18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
17 MAYIS 1999 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 Fikret Otyam'ın resim, Filiz Otyam'ın özgün dokuma sergisi Halkbank Sanat Galerisi'nde Fırçanm ucundald Aııatlohı BAHAR TANR1SEVER ANKARA - Ressamhğının 55. yılı- nı kutlayan FikretOtyam, Anadolu'nun renkli kültûrünü başkente taşıdı. Fikret Otyam'ın resim, eşi Filiz Otyam'ın öz- gün dokuma sergisi, Halkbank Sanat Galerisi'nde sanatseverlerle buluştu. Fikret Otyam. çoğunlukla konulannı, uzun yıllar gazetecilik yaptığı Doğu ve Güneydogu Anadolu Böigesi'nden alı- yor. Otyam, "Gazetecilik yıllannıda öm- rünı oralarda geçti. Yaalanmda onlann diB, gözü, kulağı olmaya çaltştım. Resim vapamadığım zamanlar fotoğraf çektim. Resim yapamamanın acısını fotoğrafçt- lıktan çıkardun" diyor. Otyam'ın Gazipaşa'daki evinin etra- finda keçi çok... Sanatçmın daha önce tablolannın kenanna koyduğu köylü ka- dın başının yerini zamanla keçiler al- mayabaşlamış. Yeni biçimiyle sevenle- rini de şaşırtıyor: "İfla kadın başı diyorlar, ben de abcı- lara karşı çıkıyorum, savunmaya geç- tim, 'Niye hep onlann dediği oluyor da benim dediğim olmuyor' dıye." 3 keçinin yer aldıgı resmini gösteren Otyam: "Şimdi en güzel resmim bu. Ta- kılıyorum gelenlere. Alın, canımz istedi- ği zaman bunlann 3'ü de erkek, kesip yer- siniz. Ama sanlmasa da ben buraya bir kadın koyacak değilim. Çünkü kovdum ve onu kaldırdım. 1944'te başladım bo- yayla uğraşmaya. Arbk §5. vıİımdavım. Cumhuriyet'te> ken de çok çalışırdım. Haftada bir gün iznimiz vardı > a, o gün- ler sabahtan başlardım resim \apmaya. Şimdi konularımı değiştirvyim dedim. Denize vıırdum bu sefer Antaha'da. Is- G kekler,balıkçı teknelerL. Keçileriihmal etmiyorum, çünkü evin önünde. on plan- da keçiler var. Arka planda deniz. Onun arkasında tekneier. Güneydogu ve Do- ğu kadınlannın > üzleri biraz arbk geri- lerde kahyor, başka şeyler yapmaya ça- lışiNorum, çünkü artık ben de usandım a\nı şeyiyapmaktan. Tekraradüşrnekolu- yor. Tekrara düşmemeve çalısıyortım, şimdilik bunlan \apı\orum" dedi. TaModa Anıtkabir'deki coşku Yazılan ve fotoğraflanndakı Anado- lu'yu aynı zamanda firçasıyla tuvale ak- taran Otyam, bir "Cumhııriyetçocuğu.''. Çoğu Türk yurttaşı gibi Atatürk sevda- hsı olduğunu söyleyen Otyam"ın, Cum- huriyetin 75. yılında Anıtkabir'de yaşa- nan coşkuyu ölümsüzleştirdiği tablosu da sergide yer alıyor. Son yıllarda tırman- dınlan gericiliğe yanıtını vurguluyor: "Atatürk tekin bir insan degil. Kim ki Atatürk ile uğraşmıştır, başı belaya gir- miştir. Bu Mustafa Kemaldcbirşey >ar. L'ğraşmayın Mustafa Kemal ile çarpar adamL Kim ki bu adama dil uzaüyor. ba- şına bda geliyor. Biz Mustafa KemaJ- ciyiz. Tükenmedik, yeni kuşaklar da ge- liyor. Türbanı simge olarak kullanıyor- lar. Nimetierini bilmiyortar Cumhuri- azetecilik yıllanm Doğu ve Güneydogu Anadolu Bölgesi'nde geçti. Yazılanmda onlann dili, gözü, kulağı olmaya çalıştım. Resim yapamamanın acısını fotoğrafçılıktan çıkardım. yetin. Birtakım insanlarezan okudukla- nnı zannediyor bağınyorlar. Ben cami- yekarsı değüiın, ama nereyegidiyor Ata- türk Türkhesi. Bu benim acımdır. Cum- huriyet, demokrasi, özgürlük, kişi hak- lan veeşitiiğin savunucusuyum. Ben Ce- zayir olsun diye izin vermem. 74 yaşın- da adanı ne kadar karşı durursa ben öy- le durunım. Etim kalem tuttuğu ve di- limdöndüğüsürece, ben Cumhuriyeti ko- rumakla görevlendirildbn. Gelin, aklını- a başuııza devşirin. Türkiye İran olma- sın." Otyam, sanatinda 55 yılm ardından da- ha zor beğenir olduğunu, eserlerinin da- Füruzan ve Gülsün Karamustafa'nın filmi 5. Uluslararası Kadın Film Festivali'nde 'Benim Sinemalarım * katıhyor ASLISELÇUK Tatyana Film ve Video Stüdyosu'nun düzenlediği 5. Uluslararası Kadın Film Festivali 20 Mayıs tarihi- ne dek Minsk'te gerçekleştiriliyor. Doğu Avrupa'da çok tanınan bu festival, Beyaz Rusya Cumhuriye- ti'nin uluslararası etkinlikler listesinde yer alıyor. Türkiye, festivale Füruzan ve Gülsün Karamusta&'nın yönetmenliğini yaptığı 'Benim Sinemalanm" filmi ile katılıyor. 'Benim Sinemalanm*. Minsk'te yanş- ma dışı olarajc festival izleyicılenne göstehlecek. 1997 yılında yapılan son festivale, 23 ülkeden 100'ü aşkın konuk katıldı ve 200'den fazla uzun ko- nulu film, belgesel ve çizgi film gösterildi. Fransa, Almanya, Rusya, tsviçre, tngiltere ve ABD'den film yapımcılan ödüller kazandılar. Minsk 5. Uluslararası Kadın Film Festivali. Tatya- na Film Stüdyosu ve Beyaz Rusya Film Yapımcılan Derneği işbirliği ile fsviçre Prohelvetya Kültürel Ge- lişme Vakfı, Isveç Sinema Enstitüsü, Ford Vakfi Mos- kova Şubesi ve Beyaz Rusya Kültür Bakanlığı 'nın ma- li desteğiyle gerçekleştiriliyor. Jüri başkanlığmı Rusya Film Yönetmenleri Birli- ği'nin başkanı Marlen Khutsiyev'in yapacağı festi- vale Valery Rubinchik, Vakntin Gaft. Oleg Kovaktv, Olgo Ostroumova, Dina Korzun, Vladimir Mokha- nevve Vera Glegeteva gibı oyuncu ve yönetmenJer ka- tılıyor. Festivalde aynca 'TheseGorgeousVVomen' (Şu Müthiş Kadinlar) baslıkli sanatçı Gatina KfimTin fo- toğraf sergisi ile lsveç Film Enstitüsü ve 'Aimanya Feminale FesrrvaB'nden toplu göstenmler yer alıyor. Festival. kuruluşunun 5. yılında eski Sovyetler Bir- liğj ve Doğu Avrupa'da kendi konusundatek olma özel- liğini koruyor. 'Benbn SmemalanırTda Hülya Avşar roi alıyor. ha güzel olmasını istediğini anlatıyor. Devletin sanat alanına kanşmasına olumlu bakmayan Otyam, geçen günler- de verilen devlet sanatçılığı ödülleri ile sanatçılararasına nifak sokulduğunu söylüyor. Ödülü almayan Otyam, halkın sanatçısı olduğunu belirtiyor: u De\ letin böyle sahip çıkması onurlu bir şey tabii. Ama bunun yaran yok ba- na, üstelik zaran oldu, sanatçılar birbi- rine düştü. Baa alanlar da bana kızdı- lar. 'Cumhurbaşkanı reddedilır mı?" Ben Cumhurbaşkanını reddetmiyorum ki. bir şeyi protesto ediyorum. 'Cumhur- başkanı kınhrnuymış?' Kınlmaz tabii Cumhurbaşkanı,ama bir vanhşvarsali- sanı münasiple bunun yanhş olduğunu söylemek de sanatçmın namus borcu- dur. Ben de onu yaptun." Çulfahk tezgâhında 20 yıl ABD'de içmimari eğitimi gören Filiz Otyam ise özgün dokumaya. sakin bir yaşam sürmek üzere yerleştikleri Gazi- paşa'da "çulfahk" tezgâhını edindikten sonra başlıyor. Türkiye'nin çeşitli yer- lerine yaptığı gezilerden dokuması için malzeme toplayan Otyam, 20 yılda yur- tiçi ve dışında 50'ye yakm sergi açtı. Filiz Otyam, işinin kendisine çok do- yum sağladığını vurgularken "Benim baştan beri kullandığım malzemeter hep doğal malzemelerdi. Bir iplikten yola çı- kıyorum, ipük alıyor beni bir yere örtü yapıvor, bir hanınun sırtma ceket yapı- yor, bir yatağın üzerine örrüye götürü- yor, sırtımı. belimi da> adıgım yasükolu- yor. Yapabileceğim daha çok şe> var" diyor. Otyam, dokumalannda yün, ke- ten, kenevır, pamuk gibi malzemelen kullanıyor. Tezgâhın yatay olması nede- niyle zaman içinde bedensel bazı rahat- sızlıklar ile karşılaşan Otyam, arnk baş- taki gibi günde 8-10 saat çahşamadığı- nı belirtiyor. Otyam, "Ben niye bu ka- dar uzun zamandır sürdürdüm diye dü- şünüyorum da, bizim >aşam stilimize uygun geldi galiba. Çahşma koşullanm elverişU olduğu için. Keşke gençler de il- gilense bununla" diyor. Filiz Otyam, 1992 yılında ilk kez Tür- kiye'yi temsilen Polonya Lotz Ulusla- rarası Tekstil Müzesi Trienali'ne çağn- lı olarak katıldı. Toros Dağlan'nın bit- kileri ve doğal malzemelerle dokuduğu 6 metrekarelik özgün dokuması müze- de sürekli sergılenen yapıtlararasında bu- lunuyor. Sanatçı bu yıl da yine aynı tri- annele 3x2 metrelik Kibele adlı çalışma- sıyla katıldı. Bu yapıtı da yine sürekli ser- gilenmek üzere müze koleksiyonuna alındı. Fikret ve Filiz Otyam'ın sergile- ri, Nenehatun Caddesi 55 numarada bu- lunan Halkbank Sanat Galerisi'nde 29 Mayıs'a dek izlenebilecek. Gumhııriyet okurlarına saygundan ötürii... CEVAP XE DÜZELTME Bundan tam 21 yıl önce 'Nânm Tür- küsü' plağım yayımlanmıştı. Plakta yer alan, Karlı Kayın Ormanı, Hoşgeldin Bebek, Hiroşüna. Hoşçakal kardeşim Deniz gibi birçok beste sevildi ve övgüy- le karşılandı. Ne var ki Cumhuriyet gazetesi Kül- tür sayfasında. bir müzisyenin yazdığı, 'bu besteterin hiç bir değeri olmacüğı" ıd- diası büyük puntolarla yayımlandı. O tarihten bu yana kimin haklı oldu- ğunu hepımiz gördük. Bu besteler yıl- lara dayandı, milyonlarca kışiye ulaştı, Joan Baez, Maria Faranduri, Maria Del Mar Bonet, Udo Lindenberg, Liesbeth List,Haris AfcksKugıbı uluslararası so- Hstlertarafindan kendi dillerinde plak ya- pıldı, konserlerde söylendi. Aradan 21 yıl geçti. Şimdi Londra Senfoni Orkestrası bu eserleri icra etri ve ne yazık ki yine Cum- huriyet gazetesinde, bu çalışmaya yöne- lik haksız yazılar yayımlandı. Evin byasoğhı adlı tanımadığım kişi, yazıyı öylesine derin bir nefret ve düş- manlıkla yazmış ki, beni her bakımdan aşağılamakla kalmayıp, Londra Senfo- ni Orkestrası gibi dünyanın en saygın or- kestralanndan birisine de dil uzatmış. Bununla da yetinmeyip Francis Shaw gibi uluslararası önemde bir müzik ada- mını. 'Orkestranınönfindeelinikolunu sallamak'la suçlayacak kadar yakışıksız durumlara düşmüş. Müzik eleştirisi adı altında yayımla- nan yanm sayfa yazıda, müzikle ilgili birkaç cümlenin ötesinde. benim gaze- te değiştirmeme kadar varan ve müzik- le ilişkisi olmayan bir sürü sövgü art ar- da sıralanmış. tlyasoğlu, bu yazısının hesabını mah- keme önünde verecek. Bu seviyede bir yazıyı cevaplamaya utanıyorum. Yalnız Cumhuriyet okurlanna duy- duğum saygı, bu yazıdaki saldınlan ya- nıtlamak zorunda bırakıyor beni. 1. NewAgeRhapsody'dekibestelerin benim olmadığı. ancak beş altı yerde ez- gilerimin geçtiği yalanı öne sürülmüş. Bu hanım belli ki benim bestelerimi bilmiyor. Bestelerimi ancak orda burda kulağına çalınan, çok ünlenmiş şarkıla- nmdan ibaret sanıyor. Ne orkestra mü- ziği çalışmalanndan haberi var, ne New Age plaklanndan. ne Avrupa baleleri için yazdığım eserlerden ne de VVarner Bros. gibi şirketlerin bütün dünyada ya- yımladığı film müziği çalışmalanm- dan... Bu yüzden, tanıdığı melodilerdı- şındaki her bölümün benim olmadığı sonucunu çıkanyor. Oysa kendi gazetesinin müzik yaza- n Cumhur Canbazoğlu'na ya da milyon- larca dinleyiciden birisine sorsa, bu bil- gi eksikliğini giderir ve böyle başını derde sokacak bir iftirada bulunmazdı. 'New Age Rhapsody' son derece cid- di bir yapım. CD'nin bir yanında UNESCO var, öte yanında Londra Senfoni Orkestrası ve Francis Shavv. Bir yandan MESAM ve GEMA gibi telif haklan kurumlan işın içinde. Ve bu CD'nin üzerinde 'EserZühü Li- vanetitarafindan bestetenmiştir' yazıyor. Uluslararası telif haklan kuruluşla- nnda da böyle kayıtlı. Bütün bunlara rağmen kalkıp eserle- rin benim olmadığını iddia ediyor. Bakalım duruşmada buna nasıl ce- vap verecek? İddia bu hanımdan kaynaklandığına göre, ispat etmek de ona düşüyor. Francis Shaw, GEMA, MESAM. ba- sılı eserler, nota kitaplan. Ingiliz telifhak- lan kuruluşlan aksini kanıtlarken, du- ruşmada neler söyleyebileceğini ger- çekten merak ediyorum. Bir mesele daha var: Saygıdeğer ho- camız Adnan Saygun'un 'Vunus Emre Oratoryosu'ndaki 'Anm koştu ben yo- ruldum' türküsü gibi halk müziğinden doğrudan doğruya bir alıntı yapılmış olsa ya da Uhi Cemal Erkin hocamızın 'Köçekçe"si gibi, zaten var olan beste- ler orkestraya uyarlanmış bulunsa, de- diğini bir derece anlayacağım. (Aslm- da böyle alıntılar yapmak bestecinin hakkıdır.) Ama milyonlarca insanın tanıdığı ori- jinal bestelerime dil uzatmış. 2. Londra Senfoni Orkestrası, dünya- nın en saygın orkestralan arasındadır. Is- tanbul Festivali'ne de konuk olmuş bu ünlü orkestranın konser programı 2001 yılına kadardoludur. Han Rkhter,And- re Previn gibi en üst duzeydeki şeflerin görev yaptığı ve 'Rojal PhüarmonicSo- dety'nin büyük ödülü gibi yüzlerce pres- tijli ödülün sahibi olan orkestra, geçen- lerde Londra'da verdikleri Rostropo- vkh, Yuri Bashmet ve Marim Veneg- rov'lu, Shostakovich anma konseriyle, son yıllann en önemli performansını sergiledi ve ayakta alkışlandı. 1895 yılında kurulmuş olan bu gör- kemli orkestra. 1912 yılındaki Ameri- ka turnesine çıkarken Titanik gemisine binmekten son anda vazgeçmiş ve böy- lece ölümden kurtulmuştu. Bunca yıl sonra Evin tlyasoğlu adlı bi- risi tarafindan aşağılanacaklannı bilse- ler, bu günleri göreceklerine belki de Titanic'te boğulmayı bile tercih eder- lerdi. 'Londra Senfoni Orkestrasfna bir Türk entelektüel gazetesinde hakaret et- menin yorumunu okurlara bırakıyorum. Aynı tutum daha önce de başıma gel- di. Türkiye'de bazı çevreler MikisThe- odorakis'e taparlardı. Bu büyük beste- ci benimle çalışmaya başladıktan son- ra, 'o kadar da önemli olmadığı 7 iddia edildı. Joan Baez de bunlann ilahlanndan birisiydi. Livaneli şarkılan söylemeye başladıktan sonra 'devTİningeçmişoldu- ğu' öne sürüldü. Şimdi de Londra Senfoni Orkestrası aşağılanıyor. 3. Francis Shaw, Kraliyet Müzik Ko- leji'nde master öğrencileri kompozis- yon hocasıdır. Aynca davet üzerine de- ğişik ülkelerin ünlü müzik okullannda her yıl dersler, seminerler düzenlemek- tedir. Bugüne kadar Kraliyet Filarmoni Or- kestrası, Moskova, Münih, Londra ve Adelaide Senfoni Orkestralannı yönet- miş olan Shavv. Vangelis, Chariie Chap- lin, Beaties gibi kişi ve gruplann şarkı- lannın senfonik aranjörlüğünü yapmış, Les Misarables Aspeets of Love, Miss Saigon. Sbovvboat müzikallerinin koro aranjmanlannı da başanyla gerçekleş- tirmiştir. Bu son derece saygın müzik ada- mına 'Orkestranın önünde elini kolunu salbyor' demek bir müzik yazannın de- ğil, olsa olsa... (Cumhuriyet okuruna duyduğum saygı. bu cümleyi tamamla- mama izin vermiyor.) 4. Londra Senfoni Orkestrası'nın'pa- rayı basOrana' plak kaydettiği iddiası ise birbaşka düzeysizlik örneği. Bu saygın orkestra, adını koyduğu CD'nin kalite- sini göz önüne almaz mı? Sanat kuru- lunun onaylamadığı bir eseri çalar mı? Bunu tartışmayı bile ayıp sayıyorum. 5. Peki yazıda yer alan şu cümlenin müzik eleştirisiyle ne ilgisi var? "Son- ra yazar Lhanet sinemacı Ln-aneii, ulus- lararası örgütlerin üyesi Livaneli, gün- demleri işgaletti Politikaya bir soyunup bir %-azgeçmesiyle, gazeteden gazeteye transferleriyle ilgi odağı oldu." Yazdığım romanlann Türkiye'de ve yurtdışında yayımlanmasıyla, UNES- CO'nun büyükelçilik vermesiyle, film- lerimin uluslararası festivallerde ödül almasıyla müzik eleştirisi nasıl bağda- şıyor? Çalıştığım gazetenin el değiştirmesi- ne tepki olarak istifa etmeden önce Ev in Hanım'a mı danışmam gerekiyordu? Bütün bu cümleler yazannın amacı- nı ele veriyor: Azgelişmiş bir müzik ortamının komp- leksli küçük bir çevresinin dolduruşu- na gelmek ve nefret kusmak. Daha sonra Cumhuriyet"te yayımla- nan bir başka yazı, bu haksızlıklann üs- tüne tüy dikti ve bu çevrenin amacıru iyi- ce ortaya koydu. Önder Kütahyalı adında ilk kez duy- duğum birisi aynen şöyle yazıyor "Sen- foniyi henüz dinlemediğimden, içeriği üzerinde konuşacak değilim; fakat bes- tecisinin Livaneli olmadığı kesindir." Hem de 'kesin'miş... Sanınm Cumhuriyet okurlan, bugü- ne kadar böylesine şaşırtıcı bir cümle okumamışlardır. Kendini bilen bir ya- zar, dinlemedigi bir eser hakkında na- sıl böyle bir yargıda bulunur? Bu iki yazıyı okuyunca kendimi Kafka'nın 'Duruşma'sındaki BaylCsandım. Kim neyle suçluyor ve niye dinlemedikleri eserlere saldınyorlar, anlamakta güçlük çektim. Bir kez bu eser, bir senfoni değil, rap- sodi. Bay Kütahyalı, bu iki form arasın- daki farkı öğrenmek için herhangı btr mü- zik ansiklopedisine başvurabilir. Evin Hanım'ın New Age ve Rapso- di tanımlan gibi, başvuru kitaplanndan alıntı yapabilir. Vaktim olsa. bu tarzlarda ürün vermiş ve 'Crossroads' adlı New Age çalışma- sıyla Billboard listesinde yer almış bir besteci olarak. bu kişilere sözü geçen tarz- lan açıklayabilirdim, ama okurlan faz- la yormak istemiyorum. Bu yazılann benim ülkemde ve Cum- huriyet gazetesinde yayımlanmış olma- sından dolayı utanç duyuyorum. Hangi televizyonu açsanız, müzik adı- na iğrençliklerle, zevksizliklerle karşı- laşıyorsunuz, ama bizim Cumhuriyet müzik yazarlanmn böyle işlerle uğraş- tığı yok. Varsa yoksa Zülfü Lrvaneli. Benim eserlerimin Londra Senfoni Orkestrası tarafindan icra edilmesi, di- ğer Türk bestecilerine hakaret anlamı- na gelmez. Olsa olsa küçük bir katkıdır. Türk Beşleri ve diğer bestecilerimiz babanızın malı mı ki o saygın isimleri (korumak!) adına, böyle iğrenç yazılar kaleme alabiliyorsunuz? Bu büyük besteciler sizın değil bizim öncülerimizdir. Aynca sizin uluslararası alana yayıl- mış bir Türk bestecisini eleştirmek için kendinizi ispat etmiş olmanız gerekır. Bırakın Londra'yı, New York'u, Pa- ris'i, Bulgaristan'da, Yemen'de, Um- man'da bir tek bir satınnız yayımlandı mı ki, kendinizde bu cesareti göriiyor- sunuz? Beatles'in klasikleşmiş şarkılan sen- fonik orkestrayla icra edilince Ingiliz aydınlan sevinir. Jacques Brel şarkılan da Frankofon dünyayı memnun eder. Bob Dylan şarkılannın senfonik yo- rumu Amerikalılara gurur verir. Ve kimse kalkıp da 'Yesterday'in Be- atfcs'a ait olmadığı, 'Blotving in te >\lnd'i Bob Dylan'm bestelemediği ıddıasında bulunmaz. Ama bizim kompleksli. azgelişmiş ve dünyada kimsenin adam yerine koy- madığı üç kişilik, 'müzik ve bilim çev- releri', kendi ülkelerinin klasikleşmiş şarkılanna dil uzatmaya kalkar. Çünkü bunlar, aslında müzisyen olmak istemiş ve başaramamanın acısıyla, onu bunu ka- ralamaya kalkmış hasta ruhlar, ya da Safo'nun kadehinden şarap içmeye me- raklı, orda burda filiz vermiş aynk ot- landır. Ellerini piyanoya yaba gibi vuran bi- risine, "Ee hadi geçinmek için gel sana hocahk yapnrahm. Bir köşede de biraz yaz çiz" denilince. işte böyle saçma if- tiralar üretirler. Bakın ülkenin değerli isimlenne: tdüBiret,SunaKan,FazılSay, Güher-Süher Pekinelgibi birçok değer- li müzisyenin kimseyi karaladığmı, ona buna küfür ettiğini gördünüz mü? Son olarak bu birkaç kişilik çevreye birsözümvar: "OruzyüdırLK-aneli'yle uğrastmız. Cumhuriyet gibi saygın bir gazeteyi,iğrenç bar dedikodulanna me- ze yapünız. Ama aradan geçen > ıllar, si- zi değil bizi doğruladı. Bundan sonra da elinizden geleni ardınıza kovmav ın. Göğ- se atılan jiletlere değiL feryatlara, titre- melere değiL Londra Senfoni Orkestra- sı'na küfür edin. Sevivenizi ortaya koyu- yorsunuz!" Evin Ilyasoğlu ve Önder Kütahyalı, haksız saldınlannın hesabını mahkeme önünde verecekler. Bundan sonra, basında çıkacak her sövgü yazısını mahkemeye vereceğim. Kazanacağımız milyarlarca liralık taz- minat ise, bir kuruşuna bile dokunulma- dan, yetenekli müzik öğrencilerine burs olarak verilecektir. Yani ne kadarçok küfür eder, iftiraatar- larsa, o kadar çok müzik öğrencisi se- vinecek. Bunun için, lütfen devam edin bayan- lar, baylar! Türkiye'de, müziğe hizmet etmeni- zin tek yolu budur! ZÜLFÜ LtVANELİ BUAŞAMADA ŞÜKRAN KURDAKUL Milliyetçi Akımın Öncüleri 2ya Gökalp Karşıtlannca da Türkiye'de toplumbilim alanın- daki çalışmalann öncülerinden biri sayılan Ziya Gökalp yetiştiği yıllar -yaşadığı toplumun özellik- lerini kavrayarak değiştirme savaşımına katıldığı için- mahpushaneyi de tanımış, sürgüne de gön- derilmişti. Babasının verdıği özel eğitimin de sağladığı ola- naklarla II. Abdülhamid doneminde gençlikierini yaşayan çoğu aydın adayı gibi özgürlük özlemiy- le bilgi arayışı, kişiliğinin oluşumunda temel kay- nak olarak göründü Gökalp'in. II. Meşrutiyet'in ilanından sonra Ittihat veTerak- ki'nin Selanik'te toplanan ünlü kongresine Diyar- bakır delegesi olarak katılmış, 'Umumi Merkez'e seçilmiştı. Gökalp'in düşün adamı kimliğinin Ömer Seyfettin ve Ali Canip (Yöntem) ile birtikte yöne- timine katıldığı 'Genç Kalemler" dergisindeki (1911) çalışmalanyla ilgiyi çektiğini biliyoruz. Bu evresin- de iktidar partisinin ideolojisiyle tam uyum halinde görülür. Başka bir deyişle hem ırkçıdır, hem de Tu- rancı. Sık sık yayımladığı manzumeleri de kanrtlar bu durumu. "Vatan ne Türkiye'dir Türklere, ne Türkistan, Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan" Bu evresinde Fransız toplumbilimcisi Emille Durkheim'in (1858-1917)toplumsal bilinç kav/ra- mını geliştirdiği Toplumsal Iş Bölümü (1893) adlı ki- tabına temel olan görüşlerden geniş ölçüde esin- lendiği söylenebilir. O da Durkheim gibi toplumun bireyter tarafindan yaratılmadığı, aksine bıreyin top- lum tarafindan yaratıldığı görüşünden hareketle toplumun Tanrısal güce sahıp olması gerektiğine inanır. Fransızdüşünürün "Müminleriçin Tannney- se bireyler için toplum odur" formülüne bağlana- rak toplumsal kurumlann geleneklerin 'mâşeri vic- danın' isteklerine seve seve uyulmasjnı öğütler. Isteğinde o denli ileri gider ki Vazife' adlı man- zumesinde coşkusuna kapılarak aklın düşünme yeteneğini bile kullanmasma karşı çıkacak ölçüle- re varmaktan kendini alamaz. Benim hakkım, menfaatim, arzum yok Vazifem var, başka şeye lüzum yok. Aklım gönlüm düşünmezler, duyahar, Ondan gelen emihere uyarlar. Gözlerimi kapanm Vazifemi yapanm." Aynı evrede Yusuf Akçura'nın "Türkçülüğün emperyalizmi", Prof. Niyazi Berkes'in "Çılgınlık ide- olojisi" olarak niteledikleri Turancı görüşleri de be- nimseyerek bu görüşlere güçlü bir yandaş olmak- la yetinmez. Parti politikasının amaçlan doğrultu- sunda bir yönteme bağlamak, ideoloji değeri ka- zandırmak ister. "İşte biz düştük yola Yolumuz uğur ola Galiçya, oradan _.; ,;_,_ ,.. " Döğftj'Slvastopol'a,- -• • >r6''-.»svotfc. 1 Kınm. Azak burada Nogay, Kazak burada Milyonlarca soydaşlar Hepsi bak burada" dizelerinde görüldüğü gibi savaşın manzumete- rini yazar; savaşa neden olan Batı kapitalizminin iç çelişkilerini göremediği için Almanlann safında -ya- bancı amaçlann gerçekleşmesi adına- emperya- lizme hizmet edildiğinden kuşkulanmaz. 1. Dünya Savaşı'nın ilk yıllannda Kanal ve San- kamış seferleri yenilgiyle sonuçlanınca Gökalp, ön- ce iktidardaki Ittihat ve Terakki'nin politikasını, son- ra kendi kendini eleştirme gereksinimi duymuştur. Gökalp, özeleştiri dönemi sayılabilecek olan 1916'dan sonraki çalışmalannda "vatan" ve "ulus" kavramlarını -Turancı ve ırkçı görüşlerinden uzak- lasarak- yeniden düşünür. Ulusçuluk anlayışına koşut manzumeleri Yeni Hayat'ta (1918) yayımla- nırken "Türkleşmek, Islamlaşmak, Muasırtaşmakta (1918) din, ulus, uygariık ve kültür, çağdaşlaşma sorunlanna çözüm aramaya çalışmıştır. Olabildiğin- ce akılcıdır bu doneminde. Okuyacağınız dizeler bu döneminin ürünlerin- denbiri: "Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur Köylü anlar manasını namazdaki duanın Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kur'an okunur Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda'nın. Ey Türkoğlu işte senin orasıdır vatanın." 1916'dan sonra edebiyat ve tarih anlayışında da geniş "perspektif" kazandığı görülüyor Gökalp'in. Batı'daki toplumsal değişmelere bakarak, çağa damgasını vuran başat özelliklerin de ayırdında ol- duğu için, ülkesindeki gelişmelere nesnel biçimde yaklaşabilir. Ömeğin, Tevfik Fikret ve Rönesans yazısında, Avrupa ülkelerinin kilise etkisinden kur- tularak "ümmet ruhunun ortadan silinmesi"ri\ ulus- çuluğa doğru giden yolun açılması sözcükleriyle ni- telerken, Rönesans'la başlayan dönemi "insancı- lık, insaniyet, hümanizm çağı" olarak adlandınr. Tanzimat'tan sonra gelen kuşağın aydınlanma doğ- rultusundaki çabalannı benimsediğini tfade ederek bu çabalar sonucu ülkenin "dinsel anlayışlann ar- tık yaşamayan riyalı biçimlerinden büsbütün ayn bir yaşam anlayışı" ile "yeni uygahık ufuklan açtı- ğını" yazar. Yanm yüzyıllık bu sürecin geldiği noktaysa "Türk Rönesansı"d\r. Ziya Gökalp, yenilikçiliği, Avrupa uygarlığının ge- çirdiği aşamaian kavrayışı, hümanizmiyle Tevfik Fikret'i bu rönesansın öncüsü olarak nitelerken - dönemin kimi Islama ve milliyetçi düşünürterine kar- şın- okuyacağımız satırtarla bulunduğu düzeyde gör- müştür: "Fikret'in gerçekgörevi, rönesans hareketinige~ rekdilde, gereksanatta ve ahlakta olgunluğun son derecesine getirmek olmuştur." O "ümmet ruhu- na, ümmet uygahığına son ve kesin vuruşu indi- ren büyük bir yenilikçidir. (...) Edebiyatımızı çağ- daşlaştırarak, insancıllaştırarakgerçekrolünü hak- kiyle yerine getirmiş bir dâhimizdir." (Muallim der- gisi, Tevfik Fikret özel sayısı, 1917. Günümüz di- liyie Militan dergisi, Eylül 1975). Eşref Edib vb. eski Islamcılarla yeni ırkçı ve Tu- rancılann II. Dünya Savaşı yıllannda Tevfik Fikret'e karşı saldınlannı anımsayınca Gökalp'in 1917'de ya- yımladığı bu yazıyla ortaya koyduğu kimliğin ne dü- zeyde olduğu daha kolay anlaşılır sanıyorum. Cumhuriyet dönemi ırkçı ve Turancılannın da! Gelecek yazıda Gökalp'in uygarlık, Batılılaşma ve emperyalizm görüşlerini sergilemeye çalışaca- ğım.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle