Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 26 EKİM 2000 PERŞEME
14 J v L J J ^ l LJ MX kultur@cumhuriyet.com.tr
Bedende öznelük süreci
Ismet Doğan resimlerinde bedeni sorular üzerinden okumaya kalkıyor
ALİAKAY
Ismet Doğan'ın resimleri bize yazı
ve beden arasuıdaki ilişkileri, yazann
ve yazının kendisinin özneye dönüşme-
yen bir halınde veriyor. Öznesizlik sü-
recine giden bu yol, sanatçıyı yaptığı
ile özdeşleştinnekten çok, yapıt ve ya-
pan arasuıdaki farkın bağlamsal duru-
muyla alakalı bir şekilde ele alındıgı-
nı gösteriyor. Bu bağlam, tarihi olan-
la antropolojik olan arasuıdaki zaman-
saJ farka doğru taşıyor bizi. Tarihi ola-
rak, tarih ve yazı ilişkisi; aynı zaman-
da bedenin üzerine kazınmış olan kod-
lar, imler ve işaretlerin göstergebilim-
sel anaüzini veriyor. Buna göre yüzsüz-
lük ve yüzleşme, tarihle bir yûzleşme-
ye doğru gidiyor. Bu yüzleşme, Do-
ğan'da, resimle sosyolojiyi yanyanage-
tiriyor. Kim yazıyor? Nereye yazılıyor
ve nasıl yazılıyor? sorulan beden üze-
rine kodlann yeni bir okumasını tari-
hi alanda kıyaslayarak gerçekleştiri-
yor. Kimin yazdıgı ve neyi yazdığı so-
rulan, işte, öznelük ve öznenın bütün-
lüğü veya kolektifliğine götürüyor bi-
zi.
Izleyici olarak bunlan kendi kurma-
ca hayalgücümüzde, kendi kodlanma
bıçımlennuze göre ifade etmeye çalı-
şıyor ve ressamın ifadeleriyle çakış-
tırma biçimlerimizi gelişririyonız. An-
cak, bu "bakanın tabtoyu yapüğı (Duc-
hamp)" gerçeğınin dışında baska bir so-
ruyla yüz yüze bırakıyor bizleri. Kim
yapıyor?.. Kimin yaptığı meselesi de
öznellik süreciyle alakalı. Ressamın
adlannı değiştirmesi, beraberinde kim-
liklerini de coğalttığında öznellik şizof-
renık bir süreç ıçinde kendisinı bulu-
yor. O halde öznellik ve özneyi ayn ay-
n düşünmelıyiz. Ismet Doğan bize böy-
le düşünme ımkânlannı resimlerinde su-
nuyor. Özne ve öznellik sörecinin "ko-
nuşan ben" ile söylenen ve de "ano-
nimlik" ile sözce arasında belirginle-
şiyor. Bu, resmi yapandan resmedile-
ne kadar izlerini ve işaretlerini takip et-
memizi sağlayan bir resimsel korpus
içinde sunuyor kendisini. Bir tûr sun-
ma yazı ve beden arasındaki ilişkileri
en tarihi ve en antropolojik bir düzey-
~de sorunsallaştınyor.
Oznelliğin araştınlması
Bu açıdan baktığımızda, Ismet Do-
ğan, sanatta öznelliğe doğru giden bir
yolu düşünüyor izlenimini veriyor.
Anonimlikten öznelliğe giden bu ke-
çiyolu, patikalan geçtiğinde, üerler-
İcen veya geri dönüşler yaparken; bir
başka şekilde söylemeye kaikarsak,
şimdiki zamanı sanallıkla ve geçmiş-
A
s
İ
u
D
K
D
E
1
N
G
S
U
E
M
sa
İ
D
H
D
D
İ
Ö
Ö
Klf
A
lı
İ
ö
'
R
E
D
H
İL
R
S
K
B
Y
K
M
B
A
Z
N
E
İ
A
R
Z
z
i
p
A
y
I1•••
Nj
F
P
A
K
E
U
m
•1•1
•N
A
S
D
R
R
S
1••
m
••
K
N
A
A
A
•ıp
f-
R
IE
I1•••D
A
O
u
G
N
F
Z,
1
i
1•1
|B
Z
S
T
W
A
A
K
M
S
O
E
İ
K
K
R
N
K
D
K
N
R
1
"A
R
S
z
A
mı
R
1
T
om
Af
i 1
L
le buluşturduğunda, öznelliğin statüsü-
nün araştınlması olarak çıkıyor karşı-
mıza. Ressam ile araştrrmacı arasında-
ki yakınlıklar, paralellikler, aynı so-
runlan paylaşma burada ortaya çıkıyor
Bu anlamda; Merleau-Pbntyve Fouca-
nlt ve de Blauchtot ile Deleuze'ün ge-
liştirdiği anonuna sanatçının yapıtıy-
la karşılaşıyor. Beden ve yazı. Kim ki-
min Ü2erinde etkinlik sağlamaktadır?
Yazının bedene yazılması, bir kayıt
olarak kûtûk ve beden arasındaki so-
runsah hangi anlamda birleştirecek?
Kütük kâğıt ve beden yazının dayana-
ğı. Tüm bunlar insan derisi ve hayvan
derisı üzerine damgalanmayı ve kü-
tükten yapılan kâğıtlann maddiliğini
göstermeyecek mi? Maddi olan, yazı-
nın kendisinin bir dayanak üzerine iş-
lenmesi midir? O halde, "suppoıt-sur-
face" grubu da sanat tarihi içinde bu
görevi mi yüklenmekteydi? Her türlü
okumada yazının statüsü nerede an-
lam kazanmakta ve oluşmaktadır? Sta-
tünün entelektüel olanla alakası kurul-
malı mıdır? Uzakdoğu'nun mandaren-
lerinden ortaçağ papazlannın yazar-
okur rolünden Platon'un filozoflann-
dan beri aydının toplumsal konumu bu
öznelliği açıklamaya ve ortaya koyma-
ya çalışmadı mı? Aydrnlann rolü, Tür-
kiye ömeğinde Yakup Kadri Karaos-
manoğlu'ndan; yanı "Yaban"dan Oğuz
Atay'a "Tutunamayan]ar"a. hep aynı
sorunsal içinde kendisini göstermedi
mi? Ya da Yalçm Küçük ve onun ay-
drnlannrn "Tercüme Odas"ndan çık-
mış olmalan. Bunlar Türk yazarlannı
ve ressamlannı ilgilendiren konular.
Nereliyiz? Neyi taklit ediyoruz? Neyi
nereye yazıyoruz? îktidar nelerin üze-
rine oturuyor? Bu sorulardan yola çı-
karsak beden hepsinin birbiri içine gi-
rerek oluştuğu mekânı kuracak.
Entelektüel soykûtûğû
IsmetDoğan. bu resimlerinde, bede-
ni, yukanda sorduğumuz sorular üze-
rinden okumaya kalkıyor. Bu tür ente-
lektüel soykütüğünü kendi resmiyle
birleştiriyor. Kendi kişılığının bozuma
uğratılması ve bu ağır ve yıkıcı oldu-
ğu kadar kaldınlması da zor olan sü-
reç içinde ressamın entelektüel göre-
vini kendi toplumsal durumundaki ka-
yıt işlemleriyle çözmeye çalışan tutu-
mu benimsiyor: Kendi kendisini te-
meUük dışına taşıması. Kendi halinden
.smet Doğan'ın 'Bir
Günlûk (Sessizlik)' sergisi
sadece cumartesi günü
Dolmabahçe Kültür
Merkezi'nde, 2 Kasım-22
Aralık tarihleri arasında ise
Nişantaşı Urart Sanat
Galerisi'nde yer alacak.
çıkma. Kişiliğin bozulmaya çalışması.
Bunlar, öznenin verilerinin garanti ha-
reketinden öznellik süreçlerine doğru
kat edilen bir resimsel faaliyetin ma-
cerasını sunuyor bizlere. Ressamın ken-
di bedeni ve toplumsal alandaki faıl-
ler arası ilişkilerinin bozumundan ge-
çen, izbelik sürecıne kendisini sokan
yeniden yapılanmasını çırpıntılan ara-
sında gösteriyor kendilik sorununu.
Benlikten kendiliğe giden bu yoku-
şumsu yol en zor yollardan biri olarak
duruyor karşımızda.
Ressamı insansal gerçeği ile karşı
karşıya bırakan ve bu hakıkatın bağlam-
lannı sorguJayan tavn, her şeye rağmen,
galıba kayıt işleminden geçiyor. Be-
dene yapılan kayıtlar bir tür tarih ya-
zımı. Bedenin zamanla kendi kendisi-
ne bıraktığı işaretler, çizgiler, yaralar,
toplumsaluı içinden gelen ve her türlü
ilişkide kendisini dışa vuran ruhsal ha-
letler. Kayıtlama ve işlerliğe koyma, ik-
tidann zamanla alakasmı ve zamamn
bızım üzerimizde iktidarlar karşısında
girdiğimiz ilişkilerde kendisini göster-
me tarzlannı sunuyor bakan ve gören-
lere. Bu bır yorumlama süreci veya eğ-
retilemelerle yapılan şairlik değil. Res-
min kelimesi kelimesine, sembolikle
olan üişkisinin dışında, sunması ken-
disini.
Bedenler ve yazı ilişkisi o zaman
çıplaklıkla, aybaşıyla, cınsellikle ken-
disini birliktelik sürecine bırakacaktır.
Çünkü bu, cinselliğin pratığınin kay-
da geçirilmesidir amk. Başka bir şey
değil. O nedenledir ki, eğretileme ve-
ya sembol olmaktan çıkar; kodlulaşrr
ve kodsuzlaştuır kendisini.
Bedenle yazının ilişkisi
Bu süreç öznellik süreci olarak gö-
zükmektedir; çünkü sanatçuun kendi
kendisiyle ve alanıyla girdiği ilişkiler
yeniden eser sayesinde kurulmaktadır.
Eser kendisini var kılarak, aynı zaman-
da estetik öğe sayesinde öznelliği, öz-
nenin ve egonun kayboluş sürecinde,
ortaya çıkarmaya başlar. Buna sanat-
çının üslubu adını verebiliriz. Kendi-
sini görünür lalar ve tanıtır. Bu, üslu-
bun özgürleşmesi ve kendisini bulma-
sıdır.
Sanatsal yaratım üzerine yapılan ref-
leksif hareket, sanatçıyı içinde bulun-
duğu konuma bağladığı ileri sürüldü-
ğünde, varoluşçu bir düşüncenin otur-
ma alanı ve varoluş arasındaki bağ-
lamdaki konumu gündeme gelmekte-
dir. Beden nereye oturmuştur; orada
kendisini var etmektir. Ismet Doğan'ın
bedenlerinin kendilerine bir yer aradı-
ğı söylenebilir mi? Bu soruyu başka bir
şekilde de sorabiliriz. Merleau-
Ponty'nin Cezanne için sorduğu soru-
yu haörlayahm. "Eserininanlamıonun
hayaO tarafindan beürienemez." Ne de
sosyolojık veya tamamen estetik karak-
terlerle (sanatsal akımlar vb.) belirle-
nebilir. Bu, her türlü belırlenimciliğin
dışına çıkmak demektir. Ama sanatçı-
nın kendisine bir "otunna alanı" ara-
madığı anlamını tasımamaktadir bu
yukandaki önerme. Yani beden ruhun
belirlenimciliğiyle işleyişe geçmez ne
de tersi söz konusu olabilir. Bunlarbir-
likte hareket etmektedirler. Bir eserde
ruh nedir? Bu, sanatçının esere verdi-
ği zamandır. En Aristotelesçi anlamın-
da ruh bedenin verdiği zaman olarak
ortaya çıktığında; o zaman artık ese-
rin de ruhudur, sanatçuun da ruhunun
brr kısmı. Bedensel olan ve psikeye ait
olan eserin bir tasmını ve bazen tama-
mını oluştunır.
Ismet Doğan'ın bedenleri de yaay-
la girdikleri ilişkide, zamanı yazı Ue ala-
kaya sokar: Her bir yazı, sözün bir eki
olarak zamansal olarak bir fark içine
girerler. Bu fark ışte sanatçuun eseri-
ne kattığı ruhun bir parçasımn kendi-
sidir.
Adnan Biricik, 'Güne Bakan Cam Kınklan'ndaki rolüyle 'îsmet Küntay Ödülü'nü bu gece alıyor
'Bütiinroüerheyecan verici'MELTEM KERRAR
Adnan Biricik 25 yıllık bir tiyatrocu, kendi de-
yimıyle 'sonu otanayan' bir mesleğin emekçisi.
Bugüne kadar 40' ı aşkın oyunda rol aldı, her tür-
lü oyunun oyuncusu oldu.
'Yaşayanbir sanatdah'ydı tiyatro ona göre, kü-
çük yaşta büyüsüne kapıldığı istek, daha sonra
konsen^tuvarayönelttiBiricik'i. 1975yıhndaAn-
kara Devlet Konservatuvan öğrencisi oldu. Oç yıl
süren eğitimi boyunca, o dönemin siyasi buna-
lımlan içinde çok değişik gruplardan 'karma' bir
eğitim aldı. "Biz çok şanssız bir dönemin öğren-
cflemiz. Poütikalann bütün ünrversitelerde yoğun
olduğu o yıllarda. iktidarlarla buükte hocalar da
gnıphalindedeğişiyflniu.Busûreklideğişiminy'a-
rarûn tarOşıhr ama bir ûslup kargasası söz ko-
nusuydu."
Üç yıllık temel eğitimin ardından bazı neden-
lerden ötürü iki yıllık yüksek bölümünü okuya-
madı. Dışandan girdiği sınavı kazandı ve böyle-
ce beş yıh ikı yıla sığdırarak yüksek lisans dere-
cesini elde etmiş oldu. Konservatuar yıllan ara-
sında Mahir Canova, Cüneyt Gökcer, Yahn ToJ-
ga, Semih Sergen hocalan arasında yer aldı.
Farklı hocalarla geçen üç yılın arduıdan kon-
servatuvardan yahıızca 'beüi bir yol' öğrendi.
Asıl öğretici olan sahnenin kendisiydi.
Mezuniyetinin hemen ardmdan, 1978 yılmda
girdiği Devlet Tiyatrolan 'nda 25 yıldır görev alı-
yor, emekliliği hak etmesine karşuı devam edi-
yor. Oyunculuk yaşamı boyunca rol aldığı 40'a
yakın oyunun hepsi 'ayn bir iş' onun için.
'Haürianmak güzel şey'
Uk oyunu. Ankara Devlet Tiyatrosu'nda Gor-
ki'nin 'Güneşin ÇocuklarT adlı oyunu oldu. Son-
rasında Istanbul Devlet Tiyatrosu'na tayin oldu
ve hiç aynlmadan 23 sezon bitirdi. Bu yıl 24. se-
zona başlarken ve yıllann tecrübesiyle öğrenmiş
ki tiyatroda usta-çırak ilişkisi en önemli unsur.
1979 yılında Güngör Dümen'ın 'Defi Dum-
rul'oyunuyla başladığı lstanbul Devlet Tiyatro-
su'nda Necati Cumata'nın 'Yarah Geyflc'inden
Moliere'in 'Cimri'sine, SabahaHin Kudret'in
'KahvedeŞenHkVar' oyunundan Çehov'un 'Hap-
şınk'uıa kâdar çok farklı oyunlarda yer aldı. Ge-
niş bir yelpazeye yayılan oyunculuk serüvenin-
(Fotograf: SENEM ÖZTÜRK)
irmi beş yıllık tiyatrocu olan Adnan Biricik için oyunculuk yaşamı
boyunca rol aldığı kırka yakın oyunun hepsi 'ayn bir iş'. Aynı türün
oyuncusu olmamak için her türlü rolü üstlenen Biricik, geriye dönüp
baktığında tiyatroda değişen unsurun seyirci olduğunu düşünüyor.
Gençlerden yana oldukça umutlu.
de tek tipin oyuncusu olmak istemedi hiçbir za-
man, çünkü iyi oyuncu her rolü başanyla oyna-
malıydı.
1999 yılmda 'Urfeust' adlı oyunda gösterdiği
performansla 'Avni DiBigfl En 1yi Yardnncı Er-
kekOyuncu' ödülünü aldı. Geçen sezonda ise Me-
met Baydur'un 'Güne Bakan Cam Kınklan' ad-
lı oyunundaki rolüyle 'tsmet Küntay En İyi Er-
kekOyuncu' ödülüne layık görüldü. Sanatçı ödü-
lünü bu gece Atatürk Kültür Merkezi Oda Tiyat-
rosu'nda düzenlenen törenle alacak.
Enflasyon içinde çok anlamlı bulmadığı ödül-
lerin yine de yapıcı biryanı var oyuncu için. "Ha-
tnianmakgüzel şey. Herkesin sanatçıyun diye or-
tahkta dolaşoğı bir zamanda birflennin sizi dü-
şünmesi mutluhık veriyor."
Bu anlamda çok tartışılan 'sanatçı' kimliğini
Türkiye'de üstünde düşünülmeden çok kolay har-
canan bir sıfat olarak görüyor. "Sanatçuun Idşi-
fiğmi, ne olduğunu tarnşmak gerekü. Ben sanat-
çıhğı kabul etmiyorum. Paparazzilerde gördüğü-
müz' sanatçılar' arasında ben sanatçı değflim ki!
Kişikr kendflerini böroeh." Birçok fılmde ve di-
zide yıllarca oyunculann sesi olan Biricik, aynı
nedenlerden ötürü bu alana küsmüş artık."tki
şarkı ezberleyen sanatçı ohıyor, ben ona ses veri-
yorum, sonra o gidip ödül ahyor sonunda."
"Tiyatro anhk bir iş" derken genye hiçbir şey
kalmadığını söylüyor oyuncu için. Bu anlamda
izleyiciden gelen alkış, kapanan perdenin ardın-
dan gelen tek karşılık... Türk tiyatrosunun 'Ak-
deniz ruhu' taşıdığuıa ınanıyor. "Her şeyden ön-
ce tamamiyle Akdenizinsanma ait bir yürek var
bizde. Sıcakkanhhk, ifade etme kolaybğı da zaten
genJerünizde oian bir durum."
Ama tüm sanatlann başlangıç noktası olarak
gördüğu tiyatro da hak ettiği yerde değil ülkemiz-
de. Her yeni sezon farkh bir heyecan duyuyor. *Ço-
cuksu bir sevgiyle hiçbir zaman monotonlaşma-
dan hep ileriye ghmek jstiyorum."
'Amaç seyirci yetiştirmek olmah'
Aynı rolün oyuncusu ohnamak için çaba gös-
termiş, gerçek bir oyuncu olmak için her rolde
oynamış. "Benim için bütün roller heyecan veri-
ci ashnda, yaimzca belirK bir tipin adanu ofanak-
tan kaçuıdBn.''
Tiyatroda ustanın önemini sıkça vurgularken
kimsenin her rolde mükemmel olmadığını söy-
lüyor. HalukKurdoğIu,MüşflkKenter,GencoEr-
kal Yıkbrnn Önai, usta olarak gördüğü isimler
arasında.
Oyuncunun 'çi^i'sini oluşturması, eriştiği ol-
gunluğu ve edindiği kaliteyi oluşturan bir süreç
ashnda. "Ben kendimi tam olarak biryere koya-
mryorum. Mahir Hoca bana 'entelektüel jön'
derdi O 7aınianlar ne demek istediğinj anlama-
nuştnn. Hoca ashnda sahne karizmasmın geniş-
Bğmi aniatmaya çahşıyordu banunla."
Türk izleyicisinin tiyatroya uzak olduğu görü-
şüne katılmıyor. "Kaüteü bir şey verinrse bizim
izteyicinıiz tiyatroya getiyor" derken de asıl göre-
vin tiyatrocuda olduğunu vurguluyor.
Geriye dönüp baktığında tiyatroda değişen un-
surun seyirci olduğunu düşünüyor. Gençlerden
yana oldukça umutlu. Gerek yönetimde gerek
bürokratik bazı aynntılarda oyuncunun söz hak-
kı ohnamasuu eleştirdiği Devlet Tiyatrosu'nun
ciddi bir restorasyon geçirmesi gerektiğine ina-
myor. Orta dereceli okullarda tıyatro eğitimi ve-
rilmesiru savunurken de u
Amaç tiyatrocu değil,
seyirci yetiştirmek'' ona göre. Eninde sonunda
ayıramadığı bir bütünün -sahne ve salonun- par-
çası çünkü seyirci...
IŞILDAK VE YELPAZt
AIİLLA BİRKtYE
Romantık Komünist
Memet Fuat'ın yazdığı Nâzım Hikmet kitabır
okudunuz mu? Biryaşamöyküsü. Birşairin, yürek
ten birşairin, seçkin birşairin, biricik ve benzersi,
bir şairin yine benzersiz bir yaşamöyküsü.
Memet Fuat'ın bir ansiklopedi maddesinden yo
(a çıkarak kaleme aldığı 720 sayfalık bir yapıt, oku
dunuz mu? Adam Yayınlan'ndan eylülde çıkan bı
kitabı okumadıysanız, bence hemen edinip oku
yun.
Kitabı yeni bitirdim. Yani geç kaldığım da söy-
lenebilir. Memet Fuat'ın kitabı yazdığını biliyordurr
ve merakla bekliyordum; ama krtabın çıktığı gün-
lerde Istanbul'da yoktum.
Geldiğimde hemen Adam Yayınlan'nın yohjnu tut-
tum. Bir de kitabın kalın olması bu süreyi uzattı.
Araya da başka zorunlu yazılar girince, söz etmek
bu haftaya kaldı. Belkj bunda da "gizemli bir se-
çim " var: Kitap fuannın yaklaştığı şu günlerde Nâ-
zım Hikmet kftabından söz etmenin.
Kalın bir kitap, ama kalın olması insanı ürkütmü-
yor. Hem konudan hem de Memet Fuat'ın adın-
dan dolayı ürkütmüyor. Memef Fuat son derece
özenli bir dille yazıyor. Biçemi yalın; bu yalınlığın
ardında yıllar ve büyük bir ustalık yatıyor.
Memet Fuat'ın denemelerini "dil ve anlatım " ad-
lı dersimde (Akademi lstanbul) okutuyorum. Me-
met Fuat'ın cümfeleri, yapısal olarak kusursuzdur;
eylemlerin çekimleri, sıfat, zamir, edat kullanımla-
nnda büyük bir özen vardır.
Bu dilsel özellikler açısından da bakıldığında,
kalın kitap, okuru ürkütmez. Akıp akıp gider. Za-
ten Nâzım'ın yaşamöyküsünü bir "anlatı" düzle-
minde yazmış Memet Fuat. Belgeler, özellikle Nâ-
zım'ın yazdığı mektuplar, onun yazma yolculuğun-
daki önemli duraklan.
Hele hele Nâzım'ın yaşamı ve şiirieri hakkında
pek bilgisi olmayanlar için -genç okurlar için diye-
lim- bulunmaz bir nimet. Yararianılan krtaplann lis-
tesine bakıldığında, bu çok açık bir biçimde anla-
şılıyor.
Bazı çevrelerin tersine, bana göre, Nâzım'ın ya-
şamını Memet Fuat yazmalıydı. Çünkü büyük şa-
ire çok yakın olmuştu - "yirmiyıl baba oğul gibiya-
şamış"\ard\-, Türk şiirini bilen biriydi, birestetti. Da-
ha önemlisi, öznel bakış ile kişısel bakışı birbirin-
den çok iyi ayıran ve hoşgörıinün edebiyatta ne
olduğunu bize öğreten bir yazardı.
Belki geç kalınmış, "tasarianmamış" bir yapıttı:
"Bölümleri yok. Birucundan girilip öbürucun-
dançıkılmış. 'Çocukluğu', 'Şiire Başlayışt', 'Sov-
yetler Birliği', 'Serbest Nazım', böyle bölüm bö-
lûm dengelenerek yazılır yaşamöyküsü. Benim
vaktim olmadı öyle şeylere. Bir başlayınca tuta-
madım, akıp gitti. Romanlarda bile bölümter olu-
yor."
"... İki kez yoğun bakıma girip çıkmış, hele ilkin-
de bayağı yolun yansından dönmüş, yetmiş dört
yaşında bir insan, 700 sayf alık bir kitap tasariayıp
masanın başına oturabilir mi? Böyle bir şeyi dû-
şüne taşına göze alamazdım. Kendiliğinden oldu."
Memet Fuat, bir "an/afr"nın seyrini izleyerek Nâ-
zım'ın yaşamını, davalannı, tartışmalannı, şiirinin
gelişmesini, dünya görüşünü, ruhsal yapısını ge-
nellikle belgelerie somutlayarakanlatıyor. Nâzım'ın
duyarlığını yakalayarak, onu duyumsayarak anla-
tıyor da demeliyiz.
Nâzım Hikmet, son derece "haksız" yere içerde
yatmış; yıllarca yatırmışlar. Türkçenin seçkin, ben-
zersiz ve biricik şairini, insanlann karnının doyma-
sını istediği için; insanlann zulüm ve haksızlığa uğ-
ramasını istemediği için; baskıyı, sömüruyu iste-
mediği için yıllarca yatırmıştır. Yasalan hiçe saya-
rak...
Bir insan, bırakın büyük bir dünya şairi, bu ka-
dar düzmece, bu kadar haksız bir yere ve göz gö-
re göre, hukuku çiğneyerek hapislerde çürütülür
mu? Niçin?
Romantik bir komünist olduğu için mi? Insanla-
n sevdiği için mi? Memleketini sevdiği için mi?
Türkçenin en güzel dizelerini yazdığı için mi? Hak-
sızlığa, baskjya, ama her türtüsüne, StaNn'e de kar-
şı çıktığı için mi?
Nâzım yürekten biri; davasına, sevdiği kadınla-
ra, şiire, dostlanna, yasama yürekten bağlanan bi-
ri.
Memet Fuat'ın "Nâzım Hikmet" kitabını hâlâ
edinmediniz mi?
16. İFSAK İstanbııl Rıtogpaf
Günleri başlıyop
• Kültür
Servisi - Bu yıl
16. kez
düzenlenecek
'tFSAK
lstanbul
Fotoğraf
Günleri'
Kasımayında
gerçekleşecek.
Sponsorluğunu
Kodak'ın
yaptığı
etkinlikte
buyıl,
'Fotomaraton'
yanşması ve
'Fotoğrafinla
Gel' sergisi
gibi gelenekselleşen bölümlerin yam sua Isveç,
Yunanistan, Finlandiya gibi ülkelerden tanınmış
fotoğraf sanatçılan ve fotoğraf kulüplerinin
sergileri de yer alacak. Dünyaca ünlü Magnum
fotoğraf ajansı üyesi Isveçli Kent Klich, Isveçli
belgesel fotoğrafçısı Anders Petersen ve Şilili
Patricio Salinas, Yunanistan'dan Selanik Fotoğraf
Merkezi ve trlanda'dan Belfast Exposed Fotoğraf
Kulubü üyeleri de Fotoğraf Günleri'nde sergi
açacak.
Topkapı Hazinelepi'ne övgü
• NEW YORK (AA) - Osmanlı Devleti'nin
kuruluşunun 700. yıh dolayısıyla ABD'nin Fort
Lauderdale kentinde açılan 'Altm ve Işık Sarayı:
Topkapı Hazineleri' sergisi ılgi çekmeye devam
ediyor. Lauderdale Sanat Müzesi'nde açılan sergi,
28 Şubat 2001 tarihine kadar açık kalacak.
Miami Herald gazetesinin sergiyle ilgili
yazısmda, ilk kez Türkiye dışına çıkanlan saray
hazinelerinin Avrupa'daki benzerlerindcn farkı
olmadığını beürtti.