28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 NİSAN1999PAZAR CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 Şakir Eczacıbaşı'nın 'Renk Yolculuklan' başlıklı sergisi Pamukbank Fotoğraf Galerisi'nde 'Renk,si\büyü;büyüçüŞaldramca' HANDAN ŞENKÖKEN Yine bir 'ük'i gerçekleştirdı Şakir Ec- zacıbaşı Pamukbank Fotoğraf Galeri- si'nin renkli fotoğraf sergileri Eczacı- başı'nın 'Renk Yolculuklan'yla başla- dı. Galeriye girdiğinizde 100x150 ve 40x60 boyutlannda 22 'sisli, büyülü, bu- ğuln' fotoğraf. binbir renkle, ışığın di- namizmiyle sanveriyorcevrenizi.... Abi- din Dino'nun deyişiyle, yakalanmış ya- şantılann "her biri blr anJaö, bir imge şiiri, bir serüven parçası" Hep hareket eden bir aracın içinde, uçuşan renkler- le, bir duygu, bir geçiş. bir an... onun fo- toğraflan. "Gerçekte o, renklifotoğrafçekmiyor, renkleri fotograflıyor" diyor serginin küratörü Paul McMillen. "Onun konu- su, Türkiye 'nin ve bu ülkede yaşayan sı- radan insanların günlük yaşamlarımn renk dünyası... Onu harekete geçiren dürtü, kamerasından habersiz insanla- rın duyurduğu tepki. Kullandıgı pozla- ma yöntemi yavaşça yitmenin, geçip gitmenin. arda kalan izlenimlerin altı- m çizmektedir." Renklerin uyancı etlrisL. Yaşamdan alıntılar yaparken de doğal- lığı. sadeliği seçiyor, sıradan insanlar- la... Kent hareket içinde ve insan daha çok ele venyor kendini '"VVilde'ın de- digi gibi kendilerinden başkadır insan- lann çoğu. Düşünceleri başkalannın gö- riişlerl yaşamlan bir öykünme. rutku- lan bir alınü... Bir işadamı. bir betediye başkanı. bir millertekili ya da bir savcı olmak... Bir maske isteyen, onu takmak zorundadır. Bahkçüar, simitçiler ya da tarialardaçahşaniar- Onlardırhenüziç- tenüğini tümüyle yitirmemiş, candan olanlar-." Sokaklarda bütün bir kenti yaşıyor Şakir Eczacıbaşı. Karşılaştığı herolayın ardındaki öykünün peşinde. Tutkusu, o öyküyü. en yalın. en etkili biçimde, 'renklerin uyancı, duygusal etkileri iis- tündedurarak' ızlenımci bir yaklaşım- la fotoğrafa yansıtabilmek. Etkilendiği, coştuğu, duygulandığı, onu dennden sarsan; insanlann, sokaklann, doğa gö- rüntülennın. sonsuz renk ve ışık değiş- melerinin ardına düşerek, an'ı kaçırma- mayaçalışarak... Tennessee\*Illiams'ın dediği gibi, "Yaşam yalnızca bir anıdır, eğer birden geçip gidiveren şimdüd za- manı yakalayamazsaıuz-." Degişmeleri, gelişmeleri, oluşurnla- n saptıyor. insanlann sevgilenni, tepki- lerini, coşkulannı, umutlannı, umutsuz- luklannı izliyor. Yalnız bir kenti değil, bir ülkeyi. bir kültürü. bir ınsanlığı gö- rûyor sokaklarda. Renklerdeki, görûntülerdeki fluluk. "yaşadığınıız dfinyanın kesin otmama- sından kaynaklanıyor". Fotoğraflara a geçmış ve gelecek yükle- dığınizde. rengin ve hare- ketin ardında hüzün ve yal- nızlık yoğunlukta. Ama belki de umut hep gizli.. "Ben insanlann hep yal- nız olduğunu düşünüyo- rum. En yakınlanna bile kendüerini açıklamıyoıiar. Yalnız acı duyduklannda değil, güklüklerinde. sevin- diklerinde, coştuklannda da yalnızlar. Eğlenceler dü- zenlemeleri, şenlikler kur- maları. gezilere cıkmalan kendilerinden kaçış aslın- da... Kimi bunun bilincin- de, kimi hiç değil. Hep yal- nızlar." Fotoğraf makınesi ona göre, ıçinden istediğiniz görüntünün çıktığı 'sanki çağdaş bir Alaaddin'in lambası'. Fotoğraf çekerek dünyayı ta- nıyor, anlıyor. Hep fotoğraf acısından ba- kıyor her şeye. Her görüntünün ayrıntı- lannı inceleyip, her şeye değişik açılar- dan bakrnak ve sonsuz değişimlerin pe- şinedüşmek... Daha yalın. daha anlam- Iı biranlatım için. "Herşeyden önce bir birikimdir fotoğraf. Gördüğünüz, jTÖzlemlediğiniz, yaşadığuuz hiçbir jey > itirilmer. yok olmaz. Sonra bir an, Mr olayla, sizi etkileyen görüntüyle karşılaşmca denklanşöre basarsınız. Daha önce içinizde oluşmuş fotoğraf birikimleri çıkar ortaya-.. Anyorsunuz, bekliyorsunuz, sonra birden o anın gel- diğini anlıyor ve onu görüntülüyorsu- nuz. Bazen bomboş büyük bir alanda he- Sergide 100x150 ve 40x60 boyudaruıda 22 fotoğraf yer alryor. men göze çarpmayan ufacık bir nesneya da kalabalıklar arasında küçük bir ay- nntı. anlatmak istediklerinizin simgesi- ni oluşturuveriyor." BeUeğin ve anılann beürsizüği Özünde bir değişıklik yok fotoğraf- lannın. Izlenimci tutumu, 'gerçeğin pe- şinde' olduğu fotoğrafçılığının birinci döneminde çektiği sotnut portrelere de _.yansıyor. Renkler hep ön planda. Son- 'radurağanlıktan sıtahp, 1980lerde de- vinimi daha büyük ölçüde yansıtmaya yöneliyor. 'Devinim çağı'nda fotoğrafı da donup kalmışlıktan. durağanlıktan kurtarmak amacında. Renk ve ışık ilışkisinden doğan ola- ğanüstü dinamizm ya da hareket, anlat- mak istediklerini daha da vurguluyor. Bi- Terçekte o, renkli fotoğraf çekmiyor, renkleri fotograflıyor. Onun konusu, Türkiye'nin ve bu ülkede yaşayan sıradan insanlann günlük yaşamlannın renk dünyası... Onu harekete geçiren dürtü, kamerasından habersiz insanlann duyurduğu tepki. çimler ve renkler sü- rekli akan, devinen gö- rüntülere dönüşüyor. Hızla gelişen, beklen- medik olaylarla dolu dinamik yaşamda, renk akışlan, biçimleri, ge- nde bıraktıklan, izler, sınırlanndan taşmış in- sanlar, nesneler ve be- lirsizlik duygusu... Bu belirsizlik, izle- yiciye de görüntüleri algılarken daha çok düş kurma, belleğini zorla- ma olanağı veriyor. Çünkü söz konusu olan, "yalnız beklen- tOerin ve getişmelerin belirsizliğide değil; bet- leğin, anılann da belir- sizliği.'' Bu belirsizliğin sürekliliği var, devamı gelecek gibi. "Devinimli bir anlatımda, kuşkusuz görüntüler, devinimin yarattığı ayn bir zenginlik de elde ediyorlar. Sayısız ola- sılıklara açık bir dünva. sonuçta böyte- ce, düşlerin, umutiann, korku ya da bek- lentüerin yansunalannıda buhıyor.Orson VVellesşöyledemişti: Kamera, görüneni çeken bir makinedeğildir\alnizca; bize, bilmediğimiz bir dünyadan haberier getiren çok önemli bir araçtır da... Görüntü bir düştür. düş biçimsiz, anlaşMmaz. bunabmlıolabilir, hatta bazan bir kabusa dönüşebiür ama asla sıradan olamaz." Fotoğraflannda gelecegin dınamız- mi kadar. belirsizliği ve sayısız olasılık- lara açıklıginı ortaya koymak istiyor. Söz söz, izleyicinin tasanmına, düş gü- cüne, yorumuna açık. "tnsanlar hep kesinöğe ulaşmak isti- yoriar. Ama dünyada her şey belirsiz. Sanırun benimfotoğrafimdabir özelHk de bu: Ne olacagını kimse büemez, ne- reden gelip nereye ghtiğinıiz bdirsiz. Hiç- bir şey kesin değiL." "Fotoğraf" diyor Abidin Dino, "her şeyden önce bir sezgi, bir coşku, bir sevgi." "Şakirsu altında birdalgıç; za- manın akışı içinde, bir daha gelmezli- ğin peşinde çırpımr durur." Hiç eksilmeyen meraki, heyecanı, en çok da coşkusuyla, zamanın ve rengin akışma kendini kaptırmış, sürekli deği- şimin, sorgulamanın, keşfetmenin, ya- kalamanın, yeniliğin, belgelemenin; bir başka türlü duymanın, görmenin, tasar- lamanın peşinde... 'Bütün yaşamıboyun- ca izkdiği ve fotoğrafinı çektiği Türki- ye' ile. Serginin izlenim defterine göz attığı- mızda, belki de Şakir Eczacıbaşı'nın amaçladığı gibi; fotoğraflanndaki belir- sizliğin, izleyiciye görüntüleri algılarken daha çok düş kurma, kendinden bir şey- ler katma, kendi belleğini zorlama, bir düşünceler zincirini harekete geçirme olanağını verdiği görüyoruz: "Gdecek mutiuluğun imgeleri' 'Tablolannız' bana mutluluk verdi./ Gerçekler bir fotoğrafta, ancak bu ka- dar hayal, huzur verici ve de en önem- lisi sanat olabilir./ Renklerin cümbüşü içinde sanki nereye gideceği belirsiz bir rüya görmüş gibi oldum./ Doğurn gü- nümde 'Renk Yolculuklan' ıle bilseniz nerelere gittim.../ Ufkum açıldı, mutlu dönüyorum./ Müziği duymasam rüya- dayım zannedeceginı. Gözünüzün değil, yüreğinizin rengi için esen kalın.' Ken- dimi sanki hızla giden bir otobüsün pen- ceresinden yaşama bakar gibi hisset- tim./ Yaşamın doğallığı içindeki hare- keti estetize eden olağanüstü bir sergi./ Solgun nisan gününde yalnız ışığın ay- dmlattığı renkler arasında yalın yolcu- luğa çıktım./ Flu bir dünya. Güzel! tn- ce! Sezgisel! / JCısa ve renkli, eğlence- li yolculuk. Renklerin tadına doyulmu- yor./ Adı üstünde renk yolculuklan... Hayatım boyunca renkleri bu kadar gü- zel kullanan fotoğraflar görmemiştim. Eminim ileride gazetecilik hayatım bo- yunca aklımdan çıkmayacaklar. Özellik- le 12 no'lu fotoğraf... Hayatım boyun- ca bunu yapmaya çalışacağım./ Renk, sis, büyü; büyücü Şakir Amca! Yine Abidin Dino'yu anımsıyoruz: "Fotoğraflann bir çeşit belirsizliği, ha- yal etme kapılanm ardına kadar açmış seyirci için: BeUeğin belirsizliği. Bun- largörülen değil, anılan imgeleryada peşin hayal edilen imgeler. Belki, gele- cek mutiuluğun imgeleri..." Gazeteci-yazar Turan Yavuz'un çektiği belgeselin yapımcılığını BravoYapım üstleniyor TroçkFnin Büyükada'dald günleri GÜL ERÇETİN Sovyet devriminin lıderlerınden Leon Davidov Trocki, Lenin'ın ölümünün ardından Staün'le girdi- ğı ıktidar savaşımını kaybedince kaderi az çok belir- lenmişti: 1929 yılında Türkiye'debaşlayan, 1940'ta Mexico City'de bir lspanyol komünisti olan Ramon Mercader'ın başına vurduğu kazma darbesiyle sona eren sürgün hayatı... Sürgün yolculuğunun başında hiçbir Avrupa ülkesi kabul etmez Troçki 'yi. Stalin'in Ankara'yla bu konuyla ilgili olarak yaptığı müzake- relerde Troçki'nin sağlık sorunian gerekçe gösteri- lir. Ancak Troçkı'nin gemıde Atatürk'e yazdığı mek- tupta kendi isteğiyle gelmediğini açıklaması üzeri- ne sürgüne gönderildiği anlaşılır. Bundan sonra Türkiye için en önemli sorun, Troç- kı'nin güvenlığidır. Türkiye'den sonra gittiği Fran- sa'da sokaga çıkması, Troçkistlerle görüşmesi yasak- lanmasına karşın Troçki gönülsüz olarak geldiği Tür- kiye"de sürgün yıllannın en güvenli ve rahat döne- mini geçirir. Atatürk, vali aracılığıyla gönderdiği mektupta, istediği kişiyle görüşebileceğini, istediği yere gidebileceğini, istediğini yazabileceğini bildi- rir. Troçki'nin kaldıgı Büyükada'ya pek çok Troç- kist gelir, stratejiler saptarlar, Troçki en önemli ya- pıtlannı burada kaleme alır. Türkiye'nin tanıtımına katkı için... Ancak bu arada Türk-So\'yet ilişkilerini de yakın- dan takip etmektedir. Ismet tnönü'nün 1933 yılında Moskova'ya giderek Stalin'le sekız milyon dolarlık bir kredi anlaşması imzalaması ve Türk basınınm Stalin'den övgüyle söz etmesi üzerine Büyükada'da panik yaşanır. Troçki temmuz ayında Türkiye'yi terk eder. Gazeteci-yazar Turan Yavuz, Troçki'nin Istanbul günlerini, Türklerle ilişkilerini, Atatürk ve Türk hü- kumeti ile yazışmalannı, Türkiye ile ilgili düşünce- lerini ve Meksiİca'da Stalin tarafından görevlendiri- len bir ajan tarafından öldürülene kadar başmdan geçenlen konu alan Sürgün başlıklı bir belgesel çe- kiyor. Yapımcılığını Bravo Yapım'ın üstlendiği bel- gesel tngilizce olarak hazırlanırken uluslararası fes- tivallerde ve televızyonlarda gösterilmesi amaçlanı- yor. Canlandırma bölümlerı Rusça çekilen ve tngı- lizce altyazılı gösterilecek olan belgeselde Troçki'yi, daha önce liderin bütün hayatım bir filmde canlan- dırmış olan Rus tiyatro ve sınema oyuncusu Viktor Sergachev canlandınyor. Yapımda Troçki'nin eşi Na- talia'yı Türk izleyicilerin yakından tanıdığı tiyatro sanatçısı Işık Yenersu, oğlu Sedov'u balet Tan Sag- türk, kızı Zina'yı Türkan Kılıç. kendisini Türkiye'de bulunduğu yıllarda maddı olarak destekleyen Ray- mond MouMnier'ı Uğur Cuci, eşi Jeanne'ı da Şeh- naz Çakıralp oynuyor. Görüntü yönetmenliğini Co- tin Mounier'in üstlendiği belgeselin muziklerinı Fa- • Troçki'nin Istanbul günleri, Türklerle ilişkileri, Atatürk ve Türk hükümeti ile yazışmalan, Türkiye ile ilgili düşünceleri ve Meksika'da Stalin tarafından görevlendirilen bir ajan tarafından öldürülene dek başından geçenleri konu alan 'Sürgün'ün çekimleri Büyükada'da sürüyor. tngilizce hazırlanan belgesel, festival ve televızyonlarda gösterilecek. Troçki'yi Rus oyuncu Viktor Sergachev canlandınyor. (Fotoğraflar: KUBlLAY TÜNTÜL) hir Atakoğlu hazırhyor. Turan Yavuz'la belgesel üze- rine söyleştık: -Troçkikonulu bir belgeseiçekmeye nasıl karar ver- diniz? Altan Öymen'le Pazar 11 programını hazırlıyor- duk. 1994 yılında Zapatistalan hazırlamak için Mek- sıka'ya gittık. Bu arada Troçki'nin Mexico City'de- ki evini ve Troçki Müzesi'ni ziyaret ettik. Bir anda aklımıza geldi. "Bu adam Türkiye'de de bulunmuş- tu,Türkive bölünıleri nerede" dedîk. Troçki Vakfi yet- kilileri birtek Türkıye'dekı yaşantısıyla ilgili bılgi top- layamadıklannı söylediler. Oradan hareketle, Türki- ye'ye döndüğümüzde araştırmalar yapmaya başla- dık. 1995 yılında eşim Ayda Yavuz. 'Sürgün' başlık- lı 19 dakikalık bir belgesel yaptı. Bu belgesel CINE 5 Kısa Film Yanşması'nda ıkinci oldu. Daha sonra ben de Türkiye'nin tanıtımına da katkıda bulunaca- ğı düşüncesiyle bu belgesele başladım. - tngilizce çektiğiniz belgesel nasıl bir tanrtım ola- nağı sağlayacak Türkiye için? Türkiye'de yurtdışına yönelik fılmler yaptığımız zaman çok propaganda kokuyor. Hep uluslararası bir sahsı alıp onun etrafinda Türkiye'yi anlatmayı dü- şünmüştüm. Şimdi de Troçki'den yola çıkarak Cum- huriyetin ilk on yılı, Mustafa Kemal Atatürk kimdir gibi konular da gündeme geliyor. Dünyada hiçbir ül- ke Troçki'yi kabul etmiyor, ama Türkiye kapılanm açıyor. Çünkü Atatürk altı yıllık Cumhuriyetine o ka- dar çok güveniyor ki, Troçki gelmiş, gelmemiş um- runda değil. Filmi Ingilizce hazırlayarak Ingilizce fes- tivallere sokmak istedik. - Yönetmenlik daha önceden de var mıydı akfanız- da? On yaşımdan beri hep iki meslek üzennde durdum. Bin gazetecilikti, diğeri yönetmenlik. Gazeteciliği hal- lettim, şimdi sıra yönetmenlikte. Inşallah bundan da başanlı çıkanm. Biraz zor bir iş. Televizyona ben- zemiyor. Daha iyi planlanması, daha ciddi çalışılma- sı gerekiyor. 'Yaşayan tanıklar bir bir gidiyorlar' - Belgeselin canlandırma bölümleri nerelerde çe- kilecek? Büyükada'dakı bölümlerin dışında Karaköy tske- lesi'nde çekilecek olan, Türk yetkilüer tarafından karşılanış ve bir gemiyle Marmara'da çekeceğimiz tstanbul'a geliş bölümleri var. - Belgesefi Troçki'nin evinde çekemiyorsunuz_ Ne yazık ki. Ev şu anda yıkıntı halınde. çatısı da çökmüş. Eskiden içine girilebiliyordu, ama artık içi- ne bile girilemiyor. Büyük olasılıkla uzaktan bir plan- la bugünkü halinı göstereceğiz. -Araşnrmalannızda hangjkaynaklardanyararlan- dınız, yaşayan tanıklara ulaşabildiniz mi? Yaşayan tanıklar ne yazık ki bir bir gidiyorlar. Bü- yükada'da Muhtar Bilal var. Babası Troçkı'nin ko- rumalanndanmış. O hatırhyor. Futbolcu Lefterilk bel- geselimizi yaptımızda anlatıyordu. Lefter onun ku- cağına otururmuş, Troçki de onun başını severmiş. Mîna Urgan'ın 'Bir Dinozorun Anılan'nda ayırdığı bir paragraflık bölüm var. Yazılı kaynak olarak da Isa- ac Dokher'ın 'The Prophet's Outcast' adlı üç ciltlik kıtabı ile ona çok gönderme yapan Ömer Sami Co- şar'ın 'Troçki tstanbul'da' adlı kıtabı. Bir de çok ge- niş bir gazete taraması yaptık. En önemli kaynak da benim için Troçki'nin 1938 yılında büyük olasılık- la parasız kaldığı için Harvard Üniversitesi'ne sattı- ğı öze) kâğıtlan. Okâğıtian buldum. Içlerinde Istan- bul valisinin mektubu, dışişleri bakanı Te\fık Rüştü Aras'm mektubu, o mektuplara yanıtlan yer alıyor- du. Bunlar da anlatım bölümlerinde kullanılacak. - 'Sürgün'ün gösterileceği yerler beDi mi? Henüz kesinleşmiş bir festival yok. Festivaller biz- den VHS kopyasını bekliyorlar. Ekim, kasım tarih- lerinden itibaren Nevv York, Londra, Chicago ve Ja- ponya'da Jamagatsa festivalleri düşünülüyor. Bu fes- tivallerden iyi dereceler alırsa önümüzdeki yıl şubat ayında Berlin Film Festivali bile olabilir. KUŞBAKIŞI MEMET BAYDUR Merdivenli Su Bakın neleri nasıl güzel, nasıl tüyler ürpertici bir ustalıkla anlatıyor Melih Cevdet Anday: "Ağaçla- ra ilişkin kimsenin bilmediği bilgiler vardır. Onlara 'bekleyenler' adının verilmesi istendi gerçi. Ama nefretle karşılandı bu öneri ve 'eşyanın gerçeği epik bilimin romantizmidir' denmekleyetinildi. Yalnız söz- cüklerle bilen, ama bu sözcüklerin gösterdikleri eş- yayı bılmeyen, gene de sözcükleıie onlann göster- diği eşya arasında kesinkes birbenzerlik olduğunu söyleyen, ancak bu benzerlikte hangi yanın önce geldiğinin bilinemeyeceğini, belki ikisinin bir anda bir arada doğduğunu, ama ayn tannlardan yaratıl- dığını, bu tannlann ise bifoirierini hiç görmedikleri- ni, tanımadıklarını, buna karşın birbiheriniyadsıdık- lannı ileri sürenlere karşı hiçbir zaman tür adlannı tütmadım. Anlamak beni mutsuz kılıyor, anlamadı- ğım kitaplaria yaşayabiliyorum. Merdivenli sulann camı. Masa ile iskemleyi hep bir arada düşündüm, böylece ikisi de yok oldu, geriye bağıntılann imge- si kaldı. Bağıntılann canı vardır, ürerler ve mantığı yaratıhar." Böyle başlayıp aynı enfes yoğunlukta sürüyor Bö- lümlemeter şiiri. Güneşte adlı kitaptan. özlemişim Melih Cevdet Anday şiiıieri okumayı. Bir bilgenin ama muzip, soğukkanlı, çocuksu, alabildiğineciddı ama dalga geçen bir bilgenin sayfalarına dokunduğumu düşünüyorum okurken. Sevgili Anday'ın deneme- lerinden çok şey öğrendim ben. Oyunları, hele Mi- kadonun Çöpleri, oyun yazmama neden oldu. Ama önce şiirleri! "Yıldızın gittiği yer bilinmez. Oysa adam gene de gidiyordu." Sabahın ilk ışıklan. Bir obua sesi. Otundum bütün kıtabı okudum baştan sona. Sonra bir daha okudum sondan başa. On yıldırokuyorum bu kitabı. Güneş- te oku oku bitmiyor. "Gök boş. Nereye bağlasam atımı?" diye soran bir şiin nasıl bitirebilirsiniz, bilmi- yorum. öğrenmeyi de, gülmeyi de, hüzünlenmeyi de beceriyorum bu şiirleri okurken. Yann değil, öbür- günü anlatıyor Melih Cevdet Anday. Taklit edilebilir mi bu? • • * "Anımsamak unutmanın karşıtı değildir. Anımsa- mak unutmanın bir biçimidir" diyor Milan Kunde- ra. Bunun doğru olduğuna inanıyorum. On, yirmi, otuz yıl önce yaşanmış günlerin, gecelerin, anlann onlan yaşayan herkes tarafından bambaşka anım- sandığını gördüm defalarca. Herkesin haklı olduğu- nu anlamamsa çok uzun sürdü. Tanklar gıder, ar- mutlar kalır sonunda. Gerçekten daha gerçek şey- ler de vardır. Hastalıklann en korkuncu Lieblosigke- it. Bir türlü sevememek durumu. Sevme yeteneği- ni yitirmek. Evet, bir yetenektir bu da. Incinmek in- citmekten çok daha basit demiş Beckett. Işleri ka- rıştırmak gerekmez. Belki Beckett gibi aşk ile sev- gi arasındaki keskin sının da görmek gerekiyor. ••• Düşüncelerin şiiri olmalı. Anday'ın şiiri ömek de- ğil midir buna? Şiirsiz düşünce düşünmeden düşer merdivenden tepetaklak. Düşüncelerin şiirini bulmak zorundayız. Buysa hemen her şey gibi bir "dil" so- runudur yalnızca. Bir düşünce dili. Kumsalın tarihi değişkendir. "Seslerinizi tanıyabilecek miyim hâlâ? Uzun zamandır sessizliği dinleyerek bekliyorum" diye yazmış halo Calvino. Wittgenstein okuyorum ve anladığımı sanıyorum. Sonra kendımle dalga ge- çiyorum. Bu eylem bile "anladığım "sanısını güçlen- diriyor. Anlamadığımı kanıtlamak için daha çok oku- mam gerekiyor sanınm. Edebiyat bir okuma biçimi- nin ürünüdür kaçınılmaz olarak. Orneğin Orhan Pa- muk'un romanlan. Ben onlan değerli ve iyi yazılmış romanlar olarak okuyorum. Başkalan başka türlü oku- yoriar aynı romanlan. Metin aynı, okuma biçimleri farklı. Her kitaptan yalnızca anlamak istediklerimizi anlıyoruz. Doğaldır bu ama öte yandan "tinsel ca- hilliğin o ürkütücü kendini beğenmişliği", o muaz- zam bilgiçlik! Ağaçlara ilişkin kimsenin bilmediği bil- giler vardır. Gerçekten vardıri Bir deftere bir başka defterden iki satır kopya et- mişim. Şöyle bir cümle: "Ağaçlar, sahipleri öldük- ten sonra da çok güzel büyürter." Ölüm oranı yüzde yüz olan birtek hastalık var Hâ- yat! Diğer hastalıklarda küçük ya da büyük bir kur- tulma olasılığı vardır. Birtek hayat, kaçınılmaz ola- rak ölümle sonuçlanıyor. Kim kimi doğuruyor belli değil. Tennessee Williams'ın bu konuyla ilgisiz gi- bi görünen bir lafı geliyor aklıma (aynı defterden): "Oyunlar maalesef sahneleniyortar. Ne yazık ki on- lan yazıp bir köşeye atamıyorsunuz!" Bu satırların altına Sayın Memet Fuat'tan şu cümleyi kopya et- mişim: "Anı kıtaplannda amacın doğrulan ortaya çı- karmak olduğunu sanmıyorum." ••• lyimserlik her zaman kötü bir durum değildir. Ge- nellikle olumsuz bir düşünce ya da cümleyle başlar ve bir akıl güzelliğine dönüştürür kendini. Incinmek incitmekten çok daha kolaydır. Evet, ağaçlar sahip- leri öldükten sonra bile çok güzel boy atariar. Ama en önemlisi, ağaçlara ilişkin kimsenin bilmediği bil- giler vardır. Siz siz olun, Melih Cevdet Anday'a ina- nın. Ben inanıyorum. Ingiliz oyuncu Bob Peck öMü • LONDRA (AFP) - Ingiliz tiyatro ve sinemasının deneyimli oyuncusu Bob Peck (53), uzun yıllardır savaş verdiği kansere yenik düştü. Shakespeare Kraliyet Tiyatrosu ve Ulusal Tiyatro'nun önemli yapımlannda oynayan, çok sayıda sinema ve televizyon fılminde rol alan Peck, Steven Spielberg'in 1993 yapımı 'Jurassic Park' filminde 'avcf rolündeydi. Peck, Ingiliz televizyonlannda gösterilen 'Edge of Darkness' adlı korku filmindeki detektif rolüyle Ingiltere'de en iyi oyuncu ödülünü kazanmıştı. Tiyanonun Türküsü' AKfflde • Kültür Servisi - Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD), 10. kuruluş yıldönümü kutlamalan çerçevesinde bugün saat 20.30'da Istanbul Atatürk Kültür Merkezi'nde 'Piyanonun Türküsü' grubunun sunacağı bir konser düzenliyor. 'Anadolu'nun Sesi' ve 'Anadolu'daki Armoni' olmak üzere iki bölüm halinde gerçekleşecek olan konserde piyanoda Lara; ney, saz ve davulda Burak; klavye ve vokalde Emin yer alacak. Parçalann besteleri Sare'ye ait (25156 00) BUGUN • CRR'de saat 19.30'da Hüsnü Onaran'ın Mozart, Schubert ve Lizst'in yapıtlannı sunacağı piyano resitali yer alıyor. (232 30 98) • BİLGİ ÜNTVERSİTESt'nde saat 16.00'da 'Nothing Personal', 18.00'de 'Heav>', 20.30'da 'Ran' adlı filmler gösterilecek. (216 00 00)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle