18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
I KASIM 2000 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA DIZI 17 AH ŞU OSMANLILAR - 2 DEMİRTAŞ CEYHUN Osmânlı'nın kimlik bilmecesiNitekim, bu yaklaşım daha sonra- hn da her gün biraz daha güçlenip yay- pnlaşarak sürdügü için, geçen yıl, gü- ja "Osmanü İmparatorluğn'nun Kaınıluşunun 700. Yıldönûmü" do- lıyısıyla düzenlenen seminer, panel, açıkoturum vb. gibi adlar altındaki toplantılarda da, Cumhuriyetin kuru- calan ve Cumhuriyetin laik niteliği «toğrudan veya anıştuTnah dillerle bol bol eleştirilerek, ısrarla, bu haksız suç- lunalann /"Osmanlı ile Tûrkü, do- Ijyısıyla da devlet ile halkı ve dini birbirine düşman kıldığı" savlan işlenmiş, hatta "Osmanlı İmpara- t»rluğıı ile Cumhuriyetin arük ba- rışrınlmasının zamanı gelmiştir" gıbisinden ne idiği belirsiz öneriler- de bile bulunulmuştur koca koca pro- fesörlerimizce. Ilginçtir, galiba buprofesörlere öf- kelenen bazı genç yazarlarımız da, /"Osmanlı tarihini Tûrklerin tari- hi diye okutmak, Osmanlılar konu- sunda düşülen yanılgıların en bü- yüğüdür." diye yazmakta hiçbir sa- kınca görmemişlerdir, ola ki o öfkey- le... Gerçekten, kimdir şu Osmanlı, Al- lah aşkına?.. Ziya Gökalp'in savladığı gibi, ta- rihin bir arunda koşullann yarattığı, an- cak gene tarihin, koşullar değişince po- tasmda eriterek yok ettiği, salt "koz- mopolit bir yönetici sınıf mıdır aca- ba gerçekten? Dolayısıyla, Osmanlı tarihini Türk tarihi ile özdeşleştirmeye kalkışmak da, gerçeğe aykın, imparatorluİdara hayranlık duyan çağdışı, gerici, "em- peryaüst" bir yaklaşnn mı- dır, gene kimilerince savlan- dığı gibi?.. Osmanlılar, her ne kadar Türk kökenli olsalar da, ge- rek sultanlann yabancı ka- duılarla evlenmeleri ve hare- me bolca yabancı cariye al- malan, gerekse devşirme yön- temiyle kurduklan Yeniçeri Ocağı ve Enderun okulu yü- zünden bir sûre sonra iyice yozlaşarak özlerini yitirip Tûrklere düşman kesilmişler ve bu yüzden Türklerin önem- li devlet görevlerine gelme- lerini bilinçli olarak engelle- mişler midir gerçekten? Oysa, öte yandan, binlerce yıldır çok çeşitli budunlar- dan insanlann bir arada ya- şayarak, aynı potada eriyip kaynaştığı yeryüzünün en es- ki yerleşim birimlerinden bi-: ri olan Anadolu'da, Orta As- ya'dan gelmiş atalanmızm da haslarda, zeametlerde, tı- marlarda "reaya" olarak Rum, Ermeni, Arap, Kürt, Yahudi, Süryani vb. çok çe- şitli budunlardan insanlarla bir arada yaşayarak kaynaştığı da bi- linmektedir. Örneğin, 1924 yılında "mübadele" anlaşmasıyla Anado- lu'dan göçmek zorunda bırakılmış, Konya yöresinde yaşayan Karaman- ülar'uı, Ortodoks Hıristiyanlar olma- lanna karşuı, dilleri Türkçedir. An- cak, Arap abecesini değil, Yunan abe- cesini kullanmaktalar, yani Yunan abecesiyle Türkçe yazmaktadırlar. Dolayısıyla, bu insanlann komşulan- nın dilini kendine anadil edinmiş Rum- larmı, yoksa komşulannın dinine geç- miş Türklermi olduklannı kestirebil- mek bugün gerçekten olanaksızdır. Kısacası, Anadolu'nun kırsal ke- simlerinde, Prof. Barkan'ın deyimiy- le "ırsî toprak kiracüarı" olarak bir arada yaşayan bu topluluk- lardan, azınlık olanlann za- manla çoğunluğun dilini be- nimsediği, hatta dinini bile değiştirdiği, tarihçilerce be- lirlenmiştir. Dolayısıyla, "padişah analan"nın soya- ğaçlanna bakarak Osmanlı hanedanının Türklüğünü yi- tirip yozlaştığını öne sürme- nin, "kanbağı''nı temel alan çağdışı, ırkçı bir yaklaşun olmasının çirkinliği de bir yana, öteki budunlardan kimselerle (yabancılarla) ev- lenip kaynaşmanın salt Os- manlı hanedanına özgü bir olaymış gibi gösterilmesi de kuşkusuz bilimsel olarak hem yanlış, hem olanaksız- dır. Aynca, Orta Asya'dan Anadolu'ya yüzyıllar boyu sûren bu göç sırasında, ev- lilik, tutsak düşüp bağış- lanmak, din kardeşüği. ahi yoldaşlığı vb. gibi çeşitli ne- denlerle aşiret üyeliğine alı- narak "sonradan Türk- menleşmiş olma" olasılık- lannı hıç hesaba katmadan, üstelik Fatih'in, Yavuz'un, Kanu- ni'nin sadrazamlıklan, vezirlikleri, ordu komutanlıklan sırasında başar- dıklanyla ne denli Türkleştiklerini ve Müslümanlaştıklannı tanıtlamış ol- malan da bir yana, örneğin salt "müh- tedi" Yahya Naci Efendi'nin oğlu Ahmed Vefık Paşa'nın, ilk "Türk Tarihi"ni yazmış Polonyah Musta- fa Celaleddin Paşa'nın bile düimize ve kültürümüze yaptıklan katkılar, Osmanlılann devşirmeler veya sonra- dan Osmanlılaşmış kişiler yüzünden yozlaştıklannı söylemeye kalkışma- nın, en "masum" deyimiyle bir "bi- limsel hafiflik" olduğunu gösterme- ye yetse gerektir. Galiba, gerçekten kim olduğunu bilmiyoruz biz, Osmanlı'nın..Kimi- lerince savunulduğu gibi, hâlâ fetih- leriyle övündüğümüz, salt zaferden zafere koşan atlannın nallanyla bütün Avrupa'yı çınlatarak Viyana kapıla- rına dayanmış, Cebelitarık Boğa- zı'ndan Hint Denizi'ne kadar üç ana- karaya yayılmış, dünyanın en büyük imparatorluklanndan birinin kurucu- su büyük savaşçılar mıdır Osmanlılar, yoksa Abbasilerden sonra Islamiye- tin bayrağını kapmış ve Müslümanlı- ğı Avrupa'nın ortalanna kadar yayma- yı başarmış müminler mi? Osmanlı Imparatorluğu, gerçekten Orta Asya geleneklerine göre kurul- muş, çoİc uluslu, çok dinli ve hoşgö- rülü tipik bir ortaçağ devleti midir, yoksa Islami şeriata göre yönetilen, te- okratik bir Müslüman devlet midir, kimilerince savlandığı gibi? örneğin, XVII. yüzyıldan itibaren Imparatorluğun gerilemeye başlama- sı da, kimilerince hâlâ ısrarla savlan- dığı gibi Islami yaşama sut çevrildi- ği için midir, yoksa dünyadaki bilim- sel gelişmelere bir türiü ayak uyduru- lamayıp hızla çağdaşlaşılamadığı için mi? Sürecek îş Güvencesi Yasa Tasamsı Uzerine Prof. Dr. SAVAŞ TAŞKENT Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Bakanlar Kuaılu'nca da be- nimsenen */ş Güvencesi Yasa Tasansı" bu konunun yeniden güncellik kazanmasına yol aç- mıştır. - 1ş güvencesi -tıpta sendika öz- gürtüğü, toplu rş sözleşmesi özerkliği ve grev hakkı gibi- ka- pitalist sistemin bir ürünüdür; serbest piyasa ekonomilerinin uygulandığı ülkelerde doğmuş ve gelişmiştir. Iş güvencesi her şeyden ön- ce bir insan hakkıdır ve işçinin işini korumasını, işçinin işine "haW/b/rneden "olmaksızın, bir başka deyişle "keyfi" bir biçim- de son verilmemesini öngörür. Birieşmiş Milletler'in insan hak- lan ile ilgili uzmanlık kuruluşlan arasında yer alan ve amacı ça- lışma ve yaşama koşullannın iyi- leştirilmesi ye sosyal adaletin gerçekleştirilmesi olan Ulusla- rarası Çalışma Örgütü'nün (ILO) 158 sayılı sözleşmesi, iş güven- cesinin asgari normlannı düzen- ler. Sözleşme bugüne kadar -ara- lannda Fransa, ısveç, Ispanya, Portekiz veAvustralya'nın bulun- duğu- 27 ülke tarafından onay- lanmıştır. llginç olan husus, sözleşme- yi onaylamamış bulunan Alman- ya, Italya, Avusturya, Isviçre, In- giltere, ÇekCumhuriyeti, Maca- ristan gibi ülkelerin, mevzuatla- nnda iş güvencesi (işçinin fes- he karşı korunması) sistemine yer vermiş bulunmalandır. ILO'nun bu sözleşmesi TBMM'de oybirliği ile kabul edil- miş ve 12 Ekim 1994 tarihli Res- mi Gazete'de yayımlanarak yü- rürlük kazanmıştır. Dolayısıyla, ülkemiz 158 sayılı sözleşmede öngörülen ilke ve kurallan iç hu- kukumuza aktarmak yükümlülü- ğü altına girmiştir. "Hizmet lliş- kisine Işveren Tarafından Son Verilmesi Hakkında 158 Sayılı Sözleşme" başhğını taşıyan söz- leşmeye göre, işverenin işçinin işine son verebilmesi için haklı (geçerli) birsebep bulunmalıdır. İşine son verilen işçi, uygun bir süre içinde mahkemeye başvu- rarak işe iadesini isteyebilir. Mah- keme fesih işleminin haksız ol- duğu sonucuna varırsa, işçinin işe iadesine veya işyeren işçiyi çalıştırmak istemediğinde "yeter- li bir tazminat" ödenmesine ka- rar verebilir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nca hazırlanan ve Ba- kanlar Kurulu üyeleri tarafından da imzalandığı belirtilen tasan, "İş Kanunu ile Toplu İş Sözleş- mesi, Grev veLokavtKanunu'nun Bazı Maddelerinde Değişiklik Ya- pılması Hakkında Kanun Tasan- sı" adını taşımaktadır. Tasan top- lam 7 maddeden oluşmaktadır. Tasannın 1. maddesi ile 1475 sayılı İş Kanunu'nun 6. madde- sinde değişiklik yapılmakta ve tanm" işleri de kanunun kapsa- mı içine alınmaktadır. Bu deği- şiklik uygun görülemez. Çünkü, tanmdaki çalışma düzeni ve ça- lışma koşullan, sanayi ve ticaret işierinden çok farklıdır. Tanm iş- leri için ayrı bir yasa çıkarılma- sında yarar görülmektedir. Tasannın 2. maddesi ile 1475 sayılı İş Kanunu'nun 13. madde- sinin (C) bendine ikinci paragraf- tan sonra gelmek üzere şu pa- ragraf eklenmektedir "Bildirim sırasında işveren feshin sebep- lerini açıkça belirtmek zonında- dır." Bu ek dolayısıyla işçilere 'iş gü- ı«hces/ 1 'sağlandığı yolunda açık-"' lamalarda bulunmaktadır. An- cak, 158 sayılı sözleşme anlamın- da bir iş güvencesinden söz ede- bilmek için, sebep bildirme ya- nında, gösterilen sebebin hak- lılığının mahkemece denetlen- mesi; sebep haksız ise işçinin işe iadesi veya kendisine uygun bir tazminat ödenmesi gerekir. Bu hususlar maddede yer alma- maktadır. Bu durumda, işveren uydurma birsebep bildirirya da yasa hükmüne rağmen hiç se- bep bildirmezse ne olacaktır, so- rusu cevapsız kalmaktadır. Ta- sannın 3. maddesi ile İş Kanu- nu'nun 17. maddesine bir fıkra eklenmektedir "Feshin haklı bir nedene dayandığmı ispat yü- kümlülüöü işverene aittir." Bilin- diğigibi,İş Kanunu'nun 17. mad- desi, işverenin bildirimsiz (der- hai) fesih hakkını düzenlemekte- dir. Tasarının 5. maddesi ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu'nun 13. mad- desine sendikaya üyeliği güven- ce altına alan fıkralar eklenmek- tedir. Söz konusu güvence, İş- verenin, işyerinde çalışan sendi- ka üyesiişçilerin iş akitlerini, sen- dikaya üye olmalan nedeniyle feshetmesi halinde..." ile sınırlı- dır. Açıkçası, işçi sendikaya üye olduğu için işten çıkanlır ise gü- venceden yararianacak; üye ol- madan önce, sözgelimi yasal bir hakkını (mesela fazla mesai üc- retini) talep ettiği için veya üye olduktan sonra hertiangi bir sen- dikal faaliyet nedeniyle (sendika- nın toplantısına katılma, diğer çalışanlan sendikaya üye olma- ya teşvik etmek vb.) işten çıka- rılır ise güvenceden yoksun ka- lacaktır. öte yandan, 2822 sayı- lı kanunun 13. maddesi "yetki tespiti" ile ilgilidir; sendika üye- liği güvencesinin bu maddede yeri yoktur. Tasanya göre, işçi sendikaya üye olduğu için işten çıkarılır ise iş mahkemesine başvurabilecek ve dava en çok 4 ay içinde so- nuçlanacaktır. Mahkemece, fes- hin sendikaya üye olma nedeniy- le yapıldığmın tespiti halinde, iş- çinin işe iadesine karar verilecek- tir. Ancak işveren bu karara rağ- men, işçiyi işe başlatmaz ise iş- çinin biryıllık ücreti tutannda bir tazminat ödeyecektir. Bu bir yıllık üçret tutanndaki tazminat, Sendikalar Kanunu- muzun 31. maddesinde, hertür- lü sendikal faaliyet nedeniyle iş- ten çıkarmalarda esasen yer al- maktadır. Buradaki değişiklik, tazminatın sadece üye olma do- layısıyla öngörülmüş olması ve aynca kısa bir (4 aylık) dava pro- sedürü getirilmiş bulunmasıdır. 158 sayılı sözleşme, her türiü işten çıkarmalarda uygulama alanı bulur. Tasan son derece dardır; sadece sendikaya üye olmaya güvence getirmektedir ve bu hali ile de ILO Sözleşmesi ile bağdaşmamaktadır. KİM KİME DUM DUMA BEHÎÇAK behicakfn turk.net if ıtl ÇİZGÎLlK KÂMİL MASARACI HARBt SEMİH POROY [email protected] BULUT BEBEK NVRAYçtrrçt TARÎHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN 1 Kasım "P/SKJN TEYZE'NİN ÖLÜMÜ.. 19S3'OA BUGÜM,ÜHÜJ rlyATTfO OtUNCUSU HAIİDE PİfKİN,53 YAflNM İSTANBLU.'C* ÖLDİI- &»H\£Y£ İLK KE2, 1923yS."MlLLİSAHNE" TDPLULUÖLINUH İZMİft TURNEStNOE ÇJKMIÇ, *S£VOA HANHS! ZEVCEM"OYUHUHOA OYNAMtÇTt. 102S' A AIAŞİr ÖZCAN W£ SADİ TEK TOPLUUJKLAK/AiaA <P L/ŞTI&U ARADA, REVÜLERDB KOLALOI. 1933'TE. "KARIM BENİ ALDATIRSA'FİLM'yLE SİUEMAM S£Ç Tİ. CANLANDIRCI6I HAUCTAN Kİ^İLBRLE ffÜyÜK ÛN KAZANt>I.AMA,ONUN YURTÇAP/NDA İLGİ TDPLAtAASfNIM NEDENİ RAdYOMKl SKBÇLE. RİYDİ.GALJPARCAN'lN HAZIRlAPlĞI "HABİBE MOU-A* VE DAHA SONRA OA "PlŞ- k'M TEVC2£", BUHLARIN £M POPÜLER OLANLARiyOt.. PANO DENtZ KAVUKÇUOGHJ Çağrışımlar (4) İnsanlann, "ba/7ş"kavramınayaklaşımlan, kişilik- lerinin biryansımasıydı. Çünkü yaklaşımlanmız, eği- limlerimiz, gereksinimlerimiz, ilgilerimiz ve idealleri^ miz, amaçlarımızı oluşturan başlıca öğelerdi. Yaşa- mımız boyunca karşılamak için çaba gösterdiğimiz gereksinimlerimiz, belirli olaylara, belirli düşüncele- re karşı ilgilerimiz ve eğilimlerimiz sonucunda orta- ya çıkıyordu. Üretim sürecinde yer almamızla birlik- te gereksinimlerimiz artıp çeşitleniyor, ilgi gösterece- ğimiz yeni alanlar ortaya çıkıyordu. Ufkumuz geniş- liyor, yeteneklerimiz gelişiyor ve yenileniyordu. Amaç ve eylemlerimizin açıklanması da, bireyler olarak için- de yaşadığımız toplumla karşılıklı ılişkiler içinde sü- rekli değişim gösteriyordu. Insanlar, üreterek uygar- laşıyoriar, uygar insanlar için demokrasi ve özgürlük gibi "banş" da vazgeçilmez oluyordu. Üretici olma- yan, bireylerinin çoğunluğu işsizler ve mesleksizler- den oluşan toplumlar "banş"tan kolayca vazgeçebi- liyoriar, kendilerinden daha ileri düzeydeki toplumla- nn çıkarlarına alet oluyoriardı. Gelişmiş ülkeler arasında bir "yeniden paylaşım savaşı" o\an II. Dünya Savaşı'ndan günümüze kadar yeryüzünde saptanan irili ufaklı 120 bölgesel savaş ve çatışmada, savaşan ve çatışan taraflardan he- men her zaman en az birinin, kendileri dışında "bü- yük bir güç" adına savaşmış ya da çatışmış olmas) bir rastlantı değildi. Günümüzde savaşlar, sonunda savaşana değil, savaştırana yarıyordu. Büyük güç- ler, üretimlerinin yoğunluğu ve yaygınlığı ölçüsünde, savaşın tüm evrelerine olduğu gibi savaş sonrasın- daki ekonomik ve siyasal yaşamlar üzerine de ege- men oluyoriardı. Yeryüzünde banştan kolay vazge- çebilen geri toplumlar olmasa, silah sanayicileri ki- min için üretecekler, ürettıklerini kime satacaklar, em- peryalist güçler nüfuz alanlarını nasıl genişletecek- lerdi? Geride milyonlarca "kahraman", "gazi", "şehit" bırakan Nijerya-Bıafra savaşı, Iran-lrak savaşı, son Bal- kan savaşları hangi güçlere yaramıştı sonunda? Gü- neydoğumuzdaki talihsiz çatışma, milliyetçi rüzgâr- lan kapılıp bir iç savaşa dönüşseydi kime yarardı? Bir Türk-Yunan savaşının "gerçek" galibi kım olurdu? Bireysel kimliğimiz, içinde yaşadığımız toplumda, dış dünyayla ve toplumla ilişkilerimiz içinde oluşuyor- du. Bizim, başka insanlarla ilişkilerimizi yönlendiren karakterimiz de çevre koşullannca belirieniyor, top- lumsal ve kişisel açıdan önemli olan koşullar ya da davranışlar arasındaki uyum, karakter yapımızı etki- liyordu. Bu etki, tutum ve davranışlarımıza yansıyor, giderek alışkanlığa dönüşerek yerleşiyordu. "Dış dün- ya ile çatışmalı karakter" olarak adlandırılan kişilik bozukluklan da, bireylerin toplumsal ve kişisel dav- ranışlan arasındaki çelişkilerin derinleşmesi sonu- cunda ortaya çıkıyordu. Bu insanlar, kendilerinden fark- lı" olana, "yabancı" olana, "öteki" olana karşı düş- manca duygulannı denetleyemiyorlar, en küçük kış- kırtmalara büyük öfke patlamalanyla karşılık veriyor- lardı. Kişilik bozukluklan, bireylerinin "okulluluk dü- zeyi" ortalama 3 yıl 2 ay olan toplumumuz gibi bir top- lumda "gerdekcinayetleri"ne, "futbolcinayetleri"ne, "terör cinayetleri"r\e neden olduğu gibi, ölüm ceza- sınayaklaşımları "Asmayalım da besleyelim mi?"der\ öteye gitmeyen, komşuluk ilişkilerine, ancak "ümük sıkma" noktasından bakabilen devlet başkanlannın söylemlerine de yansryordu. •'• Günümüzde "savaş" ne kadar kötaysâ, "banş" tiâ o kadarzordu. Insanların, kolay kahramanlıklara olan ilkel eğilimlerini ortadan kaldırmak, onlan barışayön- lendirmek, banşı kurmak, geliştirmek; dostça birara-! da yaşamanın, farklı olanla kardeşliğin temellerinl . oluşturmak, demokrasiye, özgürlüğe, uygarlığa uza-ı nan yolların taşlannı döşemek büyük emek isteyen, direnç isteyen, ama her şeyden önce belli bir bilinç düzeyini gerektiren zor bir işti... İnsanlar, başka coğ- rafyalarda, sözgelimi Bosna Hersek'te, Kosova'da) Çeçenistan'da süren savaşlarda kendilerini bir "ta- raf'a ait hissettikleri için sokaklara dökülüyorlar, am^ kendi topraklarında 15 yıl süren, 30 bin insana maf olan bir çatışmayı durdurmak için, "banş" için, ken- dileri için seslerini yükseltmiyorlardı. Yükseltmemiş-' lerdi. Bilinç düzeyimiz ancak "ateşkes"eyetiyor, °ateş- ! kes"\ ise ortak bir emek ürününe, ortak bir değere,' "banş"a dönüştüremiyorduk, ne yazık ki... Savaşlardan, çatışmalardan beslenen siyasal güç-) ler, "banştan her zaman korkmuşlardı. Şimdi de kor-j kuyorlardı. Yakın tarihimizde kurulan "banş demek- teri'nin ikisi de kapatılmış, yöneticileri ağır hapis ce-. zalanna çarptınlmıştı. Bir rastlantı değildi bu! Bastık- lan zemini yitirmek istemiyoriardı haklı olarak... Ya biz-j ler?.. Ama banş da uzun bir "savaş" değil miydi so- nuçta? 1 Faks:0212-723 84 97 i (e-posta: dkavukcuogluCo tuyap.com) BULMACA SEDAT YAŞAYAH 1 2 3 4 5 6SOLDA.V SAĞA: 1/ Çevgan ya da polo oyu- ' nunda, atın sır- tından topa vurmak için kullanılan ucu 4 eğri sopa. 2/ ln- giltere'de çok sevilen bir bira 6 çeşidi...Birku- j mar aracı. 3/ „ Lityum ele- ° mentinin sim- 9 gesi... Tanınan, bilinen varlıklan duyu organlan yoluyla ayut edememe durumu. 4/ "Bir söz dedı cânan kı kerâmet var içinde / 4 Dün geceye — bir işa- ret var içinde" (Ne- dım)... Sevgıde üstün rutulan. 5/ Besleyip yağlandırmak için enenmişhoroz...Müs- 9 tahkemyer. 6/Eski dildeyol... Mikroskopcamı. 7/Yu-' nan mıtolojisinde savaş tannsı... Asker. 8/ Geminin yü-i rümesine hizmet eden direk, seren, ip, halat ve yelken takımı... Çıkar yol, çare. 9/ Akdeniz yöresinde yeti- şen, yapraklan güzel kokulu bir bitki. > YUKARIDAN AŞAĞIYA: . 1/ Ucu biraz eğrice uzun bıçak. 2/ Hz. Muhammed'ün aile üyelenne verilen ad... Rubidyum elementinın sim-i gesi. 3/ Bir bağlaç... III. Selim'in şiirlennde kullan-î dığı mahlas. 4/ Katışıksız... Tann. 5/ Büyük Sahra'da; kumullarla örtülü bölge... Güreşte bir oyun. 6/ Yaşmakt yapımında kullanılan, tülbent cınsınden bez... Mezo-) potamya'da kurulmuş eski bir krallık. 7/ Erkekliğin ve dışılığın belirlenmesinde rol oynayan kromozom..., Bir soru eki. 8/ Düzyazı... "Fazıl —": Piyanistimiz. 9/ tnce ve keskin ses... Balıkesir'in Edremit ilçesine' bağh, kaphcasıyla ünlü bir belde.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle