25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 TEMMUZ 1999 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ /[email protected] 11 BM 1999 Insani Gelişme Raporu, dünya ülkelerini yeni düzenin olumsuzluklanndan korunmaya çağınyor ' u yıl küreselleşme olgusunun konu alındığı Birleşmiş Milletler însani Gelişme Raporu 'nda küreselleşmenin olumsuzluklarının her geçen gün arttığı ve insan yaşamını heryönüyle tehdit ettiği vurgulamyor. Raporun ana teması, küreselleşme süreci içinde elde edinilen kazanımların ülkeler arasında ve hatta ülkeler içinde eşit olarak paylaşılamadığı. Bu yılki rapor artık hükümetlerin, uluslararası kuruluşların, sivil toplum örgütlerinin ve bireylerin küresel değişimin pasifbir izleyicisi olmaktan vazgeçmesi gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. Bunun yerine, küreselleşmenin insani boyutunun da olduğunun unutulmaması ve bugüne kadaryapılamn aksine sosyalyönün artık 'göz ardı edilmemesi' gerektiği vurgulamyor. Küreselleşme 'bozgunıı'Ekonomi Servisi- Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından hazırlanan 1999 İnsani Gelişme Rapo- ru bu yıl küreselleşme konusunu sorgu- luyor. Küreselleşmenin uluslararası mal ve sermayenin serbest akışının çok da- ha ötesinde bir olgu olduğunun ve sınır- lann kalkmasıyla ülkelerin ve insanla- nn birbirlerine daha bağımlı hale geldik- lerinin vurgulandığı raporda, küresel- leşmenin her iki yüzü de inceleniyor. Bir yüz, sermaye akışının ve ticare- tin son 10 yılda gösterdiği baş döndü- rücü gelişme, artan ticaret hacmi ve ye- ni iş sahalan, olanaklar olarak tanımla- nırken. kimi çevreler tarafından "arka pianda" bırakılmaya çalışılan öteki yüz, olumsuzluklann her geçen gün daha da derinleşmesı ve insan yaşamını heryö- nüyle tehdit etmesi. Raporda şu sözleryeralıyor:"KüreseI- leşme aslında insanlannyaşanüaruun zen- Küreselleşmenin getirilennin dağılımı (1997) Dünya GSYİH'sinin paylaşımı Mal ve hizmet ihracının paylaşımı Doğrudan yabancı yatınmlann paylaşımı gmieşmesi ve ortak değerlerin baz alındı- ğı küresel bir toplumun yaraülması için bü- ytik firsat ancak küreselleşme olgusunda hâkimiyetin şirketfcre ve piyasalara geç- mesi yüzünden kârlar ve firsatiar eşitola- rak dağüamıyor." Küreselleşmenin sonuçlanrun "traji- komik" olarak degerlendirildigi raporda, insanlar ve ülkeler arasında "tehliketT ku- tuplaşmalara dikkat çekiliyor. En zengin 5ülke Günümüzde yerkürenin en zengin 5 ül- kesi. gayri safi milli hasılalannın dünya toplamınm yüzde 86'sını, dünya ihracat pazarlannın yüzde 82'sini, direkt yaban- cı sermayenin yüzde 68'ini, telefon hat- lannın yüzde 74'ünü elinde tutuyor. Bu- na karşılık dünyanın en yoksul ülkesin- de bu oranlar yüzde l 'i geçemiyor. Yi- ne bir diğer örnek, Güneydoğu Asya kri- zine ilişkin. Krizın 1998 ve 2000 yıllan arasında küresel ticaretin 2 trilyon dolar azalmasına yol açacagtna, milyonlarca in- sanın işsizkalacagına, iş güvencesinin her geçen gün azalacağına ve dünyanın her yerinde sosyal hizmetlerde kesintiye gi- dileceğine dikkat çekiliyor. Raporda, küreselleşmenin kültürel boyutu da işleniyor. lster gelişmiş ister gelişmekte olan ülkeler olsun, insanla- nn tek yönlü bir kültürün hâkimiyetı al- tına girmekte olduğu vurgulanırken bu gelişme, "ABD için en bûyük ihracat sanayi ne silah ne de otomotiv. ABD'nin önem \erdiği en büyük pazar müzik. film ve eğlence endüstrisi" sözleriyle belırginlik kazanıyor. Türkiye 86y nasurada BM'nin tnsani Gelişırft fctfc- deksı'nde Türkiye, 174 ülke ara- sında 86. sırada ve "Orta tnsani GeKşme" düzeyindeki ülkeler arasında yer alıyor. Daha önceki yıllarda olduğu gibi, 174 ülkeyi eriştikleri insani gelişim düzeyi- ne göre sıralayan 1999 raporun- da bu sıralama, gelir gibi ekono- mik göstergelerle sınırlı kalma- yıp, okuma-yazma oranı, okullaş- ma ve ortalama ya- şam süresi gibi etken- leri de değerlendiri- yor. UNDP'nin geçen sene yayımladığı ra- porda Türkiye insani gelişim sıralamasın- da 69. sıradaydı. An- cak bu gerilemenin bu yıl raporda kulla- nılan yenı gelir hesaplan yönte- minden kaynaklandığı ileri sü- rülüyor. Kanada, Norveç. ABD. Japonya ve Belçika sırasıyla ilk 5'teyeralırken, komşulanmızdan Yunanistan 27, Bulgaristan 63. Suriye 111, Irak 125 ve Kıbns Rum Kesimi 26. sırada bulunu- yor. Listenin en sonunda ise Si- erra Leone yer alıyor. UNDP'nin hazırladığı insani gelişim endeksinde Türkiye'nin konumunu eğitim seviyelerinde görülen düşüklük belirliyor. Oku- ma yazma oranı Tûrkiye'de 83.2 iken, Macaristan ve Rusya'da yüzde 99'luk oranlar söz konu- su. Okullaşma oranlanmn dü- şüklüğü de Türkiye'nin bu en- dekslerdeki konumunu olumsuz etkiliyor. Brüt okullaşma oranı Türkiye'de yüzde 61 iken, Bre- zilya'da yüzde 80 ve Filipinler'de yüzde 82. Kalkınmayı kadın-erkekeşit- liği ölçütleri ile dedeğerlendiren rapor, Türkiye'yi kadın gelişimin- de Lübnan'ın ar- kasında 73. sıra- ya koyuyor. Ka- dın gelişimi ko- nusunda da eğitim oranlanmn düşüklüğü belirleyici oluyor. Ka- dın okuma yazma oranı Tûrki- ye'de yüzde 74 iken. Kazakistan, Bulgaristan ve Romanya'da yüz- de 95'lerin üzerinde. Rapora göre Tûrkiye'de orta- lama yaşam süresi kalkınmakta olan birçok ülkeden daha düşük. Tûrkiye'de kadınlar için 71.7 er- kekler için 66.5 olan ortalama yaşam, Bulgaristan'da 74.5 ve 67.6 düzeyinde seyrediyor. • Eğitim, okur yazar oranı ve ortalama yaşam süresinin düşüklüğü Türkiye'yi "Orta İnsani Gelişme" düzeyindeki ülkeler arasında tutuyor. 'Paran kadar küreselles" 244 sayfahk BM rapo- runda yer alan saptama- lardanbazı ilginç örnekler • Piyasa ancak parası oianlara 'küresel vatandaş ohna' izni veriyor. Zaman, uzay ve sınırlann ortadan kaMği birküresel köy ya- raöhyor, ama herkese va- tandaş olma.hakkı veril- miyor. • Bir ülke, sadece tica- rete öncelik verip işgücü- nü bedelsiz çalıştırarak bü- yümesini belki hızlandı- rabilir. fakat bu sadece in- sani kalkınmayı tahrip et- mekle kalmayıpekonomik büyumenin de alünı oyar. • îşgûcüne önem veren kalkınma politikalan, yal- nızca onun ulusal gelire katkisını küçümseyenler ve kısa vadeli kân düşü- nenler tarafindan verim- siz ve maliyetli göriilebi- lir. • Küresel piyasalar için geliştirilen normlar, stan- dartlar. polırikalar ve ku- rumlar, insanlar ve insan haklan için üreriJenlerden çok daha fazladır. BM'den önlemçağnsı Küreselteşmenin eşitsizüği art- tırdığı ve can güvenliğini tehdit etnğine dikkat çekilen raporda, bu durumun "kaçınıhnaz'" olmadı- ğı savunuluyor. Ulusal ve ulusla- rarası politikalarda yeni bir viz- yonun geliştirilmesinin şart ol- duğuna dikkat çekilen UNDP ra- poru, dünya ülkelerini küresel- leşmenin faydalanndan esit yarar- lanabilmeleri ve olumsuz etkile- rinden korunabilmeleri için bir dizi önlem almaya çağınyor Raporda, her ülkenin kendi şartlanna uygun ola- rak gelıştıreceği top- lumsal politikaların, insan emeğine ve potansiyellerine ya- pılacak yatınmlann önemine dikkat çekiliyor. • Can güvenliğini tehdit eden uluslararası suçlar, çokuluslu şir- ketlerin insan hakkı ihlalleri, AIDS ve asit yağmurlan gibi ulus- larötesi kirliliklerle başa çıkacak yapı oluşmaJı. Bankacılık siste- mi şeffaflaştınlmalı. • Yoksul ülketenteteknolojik geHşmelerdesteklenmeü. Dünya- da kozmetik bakun üriinleriaraş- ürmalanna yapüan "savurgan" harcamalara son veribneB. • 21. yüzyılın ihtiyaçlannı • UNDP raporu, dünya ülkelerini küreselleşmenin faydalanndan eşit yararlanabilmeleri için bir dizi önlem almaya çağınyor. karşılayacak ve küresel ekono- mik knzleri önleyecek daha etkı- li ve temsil gücü yüksek bir kü- resel yönetim inşa edilmeli. • Sivil toplum kuruluşlan, sendikalar ve çokuluslu şirketk- rin diyalog içinde bulunabilece- ği bir küresel forum tesis edilme- li. Bu forum. global kararlann abnmasında zenginlerkadaryok- sullann da sesiıüduyurabüecekşe- küde oluşturulmaİL • Dünya Tica- ret Örgütü'nün (WT0) uluslara- rası ticaret kararla- nnın altnıp uygu- lanmasında daha egemen bir ko- numda olması sağlanmalı. WTO'daki müzakerelerde yok- sul ülkelere yardımcı olmak için "Bağımsız Yasal Yardım Merke- zi ve Ombudsman" mekanizma- sı kurulmalı. • Küreselleşme politıkalann- da yaşanan sorunlarla başa çıka- bilmeleri için gelişmekte olan ül- kelerin her birinde üst düzey bı- rimler kurulmalı. • Yoksul ülkelerin bilgi tekno- lojfleri ve bioteknolojide gelişme sağlamasına yardımcı uluslara- rası program oluşturulmaİL Küresel yaşamın gerçekleri • Dünya para piyasalannda bir günde 13 triîyon dotardan daha 6a- laparadolaşiMir. • Dünya üzerinde her on kişiden biri lngilizce konuşmasına karşın Internet'teki web sitelerinin yüzde 80'inde Ingilizce kullanılıyor. • 1988 yılında dünyada 100 bto tnternet kuilanıcısı varken 1998 >> hnda bu rakanı 36 milyona ulaşti. 9 Dünyamn en zengin 5 ülkesi Ue en fakir 5 ülkesi arasındaki gelir farkı çığ gibi açılıyor. • Sanayileşmiş ülkeler tüm dün- yadaki patentlerin yüzde 97^ani eto- de tutuyor. • Güneydoğu Asya krizi ve kü- resel etkileri nedeniyle 1998-2000 yıllan arasında yaklaşık olarak 2 trilyon dolarlık kayıp olacağı tahmin ediliyor. • Dünyanın en zengin 200 insani geçen on yıl içinde gelirlerini iki kat arttırarak, 1998yihnda 1 trüyondo- lara ulaştırdı. • Yaklaşık olarak 140-145 mil- yon insan yasal göçmen statüsünde ülkelerini terk etti. • Yasadışı uyusturucu ticareti- nin parasal değerinin 1995 yılında 400 milyar doiara ulaş&ğı tatınûn edfliyor. Bu rakam dünya ticaretinin yüzde 8'ine eşit gelhtır. • Yalruzca 5 ülkede kadmlar mec- lis koltuklannın yüzde 30'unu dol- duruyor. 31 ülkede ise kadmlar, yal- mzca yüzde 5'in altında bir oranla meclise girebiliyor. • 1997 yılında doğrudan yaban- cı yatınmlann 400 mih/ar doiara ulaşmasına karşın bu yatınmlann yüzde 58'i sanayileşmiş ülkelere gitti. Yabancı yatınmlann sadece yüzde 5'i Orta ve Doğu Avrupa'da- ki geçiş ekonomilerine ulaştı. 1990 yılında doğrudan yabancı yatmm- lann yüzde 80'i, basta Çin olmak üzere yatnızca 20 gelişmekte olan ülkeye gitti. • 1980 yıhnda dünya üzerinde 260 milyon kişi turist olarak seyahat ederken bu rakam 1996 yıhnda 590 miryona çıkn. ANKARAPAZARI YAKUP KEPENEK Suçluluk Duygusu Toplumun dokusunu doğruluk, dürüstlük ve er- dem gibi ahlak değerieri oluşturur. Son yıllarda yaşanmakta olan ahlak çöküntüsünün sonuçlan her gün acıyla ve yeniden yaşanıyor. Yine de bu kötüye gidişten yeterii derslerin çıkanldığı söyle- nemez. Ozellikle siyasetle uğraşanlartn çok büyük bir bölümünün, belki tamamına yakınının, eksi de- ğerier taşıdıklan biliniyor. Yaz ortasında da bu ek- si değerier hiç mi hiç çekilmiyor. Daha da önemlisi, doğruluk ve dürüstlük kalma- yınca, yalan-dolan egemen oluyor; tüm ilişkiler ve kurumsal işleyişler, buna göre kuruluyor. Birikim- li olarak yalancılık, yolsuzlufdaha besleniyor, yol- suzluklar da yalancılıkla. Böyle birortamda ne mi olur? Gerçekler ve doğ- rular saptınlır, yanlışlar bunlann yerini alır; yanlış- lar doğru, kötüler iyi ya da kurtancı sanılır. Yalan ve yanlışın, tek geçer akçe sayılması, çok daha olumsuz birsonuç verir: kimi işlerden sorumlu ol- mayanlar ve Nçbirsuçı; olmayanlar suçluluk duy- gusuna kapılır. Türkiye, hiçbir suçu olmayanlann suçluluk duy- gusuna kapıldığı, gerçek suçlulann da toplumla alay edercesine gülümseyerek soygunlannı sür- dürdüğû bir bataklık özelliği kazanmıştır. ••• Geçen günlerde Devlet Istatistik Enstitüsü (DİE) geçen yılın gelir bölüşümü verilehni yayımladı. Yurtiçi katkılı (gayri safi) toplam üretimin içinde, 1998'de, işgücünün payı yüzde 25.6, sermaye- nin payı öayüzde 57.9 olmuştur. Toplam yüze ta- mamlanması için belirtelim, yüzde 6.2 sabit ser- maye tüketimine, yani sermayenin aşınma ve es- kime payına gidiyor, yüzde 10.3 oranında da net üretim ve dışalım vergileri tutuyor. önce, emek ve sermaye paylannın tanımlanna değinelim. Enstitü, sermayenin payının kira, faiz ve kârge- lirlerinden oluştuğunu belirtiyor ve bunu işletme artığı olarak adlandınyor. Ancak burada önemli bir nokta daha var. Işgücü ödemeleri, işverenler- ce yapılan brüt her türiü ödemeleri... vergi ve sosyal sigorta primleri kesilmeden önceki brüt ödemeleri... içeriyor. Buna karşılık, işletme artığı "katma değerden net dolaylı vergiler, sabit ser- maye tüketimi ve işgücü ödemelerinin düşülme- siyle bulunan artık değer" olarak tanımlanıyor. Işgücü ve sermaye paylannın yıllık değişimi de şöyle: Geçen yıl (1998'de), işgücü ödemelerinin toplam üretim değeri içindeki payı bir önceki yıla (1997) göre yüzde 0.2 oranında azalmış, işletme artığının payı ise yüzde 0.8 oranında artmıştır (30.06.1999 tarihli Haber Bülteni s.2). ••• Sayısal verilerden çıkanlması gereken iki sonuç vardır. Birincisi, uzun dönemlidir. Türkiye ekono- misinin işgücü payı-sermaye payı yapısı, ekono- mik yönden gelişmiş ülkelerin tam karşıtıdır, ge- lişmiş ekonomilerde, ortalama olarak, toplam üre- tim değeri içinde emeğin payı yüzde 70 lere ula- şıyor, sermayenin payı da yüzde 30'larda kalıyor. Türkiye ekonomisi, yapısal olarak bu doğruttuda gelişmelidir; ekonomi politikalan buna göre bi- çimlenmelidir. Ikincisi kısa sürelidir. Yukandaki bölüşüm den- gesizliğine karşın kamuoyunda egemen kılınan suçlayıcı bir görüş vardın Enflasyonun nedeni maaş ve ücretlerin yüksek olmasıdır. Bu anlayış enflasyona karşı alınan önlemlere ve ekonomi politikalanna olduğu gibi yansıyor. Sonuçta, enf- lasyonu düşürmek için yapılması gereken de üc- ret ve maaş artışlannın olabildiğince düşük tutul- masıdır. Oysa veriler ortada; ücret ve maaşlann toplam gelir içindeki payı yüzde 25'lerde kalıyor; bunun enflasyonu arttıncı etkisi de, öbür koşullar veri alı- nırsa, bu kadardır. Kısaca, işgücünün, ücret-maaş artışı isterken, enflasyon nedeniyle suçluluk duygusuna kapıl- masının nesnel birdayanağı yoktur. işgücünü suç- lama ya da emekçilere yüklenmek istenen suçlu- luk duygusu, asıl düşünsel nedenlerine ek olarak doğruluk, dürüstlük ve erdem gibi değerlerinin yı- kılışının bir sonucudur. ••• Geçen günlerde Prof. Dr. Erdem Aksoy'u yitir- dik; sonsuzluğa uğurladık. Erdem, yıllarca, hak- sızlık ve baskı gördü, yılmadı; özgüriük savaşımı- nı onuria sürdürdü. Kendisine yaşamı zehir eden- lerin ise suçluluk duygusu taşımadıklan o kadar açık ki. e-posta: [email protected] DÜNYA E K O N O M Î S Î N E B A K I Ş / E R G İ N YILDIZOĞLU LONDRA [email protected] Küreselleşmetartışmalan, "ulusdevletin" zayıflamaya başladığı, tespitlerini de birlik- te getirmişti. Ancak bu "ulus devletin" za- yıflaması sürecinde "demokratik dinamik- ler" görenler, nedense ya "hangi ulus dev- letierin, kimin.neyin karşısında zayrfladı- ğı" sorusunu sormamayı seçtiler, ya da ce- vaplannı pop-ekonomi ve pop-siyaset dü- zeyinde geçiştirmekle yetindiler. Çünkü bu soruların cevabı son 20 yılın egemen düşürt- cesıyte (serbest piyasa ekonomisi insanm sos- yal evrımine en uygun/dogal ekonomık ya- şam biçimidir, küreselleşme bunun doğal sonucudur, karşı durulamaz, karşı durulma- malıdır) temelden uyumsuzluk gösîeren özel- lıkiere sahiptır. Birincisi: Küreselleşme kendiliğinden olan bir süreç değil, II. Dünya Savaşı sonrası dö- nemin hegemonik gücü ABD'nin dünya pi- yasalannı Amerikan sermayesine açma stra- tejisinin 1980'lerde aldığı biçim. 1980'lerde hızla genişleyen, 1990'larda "yükselmekte olan piyasalan" etkisi altına alan mali serma- ye içinde en büyük parçayı ve belirleyici çı- kan ABD kaynaklı mali sermaye (bankalar ve fon yönetim kurumları) oluşturur. ABD-Wall Street-IMF ekseni, dünya piyasasını, çeşit- li ülkelerin ulus devletlerinin iç piyasalan üze- rindeki denetimini zayıflatarak, işte bu mali sermaye için açmaya çabalıyor. Ekonomik kriz içinde borçlanma gereksinimi artan yer- li büyük sermaye ve ulus devletlerin hükü- metteri de basınca direnemedikleri ölçüde iktidarlannıyavaşyavaşkaybediyorlar. "Ulus devletinzayıflaması'nm ekonomik boyutu iş- te böyle işliyor. Ancak kimi ulus devletlerin, ulusal ekonomileri üzerındeki denetimleri zayıflarken, ABD ulus devletinin dünya eko- nomisi üzerindeki etkisi ve denetimi artıyor. Avrupa ülkeleri bu sürece iradelerini birteş- tirerek, bloklaşarak direnmeye çabalıyorlar. Ikincisi: Bugün ulus devlet "vatandaş- lann" siyasi iradelerini birleştirip(siyasi par- tiler, seçimler, parlamento, hükümet), vatan- daş olmaktan doğan (burjuva cumhuriyete ve demokrasisine ilişkin) haklannı kullana- rak ekonomik siyasi, sosyal yaşama, toplum- sal refaha ilişkin ortak çıkariannı (kapitalizm sınırian içinde kalarak) ifade ettikleri, yaşa- ma geçirdikleri en gelişkin, kapasiteli siyasi düzlem ve yagıt. Bu denklemi tersten kurar- sak, görürüz ki o çok yüceltilen vatandaşlık haklan, ulus devletin dolayımından geçerek gerçekteştirilir, "vatandaş" böyle var olur. Ulus devletin, sınırian dışındaki bir ekono- mik ve siyasi irade karşısında zayıflamaya başlaması, vatandaşlardan bu ulus dışın- daki siyasi odağa bir iktidar transferi yarat- maya, böylece de "vatandaş kimliğini" ka- natmaya başlar, onu bir başka siyasi kimli- ğe, liberal demokrasinin, karanlık yüzünde sık sık rastlanan, sömürge tebası kimligi- ne doğru bir dönüşüme zoriar. Öldürür. vatandaşlık kimligi, buna bağlı olarak cum- huriyet ve demokrasi, yalnızca ekonomik düzlemde, küreselleşme tarafından tehdit edilmıyor. Bunlara yönelik hukuksal, siyasi, askeri düzlemierde, çok daha doğrudan teh- ditler var. NATO'nun gerekli gördüğünde, dünyanın her yerine, Birleşmiş Milletlerona- yına başvurmadan, müdahale etmesıne ola- nak sağlayan yeni konsepti bu tehdıtlerin ba- şında geliyor. Küreselleşmede demokratik dinamikler görenler, NATO'nun yenı konseptine daya- narak, "insan haklan" adına Kosova'da gi- riştiğı müdahalede de demokratik dinamik- ler gördüler. Öyle ya NATO bir "ulusiarara- Vatandaşlığın Ölümü sı cemaatin iradesi" adına bir "ulus dev- letin" kendi halkına baskı uygulamasını en- gellemek için müdahale etmedi mi? Burada da sorulması gereken bir seri tat- sız soru var: "Bu sık sık atıfta bulunulan uluslararası cemaat kim?"" Bugün, artık neden, uluslararası müdahalelerin yasal, tek- nik çerçevesini belırleyen BM değıl de bu 'uluslararası cemaat In iradesi gündemde?" Nihayet, bu yazının konusuyta doğrudan iliş- kili soru: "Bu uluslararası irade, "kurtardığı' halkı nasıl bir yönetime layık görûyor" öyle ya vatandaşlık kımlikleri yadsındığı için ayak- lanan Kosova "lı Arnavutlar'ı bir soykınmdan korumak üzere müdahale eden NATO, bu bölgenin yönetimini, pekala nüfusun %90'ını oluşturan Arnavutlara verebilirdi. vermedi, ak- sine, Kosova'da da, belirsiz bir süre için, Dayton anlaşmasından sonra, Bosna'da uygulanan bir "himaye edilen bölge - pro- tektora" (1) yönetimini, uygulmaya koydu. Böylece, Arnavutlann, dün Yugoslayya'nın parçasıyken, pazariık konusu edebikjikleri bir vatandaşlık hakkı da, şimdi tümüyle hem de belirsiz bir süre için ortadan kaldınlmış ol- du. Vatandaşlık hakkının, yabancı bir irade tarafından, üstelik de zor kullanılarak orta- dan kakjınlmasından sonra kurulan yönetim- lerin ise tanhte belirgin adı var: Sömürge Yeni sömürgenin doğuşu Bosna savaşına son veren Dayton banş anlaşmasının 1995'de imzalandığında, an- laşmanın uygulanmasının denetimi, demok- ratik düzene geçene kadar, yaklaşık bir se- ne için, asken alanda NATO'ya, siyasi alan- da da bir Uluslararası Yüksek Temsilciye (UYT -OHR) venlmiştı. Ne ki, Ekim 1996'da genel seçimlerden sonra, demokrasiye dö- nülürken, Yüksek Temsilcinin görevi sona er- medi. Aksine, UYT'ye, yeni, seçilmiş, Bos- na hükumetinin uyması gereken 12 aylık bir geçiş planı oluşturma yetkisi verildi. Altı ay sonra UYTye, planına uymayan Bosnalı poiitıkacılann ulaşım özgüriüğünü kıstlama, çeşitli bölgelere ekonomik siyasi yaptınm uygulama, basını denetleme yetki- si verildi. Aralık 1997'de UYTnin yetkileri hükümet toplantılannın yeıierini, içeriklerini, başkanlıklannı belirteme. hükümetin kabul et- mediği tedbirleri zorla uygulatma, seçilmiş temsilcileri görevden alma yetkisi verildi. Aralık 1997'de de UYT belirsiz bir süre için tekrar uzatıldı. Dayton anlaşması UYT'ye sömürge valilerinden daha geniş yetkiler ta- nıyordu. Yüksek Temsilci, Cartos VVestend- rop, Kasım 1997'de bir gazeteciye şöyle di- yordu: "Dayton anlaşması bana kendi yetkilerimi kendim saptama ve yorumla- ma gücü veriyor" (UYT'nin yetkılennın ay- nntılı biranalizi için: New Left Revievv, Ma- yıs Haziran, 1999; Le Monde Diplomatique, Temmuz 1999). UYT Temmuz 1997'de Sırp Cumhuriyetinin Paıiamentosunu ka- pattı, anayasa mahkemesinin yeni bir se- çime gitmesini yasakladı, kendi seçtiği polrakaalardan bir koalisyon hükümeti kurdu. UYT'nin bu uygulamalan "ulusla- rarasü cemaat tarafından" destektendi. 1997 sonunda UYT, artık belediyelerin başkanlarını görevinden alıyor, meclislerini kapatıyor ve atanmış uluslararası yönetim- cilerle değiştiriyordu. Mart 1999'da, NA- TO'nun Kosova müdahalesi başlamadan az önce, UYT yeni seçilmiş Devlet Başkanı Ni- kola Polasen'i görevinden aldı. (Belgeler için: www.ohr.int) Rambouillet anlaşması Dayton modeli üzerine kurulmuştu. Kosova'ya atanan UYT de bu model üzerinden ama bu sefer, BM yerine NATO ve "uluslararası cemaatin" ira- desi egemen olduğu için çok daha doğru- dan yetkilerie, kalıcı olarak görev yapabile- cek. Dünya ekonomisinı uluslararası mali ser- mayeye açmak, ulus devtetlerin ekonomi- leri üzerindeki denetimlerini azattmayı, hat- ta kaldırmayı gerektiriyordu. MAI ite bu sü- rece biryasal cerçeve sağlanmak ıstendi. Bu olmayınca da Dünya Ticaret Örgütü bün- yesindenki yeni anlaşmalar gündeme geldi (Le Monde OipJomatique, Mayıs ve Tem- muz). Küreselleşmenin ve hukukunun korun-1 ması için de "uluslararası cemaat" adı al-' tında ABD iradesine tabi yeni bir siyasi oto- rite şekillenmeye, NATO yeni konseptiyte de bir askeri aygıta kavuşmaya başladı. Day- ton deneyi, Kosova "banşı", bu ekonomik siyasi ve askeri süreçlerin çakışmasının bir sömürge yönetimi olan Protektora'ya yol açıldığını gösterdi. Küreselleşme süreci iler- ledikçe, birçok ülkede vatandaşlığı öldürü- yor, yeni "sömürgelerin" oluşmasına yol açı- yor. Ulus- devlet kalkıyor diye sevinmeden önce bunun yerine ne geliyor diye düşün- mekte fayda var. (1) Yeriikabilelerinyaşadığı, devlet statü- sünde olmayan bir toprak karşısında Avru- pa devletlerinin konumu (1836); Üstün bir devletin himayesi altına alınan topraklar (1844). (Oxford Lügatı). Ingiliz Protektorası altındakiMısır'da... (1922);Klimanjarodan Vık- torya gölüne kadar uzanan Ingiliz Protek- tora'sı... (1902).
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle