Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
12 TEMMUZ 1999 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
EKONOMİ /ekonomi@cumhuriyet.com.tr 11
BM 1999 Insani Gelişme Raporu, dünya ülkelerini yeni düzenin olumsuzluklanndan korunmaya çağınyor
' u yıl küreselleşme olgusunun
konu alındığı Birleşmiş Milletler
însani Gelişme Raporu 'nda
küreselleşmenin olumsuzluklarının
her geçen gün arttığı ve insan
yaşamını heryönüyle tehdit ettiği
vurgulamyor. Raporun ana teması,
küreselleşme süreci içinde elde
edinilen kazanımların ülkeler
arasında ve hatta ülkeler içinde eşit
olarak paylaşılamadığı.
Bu yılki rapor artık hükümetlerin,
uluslararası kuruluşların,
sivil toplum örgütlerinin ve
bireylerin küresel değişimin
pasifbir izleyicisi olmaktan
vazgeçmesi gerektiğini açıkça
ortaya koyuyor. Bunun yerine,
küreselleşmenin insani boyutunun
da olduğunun unutulmaması ve
bugüne kadaryapılamn aksine
sosyalyönün artık 'göz ardı
edilmemesi' gerektiği vurgulamyor.
Küreselleşme 'bozgunıı'Ekonomi Servisi- Birleşmiş Milletler
Kalkınma Programı (UNDP) tarafından
hazırlanan 1999 İnsani Gelişme Rapo-
ru bu yıl küreselleşme konusunu sorgu-
luyor. Küreselleşmenin uluslararası mal
ve sermayenin serbest akışının çok da-
ha ötesinde bir olgu olduğunun ve sınır-
lann kalkmasıyla ülkelerin ve insanla-
nn birbirlerine daha bağımlı hale geldik-
lerinin vurgulandığı raporda, küresel-
leşmenin her iki yüzü de inceleniyor.
Bir yüz, sermaye akışının ve ticare-
tin son 10 yılda gösterdiği baş döndü-
rücü gelişme, artan ticaret hacmi ve ye-
ni iş sahalan, olanaklar olarak tanımla-
nırken. kimi çevreler tarafından "arka
pianda" bırakılmaya çalışılan öteki yüz,
olumsuzluklann her geçen gün daha da
derinleşmesı ve insan yaşamını heryö-
nüyle tehdit etmesi.
Raporda şu sözleryeralıyor:"KüreseI-
leşme aslında insanlannyaşanüaruun zen-
Küreselleşmenin getirilennin dağılımı (1997)
Dünya GSYİH'sinin
paylaşımı
Mal ve hizmet
ihracının paylaşımı
Doğrudan yabancı
yatınmlann paylaşımı
gmieşmesi ve ortak değerlerin baz alındı-
ğı küresel bir toplumun yaraülması için bü-
ytik firsat ancak küreselleşme olgusunda
hâkimiyetin şirketfcre ve piyasalara geç-
mesi yüzünden kârlar ve firsatiar eşitola-
rak dağüamıyor."
Küreselleşmenin sonuçlanrun "traji-
komik" olarak degerlendirildigi raporda,
insanlar ve ülkeler arasında "tehliketT ku-
tuplaşmalara dikkat çekiliyor.
En zengin 5ülke
Günümüzde yerkürenin en zengin 5 ül-
kesi. gayri safi milli hasılalannın dünya
toplamınm yüzde 86'sını, dünya ihracat
pazarlannın yüzde 82'sini, direkt yaban-
cı sermayenin yüzde 68'ini, telefon hat-
lannın yüzde 74'ünü elinde tutuyor. Bu-
na karşılık dünyanın en yoksul ülkesin-
de bu oranlar yüzde l 'i geçemiyor. Yi-
ne bir diğer örnek, Güneydoğu Asya kri-
zine ilişkin. Krizın 1998 ve 2000 yıllan
arasında küresel ticaretin 2 trilyon dolar
azalmasına yol açacagtna, milyonlarca in-
sanın işsizkalacagına, iş güvencesinin her
geçen gün azalacağına ve dünyanın her
yerinde sosyal hizmetlerde kesintiye gi-
dileceğine dikkat çekiliyor.
Raporda, küreselleşmenin kültürel
boyutu da işleniyor. lster gelişmiş ister
gelişmekte olan ülkeler olsun, insanla-
nn tek yönlü bir kültürün hâkimiyetı al-
tına girmekte olduğu vurgulanırken bu
gelişme, "ABD için en bûyük ihracat
sanayi ne silah ne de otomotiv. ABD'nin
önem \erdiği en büyük pazar müzik.
film ve eğlence endüstrisi" sözleriyle
belırginlik kazanıyor.
Türkiye 86y
nasurada
BM'nin tnsani Gelişırft fctfc-
deksı'nde Türkiye, 174 ülke ara-
sında 86. sırada ve "Orta tnsani
GeKşme" düzeyindeki ülkeler
arasında yer alıyor. Daha önceki
yıllarda olduğu gibi, 174 ülkeyi
eriştikleri insani gelişim düzeyi-
ne göre sıralayan 1999 raporun-
da bu sıralama, gelir gibi ekono-
mik göstergelerle sınırlı kalma-
yıp, okuma-yazma oranı, okullaş-
ma ve ortalama ya-
şam süresi gibi etken-
leri de değerlendiri-
yor. UNDP'nin geçen
sene yayımladığı ra-
porda Türkiye insani
gelişim sıralamasın-
da 69. sıradaydı. An-
cak bu gerilemenin
bu yıl raporda kulla-
nılan yenı gelir hesaplan yönte-
minden kaynaklandığı ileri sü-
rülüyor. Kanada, Norveç. ABD.
Japonya ve Belçika sırasıyla ilk
5'teyeralırken, komşulanmızdan
Yunanistan 27, Bulgaristan 63.
Suriye 111, Irak 125 ve Kıbns
Rum Kesimi 26. sırada bulunu-
yor. Listenin en sonunda ise Si-
erra Leone yer alıyor.
UNDP'nin hazırladığı insani
gelişim endeksinde Türkiye'nin
konumunu eğitim seviyelerinde
görülen düşüklük belirliyor. Oku-
ma yazma oranı Tûrkiye'de 83.2
iken, Macaristan ve Rusya'da
yüzde 99'luk oranlar söz konu-
su. Okullaşma oranlanmn dü-
şüklüğü de Türkiye'nin bu en-
dekslerdeki konumunu olumsuz
etkiliyor. Brüt okullaşma oranı
Türkiye'de yüzde 61 iken, Bre-
zilya'da yüzde 80 ve Filipinler'de
yüzde 82.
Kalkınmayı
kadın-erkekeşit-
liği ölçütleri ile
dedeğerlendiren
rapor, Türkiye'yi
kadın gelişimin-
de Lübnan'ın ar-
kasında 73. sıra-
ya koyuyor. Ka-
dın gelişimi ko-
nusunda da eğitim oranlanmn
düşüklüğü belirleyici oluyor. Ka-
dın okuma yazma oranı Tûrki-
ye'de yüzde 74 iken. Kazakistan,
Bulgaristan ve Romanya'da yüz-
de 95'lerin üzerinde.
Rapora göre Tûrkiye'de orta-
lama yaşam süresi kalkınmakta
olan birçok ülkeden daha düşük.
Tûrkiye'de kadınlar için 71.7 er-
kekler için 66.5 olan ortalama
yaşam, Bulgaristan'da 74.5 ve
67.6 düzeyinde seyrediyor.
• Eğitim, okur yazar
oranı ve ortalama
yaşam süresinin
düşüklüğü Türkiye'yi
"Orta İnsani
Gelişme"
düzeyindeki ülkeler
arasında tutuyor.
'Paran kadar
küreselles"
244 sayfahk BM rapo-
runda yer alan saptama-
lardanbazı ilginç örnekler
• Piyasa ancak parası
oianlara 'küresel vatandaş
ohna' izni veriyor. Zaman,
uzay ve sınırlann ortadan
kaMği birküresel köy ya-
raöhyor, ama herkese va-
tandaş olma.hakkı veril-
miyor.
• Bir ülke, sadece tica-
rete öncelik verip işgücü-
nü bedelsiz çalıştırarak bü-
yümesini belki hızlandı-
rabilir. fakat bu sadece in-
sani kalkınmayı tahrip et-
mekle kalmayıpekonomik
büyumenin de alünı oyar.
• îşgûcüne önem veren
kalkınma politikalan, yal-
nızca onun ulusal gelire
katkisını küçümseyenler
ve kısa vadeli kân düşü-
nenler tarafindan verim-
siz ve maliyetli göriilebi-
lir.
• Küresel piyasalar için
geliştirilen normlar, stan-
dartlar. polırikalar ve ku-
rumlar, insanlar ve insan
haklan için üreriJenlerden
çok daha fazladır.
BM'den önlemçağnsı
Küreselteşmenin eşitsizüği art-
tırdığı ve can güvenliğini tehdit
etnğine dikkat çekilen raporda, bu
durumun "kaçınıhnaz'" olmadı-
ğı savunuluyor. Ulusal ve ulusla-
rarası politikalarda yeni bir viz-
yonun geliştirilmesinin şart ol-
duğuna dikkat çekilen UNDP ra-
poru, dünya ülkelerini küresel-
leşmenin faydalanndan esit yarar-
lanabilmeleri ve olumsuz etkile-
rinden korunabilmeleri için bir
dizi önlem almaya
çağınyor Raporda,
her ülkenin kendi
şartlanna uygun ola-
rak gelıştıreceği top-
lumsal politikaların,
insan emeğine ve
potansiyellerine ya-
pılacak yatınmlann
önemine dikkat çekiliyor.
• Can güvenliğini tehdit eden
uluslararası suçlar, çokuluslu şir-
ketlerin insan hakkı ihlalleri,
AIDS ve asit yağmurlan gibi ulus-
larötesi kirliliklerle başa çıkacak
yapı oluşmaJı. Bankacılık siste-
mi şeffaflaştınlmalı.
• Yoksul ülketenteteknolojik
geHşmelerdesteklenmeü. Dünya-
da kozmetik bakun üriinleriaraş-
ürmalanna yapüan "savurgan"
harcamalara son veribneB.
• 21. yüzyılın ihtiyaçlannı
• UNDP raporu,
dünya ülkelerini
küreselleşmenin
faydalanndan eşit
yararlanabilmeleri
için bir dizi önlem
almaya çağınyor.
karşılayacak ve küresel ekono-
mik knzleri önleyecek daha etkı-
li ve temsil gücü yüksek bir kü-
resel yönetim inşa edilmeli.
• Sivil toplum kuruluşlan,
sendikalar ve çokuluslu şirketk-
rin diyalog içinde bulunabilece-
ği bir küresel forum tesis edilme-
li. Bu forum. global kararlann
abnmasında zenginlerkadaryok-
sullann da sesiıüduyurabüecekşe-
küde oluşturulmaİL
• Dünya Tica-
ret Örgütü'nün
(WT0) uluslara-
rası ticaret kararla-
nnın altnıp uygu-
lanmasında daha
egemen bir ko-
numda olması
sağlanmalı.
WTO'daki müzakerelerde yok-
sul ülkelere yardımcı olmak için
"Bağımsız Yasal Yardım Merke-
zi ve Ombudsman" mekanizma-
sı kurulmalı.
• Küreselleşme politıkalann-
da yaşanan sorunlarla başa çıka-
bilmeleri için gelişmekte olan ül-
kelerin her birinde üst düzey bı-
rimler kurulmalı.
• Yoksul ülkelerin bilgi tekno-
lojfleri ve bioteknolojide gelişme
sağlamasına yardımcı uluslara-
rası program oluşturulmaİL
Küresel yaşamın
gerçekleri
• Dünya para piyasalannda bir
günde 13 triîyon dotardan daha 6a-
laparadolaşiMir.
• Dünya üzerinde her on kişiden
biri lngilizce konuşmasına karşın
Internet'teki web sitelerinin yüzde
80'inde Ingilizce kullanılıyor.
• 1988 yılında dünyada 100 bto
tnternet kuilanıcısı varken 1998 >>
hnda bu rakanı 36 milyona ulaşti.
9 Dünyamn en zengin 5 ülkesi Ue
en fakir 5 ülkesi arasındaki gelir
farkı çığ gibi açılıyor.
• Sanayileşmiş ülkeler tüm dün-
yadaki patentlerin yüzde 97^ani eto-
de tutuyor.
• Güneydoğu Asya krizi ve kü-
resel etkileri nedeniyle 1998-2000
yıllan arasında yaklaşık olarak 2
trilyon dolarlık kayıp olacağı tahmin
ediliyor.
• Dünyanın en zengin 200 insani
geçen on yıl içinde gelirlerini iki kat
arttırarak, 1998yihnda 1 trüyondo-
lara ulaştırdı.
• Yaklaşık olarak 140-145 mil-
yon insan yasal göçmen statüsünde
ülkelerini terk etti.
• Yasadışı uyusturucu ticareti-
nin parasal değerinin 1995 yılında
400 milyar doiara ulaş&ğı tatınûn
edfliyor. Bu rakam dünya ticaretinin
yüzde 8'ine eşit gelhtır.
• Yalruzca 5 ülkede kadmlar mec-
lis koltuklannın yüzde 30'unu dol-
duruyor. 31 ülkede ise kadmlar, yal-
mzca yüzde 5'in altında bir oranla
meclise girebiliyor.
• 1997 yılında doğrudan yaban-
cı yatınmlann 400 mih/ar doiara
ulaşmasına karşın bu yatınmlann
yüzde 58'i sanayileşmiş ülkelere
gitti. Yabancı yatınmlann sadece
yüzde 5'i Orta ve Doğu Avrupa'da-
ki geçiş ekonomilerine ulaştı. 1990
yılında doğrudan yabancı yatmm-
lann yüzde 80'i, basta Çin olmak
üzere yatnızca 20 gelişmekte olan
ülkeye gitti.
• 1980 yıhnda dünya üzerinde
260 milyon kişi turist olarak seyahat
ederken bu rakam 1996 yıhnda 590
miryona çıkn.
ANKARAPAZARI
YAKUP KEPENEK
Suçluluk Duygusu
Toplumun dokusunu doğruluk, dürüstlük ve er-
dem gibi ahlak değerieri oluşturur. Son yıllarda
yaşanmakta olan ahlak çöküntüsünün sonuçlan
her gün acıyla ve yeniden yaşanıyor. Yine de bu
kötüye gidişten yeterii derslerin çıkanldığı söyle-
nemez. Ozellikle siyasetle uğraşanlartn çok büyük
bir bölümünün, belki tamamına yakınının, eksi de-
ğerier taşıdıklan biliniyor. Yaz ortasında da bu ek-
si değerier hiç mi hiç çekilmiyor.
Daha da önemlisi, doğruluk ve dürüstlük kalma-
yınca, yalan-dolan egemen oluyor; tüm ilişkiler ve
kurumsal işleyişler, buna göre kuruluyor. Birikim-
li olarak yalancılık, yolsuzlufdaha besleniyor, yol-
suzluklar da yalancılıkla.
Böyle birortamda ne mi olur? Gerçekler ve doğ-
rular saptınlır, yanlışlar bunlann yerini alır; yanlış-
lar doğru, kötüler iyi ya da kurtancı sanılır. Yalan
ve yanlışın, tek geçer akçe sayılması, çok daha
olumsuz birsonuç verir: kimi işlerden sorumlu ol-
mayanlar ve Nçbirsuçı; olmayanlar suçluluk duy-
gusuna kapılır.
Türkiye, hiçbir suçu olmayanlann suçluluk duy-
gusuna kapıldığı, gerçek suçlulann da toplumla
alay edercesine gülümseyerek soygunlannı sür-
dürdüğû bir bataklık özelliği kazanmıştır.
•••
Geçen günlerde Devlet Istatistik Enstitüsü (DİE)
geçen yılın gelir bölüşümü verilehni yayımladı.
Yurtiçi katkılı (gayri safi) toplam üretimin içinde,
1998'de, işgücünün payı yüzde 25.6, sermaye-
nin payı öayüzde 57.9 olmuştur. Toplam yüze ta-
mamlanması için belirtelim, yüzde 6.2 sabit ser-
maye tüketimine, yani sermayenin aşınma ve es-
kime payına gidiyor, yüzde 10.3 oranında da net
üretim ve dışalım vergileri tutuyor.
önce, emek ve sermaye paylannın tanımlanna
değinelim.
Enstitü, sermayenin payının kira, faiz ve kârge-
lirlerinden oluştuğunu belirtiyor ve bunu işletme
artığı olarak adlandınyor. Ancak burada önemli
bir nokta daha var. Işgücü ödemeleri, işverenler-
ce yapılan brüt her türiü ödemeleri... vergi ve
sosyal sigorta primleri kesilmeden önceki brüt
ödemeleri... içeriyor. Buna karşılık, işletme artığı
"katma değerden net dolaylı vergiler, sabit ser-
maye tüketimi ve işgücü ödemelerinin düşülme-
siyle bulunan artık değer" olarak tanımlanıyor.
Işgücü ve sermaye paylannın yıllık değişimi de
şöyle: Geçen yıl (1998'de), işgücü ödemelerinin
toplam üretim değeri içindeki payı bir önceki yıla
(1997) göre yüzde 0.2 oranında azalmış, işletme
artığının payı ise yüzde 0.8 oranında artmıştır
(30.06.1999 tarihli Haber Bülteni s.2).
•••
Sayısal verilerden çıkanlması gereken iki sonuç
vardır. Birincisi, uzun dönemlidir. Türkiye ekono-
misinin işgücü payı-sermaye payı yapısı, ekono-
mik yönden gelişmiş ülkelerin tam karşıtıdır, ge-
lişmiş ekonomilerde, ortalama olarak, toplam üre-
tim değeri içinde emeğin payı yüzde 70 lere ula-
şıyor, sermayenin payı da yüzde 30'larda kalıyor.
Türkiye ekonomisi, yapısal olarak bu doğruttuda
gelişmelidir; ekonomi politikalan buna göre bi-
çimlenmelidir.
Ikincisi kısa sürelidir. Yukandaki bölüşüm den-
gesizliğine karşın kamuoyunda egemen kılınan
suçlayıcı bir görüş vardın Enflasyonun nedeni
maaş ve ücretlerin yüksek olmasıdır. Bu anlayış
enflasyona karşı alınan önlemlere ve ekonomi
politikalanna olduğu gibi yansıyor. Sonuçta, enf-
lasyonu düşürmek için yapılması gereken de üc-
ret ve maaş artışlannın olabildiğince düşük tutul-
masıdır.
Oysa veriler ortada; ücret ve maaşlann toplam
gelir içindeki payı yüzde 25'lerde kalıyor; bunun
enflasyonu arttıncı etkisi de, öbür koşullar veri alı-
nırsa, bu kadardır.
Kısaca, işgücünün, ücret-maaş artışı isterken,
enflasyon nedeniyle suçluluk duygusuna kapıl-
masının nesnel birdayanağı yoktur. işgücünü suç-
lama ya da emekçilere yüklenmek istenen suçlu-
luk duygusu, asıl düşünsel nedenlerine ek olarak
doğruluk, dürüstlük ve erdem gibi değerlerinin yı-
kılışının bir sonucudur.
•••
Geçen günlerde Prof. Dr. Erdem Aksoy'u yitir-
dik; sonsuzluğa uğurladık. Erdem, yıllarca, hak-
sızlık ve baskı gördü, yılmadı; özgüriük savaşımı-
nı onuria sürdürdü. Kendisine yaşamı zehir eden-
lerin ise suçluluk duygusu taşımadıklan o kadar
açık ki.
e-posta: yakup@metu.edu.tr
DÜNYA E K O N O M Î S Î N E B A K I Ş / E R G İ N YILDIZOĞLU LONDRA ergin@ergin.demon.co.uk
Küreselleşmetartışmalan, "ulusdevletin"
zayıflamaya başladığı, tespitlerini de birlik-
te getirmişti. Ancak bu "ulus devletin" za-
yıflaması sürecinde "demokratik dinamik-
ler" görenler, nedense ya "hangi ulus dev-
letierin, kimin.neyin karşısında zayrfladı-
ğı" sorusunu sormamayı seçtiler, ya da ce-
vaplannı pop-ekonomi ve pop-siyaset dü-
zeyinde geçiştirmekle yetindiler. Çünkü bu
soruların cevabı son 20 yılın egemen düşürt-
cesıyte (serbest piyasa ekonomisi insanm sos-
yal evrımine en uygun/dogal ekonomık ya-
şam biçimidir, küreselleşme bunun doğal
sonucudur, karşı durulamaz, karşı durulma-
malıdır) temelden uyumsuzluk gösîeren özel-
lıkiere sahiptır.
Birincisi: Küreselleşme kendiliğinden olan
bir süreç değil, II. Dünya Savaşı sonrası dö-
nemin hegemonik gücü ABD'nin dünya pi-
yasalannı Amerikan sermayesine açma stra-
tejisinin 1980'lerde aldığı biçim. 1980'lerde
hızla genişleyen, 1990'larda "yükselmekte
olan piyasalan" etkisi altına alan mali serma-
ye içinde en büyük parçayı ve belirleyici çı-
kan ABD kaynaklı mali sermaye (bankalar ve
fon yönetim kurumları) oluşturur. ABD-Wall
Street-IMF ekseni, dünya piyasasını, çeşit-
li ülkelerin ulus devletlerinin iç piyasalan üze-
rindeki denetimini zayıflatarak, işte bu mali
sermaye için açmaya çabalıyor. Ekonomik
kriz içinde borçlanma gereksinimi artan yer-
li büyük sermaye ve ulus devletlerin hükü-
metteri de basınca direnemedikleri ölçüde
iktidarlannıyavaşyavaşkaybediyorlar. "Ulus
devletinzayıflaması'nm ekonomik boyutu iş-
te böyle işliyor. Ancak kimi ulus devletlerin,
ulusal ekonomileri üzerındeki denetimleri
zayıflarken, ABD ulus devletinin dünya eko-
nomisi üzerindeki etkisi ve denetimi artıyor.
Avrupa ülkeleri bu sürece iradelerini birteş-
tirerek, bloklaşarak direnmeye çabalıyorlar.
Ikincisi: Bugün ulus devlet "vatandaş-
lann" siyasi iradelerini birleştirip(siyasi par-
tiler, seçimler, parlamento, hükümet), vatan-
daş olmaktan doğan (burjuva cumhuriyete
ve demokrasisine ilişkin) haklannı kullana-
rak ekonomik siyasi, sosyal yaşama, toplum-
sal refaha ilişkin ortak çıkariannı (kapitalizm
sınırian içinde kalarak) ifade ettikleri, yaşa-
ma geçirdikleri en gelişkin, kapasiteli siyasi
düzlem ve yagıt. Bu denklemi tersten kurar-
sak, görürüz ki o çok yüceltilen vatandaşlık
haklan, ulus devletin dolayımından geçerek
gerçekteştirilir, "vatandaş" böyle var olur.
Ulus devletin, sınırian dışındaki bir ekono-
mik ve siyasi irade karşısında zayıflamaya
başlaması, vatandaşlardan bu ulus dışın-
daki siyasi odağa bir iktidar transferi yarat-
maya, böylece de "vatandaş kimliğini" ka-
natmaya başlar, onu bir başka siyasi kimli-
ğe, liberal demokrasinin, karanlık yüzünde
sık sık rastlanan, sömürge tebası kimligi-
ne doğru bir dönüşüme zoriar. Öldürür.
vatandaşlık kimligi, buna bağlı olarak cum-
huriyet ve demokrasi, yalnızca ekonomik
düzlemde, küreselleşme tarafından tehdit
edilmıyor. Bunlara yönelik hukuksal, siyasi,
askeri düzlemierde, çok daha doğrudan teh-
ditler var. NATO'nun gerekli gördüğünde,
dünyanın her yerine, Birleşmiş Milletlerona-
yına başvurmadan, müdahale etmesıne ola-
nak sağlayan yeni konsepti bu tehdıtlerin ba-
şında geliyor.
Küreselleşmede demokratik dinamikler
görenler, NATO'nun yenı konseptine daya-
narak, "insan haklan" adına Kosova'da gi-
riştiğı müdahalede de demokratik dinamik-
ler gördüler. Öyle ya NATO bir "ulusiarara-
Vatandaşlığın Ölümü
sı cemaatin iradesi" adına bir "ulus dev-
letin" kendi halkına baskı uygulamasını en-
gellemek için müdahale etmedi mi?
Burada da sorulması gereken bir seri tat-
sız soru var: "Bu sık sık atıfta bulunulan
uluslararası cemaat kim?"" Bugün, artık
neden, uluslararası müdahalelerin yasal, tek-
nik çerçevesini belırleyen BM değıl de bu
'uluslararası cemaat In iradesi gündemde?"
Nihayet, bu yazının konusuyta doğrudan iliş-
kili soru: "Bu uluslararası irade, "kurtardığı'
halkı nasıl bir yönetime layık görûyor" öyle
ya vatandaşlık kımlikleri yadsındığı için ayak-
lanan Kosova "lı Arnavutlar'ı bir soykınmdan
korumak üzere müdahale eden NATO, bu
bölgenin yönetimini, pekala nüfusun %90'ını
oluşturan Arnavutlara verebilirdi. vermedi, ak-
sine, Kosova'da da, belirsiz bir süre için,
Dayton anlaşmasından sonra, Bosna'da
uygulanan bir "himaye edilen bölge - pro-
tektora" (1) yönetimini, uygulmaya koydu.
Böylece, Arnavutlann, dün Yugoslayya'nın
parçasıyken, pazariık konusu edebikjikleri bir
vatandaşlık hakkı da, şimdi tümüyle hem
de belirsiz bir süre için ortadan kaldınlmış ol-
du. Vatandaşlık hakkının, yabancı bir irade
tarafından, üstelik de zor kullanılarak orta-
dan kakjınlmasından sonra kurulan yönetim-
lerin ise tanhte belirgin adı var: Sömürge
Yeni sömürgenin doğuşu
Bosna savaşına son veren Dayton banş
anlaşmasının 1995'de imzalandığında, an-
laşmanın uygulanmasının denetimi, demok-
ratik düzene geçene kadar, yaklaşık bir se-
ne için, asken alanda NATO'ya, siyasi alan-
da da bir Uluslararası Yüksek Temsilciye
(UYT -OHR) venlmiştı. Ne ki, Ekim 1996'da
genel seçimlerden sonra, demokrasiye dö-
nülürken, Yüksek Temsilcinin görevi sona er-
medi. Aksine, UYT'ye, yeni, seçilmiş, Bos-
na hükumetinin uyması gereken 12 aylık bir
geçiş planı oluşturma yetkisi verildi.
Altı ay sonra UYTye, planına uymayan
Bosnalı poiitıkacılann ulaşım özgüriüğünü
kıstlama, çeşitli bölgelere ekonomik siyasi
yaptınm uygulama, basını denetleme yetki-
si verildi. Aralık 1997'de UYTnin yetkileri
hükümet toplantılannın yeıierini, içeriklerini,
başkanlıklannı belirteme. hükümetin kabul et-
mediği tedbirleri zorla uygulatma, seçilmiş
temsilcileri görevden alma yetkisi verildi.
Aralık 1997'de de UYT belirsiz bir süre için
tekrar uzatıldı. Dayton anlaşması UYT'ye
sömürge valilerinden daha geniş yetkiler ta-
nıyordu. Yüksek Temsilci, Cartos VVestend-
rop, Kasım 1997'de bir gazeteciye şöyle di-
yordu: "Dayton anlaşması bana kendi
yetkilerimi kendim saptama ve yorumla-
ma gücü veriyor" (UYT'nin yetkılennın ay-
nntılı biranalizi için: New Left Revievv, Ma-
yıs Haziran, 1999; Le Monde Diplomatique,
Temmuz 1999). UYT Temmuz 1997'de
Sırp Cumhuriyetinin Paıiamentosunu ka-
pattı, anayasa mahkemesinin yeni bir se-
çime gitmesini yasakladı, kendi seçtiği
polrakaalardan bir koalisyon hükümeti
kurdu. UYT'nin bu uygulamalan "ulusla-
rarasü cemaat tarafından" destektendi.
1997 sonunda UYT, artık belediyelerin
başkanlarını görevinden alıyor, meclislerini
kapatıyor ve atanmış uluslararası yönetim-
cilerle değiştiriyordu. Mart 1999'da, NA-
TO'nun Kosova müdahalesi başlamadan az
önce, UYT yeni seçilmiş Devlet Başkanı Ni-
kola Polasen'i görevinden aldı. (Belgeler
için: www.ohr.int)
Rambouillet anlaşması Dayton modeli
üzerine kurulmuştu. Kosova'ya atanan UYT
de bu model üzerinden ama bu sefer, BM
yerine NATO ve "uluslararası cemaatin" ira-
desi egemen olduğu için çok daha doğru-
dan yetkilerie, kalıcı olarak görev yapabile-
cek.
Dünya ekonomisinı uluslararası mali ser-
mayeye açmak, ulus devtetlerin ekonomi-
leri üzerindeki denetimlerini azattmayı, hat-
ta kaldırmayı gerektiriyordu. MAI ite bu sü-
rece biryasal cerçeve sağlanmak ıstendi. Bu
olmayınca da Dünya Ticaret Örgütü bün-
yesindenki yeni anlaşmalar gündeme geldi
(Le Monde OipJomatique, Mayıs ve Tem-
muz). Küreselleşmenin ve hukukunun korun-1
ması için de "uluslararası cemaat" adı al-'
tında ABD iradesine tabi yeni bir siyasi oto-
rite şekillenmeye, NATO yeni konseptiyte de
bir askeri aygıta kavuşmaya başladı. Day-
ton deneyi, Kosova "banşı", bu ekonomik
siyasi ve askeri süreçlerin çakışmasının bir
sömürge yönetimi olan Protektora'ya yol
açıldığını gösterdi. Küreselleşme süreci iler-
ledikçe, birçok ülkede vatandaşlığı öldürü-
yor, yeni "sömürgelerin" oluşmasına yol açı-
yor. Ulus- devlet kalkıyor diye sevinmeden
önce bunun yerine ne geliyor diye düşün-
mekte fayda var.
(1) Yeriikabilelerinyaşadığı, devlet statü-
sünde olmayan bir toprak karşısında Avru-
pa devletlerinin konumu (1836); Üstün bir
devletin himayesi altına alınan topraklar
(1844). (Oxford Lügatı). Ingiliz Protektorası
altındakiMısır'da... (1922);Klimanjarodan Vık-
torya gölüne kadar uzanan Ingiliz Protek-
tora'sı... (1902).