Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 20 MAY1S 1999 PERŞEMBE
14 KULTUR
5 2 . U L U S L A R A R A S I C A N N E S F Î L M F E S T Î V A L İ
Robbins, iktidann besiğinisıılhyorVECDİ SAYAR
Bir zamanlar, bir valimizin bu
sözlen söylediği rivayet edjlir.
"Eğer bu ülkeye komünizm geie-
cekse,onu da biz getiririz." Neden
bu sözleri hatırladığımı merak
ediyorsunuzelbette. Az sonra si-
ze anlatacağım filmin içeriğı ile
ilintısi var elbet. ama asıl neden
o değil. Bugün "BeşikSallanacak'"
(Craddle Will Rock) adlı Ameri-
katı fılmini izledikten sonra şöy-
le düşünmekten kendimi alama-
dım: *Solcufîbnvapı!acaksa.onun
da ivisini biz yapanz" diye kası-
lan Amenkalılara ce\ap vermek
kolay mı? Tim Robbins'in filmi-
ni izledikten sonra bu cevabı bul-
makta epey zorlanıyorum."Bob
Roberts" ve "Ölüm Yolunda"
(Dead Man Walking) filmleri ile
tanıdığımız 1958 doğumlu yö-
netmenın. şu an itibari ile Altın
Palmiye'nin en güçlü adayı ol-
duğunu söyleyebilirim.
Amenkan tarihinin en karanhk
dönemlerinden birini, 1930'lar
bunalımını farklı boyutlan ile ak-
taran Robbins'in yapıtinı "epikbir
fresk" olarak nitelendirmek ola-
si. Bir yanda ülkeyi sarsan grev-
ler, öte yanda yaratma özgürlük-
leri adına düzenle çatışmak zorun-
dakalan sanatçılar...
Bu dönemin son derece renkli
sanat ortamını beyazperdeye yan-
sıtan pek çok yapıt izledık bugü-
ne kadar. ama hiçbiri "BeşikSal-
lanacak"ın sahiciliğine ulaşama-
mıştı. Bu fılmlerin çoğunda, sa-
natçılann dünyası, ekonomik ger-
çeklerden, politik ortamın çal-
kantılarından bagımsız birdünya
olarak ele alınmıştı. Tım Rob-
bins, çabalannı bu yönde yoğun-
laştırmış ve günümüz ıçin de çok
değerli ıpuçlan taşıyan bir ilişki-
lerağını beyazperdeye yansıtmış.
Kimler var bu ağın içinde? Sanat-
çılar, mesenler, yani büyük pat-
ronlar, sanat alanının bürokratla-
rı vepolitikacılar... Bir başka de-
yişle iktidar sahipleri ve sanatçı-
lar. llişkileri kaçınılmaz. Ve bel-
ki kural dışı. Ama her zaman teh-
likeli, her zaman bıçak sırtı... Rob-
bins, sanatçının yapmak zorunda
olduğu seçimi, kaba genelleme-
lerden tıtızlikle kaçınarak birgü-
zel \ urguluyor. Sanatçı yaratma
özgürlüğüne sahip çıkmak isti-
yorsa "orospuluk" yapmamak
zorunda.
Tiyatroya bir saygı sunuşu ni-
teliği taşıyan ve 1930'lann mü-
zikallerininbiçeminden alabildi-
gıne yararlanılarak kotarılmış.
Albaya Mektup Vök - Arturo Ripstein
im Robbins,
'Beşik Sallanacak'
adlı filmiyle
son derece
önemli bir
politik mesajı,
etkileyici
bir sinemasal
anlatımla
karşımıza
getiriyor. L'humanite (tnsanlık) - Bruno Dumont
Feücia's Journe> (Felicia'nın Yolculuğu) - Atom Egoyan Cradk WiU Rock (Beşik Sallanacak) - Tım Robbins
Brecht'ın ruhuna uygun biçimde
seyirciyi eğlendirerek bilinçlen-
dirmeyi amaçlayan "Beşik Salla-
nacak" sanatm gücünden korkan
iktidarlann açtığı davalann, işten
çıkarmalann, "komünist" a\la-
nnın olağan sayıldığı ülkeler içın
daha büyük önem taşıyor.
Robbins'in filmi slogancı bir
film değil. Seyircisıni yaşamın
çelişkileri, tuzaklan karşısında
dirençli olmaya çağınyor ve ala-
bildiğine umut vermeye çahşı-
yor, ama filmin son planında, ger-
çeğın korkutucu yüzü ile baş ba-
şa bırakıveriyor. Rıvera'nınyıkı-
lan freski (aslında yıkılmak yeri-
ne önüne bir duvar örülmemış
miydi?) ve yasaklanan "*BesikSal-
lanacak" oyunu karşısında sanat-
çılann direnişi umut saçıyor. Ne
varki sahtebiriyimserlıklebitir-
miyor filmini Robbins, yürüyü-
şü izleyen kamera yükseliyor,
yükseliyor... Amerika'nın gerçek
yüzü, uluslararası sermayenin ka-
yıtsız şartsız iktidan tüm ihtişa-
mı ile çıkıveriyor karşımıza...
Sony'si ile, McDonalds'ı ile... Bü-
tün bu çatışmalann, cadı kazan-
larının gerçek nedeni ile yüzleşi-
veriyor seyirci.
Dışarda, alkış, kıyamet... Tim
Robbins ve ekibi, kırrrnzı halı se-
rili görkemü merdivenleri yavaş
yavaş tırmanıyor John ve Joan
Cusacklar. hâlâ çok güzel bir Su-
san Sarandotı, hâlâ çok etkileyi-
ci bir Vanessa Redgrave, Emily
VV'atsonvedigerlen... Robbins'in
söylediği gibi "Yaraöcılar, ytkı-
cılardan, politikacuardan daha
güçlü" galiba. Ama bu daha iyi
bir dünyada yaşamamızı sağla-
maya yetiyor mu? Robbins'e "Gü-
nümüzdedüşman kim" diye sor-
du bir gazetecı. Öyle ya. artık ti-
yatro yapıtlan yasaklanmıyor. in-
sanlardüşünceleri yüzünden hap-
se atılmıyor uygar ülkelerde...
Galiba Robbins'in finalde gös-
terdiği "iktidar"dan sözedeceği-
ni beklıyordu soru sahibi. Oysa o
"Sanabn karşısuıdald en büyük
tehdit kendimiziz" diye yanıtla-
dı soruyu. Gerçekten oto-sansür-
den daha büyük bir düşmanı ola-
bilir mi günümüz sanatçısının?
Felicia'nın Yolculuğu
Festivalin iyilerinden biri, hiç
kuşkusuz "Fetitia'mn YokuiuğuT
Ermeni asıllı Kanadalt yönetmen
AtomEgoyan'ın tngıltere'de ger-
çekleştirdıği "Feliria'sJournev"
(Felicia'nın Yolculuğu), psikolo-
jik bir gerilim filmi. Egoyan, ön-
ceki filmlerinde, özellikle "The
Swett Hereafter" (Mutlu Yannla-
n) aratmıyor, bir ipek böceği ko-
zasmı örer gibi, geliştiriyor öykü-
sünü. Anılar, yaşanan zamanın
aynlmaz bir parçası. Görüntüler,
anlatılan öyküyü resimlemekle
göre\'li değil Egoyan'ın Fılminde:
Görüntüler filmin metnini oluş-
turuyor. Oyuncu yönetimi konu-
sunda da her zaman olduğu gibi
çok başanlı. Elaine Cassidy, Ar-
sine Rancıyan'ın oyunlan filmio
temel iletisi ile bırebır uyum için-
de. Bob Hoskin, belki de Palmı-
ye'ye hiç bu kadar yaklaşmamış-
tı. İletişimsizliği en iyi anlatan
sinemacılardan biri Egoyan. Ya-
pıtlanmn, ilerde günümüzu. insan
denen ganp hayvanın yirminci
yüzyılda geçirdiği bunalımı anla-
makta başvurulacak bir kaynak
oluşturacağına inanıyorum.
Albaya Mektup Yok
Meksika sinemasının yaşayan
en önemli yönetmenı sayılan Ar-
turo Ripstein, bir Marquez uyar-
laması ile geldi Cannes'a. Mar-
quez'e bulaşan bir sinemacının
herkesleri, hele hele eleştirmen-
leri memnun etmesi çok zordur.
Ama kendi payıma Rıpstein'in
"Albaya Mektup Yok"undan şi-
kâyetçı olmadıgımı söylemeli-
yim. Oglu, faşistlerce öldürülmüş
ve her Allahın günü postadan çı-
kacak emeklilik maaşıru bekleyen
albayın canı kadar sevdiği horo-
zuyla ilişkisini, her zamanki ba-
rok üslubundan uzak, yalın bir
sinema dili ile aktaran Ripstein,
madem ki Marquez yorumluyo-
rum, öyleyse 'büyül gerçekçflik'
yapmalıyım gibi bir klişeye kapıl-
mamakla iyi etmiş. Marisa Pare-
des ve Fernando Lujan ikılisinin
oyun gücüne. Sahna Hayek'in gü-
zelliğineeklerseniz, "AlbayaMek-
tup Yok"u yavaş temposuna rağ-
men sıkılmadan izleyebiliyorsu-
nuz.
Insanlık
"Jesus'un Yaşamı" ile şaşırtı-
cı birbaşlangıç yapan -1958 do-
ğumlu bir yönetmen daha- Bnı-
no Dumont'un ikinci filmi "tn-
sanhk"ı (L'humanite) yarun birba-
şan olarak nitelendirmek olası.
Taşranın yalnız ınsanının alabil-
diğine sıradan dünyasını, bu dün-
yanın içinde saklı kalmış tutku-
lan ve gizli şiddeti anlatırken taş-
ra yaşamına ilişkin aynntılan ih-
mal etmiyor Dumont. Bu kez ana
kahramanı, yaşama katılmakta
son derece başansız -belki de ze-
kâ özürlü- bir komiser yardımcı-
sı. Tutukluyu sorgularİcen yüzü-
nü koklayacak kadar insan koku-
suna aç. Yan kişilikler de çok fark-
lı değil.
Insani değerlerin, hayvani tut-
kulara indirgendiği bir toplum-
sal ortamda kişiliklerin gelişeme-
yeceğini vurgulamak istiyor bes-
belli Dumont. Bircinayeti -küçük
bir kızın, ırzma geçildikten son-
ra vahşiçe öldürülraesini- soroş- •
turmakla göreviendirilen polis,
araştırması sırasında bu kapalı
dünyanın kapılannı aralayacak,
kendi içinde bir yolculuğa çıka-
caktır ister istemez. Ve insan de-
nen hayvanı belki de yaşamında
ılk kez 'keşfedecektir'_. Anlaya-
cağınız. bu yıl Cannestia 'Setişim-
sizlik'terı geçilmiyor.
La Fura dels Baus'tan kuraldışı, güçlü teknik ve görsel bir dil
'Faust da herkes gibi mutLulıığıı arıyor9
EMRE KOYUNCUOĞLU
11. Uluslararası lstanbul Tıyatro Festivali açı-
hşını. Katalan grup La Fura dels Baus, "Fa-
ust Sürüm 3.0"ü AKM Büyük Salon'da sah-
neleyerek gerçekleştirdi. Grubun diger oyun-
lanndan farklı özellikler taşıyan buprodüksi-
yonunda, oyuncular sanki bir web sayfasmın,
bir sanal dünyanın içinde oynadılar. Güçlü bir
teknik ve görsel dili olan ve son çalışmalannı
"bUgisayar sistemleri içindeki sonsuz arayışla-
n" olarak değerlendiren yönetmen Alex OUe
ve Carlos Padrissa'yla oyun hakkında konuş-
tuk.
- Sokak Tiyatrosu yapa-
rak başladığınız çalışmala-
nnızı. gösterinin yapısına
göre hep ahşılmadık me-
kânlara taşıdınız. La Fu-
ra'nın "Faust" izleyicisi Uk
kez sizi klasik bir tivatro
ınekânının koltuklarında
oturarak izüyor. Bu değişi-
min nedeni nedir?
ALEXOLLE-L'zunsü-
re açık mekânlarda iş yap-
tıktan sonra, iki yıl önce
1996"da Granada Dans ve
Müzik Festivali'nde Ma-
nuel de Falla'yla birlikte
*4
Aflantida"yı sahneledik.
Bu bizi tiyatro sahnesinde
çalışmaya heveslendirdi.
"Faust" projesi bu düşün-
ce içinde yoğruldu.
- Peki, başka bir açıdan
bakarsak, neden "Faust" özellikle tiyatroda
sahnetendi?
CARLOS PADRİSSA - Bunun sebebi; ön-
celikle sahneye çıkmak istememizden kay-
naklanıyor. Aynı zamanda seyircilere, "lütfen
biraz oturun ve bizi dikkatle izieyin" diyebil-
mek için. Izlemesi ve konsantre olması çok zor
bir ış yapıyoruz. Bundan dolayı da tiyatro sah-
nesindeyiz. "Neden Faust" sorusuna gelince.
Bu eser çağımızın en büyük klasiklerinden bi-
ri. Belki de sonuncusu diyebiliriz. Yüzyılın
son günlerini yaşarken büyük bir düşünür ve
yazarolan Goethe'nin unutulmaz esen üzerin-
de düşünmeye başladığımızda ise, bizim içın
önemli olan bir şeyi fark ettik. Bu eserın. ti-
yatro anlayışımız içerisinde çok iyi yorumla-
nabileceğini düşündük. "Faust"la tiyatro adı-
na yeni arayışlar gerçekleştirebilecegimizi fark
ettik. Tiyatro olarak sürekli bir arayışm için-
deyiz. Ve "Faust" da arayışlarımıza uygun bir
tekst. Bızbellıkurallarabağlıkalmadançalış-
mayı seviyoruz... Sahne üzerinde yaptığımız
araştırmalardan kazandıklarımız bizim için
bir kural oluşturmaya başladığı zaman. onla-
rı terk etmeyi yeğliyoruz. Bunun yanı sıra.
Goethe'nın ilgi alanlan da bize çok yakın gel-
di. Sımya ve renklerin dünyası üzerine çok
düşünmüş bir sanatçı. Bılim, teknoloji ve gör-
sellikle ilgilenmiş biri.
- Goethe'nin "Faust"u, sahnelenmesi çok
zor bir nıerindir. Oyun, düşünsel \e ruhsal bir-
çok katmandan oluşur \e karmanlann derin-
likleri de birbirinden farklıdır. Bu nedenle o\ un
'Oyunu çağnmzm dilinde algılanır olabilmek için web savfası içinde o>nadık.'
sahneiendiğinde. geneldeortaya çıkan.yazıfc met-
ne zenginlik karması bir yana. kuru bir aşk hi-
kâyesine indirgenmiş bir gösteridir. Bu yüz-
den, disiplinlerarası bir bakışla \e farklı mal-
zemelerin dil bütünlüğüyle "Faust'"u sahnele-
mek. içerdiği zenginliğe yaklaşmanın acaba bir
yöntemi olabiUr mi?
ALEX OLLE - Aslında, sorunuzun cevabı
oyunun şu temel sorununda yatar: Faust her şe-
yi bilmek ister. Ama hiçbir şeyi bilmediğinin
farkına vanr. Ben de başansız birçok "Faust"
izledim. Bunun en büyük nedeni. farklı gözü-
ken düşünceleri insanlann disıpline edeme-
mesi, doğruyu ortaya koyamamaları olmuştur.
Biz ne kadar dogru yaptık. onu bilemiyorum.
Biz sürekli birarayış içerisindeydik. Kendimi-
zi Faust olarak göımeye çalıştık. Bıze çok ya-
kın geldı. Sonucu tabii ki ızleyici belirleyecek.
- Peki Mefisto'lar nerede?
ALEX OLLE - Mefisto'lar bizden birileri.
Mefisto'lar içimizde. Belki de yaşam enerji-
mizi, bazı davranışlanmızı Mefisto olarak ad-
landırabiliriz... Hepimiz bitmek bılmeyen bir
arayış içindeyiz, sürekli mutluluğu anyoruz as-
lında.
^iz Mefisto ve Faust'uz'
-Oyıınubir web savfasuun görseUiğinde kur-
gulamışsuıız. Günümüz dümasına bir gönder-
me olduğu açık, ama bu göndermeye neden ge-
reksinim du\dunuz?
CARLOS PADRİSSA - Tabii ki oyunu ça-
gımızın dilinde algılanır hale getirmek için. Ar-
tık tüm yazışmalar iki ruşla
hallediliyor. Internette bir
sayfaya girersinız. oradan
başka bir sayfaya, onun için-
den de bir sürü sayfa çıkar,
oradan da binlerce sayfaya
dalabilirsiniz. Buda yaptığı-
mız işe çok yakın degil mi?
Acaba her lnternete girişi-
mizde sonuçta her zaman bir
çıkmaza ulaşmıyor muyuz?
Evet, bir yerlerde kaybolu-
yoruz. Bizi çıkmaza ulaştıran
şey de, bizim her şeyi bilmek
istememiz. Tek bir şeyle ye-
tınebilseydık başka bir şey
aramayacaktık. Intemet'egi-
riyoruz. bir şeyler öğrenmek
istiyoruz. Daha sonra başka
şeyler öğrenmek istiyoruz.
Durarruyoruz. Sayfaları açtık-
ça. daha da açmak istiyoruz.
Aslında sürekli karşımıza boş
kutular çıkıyor. Bütün bunlar bizi daha sade
yaşamaya, daha çok hissetmeye yöneltti.
- Metnin hepsini kullanmadınız_
C\RLOS PADRİSSA- Hayır.kullanmadık.
O yüzden, gösteriyi "Faust Sürüm 3.0" diye
adlandınyoruz.
- Sahne metninizi nasü oluşturdunuz?
ALEX OLLE - Önce doğaçlama çalışma-
lan yaptık. Tabii, metnı yazan arkadaşlar bu
çalışmalanmızı izlediler ve neleri görselleşti-
rebildiğimizi gördükleri için, ona göre merni
oluşturdular. Temel düşüncemiz aslında mut-
luluğu aramaktı.
- Baştan beri beraber mi çalışıyorsunuz?
ALEX OLLE - Evet. Sekız yıldır birlıkte-
yiz. Birbirimizi çok iyi tamamladığımızı dü-
şünüyoruz. Biz Mefisto ve Faust'uz. Herke-
sin içinde bir de kadın vardır. O da Margari-
ta'dır. Margarita da her şeyden önce umut ve
inançtır.
CANNES^DA GOSTERİLh QR
Mandela ve
Williams'm filmi
Kühür Servisi - Nebon
Mandela ile Kuzey Afri-
ka'yı geçerek yaşamını ris-
ke atan eşcinsel, îngıliz ti-
yatro yönetmeni CecflWîl-
Bams'ın yaşamını konu alan
film, Cannes Film Festiva-
li'nde gösteriliyor. Mande-
la ve Williams, Kuzey Af-
rikalı siyahlann haklan için
mücadele ederken, Kuzey
Afrika yönetiminin en çok
istediği kişi olan Mandela,
Williams'ın kuaförüymüş,
gibi seyahat ediyordu.
lkilinin 1962 yıhnda ya-
kalanıp hapse atılmasının
ardından Ingiltere'ye dö-
nen Williams'ın anısmı
unutmadı Mandela. Onun
ırk aynmcılığına karşı ver-
diği mücadeleye karşılık
olarak, yönetime geçmce
ülkesinde eşcinsel haklan
konusunda dünyadaki en
anlayışh yasalan kabul et-
tirdi.
Cecil Williams'ın dire-
nişteki rolü gizli tutulduğu
için ismi uzun süre örgütte-
ki üst düzey yöneticiler dı-
şında hiç kimse tarafından
bilinmedi. Kısa süre önce
Kuzey Afrikalı gazeteci ve
eşcinsel haklan savunucu-
su Mark Gevisser, VV'illi-
ams'ın yaşamını araştırma-
ya başladı. Araştırma so-
nucunda ortaya çıkan öy-
kü. bir Ingiliz şirketi tara-
fından satın alınarak "The
Man HTıoDroveVVım Man-
dela" adlı filmin senaryo-
su için kullanıldı.
Williams'ı CorinRedgra-
ve'in canlandırdığı 82 daki-
kalık filmde. Kuzey Afri-
ka"daki mücadelenın görün-
tülerine ve Nelson Mande-
la ile yapılan söyleşilere de
yer veriliyor. 1906 yıhnda
dünyaya gelen Willıams.
1928 yılında Johannes-
burg'a giderek öğretrnen-
lık yapmaya başladı. Önce
antifaşist eylemlere katıldı,
daha sonra siyah ve beyaz
Cecil VYilüams
Nelson Mandela
oyunculann bir arada rol al-
dıklan oyunlar yönetti.
Danny Kaye ve Laurence
OHvier gibi oyuncular, dost-
lan arasında yer alıyordu.
Eşcinselliğin tabu olduğu
dönemlerde eşcinsel oldu-
ğu için dövülmüştü.
Mandela, Etiyopya'daki
askeri eğitimden geri dö-
nerken yanında Williams
da vardı. 5 Ağustos 1962
günü yakalanmışlar, ancak
Williams kısa sürede ser-
bestbırakılmıştı. Kuzey Af-
rika'dan aynlan VVilliams.
1979 yıhnda Kuzey Lond-
ra'da yaşama veda etti. Irk-
çılık karşıtı ve eşcinsel hak-
lan konusundaki mücadele-
lerin sembolü haline gelen
Williams'ın yaşamını ko-
nu alan film, Kuzey Afri-
ka'daki eşcinsel örgütleri
yararına 24 Mayıs'ta Lon-
dra'da gösterilecek.
IŞILDAK VE YELPAZE
ATİLLA BtRKİYE
Beyoğlu Kültürü
Yeni bir "Beyoğlu Kültürü" oluşuyor. Doksanla-
ra kadar kolay kolay Beyoğlu'nun arka sokakları-
na giremezdik.
Oysa gençliğimizde, ne çok özenirdik, o sokak-
larda "yalnızca" -gecenin karanlık şenliğinde, el-
lerimiz ceplerimizde ve dudaklarımızda sigara-
dolaşmayı:
Yanılmıyorsamyıl 1973'tü. Mayıs'ın songünle-
ri, en iyi arkadaşım Necdet ile sınavlara çalışıyor-
duk. Canımız sıkıldı. O yaşlarda ve o dönemlerde
ders çalışan gençlerin hep canı sıkılırdı.
Akşamın ilerleyen saatleri olmalı... Beyoğlu'na
çıkalım dedik, niyeyse; o zamanlarda Beyoğlu'na
çıkılırdı. Bakırköy'den, Ahmet Rasim benzeri yol-
lara düştük.
Gezdik dolaştık, belki bir iki bira içtik; gecenin
ilerleyen karanlığında, yalnızca elterimiz ceplerimiz-
de ve dudaklanmızda sigaramızla, yan sokaklara
sapmadan Istiklal Caddesi'nde haytaca dolaştık.
Geç olmuştu. Nehikmetse ünlü Taksim-Ataköy
hattının son otobüsünü kaçırmıştık. Bakırköy dol-
muşu da o saatte oJanaksızdı: ya çok geç dolu-
yordu ya da bizim dolmuşa binecek paramız yok-
tu.
Anımsadığım kadanyta Tünel civanndaydık ve
Galip Dede Caddesi'nden aşağıya doğru Karaköy'e
inecek, oradan Sirkeci'ye kadar yürüyerek son
trene yetişecektik.
Trenler bu saat konusunda biraz daha hoşgö-
rülüydü...
Gecenin karanlığında, yanında iki iri yan adam
olan ve elleriyle büyükçe bir kutuyu taşıyan, siyah-
lar içinde, siyah çoraplı bir kadın gördük.
Yukan mı çıkıyorlardı, aşağıya mı iniyohardı
anımsamıyorum. Yalnızca üç insanın yürüyen be-
denleri beleğimdeki.
O kadının kim olduğunu, o zamanlar bilmiyor-
duk. Ünlü biri miydi?
Birbirimize çaktırmasak da Karaköy'e inene ka-
dar -korkudan herhalde- terledik...
•••
Eskiden Pera, daha çok "cinselliğin tüketildiği"
bir yerdi; sonraları bu iyice ayağa düştü ve girile-
meyen de bir yer oldu; daha sonra ise eşarp, ku-
maş, "şık ve pahalı" giyim eşyalannın satıldtğı bir
yer oldu.
Allahtan sinemalar, tiyatrolar -sinemacılar, bu
alandaki yaratıcılar- hep vardı.
Doksanlardan sonra ise, Istiklal Caddesi'nin tra-
fiğe kapatılmasıyla işlerın rengi değişti. Kimileri, da-
ha önceki yazılanmızda da dile getirdiğimiz gibi,
bu "değişimden" hoşnut olmadılar.
Oysa ki bu değişim olumlu, kültürün üretilmesi-
ne yönelik, uygar ve "yaşam demokrasisi"ne iliş-
kin bir degişimdi.
Özellikle lstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın fes-
tivalleri ve etkinlikleri hem nitelik hem nicelik ola-
rak değişimin boyutunu genişletti. (Işte Vakfın ger-
£ekleştırdıği bir festtval daha, 11. Uluslararası Ti-
yatro Festivali -ağıriıkiı olarak Beyoğlu'ndaki sah-
nelerle- Istanbullulann karşısına çıkıyor).
Kişisel ya da -küçük ölçekli- grupsal girişimler-
le kültür etkinliklerinin gerçekleştirildiği "mekânlar"
açıldı.
Büyük sermayenin bazı kesimleri galeri, kitap-
çı, kültür merkezi gibi oluşumlarla yeni yeni renk-
ler kattı. Bu da olumlu ve gerekli bir katkıydı, hiç
kuşkusuz ki.
Yayınevlerinin birçoğu, bürolannı Beyoğlu'na ta-
şıdı. Kimileri, eski binalan alıp yenileştirdi. Istiklal
Caddesi'nin mimari dokusunu bozmadan, ona uy-
gun bir biçimde yapılan bu "yenileştirmeler" baş-
ka bir boyuttan Beyoğlu kültürüne eklendi.
Birçok "modem" kitapçı açıldı, son on yılda Is-
tiklal Caddesi'nde ve çevresinde; son yıllarda özel-
likle ressamlaratölyelerini Beyoğlu'na taşıdı. Kimi
yazar arkadaşlarımız, evlerini ve çalışma mekân-
lannı taşıdı.
Sinemacılar zaten buradaydı. Giderek kültürün
üretildiği de bir merkez durumuna geldi Beyoğlu.
Arka sokaklarda bile, birileri eski binalan alıp al-
tını kitapçı, üstünü de kafe, "kültûrevi" vb. yapı-
yor. Her ne kadar kitap satışlannın durumu pek iç
açıcı olmasa da böylesine keyifli bir "kültür serü-
venine" atılıyor!
Sürekli yeni kitapçı dükkânlan açılıyor. Üstelik bun-
ların çoğu da küçük "sermaye"yle gerçekleşiyor.
Yıllarca, dişinden tırnağından arttırarak özenle bi-
riktirilmiş paralar.
•••
Yeni bir "Beyoğlu kültürü" oluşuyor. Bu "sosyal
ve kültürel" yükseliş kolay kolay önlenemez.
Beyoğlu'nun lstanbul imgelemine yakışan ve de
gereken, uygar, demokratik bir kültür merkezine
doğru değişimini ve gelişimini, kim ne yaparsa
yapsın kolay kolay engelleyemez.
UbPis Edebiyat Ödüki De
Procedure' ile Harry Mulisch'in
• AMSTERDAM (AA) - Hollanda'da her yıl
düzenlenen ve ülkenin en büyük edebiyat
ödüllerinden biri olarak değerlendiren 'Libris
1999 Edebiyat Ödülü'nü Harry Mulisch,
'De Procedure' adlı romanıyla kazandı.
Bu yıl altıncısı düzenlenen yanşmada aynca beş
yapıta da "özendirme ödülü' verildi. Ödülü
açıklayan jüri heyeti başkanı eski başbakanlardan
Ruud Lubbers. Mulisch'in romanını bir usta işi
olarak degerlendirdi ve yapıtın
'zaman zaman insanı sersemleten bir akıcılık ve
cesaretle' kaleme alındığını söyledi.
1952 yılında yazdıgı ilk romanıyla da ödül kazanan
Mulisch'in 2. Dünya Savaşı'nda Almanlann
Hollanda'yı işgalini anlatan romanından
aynı adla beyazperdeye aktanlan 'Da Aanslag',
1986 yılında En iyi Yabancı Film Oscan'nı
kazanmıştı.
Andrevv Milter Dubftn Edebiyat
Ödiilü'nün sahibi oldu
• DUBLIN (AA) - Edebiyatta en büyük para
ödülü olan Uluslararası Dublin Edebiyat
Ödülü'ne, ilk romanını yayımlayan
Ingiliz yazar Andrevv Miller değer bulundu.
Uluslararası jüri, Miller'ın İngenious Pain'
adlı yapıtında gösterdiği edebi başan
nedeniyle 100 bin sterlin değerindeki ödüle
layık görüldüğünü açıkladı.
Törene Ingiltere'deki e\ inden telefonla katılan
Miller, önümüzdeki ay Dublin'e giderek ödülünü
lrlanda Cumhurbaşkanı Mary mcAleese'nin
elinden alacak.