27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1» OCAK 2000 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA J V U L J I LJM\ kultur(5cumhuriyet.com.tr 15 Yeni bir binyıla girerken görsel sanatlar ortamımızın durumu gelecek için umut vermiyor saııatmıızm manzarası NECMİSÖNMEZ FRANKFUKT -Yeni birbinyılına ha- zırlandığımız bir süreç ıçinde çağdaş Türk sanatının güncel manzarası, ge- lecek adına umut vermekten uzak. Çağ- daş bir sanat müzesinin hâlâ kurulama- mış olması. günümüzde karşılaşılan "kavram karmaşasının" olduğu kadar, tutuculuğun, yeniye, farklı olana kar- şı gösterilen tepkinin daha da güçlen- mesine olanak tanıyor. Sadece dekoratif ürünJerin pazarlan- masını ve mümkün olduğunca yüksek fıyatlara alıcı bulmasını amaçlayan sa- nat piyasası, 19. yy. sanat anlayışının, gericiliğin desteklendiği sanat fuan, tecimsel stratejilerin yürürlüğe konul- dugu müzayedeler, kalın ancak içerik- siz sanatçı monografilertoplumumuz- da görsel sanatla ilgilenen azmlıktaki kitlenin kafasını kanştıracak bir etkin- liğe ulaştı. Kapalı kapılan zoriadı Nitelikli ile niteliksizin, yetkin ile sıradanın son derece birbirine yakın durduğu görsel sanatlar ortamımız, 20. yy. sonunda genç sanatçılann destek ala- bilecekleri, araştırmalannı sürdürebi- lecekleri funda topragını oluşturama- diğı gibi, sanat tarihçileri, sergi yapım- cılan, eleştirmenler için de sadece "ap- tal kapıtalizm" kurallannın geçerli ol- duğu bir çevreyi, sanat çevresini gün- deme getirdi. "Yaratıcı düşünce" fi- lizlenmemesi, dûnü, bugünü ve gele- ceği sorgulayan sanatçı, yazar pozisyon- lannın gelişmemesi için bir çok kesi- min adeta işbirliği yaptığı izlenimini uyandıran bir manzara karşısındayız. Birkaç örnek dışında sadece üçüncü sınıf tuval resimlerinin desteklendiği ya- nşmalar, banka galerilerinin amatörle- ri destekleyen etkinlikleri, yayımlanan tuğla kalınlığındaki kataloglar ve bu- na benzer konularda harcanan para, yi- ten kaynaklann sadece yansı son yir- mibeş yıl içinde "çağdaş büincin" des- teklenmesine aynlabilseydi bugün kar- şılaştığımız manzara çok daha farklı bir Ayşe Erkmen Biilent Şangar FüsunOnur ALyşe Erkmen, Gülsün Karamustafa ve Füsun Onur'un başını çektiği, içlerinde Biilent Şangar, Aydan Mürtezaoğlu, Esra Ersen'in de olduğu bir grup sanatçı, gerek önemli müzelerde açtıklan kişisel sergiler, gerek davet edildikleri büyük sergilerle, kendi göbeğini kendisinin kestiği sanatçı potansiyeline sahip olduklannı kanıtladılar. niteliğe sahip olabilirdi. 20. yy'da görsel sanat ortamımızda köklü bir değişiklik yapan. ileriye doğ- ru bir bakış getirebilen tek etkinlik, 1987'den beri düzenlenen "tstanbul Btenali" olmuştur. Eger bienale para- lel olarak bir müze kurulabilseydi, "Ne- jat FuatEczacıbaşı BüyükşehirBetedi- yesi Çağdaş Sanat Müzesi" yaşatıla- bilseydi, en azından ülkemizde açılan uluslararası karakterli sergilerden bir kısım yapıtın toplanılmasının. ilgilenen- lere gösterilmesınin önü açılabilirdi. Unutulmaması gereken noktalardan biri de bienalin ancak bir çağdaş sanat müzesinin giderebileceği ihtiyaçları karşılayamayacağıdır. Her iki yılda bir, sadece birkaç ay için oluşturulan ha- reketli sanat ortamı, genç sanatçılara. ilgilenenlere " uluslararası günceJ" ge- lişmeler hakkında bılgi alma fırsatını vermektedir. Ancak bu bilginin temel- lendirilebileceği nitelikli görsel sanat dergilerinin yayımlanmaması, doğru dürüst bir sanat kütüphanesinin bile kurulamaması, hem etkinin, hem de etkilenmelerin, ancak "beüekte" ka- lanlann yardımıyla gerçekleşebilece- ğini duyumsatmaktadır. "Çağdaş Türk sanatT 1980'den bu yana yurtdışında, uluslararası alanda is- minı duyurmaya başlayarak belki de im- kânsız olanı başardığını, kapalı kapı- lan zorlamaya başladığını duyumsat- tı. Ayşe Erkmen, Gülsün Karamusta- fa ve Füsun Onur'un başını çektiği, aralarında Biilent Şangar, Aydan Mür- tezaoğlu, Esra Ersen gibi genç sanat- çılann da olduğu lstanbul'da yaşayan bir grup sanatçı, gerek önemli müze- lerde açtıklan kişisel sergiler, gerek davet edildikleri büyük sergilerle, pe- riferideki ülke konumundaki Türki- ye'nin çağdaş sanatı besleyecek, des- tekleyecek hiçbir kuruma sahip olma- masına rağmen bu alanda kendi göbe- ğini kendisinin kestiği bir sanatçı po- tansiyeline sahip olduğunu kanıtladı- lar. Batıda sergilenebilmek için Türkiye referanslı "nabzagöreşerbet" verme- yi iyi bilen yetenekJi başka bir grup sa- natçımızın bunu nasıl başardığı ayn bir yazı konusu olacak özelliğe sahip- tir. Sadece daha yüksek fiyatlarla re- sim satabilmek için sözümona yurtdı- şında yasayan sanatçılann varlığına rağmen, 1990'lardan itibaren kendi ka- rarlanyla Avrupa'nın sanat merkezle- rine yerleşen ya da bu ülkelerde büyü- yen "ikinci kuşağuı" kendini gösteren sergiler açması, üzerinde durulması gereken olgulararasındadır. BülentEv- ren, Iskender Yediler,Can YaşargiL, Ali Kepenk ve Ekrem Yalcındag başta ol- mak üzere kimi sanatçılanmızın çalış- malannı "uluslararası dolaşıma" sok- mayı başarmış olmalan ne yazık ki ül- kemizde hemen hemen hiç gündeme gelmedi. Çağdaş müze kurulmah Çağdaş Türk sanatının önündeki en büyük engellerden biri de tarihinin "uluslararası kodlarla" okunabilecek bir halde yazılmamış olmasıdır. Oysa, yağlıboya resim geleneğinin ancak 18. yy'ın ikinci yansından itibaren yay- gınhk kazanmasından günümüze dek geçen süre içinde Türk sanatçılannın gerçekleştirmiş olduklan ürünler, "Av- rupa merkezryetçi" sanat tarihi yazılı- mımn dışında ele alınabilecek bir po- tansiyele sahiptir. Bu süreçte özellikle kadin sanatçı- lann göstermiş olduklan etkinlikler, "modernizm yorumu". çağdaşlık bilin- cinin algılanılması ve yorumlanması gi- bi konular üzerinde ciddi araştırmalar yapılmış olsa, uluslararası sanat orta- mının bu potansiyele dikkati çekile- bilse, çağdaş Türk sanatını yok saya- rak sadece geçmişe, o ağırlığı altında her zaman ezildiğimiz geçmişe karşı bir paradigma oluşturulabilirdi. Önümüzdeki binyılda bir çağdaş mü- zenin kurulabilmesi ve çağdaş Türk sa- natına hak ettiği ilginin gösterilmesi, çağdaş sanatın desteklenmesi dileğiyle. 20.yüzydtiyattvsundabmçizgi Meyerhold ile Liubimov'un en belirgin yakmlığı, ikisinin de 'temsil yazan' olmasıdır AYŞE EMELMESÇİ "Yaraüm, Yladimir Mayakovski'nin söylediği gi- bi, bilinmeze bir yolculuk, yeni olanın keşfıdir." Yuri LJubimov. Yıl 1982. TuncdKurtiz'le birlikte Finlandiya'da- yız. Aylardanmayıs, kuzeyin "beyazgeceter"inden biri. Helsinki Şehir Tiyatrosu'nun önünde kuyruk olmuş seyirciler. biletlerini 1917'nin askeri ünifor- malan içindeki iki oyuncunun süngülerine takıp geçiyorlar. Oyunculann ayaklan dibindeki fenerler- den yayılan titrek ışık gizemli bir hava yaratıyor, da- ha tiyatronun dışındayken sararmış bir fotoğrafin içine adım atar gibi hissediyor insan kendini. Ta- ganka Tiyatrosu'nun "Dünyayı Sarsan On Gün" ad- lı gösterisini izlemek üzere içeri geçiyoruz. Fuaye- de akordeon, gitar ve balalayka eşliğinde deniıci şarkjlan söyleyip. dans eden oyuncular karşılıyor bizleri. Amerikalı gazeteci-yazar John Reed'in "Ekün Devrimi'' izlenimlerini aktardığı aynı adlı eserinden uyarlanmış oyunun yönetmeni Yuri Li- ubimov. Virtüoz oyunculuklar ile eksiksiz bir "ensemb- le"ın. kimi zaman "afiş"e. "karikatür"e yaklaşan riplemeler ile iç duygu yoğunluğuna dayalı karak- terlerin, 20'lerin ajit-prop tiyatrosundan alınma göl- ge perdesi trükleri ile Rembrandt'ı çağnşnran sah- ne resimleri yaratan ışık kullanımmın, minimal oyunculuk ile groteskin hiçbir üslup tutarsızlığına yol açmadan iç içe, art arda harmanlandığı bir ri- yatro şöleni yaşıyoruz iki saati aşkın bir süre. Ta- ganka'nın Finlandiya tumesinde sahnelediği diğer oyunlar "Tartuffe" (MoHere) ve "Suç ve Ceza"ydı (Dostoyevski'nin romanından uyarlanma). Daha sonra Liubimov rejilerini kaçırmamaya çalıştım: Budapeşte'de "ÜçKuruşlukOpera"yı, Stockholmde Puşkin'in "Küçük Trajedileri''ni izledim. Bu ara- da Liubimov ile Sovyet yönetımi arasında zaten gergin olan ipler iyice kopmuş, önce sürgünde ya- şamak zorunda kalan sanatçı, Taganka'daki göre- vinden uzaklaştınldıktan sonra vatandaşlıktan da çı- kanlmıştı. Ancak 1989'da Gorbaçov döneminde ülkesine geri dönebildi. Sovyet rejimi yıkıldıktan sonra ise Taganka Tiyatrosu da parçalandı, birbiri- ne neredeyse düşman iki topluluğa bölündü. Li- ubimov'un gördüğüm en son oyunu ise 1996 tstan- bul Tiyatro Festivali'nde sergüenen "Dr.Jivago" ol- du. Bu yazıda XX. yüzyıl tiyatrosunun belirleyici eksenlerinden biri olan ve bir ucunda Meyerhold'un, diğer ucunda Liubumov'un durduğu çizgiye de- ğinmek istiyorum. Arnk yeni bir yaratun söz konusu Liubimov ile Meyerhold arasındaki ilk ve en be- lirgin yakınlık, her ikisinin de birer "temsil yazan" olmalandır. Ancak bu yazım, kâğıt üstünde degil sahnede, sahne diliyle gerçekleştirilmektedir. Me- yerhold, Ostrovsld'nin Orman'mı ya da Gogol'ün Mûfettış'ini sahnelediğinde, oyunlan kendi sahne kuıgusuna göre yeniden epizodlara böler, baa bö- lümleri çıkanr, yazarlann başka yapıtlanndan bö- lümlerekler. Liubimov'un, örneğin Suç ve Ceza uyar- Iamasında, Tartuffe yorumunda ya da Dr. Jivago sah- nelemesinde de aynı yaklaştmı görmek mümkün- dür. Dr. Jivago'da, Pasternak'ın metniyle sınırlı kal- mamış, Blok'un Onikiler şiirini de metnin içine katmış ve böylece bir sahnesel montaj malzemesi de elde etmiştir. Meyerhold'un, ünlü sinema yönet- meni Ayzenstayn'ı asıl etkileyen özelliği, işte bu sah- nesel montajı tiyatro dilinın temel unsurlanndan bi- ri olarak kullanmasıdır. Aynı temel yaklaşım Liubi- aratım, Mayakovski'nin de söylediği gibi, 'bilinmeze bir yolculuk', yeni olanın keşfidir. Sanat alışılagelmiş olanı süpürüp atarak öze yönelir. Belki de yaşamla durgun ve beni seyirci konumunda bırakan bir ilişkiyi kabullenmediğim için, 'gündelik tiyatro biçimleri' bana yabancıdır. Taganka Tiyatrosu 'Dr. Jivago' oyununu 1996'da fstanbul Tiyatro Festivali'nde sahneledi. mov'da da gözlenmektedir. Bu tiyatro anlayışında önemli olan sadece sahnede söylenen söz, bire bir yansıtılan görüntü degil, sahnesel metaforlann ya- rattığı çagnşımlar, seyircinin imgeleminde temsil- le birlikte gelişen ve belki temsilin doğrudan söy- lediğinden çok farklı yerlere de gidebilen o paralel dünyadır. Ama bu etkiyi normal zaman-mekân bir- liği kurallanna göre gelişen, iç eklemlenmeleri ve akışı tamamlanmış, bitmiş bir yazılı metin malze- mesiyle yaratmak oldukça güçtür. O zaman bu met- ni parçalamak ve bir montaj malzemesi hazırlamak gerekir. Yönetmenin o malzemenin çatlakJanndan süzülen yorumu, metaforlan, yaratıcı soluğu sah- neye egemen olur ve oyun temsile, normal zaman sahnesel zamana dönüşür. Artık yazılı metni aşan yeni bir yaratım söz konusudur. Taganka Tivatrosu'ndaki etkisi Meyerhold, 1905 'te Stanislavsld ile birlikte giriş- tiği Tiyatro-Stüdyo deneyinden sonra, srüdyo ça- lışmalanna hiç ara vennez, devrimden sonra da kendi atölyesini (Serbest Meyerhold Atölyesi) ku- rar. Taganka Tiyatrosu da Liubimov'un Vahtangov Enstitüsü'ndeki öğrencilerinden oluşan bir çekir- dek etrafinda örgütlenmiş, daha sonraki yıllarda bu okııl ile tiyatro arasındaki bağ sürmüştür. Zaten ya- ratıcı bir tiyatronun en önemli unsurlanndan biri, hem sahnede oyunculann, hem de provalarda yö- netmenle oyunculann birbirlerini fazla söze gerek kalmadan anlayabilecekleri bir topluluk ruhunu ya- kalayabilmektır. Gerek Meyerhold'un, gerekse on- dan yıllar sonra Liubimov'un sahne plastiğinde aç- tıklan yeni çığırlann altında, n'yatrolarına bağlı (ya da bağlantıh) okullardan yetiştirdikleri toplulukla- nn rolü yadsınamaz. Taganka Tiyatrosu'ndaki oyun- culuğa baktığımızda, Meyerhold'dan ciddi etkiler görebiliriz. Topluluk zaman zaman tek bir insan be- deni gibi davranmakta, zaman zaman da inanılmaz bir içsel güce sahip sololar bu fonun üzerinde öne çıkıvermektedir. 1983'te, Schaubühne'de çalışır- ken bu konuda konuştuğumuz Peter Stein, "Onla- n seyrederken kolhıkta küçûlüyorum sanki, ok gi- bi yağıjorlar ûzerime" demişti. Kanımca, Tagan- ka'ya bu oyunculuk gücünü ve etkisini kazandıran belirleyici faktör, gerek toplu hareketlerin, gruplaş- malann. gerekse tek tek sahne devınimlerinin ve ge- nelde beden dilinin bir "müzikal partisyon" titizli- ğinde, deyim yerindeyse "besteleniyor ve icra edi- Hyor" olmasıdır. Meyerhold'un XX. yüzyıl tiyat- rosuna yaptığı büyük katkının Taganka'daki temel izdüşümlerinden biri budur. Meyerhold ile Liubimov arasındaki bağlantılan, sahne düzeni tasanmlannda da görmek mümkün- dür. Her iki sanatçıda da klasik dekor anlayışından çok, çağnşımsal sahne düzenlemeleri ağır basmak- ta ve ışık, ses gibi "yan öğeler" kimi zaman "ahşd- nuş dekor"un yerini alacak kadar öne çıkmaktadır- lar. Liubimov temsillerinin ortakpaydalanndan bi- ri, hem oyunculuğa dayanak noktası oluşturan ve sahne oyunlannda işlevselliği olan, hem de oyunun genel yorumunu bünyesinde sentezleştiren ve çağ- nşımlara kapı açan sahne düzeni çözümlemeleri- dir. * * * , •. •. Puşkin. "dramatik büyünün titreştirdiği dûş gû- cümüzün üçteünden" söz eder. Bunlar. gülme, acı- ma ve dehşettir. Charlie Chaplin ve Ayzenstayn'ı karşılaştınrken. Meyerhold her iki sinemacıda bu "üç tel"in ne denli ustalıkla kullanıldığına değin- dikten sonra, bir aynm yapar: "Chapün'de gülme ve acımanın ön planda oktuğunu, dehşetin gölgede kaldığını söyleyebiliriz; oysa Ayzenştayn'da gülme geri plana kayarken, acuna ve dehşet öne çıkar." Bu ölçüte göre Meyerhold ve Liubimov'u karşılaştıra- cak olursak, Meyerhold'da gülme ve dehşet, Liubi- mov'da ise gülme ve acıma öne çıkar. ••• 1982'deki Finlandiye turnesinde düzenlenen bir toplantıda konuşan Liubimov, sözlerini şöyle nok- talamıştı: "Yaranm,VladimirMayakovskfninde söy- lediği gibi, 'bilinmeze bir yolculuk', yeniolanın keş- fidir. Sanat, alışılagelmiş olanı süpürüp atarak öze yönelir. Biçim,gerçeği sö> lemenin en anlatunsal ara- cıdır; ilgisizlikzjrhlannı delebilecek güçte bir düşün- ce keskinleşmeskttr. Belkide %aşamla durgun ve be- ni seyirci konumunda bırakan bir ilişkiyi kabullen- mediğim için, 'gündelik tiyatro biçimleri' bana hâ- lâ yabancıdır. Koşullara boyun eğmemek, bizi çev- releyen dünyanuı zaman zaman dayatnğı standart- laşmışölçütİer adına kendi yaşam ilkelerinden ödün vermemek. Tüm güçlüklere karşın. >üriidüğün >o- la inanmak_. Yaşamda insana doyum getiren, bir ya- şama anlam ve içerik veren başka bir şey yoktur. Onümde kaianyıllan da buyolu arayarakyaşamak isterim." BUAŞAMADA ŞÜKRAN KURDAKUL Yirminci Yüzyılın Bende Bıraktığı Dizeler (VI) XX. yüzyılın ikinci yarısında şiirimizin geniş açı- lımlar kazandığı söylenmiştir. 196O'lı yıllarda akım- larüstü bir çeşitlilik kazanır bu açılım. Zenginleş- meyi yaratan önemli etkenleri şöyle saptayabiliriz: Çağdaş klasiklerimizin bıraktığı şiir kültürü mi- rasının yol açıcı niteliği. Şairlerin sınıfsal kökenle- rinde görünen büyük değişim. Ceza Yasası'nda- ki yasaklara karşın 1961 Anayasası'yla tanınan haklar. Sabahattin Eyuboğlu, Oktay Rifat kuşa- ğından sonra gelen şairlerin çabalarıyla dünya şi- ir ustalarından verilen örneklerin çoğalması. Az önce "açılım", "açılma" sözcükleriyle karşı- lamaya çalıştığım değişmenin dölyatağında tema zenginliği de gelişti bu yıllar. Genel özelliklerini vermeye çalıştığım pek çok eğilim ve şair var bu dönemde. Aralarında kalıcı nitelikte yaratılara imza atanlan da görüyoruz. Kı- sa da olsa onların kişilikleri üzerinde duramadan, Abdülhak Şinasi Hisar'ın "Aşk Imiş Her Ne Var Âlemde", llhan Berk'in "Beyit Mısra Antolojisi" kitaplanndan esinlenerek bu dönemin kimi şiirle- rinden -köşenin olanaklan içinde- küçük bir dize- ler seçkisini sunacağım. "Puslu gün... Loş oda/suskun pencere - Nasıl olduysa oldu birdenbire/ Işıyıp yedi katgöklere çık- tık/ Ve çarkı feleklerle döndükyere." (Ahmet Nec- det). "BaşJayacak gibiyken konuşuyorsun bitiyor/ Ye- niden geliyoruz başladığımız yere." (Afşar Timu- çin). "Her gün birumudu simgeliyor günebakan - Bü- kerek boynunu" (Aydın Hatiboğlu). "Duruyorsun orada zamanın dışında - Bıçağın ete gömüldüğü yerde - Kemiği sorguladığı yer- de." (Bedrettin Aykın). "Ürkütülmüş yalnızlığıyla güvercinlerin - Dağı- lan birakşamın serinliğine" (Metin Demirtaş). "Bu kent büyük bir ihaneti gizlıyor - Sabahlara dek inlemesinden belli" (Eray Canberk). "Kan döken kurtulamaz eline bulaşan kandan" (Metin Altıok). "Bir hatıradır şimdi dalgın uyuyan şehir - Solar- ken albümlerde çocuklar ve askeher - Yüzün bir kırçiçeği gibi usulca söner. - Uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir." (Ataol Behramoğlu). "Yalnız orda ta dipte küçük bir çekirdek - Göz- yaşı gibi titriyor mavisiyle havanın." (Sennur Se- zer). "Her sabah böyle ağlardı Üsküdar - Yoksul ka- ranlığında kuşlann" (Refik Durbaş). "Yağmalanmış bir kent - gibidir mektupsuz ka- lan" (Ahmet Telli). "Bir aşk bir aşkı silerse - bir ölüm kapısını çal- dınr öteki ölümün" (Hüseyin Yurttaş). "Geceler bir iskelet gölgesi gibi geçerken - ve daha öğrenmeden çocuklar isimlerini - Vahşetle göz göze bakışırken - Ve tehdit ve tehdit ve teh- çlit - Kırbaçlarken - en delikanh atılışlannı gençliz. ğimizin" (Nihat Behram). "Aynı anda yakıyor denizleri - öfkenin ve göz- yaşının tuzu" (Ismail Uyaroğlu). "Anılar kalırardımızda - Adımız bir de dost ağız- larda" (Gülsüm Akyüz). "Çıkann sözün ağzından kilidi - Size soracakson- ra geleceğimiz." (Behçet Aysan). "Dilleri ekmeğe dönmezken daha - Ağıt öğren- diler" (Seyyrt Nezir). "Yeryüzüne dünyamız çizilmiş - Süzülüp kirpik- lerinden sevi - Hançeher işler gibi canevime" (Müslüm Çelik). "Yalnızlığın sesinden bir resim yaptım - Karan- lık kalabalıklardan süzdüm ışığımı" (Şükrü Er- baş). "Birgezintidirbu görüldü mektuplariyle - Zaman geçer de geriye aykın izler kalır bugünden" (Me- tin Cengiz). "Beliriş, kayboluşlar arada sadece - virgül-var. Sıradan iddiasız. Sarsıcı bir beliriş " (Tank Güner- sel). "Karakumluyalının - Sürgün emekçileri - Kucak- lar fılikayı - Çat pat motor takayı - Odun kömür, un, şeker - Gurbet çeken mavnayı" Yaşar Mi- raç). "Yeş/7: kutsal bir söz, orada her şey - mümkün - Siyahın göstermediği karanlık aynasında" (Tuğ- rul Tanyol). "Bağırsa gözlerinden gelen sesi duyurabilse - Kenti kusacak. Bağırsa - kendi sesinde boğula- cak" (Veysel Çolak). "Söz gönlün ortasında oturur - Aşk sözün orta- sında" (Arife Kalender). "Bir düşte karşılaşmıştık, bir düşte kaybolduk" (Murathan Mungan). "Dünyanın bütün çocuklan buluşup yüzünde - Hep birden güldüler bir an" (Turgay Fişekçi). "Eylül güneşiyle tutuşan bir gitar sesiydi Ispan- ya" (Salih Bolat). "Ne güzel çarşaflarsererdın aşka - Üstünde se- rin kanatlan yelken açardı" (Haydar Ergülen). "Gün geceye akıyor... gece güne... - ölüm ya- şama akıyor yaşam bilince." (Lale Müldür). "Biryüzüm aynlığa, biryüzüm hayata dönük - Bugün de ölmedim anne" (Ahmet Erhan). "Bir gerçeğe parmak basar gibi - Basamıyor- sun da ölümün tetiğine - Kırkyalan sözcükler ke- siyor rüzgâhannı" (Enver Ercan). "Hacı Murat, Enver, D'amagnan olurdum - O ma- sal senin, bu masal hep benim içimde" (Orhan Alkaya). "Bu nasıl ömrümdür ki kavruldu tarla tapan - Al- nımın biryeri var kimsenin gitmediği" (Mustafa Köz). "Ulkemin neresine bakarsa ay - Orada yitik bir anne ağlıyor" (Nevzat Çelik). "Gurbetimde sesleri aşındırmış kimliksiz bir ka- saba - Ve senin kaderini ıslatan o yağmurlar re- hin" (Yılmaz Odabaşı). "Her şeye geç kaldım biraz, biraz da erken" (Turgay Kantürk). "Kayıp bir madencinin - Kalbi rasgeldi - Atıver- di sıcak odada" (Sunay Akın). "Hangi mutsuzluklara doğdum ben ve nasıl bir - Yaşam için" (küçük Iskender). Nadal OdükJ Lorenzo Silva'nm • BARCELONA (AFP) - Ispanya'nın en eski edebiyat ödülü olan Nadal Ödülü'ne tspanyol yazar Lorenzo Silva değer bulundu. 'El alquimista impaciente' (Sabırsız Simyacı) adlı romanıyla ödülü alan yazara ödül karşılığı olarak 18.000 dolar verildi. Asıl mesleği avukatlık olan 33 yaşındaki genç yazar. imza olarak Terry Lenox takma admı kullanıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle