28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 MAY1S 1999 PERŞEMBE 14 KULTUR 5 2 . U L U S L A R A R A S I C A N N E S F Î L M F E S T Î V A L İ Robbins, iktidann besiğinisıılhyorVECDİ SAYAR Bir zamanlar, bir valimizin bu sözlen söylediği rivayet edjlir. "Eğer bu ülkeye komünizm geie- cekse,onu da biz getiririz." Neden bu sözleri hatırladığımı merak ediyorsunuzelbette. Az sonra si- ze anlatacağım filmin içeriğı ile ilintısi var elbet. ama asıl neden o değil. Bugün "BeşikSallanacak'" (Craddle Will Rock) adlı Ameri- katı fılmini izledikten sonra şöy- le düşünmekten kendimi alama- dım: *Solcufîbnvapı!acaksa.onun da ivisini biz yapanz" diye kası- lan Amenkalılara ce\ap vermek kolay mı? Tim Robbins'in filmi- ni izledikten sonra bu cevabı bul- makta epey zorlanıyorum."Bob Roberts" ve "Ölüm Yolunda" (Dead Man Walking) filmleri ile tanıdığımız 1958 doğumlu yö- netmenın. şu an itibari ile Altın Palmiye'nin en güçlü adayı ol- duğunu söyleyebilirim. Amenkan tarihinin en karanhk dönemlerinden birini, 1930'lar bunalımını farklı boyutlan ile ak- taran Robbins'in yapıtinı "epikbir fresk" olarak nitelendirmek ola- si. Bir yanda ülkeyi sarsan grev- ler, öte yanda yaratma özgürlük- leri adına düzenle çatışmak zorun- dakalan sanatçılar... Bu dönemin son derece renkli sanat ortamını beyazperdeye yan- sıtan pek çok yapıt izledık bugü- ne kadar. ama hiçbiri "BeşikSal- lanacak"ın sahiciliğine ulaşama- mıştı. Bu fılmlerin çoğunda, sa- natçılann dünyası, ekonomik ger- çeklerden, politik ortamın çal- kantılarından bagımsız birdünya olarak ele alınmıştı. Tım Rob- bins, çabalannı bu yönde yoğun- laştırmış ve günümüz ıçin de çok değerli ıpuçlan taşıyan bir ilişki- lerağını beyazperdeye yansıtmış. Kimler var bu ağın içinde? Sanat- çılar, mesenler, yani büyük pat- ronlar, sanat alanının bürokratla- rı vepolitikacılar... Bir başka de- yişle iktidar sahipleri ve sanatçı- lar. llişkileri kaçınılmaz. Ve bel- ki kural dışı. Ama her zaman teh- likeli, her zaman bıçak sırtı... Rob- bins, sanatçının yapmak zorunda olduğu seçimi, kaba genelleme- lerden tıtızlikle kaçınarak birgü- zel \ urguluyor. Sanatçı yaratma özgürlüğüne sahip çıkmak isti- yorsa "orospuluk" yapmamak zorunda. Tiyatroya bir saygı sunuşu ni- teliği taşıyan ve 1930'lann mü- zikallerininbiçeminden alabildi- gıne yararlanılarak kotarılmış. Albaya Mektup Vök - Arturo Ripstein im Robbins, 'Beşik Sallanacak' adlı filmiyle son derece önemli bir politik mesajı, etkileyici bir sinemasal anlatımla karşımıza getiriyor. L'humanite (tnsanlık) - Bruno Dumont Feücia's Journe> (Felicia'nın Yolculuğu) - Atom Egoyan Cradk WiU Rock (Beşik Sallanacak) - Tım Robbins Brecht'ın ruhuna uygun biçimde seyirciyi eğlendirerek bilinçlen- dirmeyi amaçlayan "Beşik Salla- nacak" sanatm gücünden korkan iktidarlann açtığı davalann, işten çıkarmalann, "komünist" a\la- nnın olağan sayıldığı ülkeler içın daha büyük önem taşıyor. Robbins'in filmi slogancı bir film değil. Seyircisıni yaşamın çelişkileri, tuzaklan karşısında dirençli olmaya çağınyor ve ala- bildiğine umut vermeye çahşı- yor, ama filmin son planında, ger- çeğın korkutucu yüzü ile baş ba- şa bırakıveriyor. Rıvera'nınyıkı- lan freski (aslında yıkılmak yeri- ne önüne bir duvar örülmemış miydi?) ve yasaklanan "*BesikSal- lanacak" oyunu karşısında sanat- çılann direnişi umut saçıyor. Ne varki sahtebiriyimserlıklebitir- miyor filmini Robbins, yürüyü- şü izleyen kamera yükseliyor, yükseliyor... Amerika'nın gerçek yüzü, uluslararası sermayenin ka- yıtsız şartsız iktidan tüm ihtişa- mı ile çıkıveriyor karşımıza... Sony'si ile, McDonalds'ı ile... Bü- tün bu çatışmalann, cadı kazan- larının gerçek nedeni ile yüzleşi- veriyor seyirci. Dışarda, alkış, kıyamet... Tim Robbins ve ekibi, kırrrnzı halı se- rili görkemü merdivenleri yavaş yavaş tırmanıyor John ve Joan Cusacklar. hâlâ çok güzel bir Su- san Sarandotı, hâlâ çok etkileyi- ci bir Vanessa Redgrave, Emily VV'atsonvedigerlen... Robbins'in söylediği gibi "Yaraöcılar, ytkı- cılardan, politikacuardan daha güçlü" galiba. Ama bu daha iyi bir dünyada yaşamamızı sağla- maya yetiyor mu? Robbins'e "Gü- nümüzdedüşman kim" diye sor- du bir gazetecı. Öyle ya. artık ti- yatro yapıtlan yasaklanmıyor. in- sanlardüşünceleri yüzünden hap- se atılmıyor uygar ülkelerde... Galiba Robbins'in finalde gös- terdiği "iktidar"dan sözedeceği- ni beklıyordu soru sahibi. Oysa o "Sanabn karşısuıdald en büyük tehdit kendimiziz" diye yanıtla- dı soruyu. Gerçekten oto-sansür- den daha büyük bir düşmanı ola- bilir mi günümüz sanatçısının? Felicia'nın Yolculuğu Festivalin iyilerinden biri, hiç kuşkusuz "Fetitia'mn YokuiuğuT Ermeni asıllı Kanadalt yönetmen AtomEgoyan'ın tngıltere'de ger- çekleştirdıği "Feliria'sJournev" (Felicia'nın Yolculuğu), psikolo- jik bir gerilim filmi. Egoyan, ön- ceki filmlerinde, özellikle "The Swett Hereafter" (Mutlu Yannla- n) aratmıyor, bir ipek böceği ko- zasmı örer gibi, geliştiriyor öykü- sünü. Anılar, yaşanan zamanın aynlmaz bir parçası. Görüntüler, anlatılan öyküyü resimlemekle göre\'li değil Egoyan'ın Fılminde: Görüntüler filmin metnini oluş- turuyor. Oyuncu yönetimi konu- sunda da her zaman olduğu gibi çok başanlı. Elaine Cassidy, Ar- sine Rancıyan'ın oyunlan filmio temel iletisi ile bırebır uyum için- de. Bob Hoskin, belki de Palmı- ye'ye hiç bu kadar yaklaşmamış- tı. İletişimsizliği en iyi anlatan sinemacılardan biri Egoyan. Ya- pıtlanmn, ilerde günümüzu. insan denen ganp hayvanın yirminci yüzyılda geçirdiği bunalımı anla- makta başvurulacak bir kaynak oluşturacağına inanıyorum. Albaya Mektup Yok Meksika sinemasının yaşayan en önemli yönetmenı sayılan Ar- turo Ripstein, bir Marquez uyar- laması ile geldi Cannes'a. Mar- quez'e bulaşan bir sinemacının herkesleri, hele hele eleştirmen- leri memnun etmesi çok zordur. Ama kendi payıma Rıpstein'in "Albaya Mektup Yok"undan şi- kâyetçı olmadıgımı söylemeli- yim. Oglu, faşistlerce öldürülmüş ve her Allahın günü postadan çı- kacak emeklilik maaşıru bekleyen albayın canı kadar sevdiği horo- zuyla ilişkisini, her zamanki ba- rok üslubundan uzak, yalın bir sinema dili ile aktaran Ripstein, madem ki Marquez yorumluyo- rum, öyleyse 'büyül gerçekçflik' yapmalıyım gibi bir klişeye kapıl- mamakla iyi etmiş. Marisa Pare- des ve Fernando Lujan ikılisinin oyun gücüne. Sahna Hayek'in gü- zelliğineeklerseniz, "AlbayaMek- tup Yok"u yavaş temposuna rağ- men sıkılmadan izleyebiliyorsu- nuz. Insanlık "Jesus'un Yaşamı" ile şaşırtı- cı birbaşlangıç yapan -1958 do- ğumlu bir yönetmen daha- Bnı- no Dumont'un ikinci filmi "tn- sanhk"ı (L'humanite) yarun birba- şan olarak nitelendirmek olası. Taşranın yalnız ınsanının alabil- diğine sıradan dünyasını, bu dün- yanın içinde saklı kalmış tutku- lan ve gizli şiddeti anlatırken taş- ra yaşamına ilişkin aynntılan ih- mal etmiyor Dumont. Bu kez ana kahramanı, yaşama katılmakta son derece başansız -belki de ze- kâ özürlü- bir komiser yardımcı- sı. Tutukluyu sorgularİcen yüzü- nü koklayacak kadar insan koku- suna aç. Yan kişilikler de çok fark- lı değil. Insani değerlerin, hayvani tut- kulara indirgendiği bir toplum- sal ortamda kişiliklerin gelişeme- yeceğini vurgulamak istiyor bes- belli Dumont. Bircinayeti -küçük bir kızın, ırzma geçildikten son- ra vahşiçe öldürülraesini- soroş- • turmakla göreviendirilen polis, araştırması sırasında bu kapalı dünyanın kapılannı aralayacak, kendi içinde bir yolculuğa çıka- caktır ister istemez. Ve insan de- nen hayvanı belki de yaşamında ılk kez 'keşfedecektir'_. Anlaya- cağınız. bu yıl Cannestia 'Setişim- sizlik'terı geçilmiyor. La Fura dels Baus'tan kuraldışı, güçlü teknik ve görsel bir dil 'Faust da herkes gibi mutLulıığıı arıyor9 EMRE KOYUNCUOĞLU 11. Uluslararası lstanbul Tıyatro Festivali açı- hşını. Katalan grup La Fura dels Baus, "Fa- ust Sürüm 3.0"ü AKM Büyük Salon'da sah- neleyerek gerçekleştirdi. Grubun diger oyun- lanndan farklı özellikler taşıyan buprodüksi- yonunda, oyuncular sanki bir web sayfasmın, bir sanal dünyanın içinde oynadılar. Güçlü bir teknik ve görsel dili olan ve son çalışmalannı "bUgisayar sistemleri içindeki sonsuz arayışla- n" olarak değerlendiren yönetmen Alex OUe ve Carlos Padrissa'yla oyun hakkında konuş- tuk. - Sokak Tiyatrosu yapa- rak başladığınız çalışmala- nnızı. gösterinin yapısına göre hep ahşılmadık me- kânlara taşıdınız. La Fu- ra'nın "Faust" izleyicisi Uk kez sizi klasik bir tivatro ınekânının koltuklarında oturarak izüyor. Bu değişi- min nedeni nedir? ALEXOLLE-L'zunsü- re açık mekânlarda iş yap- tıktan sonra, iki yıl önce 1996"da Granada Dans ve Müzik Festivali'nde Ma- nuel de Falla'yla birlikte *4 Aflantida"yı sahneledik. Bu bizi tiyatro sahnesinde çalışmaya heveslendirdi. "Faust" projesi bu düşün- ce içinde yoğruldu. - Peki, başka bir açıdan bakarsak, neden "Faust" özellikle tiyatroda sahnetendi? CARLOS PADRİSSA - Bunun sebebi; ön- celikle sahneye çıkmak istememizden kay- naklanıyor. Aynı zamanda seyircilere, "lütfen biraz oturun ve bizi dikkatle izieyin" diyebil- mek için. Izlemesi ve konsantre olması çok zor bir ış yapıyoruz. Bundan dolayı da tiyatro sah- nesindeyiz. "Neden Faust" sorusuna gelince. Bu eser çağımızın en büyük klasiklerinden bi- ri. Belki de sonuncusu diyebiliriz. Yüzyılın son günlerini yaşarken büyük bir düşünür ve yazarolan Goethe'nin unutulmaz esen üzerin- de düşünmeye başladığımızda ise, bizim içın önemli olan bir şeyi fark ettik. Bu eserın. ti- yatro anlayışımız içerisinde çok iyi yorumla- nabileceğini düşündük. "Faust"la tiyatro adı- na yeni arayışlar gerçekleştirebilecegimizi fark ettik. Tiyatro olarak sürekli bir arayışm için- deyiz. Ve "Faust" da arayışlarımıza uygun bir tekst. Bızbellıkurallarabağlıkalmadançalış- mayı seviyoruz... Sahne üzerinde yaptığımız araştırmalardan kazandıklarımız bizim için bir kural oluşturmaya başladığı zaman. onla- rı terk etmeyi yeğliyoruz. Bunun yanı sıra. Goethe'nın ilgi alanlan da bize çok yakın gel- di. Sımya ve renklerin dünyası üzerine çok düşünmüş bir sanatçı. Bılim, teknoloji ve gör- sellikle ilgilenmiş biri. - Goethe'nin "Faust"u, sahnelenmesi çok zor bir nıerindir. Oyun, düşünsel \e ruhsal bir- çok katmandan oluşur \e karmanlann derin- likleri de birbirinden farklıdır. Bu nedenle o\ un 'Oyunu çağnmzm dilinde algılanır olabilmek için web savfası içinde o>nadık.' sahneiendiğinde. geneldeortaya çıkan.yazıfc met- ne zenginlik karması bir yana. kuru bir aşk hi- kâyesine indirgenmiş bir gösteridir. Bu yüz- den, disiplinlerarası bir bakışla \e farklı mal- zemelerin dil bütünlüğüyle "Faust'"u sahnele- mek. içerdiği zenginliğe yaklaşmanın acaba bir yöntemi olabiUr mi? ALEX OLLE - Aslında, sorunuzun cevabı oyunun şu temel sorununda yatar: Faust her şe- yi bilmek ister. Ama hiçbir şeyi bilmediğinin farkına vanr. Ben de başansız birçok "Faust" izledim. Bunun en büyük nedeni. farklı gözü- ken düşünceleri insanlann disıpline edeme- mesi, doğruyu ortaya koyamamaları olmuştur. Biz ne kadar dogru yaptık. onu bilemiyorum. Biz sürekli birarayış içerisindeydik. Kendimi- zi Faust olarak göımeye çalıştık. Bıze çok ya- kın geldı. Sonucu tabii ki ızleyici belirleyecek. - Peki Mefisto'lar nerede? ALEX OLLE - Mefisto'lar bizden birileri. Mefisto'lar içimizde. Belki de yaşam enerji- mizi, bazı davranışlanmızı Mefisto olarak ad- landırabiliriz... Hepimiz bitmek bılmeyen bir arayış içindeyiz, sürekli mutluluğu anyoruz as- lında. ^iz Mefisto ve Faust'uz' -Oyıınubir web savfasuun görseUiğinde kur- gulamışsuıız. Günümüz dümasına bir gönder- me olduğu açık, ama bu göndermeye neden ge- reksinim du\dunuz? CARLOS PADRİSSA - Tabii ki oyunu ça- gımızın dilinde algılanır hale getirmek için. Ar- tık tüm yazışmalar iki ruşla hallediliyor. Internette bir sayfaya girersinız. oradan başka bir sayfaya, onun için- den de bir sürü sayfa çıkar, oradan da binlerce sayfaya dalabilirsiniz. Buda yaptığı- mız işe çok yakın degil mi? Acaba her lnternete girişi- mizde sonuçta her zaman bir çıkmaza ulaşmıyor muyuz? Evet, bir yerlerde kaybolu- yoruz. Bizi çıkmaza ulaştıran şey de, bizim her şeyi bilmek istememiz. Tek bir şeyle ye- tınebilseydık başka bir şey aramayacaktık. Intemet'egi- riyoruz. bir şeyler öğrenmek istiyoruz. Daha sonra başka şeyler öğrenmek istiyoruz. Durarruyoruz. Sayfaları açtık- ça. daha da açmak istiyoruz. Aslında sürekli karşımıza boş kutular çıkıyor. Bütün bunlar bizi daha sade yaşamaya, daha çok hissetmeye yöneltti. - Metnin hepsini kullanmadınız_ C\RLOS PADRİSSA- Hayır.kullanmadık. O yüzden, gösteriyi "Faust Sürüm 3.0" diye adlandınyoruz. - Sahne metninizi nasü oluşturdunuz? ALEX OLLE - Önce doğaçlama çalışma- lan yaptık. Tabii, metnı yazan arkadaşlar bu çalışmalanmızı izlediler ve neleri görselleşti- rebildiğimizi gördükleri için, ona göre merni oluşturdular. Temel düşüncemiz aslında mut- luluğu aramaktı. - Baştan beri beraber mi çalışıyorsunuz? ALEX OLLE - Evet. Sekız yıldır birlıkte- yiz. Birbirimizi çok iyi tamamladığımızı dü- şünüyoruz. Biz Mefisto ve Faust'uz. Herke- sin içinde bir de kadın vardır. O da Margari- ta'dır. Margarita da her şeyden önce umut ve inançtır. CANNES^DA GOSTERİLh QR Mandela ve Williams'm filmi Kühür Servisi - Nebon Mandela ile Kuzey Afri- ka'yı geçerek yaşamını ris- ke atan eşcinsel, îngıliz ti- yatro yönetmeni CecflWîl- Bams'ın yaşamını konu alan film, Cannes Film Festiva- li'nde gösteriliyor. Mande- la ve Williams, Kuzey Af- rikalı siyahlann haklan için mücadele ederken, Kuzey Afrika yönetiminin en çok istediği kişi olan Mandela, Williams'ın kuaförüymüş, gibi seyahat ediyordu. lkilinin 1962 yıhnda ya- kalanıp hapse atılmasının ardından Ingiltere'ye dö- nen Williams'ın anısmı unutmadı Mandela. Onun ırk aynmcılığına karşı ver- diği mücadeleye karşılık olarak, yönetime geçmce ülkesinde eşcinsel haklan konusunda dünyadaki en anlayışh yasalan kabul et- tirdi. Cecil Williams'ın dire- nişteki rolü gizli tutulduğu için ismi uzun süre örgütte- ki üst düzey yöneticiler dı- şında hiç kimse tarafından bilinmedi. Kısa süre önce Kuzey Afrikalı gazeteci ve eşcinsel haklan savunucu- su Mark Gevisser, VV'illi- ams'ın yaşamını araştırma- ya başladı. Araştırma so- nucunda ortaya çıkan öy- kü. bir Ingiliz şirketi tara- fından satın alınarak "The Man HTıoDroveVVım Man- dela" adlı filmin senaryo- su için kullanıldı. Williams'ı CorinRedgra- ve'in canlandırdığı 82 daki- kalık filmde. Kuzey Afri- ka"daki mücadelenın görün- tülerine ve Nelson Mande- la ile yapılan söyleşilere de yer veriliyor. 1906 yıhnda dünyaya gelen Willıams. 1928 yılında Johannes- burg'a giderek öğretrnen- lık yapmaya başladı. Önce antifaşist eylemlere katıldı, daha sonra siyah ve beyaz Cecil VYilüams Nelson Mandela oyunculann bir arada rol al- dıklan oyunlar yönetti. Danny Kaye ve Laurence OHvier gibi oyuncular, dost- lan arasında yer alıyordu. Eşcinselliğin tabu olduğu dönemlerde eşcinsel oldu- ğu için dövülmüştü. Mandela, Etiyopya'daki askeri eğitimden geri dö- nerken yanında Williams da vardı. 5 Ağustos 1962 günü yakalanmışlar, ancak Williams kısa sürede ser- bestbırakılmıştı. Kuzey Af- rika'dan aynlan VVilliams. 1979 yıhnda Kuzey Lond- ra'da yaşama veda etti. Irk- çılık karşıtı ve eşcinsel hak- lan konusundaki mücadele- lerin sembolü haline gelen Williams'ın yaşamını ko- nu alan film, Kuzey Afri- ka'daki eşcinsel örgütleri yararına 24 Mayıs'ta Lon- dra'da gösterilecek. IŞILDAK VE YELPAZE ATİLLA BtRKİYE Beyoğlu Kültürü Yeni bir "Beyoğlu Kültürü" oluşuyor. Doksanla- ra kadar kolay kolay Beyoğlu'nun arka sokakları- na giremezdik. Oysa gençliğimizde, ne çok özenirdik, o sokak- larda "yalnızca" -gecenin karanlık şenliğinde, el- lerimiz ceplerimizde ve dudaklarımızda sigara- dolaşmayı: Yanılmıyorsamyıl 1973'tü. Mayıs'ın songünle- ri, en iyi arkadaşım Necdet ile sınavlara çalışıyor- duk. Canımız sıkıldı. O yaşlarda ve o dönemlerde ders çalışan gençlerin hep canı sıkılırdı. Akşamın ilerleyen saatleri olmalı... Beyoğlu'na çıkalım dedik, niyeyse; o zamanlarda Beyoğlu'na çıkılırdı. Bakırköy'den, Ahmet Rasim benzeri yol- lara düştük. Gezdik dolaştık, belki bir iki bira içtik; gecenin ilerleyen karanlığında, yalnızca elterimiz ceplerimiz- de ve dudaklanmızda sigaramızla, yan sokaklara sapmadan Istiklal Caddesi'nde haytaca dolaştık. Geç olmuştu. Nehikmetse ünlü Taksim-Ataköy hattının son otobüsünü kaçırmıştık. Bakırköy dol- muşu da o saatte oJanaksızdı: ya çok geç dolu- yordu ya da bizim dolmuşa binecek paramız yok- tu. Anımsadığım kadanyta Tünel civanndaydık ve Galip Dede Caddesi'nden aşağıya doğru Karaköy'e inecek, oradan Sirkeci'ye kadar yürüyerek son trene yetişecektik. Trenler bu saat konusunda biraz daha hoşgö- rülüydü... Gecenin karanlığında, yanında iki iri yan adam olan ve elleriyle büyükçe bir kutuyu taşıyan, siyah- lar içinde, siyah çoraplı bir kadın gördük. Yukan mı çıkıyorlardı, aşağıya mı iniyohardı anımsamıyorum. Yalnızca üç insanın yürüyen be- denleri beleğimdeki. O kadının kim olduğunu, o zamanlar bilmiyor- duk. Ünlü biri miydi? Birbirimize çaktırmasak da Karaköy'e inene ka- dar -korkudan herhalde- terledik... ••• Eskiden Pera, daha çok "cinselliğin tüketildiği" bir yerdi; sonraları bu iyice ayağa düştü ve girile- meyen de bir yer oldu; daha sonra ise eşarp, ku- maş, "şık ve pahalı" giyim eşyalannın satıldtğı bir yer oldu. Allahtan sinemalar, tiyatrolar -sinemacılar, bu alandaki yaratıcılar- hep vardı. Doksanlardan sonra ise, Istiklal Caddesi'nin tra- fiğe kapatılmasıyla işlerın rengi değişti. Kimileri, da- ha önceki yazılanmızda da dile getirdiğimiz gibi, bu "değişimden" hoşnut olmadılar. Oysa ki bu değişim olumlu, kültürün üretilmesi- ne yönelik, uygar ve "yaşam demokrasisi"ne iliş- kin bir degişimdi. Özellikle lstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın fes- tivalleri ve etkinlikleri hem nitelik hem nicelik ola- rak değişimin boyutunu genişletti. (Işte Vakfın ger- £ekleştırdıği bir festtval daha, 11. Uluslararası Ti- yatro Festivali -ağıriıkiı olarak Beyoğlu'ndaki sah- nelerle- Istanbullulann karşısına çıkıyor). Kişisel ya da -küçük ölçekli- grupsal girişimler- le kültür etkinliklerinin gerçekleştirildiği "mekânlar" açıldı. Büyük sermayenin bazı kesimleri galeri, kitap- çı, kültür merkezi gibi oluşumlarla yeni yeni renk- ler kattı. Bu da olumlu ve gerekli bir katkıydı, hiç kuşkusuz ki. Yayınevlerinin birçoğu, bürolannı Beyoğlu'na ta- şıdı. Kimileri, eski binalan alıp yenileştirdi. Istiklal Caddesi'nin mimari dokusunu bozmadan, ona uy- gun bir biçimde yapılan bu "yenileştirmeler" baş- ka bir boyuttan Beyoğlu kültürüne eklendi. Birçok "modem" kitapçı açıldı, son on yılda Is- tiklal Caddesi'nde ve çevresinde; son yıllarda özel- likle ressamlaratölyelerini Beyoğlu'na taşıdı. Kimi yazar arkadaşlarımız, evlerini ve çalışma mekân- lannı taşıdı. Sinemacılar zaten buradaydı. Giderek kültürün üretildiği de bir merkez durumuna geldi Beyoğlu. Arka sokaklarda bile, birileri eski binalan alıp al- tını kitapçı, üstünü de kafe, "kültûrevi" vb. yapı- yor. Her ne kadar kitap satışlannın durumu pek iç açıcı olmasa da böylesine keyifli bir "kültür serü- venine" atılıyor! Sürekli yeni kitapçı dükkânlan açılıyor. Üstelik bun- ların çoğu da küçük "sermaye"yle gerçekleşiyor. Yıllarca, dişinden tırnağından arttırarak özenle bi- riktirilmiş paralar. ••• Yeni bir "Beyoğlu kültürü" oluşuyor. Bu "sosyal ve kültürel" yükseliş kolay kolay önlenemez. Beyoğlu'nun lstanbul imgelemine yakışan ve de gereken, uygar, demokratik bir kültür merkezine doğru değişimini ve gelişimini, kim ne yaparsa yapsın kolay kolay engelleyemez. UbPis Edebiyat Ödüki De Procedure' ile Harry Mulisch'in • AMSTERDAM (AA) - Hollanda'da her yıl düzenlenen ve ülkenin en büyük edebiyat ödüllerinden biri olarak değerlendiren 'Libris 1999 Edebiyat Ödülü'nü Harry Mulisch, 'De Procedure' adlı romanıyla kazandı. Bu yıl altıncısı düzenlenen yanşmada aynca beş yapıta da "özendirme ödülü' verildi. Ödülü açıklayan jüri heyeti başkanı eski başbakanlardan Ruud Lubbers. Mulisch'in romanını bir usta işi olarak degerlendirdi ve yapıtın 'zaman zaman insanı sersemleten bir akıcılık ve cesaretle' kaleme alındığını söyledi. 1952 yılında yazdıgı ilk romanıyla da ödül kazanan Mulisch'in 2. Dünya Savaşı'nda Almanlann Hollanda'yı işgalini anlatan romanından aynı adla beyazperdeye aktanlan 'Da Aanslag', 1986 yılında En iyi Yabancı Film Oscan'nı kazanmıştı. Andrevv Milter Dubftn Edebiyat Ödiilü'nün sahibi oldu • DUBLIN (AA) - Edebiyatta en büyük para ödülü olan Uluslararası Dublin Edebiyat Ödülü'ne, ilk romanını yayımlayan Ingiliz yazar Andrevv Miller değer bulundu. Uluslararası jüri, Miller'ın İngenious Pain' adlı yapıtında gösterdiği edebi başan nedeniyle 100 bin sterlin değerindeki ödüle layık görüldüğünü açıkladı. Törene Ingiltere'deki e\ inden telefonla katılan Miller, önümüzdeki ay Dublin'e giderek ödülünü lrlanda Cumhurbaşkanı Mary mcAleese'nin elinden alacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle