gayretkeş bir çaba.
Seniügflendh-mez. Sen mümkûnseo ku-
sursuzu 'yapıp' sonra dabuağdahaben-
gi, daha büyük bir manevrayla bozmab-
sm_ tşte mucizevi olan budurT
Ancak bu karşı koyuşun acıh bir yani
da var: "Kim inanır ki bize, desek ki iç-
tenfikle, 'isterdik bir denizanası olma-
yı'? Yalayarak her bir şeyi, her bir şeyin
biçimmi alarak yaşayadurmavL- Suynn
içinde sugftjiobıiak isteyışinıize.'uvmak'
Kteyişimize kim inanuth?" Ki zaten ki-
tabuı gençliğin diriliğinden çok erken
olgunlaşmışhğını da bu söyleyiş veri-
yor. Kendini sakınma bir yandân da ya-
şamı kendinden salanmaya dönüşüyor.
Kendini zehirli buhna duygusu giderek
karşı koyuşun yerini alıyor. Ama bu ze-
hirlilik duygusu, kendinden nefrete doğ-
ru yol almıyor, tersine olurnJadığı kendi
iç serüvenini sürdürüyor. "Öncefikle biz
'iç serüven'e mecburuz. Ki insanoğhı-
nun mecburkalacağı budur, nihayetinde.
Sdahpbusonsuzaynvarianan renktopun-
dan, hakiki bir serüvene çıkmaya niyet-
lenecektirinsan.Yeniçağmkıtasidn-'iç'.''
Bireysel ıç dökmelerle ıç dünya serü-
venine açıhnayı deneyen birçok yazann
tersine, Ece Temelkuran, iç'in yapmayı
reddeden, ohnaktan yana tavır koyan yü-
zü ile hesaplaşıyor. Eh, başına gelenler-
den yakınışıyla bizi kendinden soğutan
bazılannın karşısında, oluşunu savunan
ve duruşunu bozmayan bir yazarla kar-
şılaşmak iyi bir şey doğrusu.
Graham
Greene,
son20yıhm
paylaşöğı
sevginsi
Yvonne
Cloettaüe
buükte
1965'te
Fransa'nm
gûneyinde.
Greene'nin yüreğine
batınlan zehirli kalemler
Kühür Servisi - Ünlü yazar Gra-
ham Greene ölûmûnden sonra bi-
le kendisini yalondan tanıyan iki
kadın arasında şiddetli tartışmala-
rm yaşanmasına neden oluyor. Ame-
rikalı yazar Shiriey Hazzard'ın Gre-
ene'yle ilgili amlannı topladığı
"GreeneinCaprT adh kitabında ün-
lü yazan "kötü niyetii ve şefkatsiz"
olarak nitelemesı üzenne Gre-
ene'nin son 20 yılını paylaştığı sev-
gilisi Yvonne Cloerta, Hazzard'ı
gerçekleri saptırmakla suçladı.
Kitabmda Greene'nin kendini se-
venleri her an incitmeye hazır ol-
duğunu ve insanlara verdiği acıla-
nn, varoluşunun gerçeğini oluştur-
duğunu anlatan Hazzard, Cloet-
ta'nın sert tepkisiyle karşılaştı. Uzun
yıllar süren beraberlikleri su^snı-
da Greene'nin böyle bir yönüne
rastlamadığını söyleyen Cloetta,
"Graham ve Shiriey temelde bir-
birfcrini sevmezlerdL aralanndaki
ilişki bir arkadaşhk parodisinden
başka bir şey değildi. Graham'ın.
Shirlej'nin iddiaettiğigibi bir adam
oimadığmı gerçek dostian binrdi"
dedi.
Hazzard ise Cloetta'yı ikiyüzlü-
lükle suçluyor. Cloetta'nın önce
Greene'yle ilgili anılannı kitaplaş-
tırmasını teşvik ettiğini fakat daha
sonra "National Post" gazetesinde
takma adla yazdığı bir eleştiriyle
kendisini yerden yere vurduğunu
idda ediyor. Judith Evans ımzalı
eleştiri yazısuıda, Hazzard yazann
anısuıa ihanetle suçlanıyor. Bu es-
rarengiz eleştirmenin gerçekten
Cloeatta olup ohnadığı da ayn bir
merak konusu.
DEFNE GOLGESİ
TURGAY FtŞEKÇİ
Büyük Hayatlar
Yirminci yüzyıl, büyük olayların yanında büyük
hayatlann da yaşandığı bir dönem oldu.
Büyük uğraşlann yüzyılında elbette böylesi hayat-
lann görülmesi rastlantı değil. Ancak hayat içinde-
kitürlü rastlantılann, insanlann hayatını birandade-
ğiştiriverdiği, onlara hiç bekiemedikleri görevler, so-
rumluluklar yüklediği de gerçek.
Yaşamöyküsü ya da anı kitaplan yeni kuşaklara
böylesi hayatlan tanımak için bir olanak yaratıyor.
Yenilerde yayımlanan iki kitap, iki ilginç insanı tanı-
mak için birer fırsat: Biri Abidin Dino'nun Kısa Ha-
yat öyküm (Adam Yayınları), öteki Tatyana Mo-
ran'ın Dün Bugün'ü (lletişim Yayınlan).
Abidin Dino, türlü yönleriyle tanınsa da asıl ben-
zersiz kültür adamı kişiliğiyle öne çıkar. Sanatçılığın-
dan çok ilişkileri, çevresi, ülkemizin kültür hayatın-
daki yönlendirici, yol gösterici özellikleri onu öme-
ği olmayan bir konuma getirmiştir.
Kısa Hayat Öyküm'de bu benzersizlik açıkça or-
taya çıkıyor Daha okula başlamadan evde üç dil (Türk-
çe, Rumca, Fransızca) öğrenmesi, sonra bu dillere
ıngilizce, Rusça ve Italyancayı katması; onu çokkül-
tüıiü düşünme ve davranma becerisiyle donatmış.
Sonra zengin yaşam deneyimi: 1 -6 yaşlan arası-
nı Cenevre'de, 7-10 yaşlannı Paris'te geçiımesi; Is-
tanbul'a dönünce minyatürtere, fresklere, mozaik-
lere, hat sanatına ilgi duyma, yirmi yaşında Türki-
ye'deki ilk öncu resim topluluğu olan D Grubu'na
katılma, Nâzım Hikmet'le tanışıp dostluk kurma;
Cumhuriyet'in onuncu yıh nedeniyle Istanbul'a ge-
len Sovyet fılm yönetmeni Sergey Yutkeviç'in çağ-
nsıyla Rusya'ya gitme, 1934-1938 arası orada dö-
nemin önde gelen sanatçılanyla tanışma, kimileriy-
le birlikte çalışma, oradan 1938'in Paris'i...
Yurda dönünce kendini yedi yıl sürecek sürgün-
de bulma. Adana'da on altı-on yedi yaşındaki Ya-
şar Kemal'le tanışma, bir süre Ankara'da oturup ça-
lıştıktan sonra, heykellerinde orak çekiçler aranma-
sı üzerine önce dokuz ay Roma, ardından da öm-
rünün sonuna dek yaşayacağı Paris'e geliş...
Bütün bu yer degiştirmeler içinde her zaman üre-
ten bir sanatçı, çevresi için de yardımcı, yol göste-
rici, birlikte çalışmaya, birlikte gelişmeye inanan,
öyle davranan biri.
Her zaman politikanın içinde olmuş, ama sanatı-
nı ve kişiliğini politikaya ezdirmemiş biri.
Abidin Dino'nun hayatı, dışardan bakanlar için de
ilginç; o hayattan kendi hayatı için dersler çıkarmak
isteyenler için de örnek bir hayat.
• • •
Tatyana Moran'ın hayatı 1910'da Rusya'da baş-
lıyor. Kınm'da Kerç ilinde toprak sahibi bir soylunun
kıa olarak doğuyor. 1917 Devrimi'nden sonra üç gün
üç gece bir mavna ile Karadeniz'i geçip Istanbul'a
sığınıyoriar.
Zorluklar içinde yaşam koşullan, Liege'e teyze
yanına ögrenime gitme. Oradan evlenerek Afrika'ya
taşınma. Üç yıl sömürge düzeni içinde bir hayat.
Yeniden Istanbul'a dönüş, Sıvas'ta, Karabükie ça-
lışma, dönemin Istanbulu üstüqe ilginç bilgiler; "O
sırada Narmanlı Yurdu çok şMn biryerdi. ortasın-
daki bahçeye kapıcılan bakar, sulardı ve asıl bina-
nın sahibi güzel havalarda kahvesini veya rakısını or-
tadakı kameryasında içerdi. Her zaman çok güzel
çiçekler vardı. Üçüncü kata taşındık, avlunun karşı
tarafında Aliye Berger ve kocası otumyordu." (s.
90).
Kitapta o dönemin insanlan üstüne de çok ilginç
aynntılar var. Sözgelimi Atatürk'ün biryılbaşı gece-
si aniden Tokatlıyan Oteli'nin salonuna girdiğinde söy-
lediği sözler: "ıstanbul halkı! Bu sene yılbaşını si-
zinle geçirmeye karar verdim, trenden inip size gel-
dim. Vakit kaybetmemek için gıysilerimi değiştire-
medim. Kusura bakmayın." (s. 94).
1941 'de Ingiliz Edebiyatı Bölümü'nde başlayan üni-
versite ögrenimi, ardından üniversitede kalış. Ahmet
Hamdi Tanpınar ile hem okul, hem de Narmanlı Yur-
du'ndan komşuluk ve arkadaşlık.
1958'de Erzurum Üniversitesi'nin kuruluşunda
görev almak üzere bu kente gidip orada iki yıl ça-
lışma, 1960'tan 80'lere, YÖK'e dek uzanan ünivre-
site yaşamı...
Özetlemek olanaksız elbette. Yüzyılı kapsayan
büyük bir hayat. Hem bireysel olarak türlü serüven-
lerin yaşandığı hem de ardında birey-toplum-çev-
re ilişkilen üzerine benzersiz, öğretici deneyimler.
Bugünün sanaJ insanlanna gerçek hayat hikâye-
leri. . ,.
Ortaçağ Tıyatrosu intemette
• STRASBOURG (AFP) -15. yüzyıla ait "Aziz
Stefan'ın Şehıt Olması" adlı oyun, aktör ve
yönetmen Yannick Bressan'ın uyarlamasıyla
internet üzerinden seyırcilere ulaşacak. "Interaktif
tiyatro" amacıyla yola çıkan Bressan'ın oyununa
izleyiciler de ekran başmdan katılarak görüşlerini
bildirme ımkânı bulacak. Orijinal metne sadık
kalındığını belirten Bressan, amacınuı internet
üzerinde yeni sanatsal formlar üzerinde
yoğunlaşmak olduğunu belırtiyor Yönetmen aynca,
2000 yıllık bir öykiı üzerine 500 yıl önce yazılmış
olan oyunun tanhle günümüz arasında bağlantı
kurması açısından önemıne dıkkat çekiyor.
K Ü L T Ü R t Ç İ Z İ K
K Â M t L M A S A R A C I
r