22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 MART 1999 PERŞEMBE OLAYLAR VE GORUŞLER Ahlak ve Bilim Adamı Doç. Dr. ŞÜKRAN ŞAHİN 0 nsan ahlakını dfizeltecek bir for* I nıiil henüz keşfedilmedi, bu ne- denle bu yöndeki öğütier, ahlak- sızhğa bir de iki yüzlülüğü ekle- mektedir. Bu sözler; Bertrand RusseTın Sorgulsyan Denemeter adlı yapıtından alınmış, ınsan ahlakı ile ilgili saptamalandır. Insan ahlakı, tari- hin eski günlerinden bu yana, üzerinde en çok konuşulan konulardan biri ol- muştur. Görünen o ki, yüzyıllarca daha konuşulacak gibidir. Kimileri, gerçekten ahlaklı olduğu için ahlaksızhğa tepki vermekte, kimileri ise, ahlaksızlığını giz- leme çabasıyla tam bir iki yüzlülükle, en ahlaklı kişiden daha çok ahlaksızhğı eleştirmektedir. Bilim adamlan ise, ne- denleri ve sonuçlanndan hareketle soru- na çözüm üretmeye çalışmaktadır. Universitelerde de artan ölçülerde, en çok konuşulan. en güncel konu, bilim eti- ğidir (ahlakıdır). Bilimsel hırsızlıklar, her fırsatta gündeme getirilmekte ve bu- na çözüm üretilmeye çalışılmaktadır. Öte yanda akademik yûkseltmelerde öl- çüt (kriter) belirleme çalışmalan da yar- kurullarda (komisyonlarda) yoğun bir biçimde sürdürülmektedir. Aslında aka- demik yükselme ve atamalar için ölçüt belirlenmesi ve bunlann madde madde, kurallar bütünü konumuna getirilmesi, bu ülkenin bilim adamlan adına bir ayıp- tır. Bu söylemden. bu ölçüt beürleme'ye karşı çıktığım sanılmasın, tam tersi, ken- dim de böyle bir model hazırladığım gi- bi, bu konuda çalışan bir yarkurulda biz- zat bulunup raportörlüğünü yaptım. Bu- lunulan nokta böyle bir modellemeyi zorunlu kılmaktadır ve bu somut koşul- lar ortadayken, bu modellemeye karşı çıkmak olanaksızdır. Aslında, 'biraraş- tıncının çalışmalannuı tümünii ya da bir ktsnunı kendi çaltşması gibi göstertnek' olarak tanımlanan bilimsel hırsızlığın temelinde, üniversitelerde birbilimsel etik geleneğinin (ahlakının) oluşmamışhğı gerçeği yarmaktadır. Bunun yanı sıra, akademik yûkseltmelerde yaşananlar bunun dışında degildir ve kanımca bilim etiğinin tam da ortasındadır. Bu tür ça- lıntı araştırmalann sayısı ile karşılaştı- nldığında, akademik yükseltme ve ata- malarda yaşanan etik dışı davranışlar kat kat daha fazladır. Birinde çalınan bir araştırmadır, öbüründe gaspedilen bir unvandır. Birincisinde suç bireyseldir, ikincisinde olayajüri üyeleri vejüriye ma- nevı baskı uygulayan ba§kalan da katıl- mıştır, yani organizedir. Bu tür bireysel suça ağır cezalar getirilmiştir, ama ikin- cisi için herhangi bir ceza maddesi bu- lunmamaktadır. Akademik yükseltme ve atamajürilerinin aynntılı incelemesi sonunda. bilimsel hırsızlık yapanlaror- taya çıkanlıp öğretim üyesi olarak atan- masının engellenmesi, bu kişilerin elen- mesinin ötesinde, başkalan için de cay- dıncı olacaktır. Ne var ki, gaspedilmiş unvanı geri almanın yasal zemini bu gün için bulunmamaktadır. • • • Akademik yükseltme ve atamalarda etik olmayan davranışlann önüne geçil- mesinin önemını açıklamak için, öyle uzun boylu örnek aramaya gerek bulun- mamaktadır Bugün üniversitelerimiz- de çevremize şöyle bir baktığımızda bu- nun inanılmaz ölçülerde yaşandığını gör- mek hiç zor degildir. Henüz bilimsel araştırmalan yeterli düzeyde olmayan birisi, akademik yükseltme için başvu- rabilmekte ve kendisi ile yakın ilişkisi olan ve ayn biçimde çalışan kıdemli öğ- retim üyesinden. jüriye kendi lehinde etki etmesini, hiç yüzü kızarmadan is- teyebilmektedir. Bu kıdemli öğretim üye- si de, yine hiç yüzü kızarmadanjüri üye- lerine ulaşıp 'benim adamımı' pardon 'benim adayımı" (ne demekse? çünkü her aday kendi kendisinin adayıdır, hiç kimse adınajüri önüne çıkılmaz) yine hiç yüzü kızarmadan 'doçent' ya da 'profe- sör yapıverin' biçiminde ricada buluna- bilmektedir. Giderek kimileri işi daha da ileri gö- türüp, sınav kapısına kadar gıtmekte, sı- nav öncesi jüri ile küçük bir söyleşi ar- dından, yine hiç yüzü kızarmadan sınav kapısındabekleyerekjüri üzerinde ma- nevi baskı oluşturmaktadır. Üstelik bu davranışını, adayın yetersız olduğunu bile bile, yine hiç yüzü kızarmadan yap- maktadır. Eğerjüri üyeleri gerçekten yü- zü kızarabilenlerden ise, böyle bir ada- yın, böyle bir 'rica'sı bulunsa bile, do- çent ya da profesörlüğe yükseltilmesıni reddedebılmektedir. Tşte bundan sonra küskünlüklerbaşlamakta, hem ricacı kı- demli öğretim üyesi, hem de onun 'ada- yı\ jüri üyelerine, yine hiç yüzleri kı- zarmadan küsebilmektedir ve o jün üye- si ile ilgili başka bir konuda karar vere- cek bir kurulda bulundukJannda ise olum- lu karar vermesi gereken durumlarda bi- le, yine hiç yüzleri kızarmadan olumsuz karar verebilmektedir. Bu gün üniversi- tenın özerk olmadığı bilinmekle beraber, yine de bazı konularda kurullar oluştu- rarak kararlar alınabilmektedir. Sonuç- ta, özerklik kınntısı sayılabilecek bu ku- rullarda, yanı sıra özerklik de katledil- mektedir ve üniversitelerde bütün bun- lar herkesçe bilinen gerçeklerdir. Bu ör- neğin tersi durumlar da yaşanmaktadır. Son derece başanlı bir aday, bilimsel yönden son derece yetersiz jüri üyeleri tarafından, yine hiç yüzleri kızarmadan başansız bulunabilmektedir. Üstelik bu karan veren jüri üyeleri, genelde bilim- sel araştırmalann sayı ve niteliği açısın- dan adaydan fersah fersah gerilerde ol- malanna karşm 'daha çok gençsin,bu ka- dar kısa zamanda bu kadar çok araşbr- ma da neyin nesi' gibi son derece düzey- siz çıkışlarla, hiç yüzleri kızarmadan adayın yükseltilmesini engellemektedir. Sonuç; yeterli olana ceza, yetersiz otana ödûl! Sonuçta gençler, öğretim üyeliği- ni hak etmemiş bu 'öğretim üyeleri' ta- rafından eğitilmektedir, daha doğrusu eğitilememektedir. Eğitilememektedir, çünkü dağarcığın- da bilgi yoktur, eğitilememektedir, çün- kü yüreğinde ahlak yoktur. Yüreğinde ve beynınde ahlak olmayan bu öğretim üye- leri, ya da adaylan, hiç katkıian olma- dığı durumlarda bile, aynı birimde araş- tırma yapan master ya da doktora öğren- cisinin yaptığı her araştırmanın yazısı (makalesi) yazılırken, yine hiç yüzleri kı- zarmadan yazıda yazarlar arasına adla- nnın yazılmasını isteyebilmektedir. Öğrencı çaresiz bunu kabul edecek- tir, reddettiği anda ise. bavulunu topla- yıp kendisine iş aramaya başlayacaktır. Daha da direnirse potansiyel bilim hır- sızı olarak suçlanacak ve kanıtlayama- dıkları bu suçlamalan dedikodu biçi- minde yenı iş yenne de ulaştırarak aka- demik toplulukta yaşam hakkı elinden alınacaktır. Bütün bunlar trajedi yazma- yı seven bir senaristin senaryosunun bir bölümü degildir, bunlar bugün üniver- sitelerde yaşananlann ta kendisidir, Cum- huriyet Bilim Teknik Dergjsi'nin geçen sayılannda. Prof. Dr. Hasan Yaacı'nın. bilimsel hırsızlıklarla ilgili, aynntılı gü- zel bir yazısı yayımlandı. Prof. Yazıcı. bilimsel hırsızlık yapanlann listeler ha- linde ilan edilmelerini önermektedir, çok yerinde bir öneri. Ancak, Sayın Yazıcı, bunun etkin ola- bilmesı için, öncelikle yüzü kızarabilen öğretim üyelerine gereksinim bulunmak- tadırve ne yazık ki insanlar öyle gizem- li değnekle dokunmuşcasına, ansızın ah- laklı, yüzü kızarabilen insan haline ge- lememektedir. Bürün bu olumsuzluklann sorumlusu ise YÖK olarak gösterilmektedir. Kimi olumsuzluklannı ve eksikliklerini ka- bul etmekle birlikte, YÖK ne yapsın, elinde sihirli değnek yok ki dokunarak insanian ahlaklı duruma getirsin. Geri- ye sadece, katı kesin kurallar koymak kal- maktadır. Bu kurallar aslında bilim adı- na polisiye önlemlerdir ve ne yazık ki bi- limselliğımizi bile polisiye önlemlerle ko- rumak dunımu ile karşı karşıya bulun- maktayız. Yeni Dünya Düzeni'nin (YDD) getirdiği sonuç; ahlakta aşınmadır ve bu toplumun her kesiminde yoğun olarak ya- şanmaktadır. Ne yazık ki üniversitede- ki öğretim üyesi bu aşınmadan bağışık olamamıştır. 1- Bertrand Russel: Sorgulayan Denemeler (Sceptıca! Essays). TÜBİTAK Yayınlan, An- kara, 19%. 2- Hasan Yazıcı. Bilimsel Yagmacılık Üze- nne.Cumhunyet Bilim Teknik, 13 Subat 1999. "Üs yok, tesis var." Bu sözü anımsayacaksınız! 1965'lerde Baş- bakan Süleyman Demirel, Türkiye'dekı ABD dinleme "tesis "lerinden böyle söz ederdi. Bu te- sisler Sovyetler Biriiği'ni "dinlemeye" yarardı. Kendi başlanna bağımsız yerlerdi. Buralarda Amerikan subaylan yaşardı. Kaptlannda Mehmet- çikler beklerdi. Içeriye kimse alınmazdı. Bir gün Genelkurmay Ikinci Başkanı Orgeneral Refık Tulga Sinop'taki bu "tesis "e gitmek istemişti, bin- bir güçlük çıkartmışlardı. Hiç degilse buralarda uçak yoktu. Saldın si- EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Incîrlik Denen Yer! lahlan yoktu.. Ya şimdi Adana'daki Incrrlik Us- sü'nde?.. Sayısız bombardıman, keşif uçaklany- la dolu... Hemen her gün havalanıp Irak'taki he- defleri bombalayan uçaklar burada görev bek- liyor. Komşu ülkenin köylerine, kasabalanna gi- dip ölüm yağdınyor!.. Şu günlerde, Hasan Cemal'in "Kimse Kızma- sın, Kendimi Yazdım" adlt anılannı okuyorum. Yir- MOzlğin noktası »STANBUL94 7 ANKARA 101.8 tZMlR 106.3 ADANA90 9 AFYON 102.0 ANTALYA 103.5 BAUKESİR94.7 BANDIRMA 94.7 BODRUM 91.7 BURSA95 7 ELAZIĞ 105 ERZİNCAN 101 ESKİŞEHİR 90.4 GAZİANTEP 94.7 GÖCEK 98.3 HATAY 99.5 KAYSERİ 92.5 KOCAEÜ 102 9 KÜTAHYA 94.7 MANİSA 94.9 MARMARİS 94.7 SİVAS 94.7 mili yaşlarda, hem de Siyasal Bilgiter Fakültesi'ni bitirmiş bir gencin yanılgılannı; daha doğrusu yanılgı saydtğı durumlan; derken uyanışını, ken- dince "doğru yo/"u bulmasını anlatıyor... Ben bu anılardan, Sinop'taki ABD üssüyle ilgili bir par- çayı almak istiyonjm. Hasan Cemal bu üssün dış güvenliğini korumakla görevli bir teğmendir "Karadeniz ve ötesindeki Rus askeri faaliyet- lerini izleyen birAmerikan radar üssü vardı Boz- tepe 'de. Karadeniz'e yemyeşil çay bahçelerinin arasından bakan harikûlade manzarası olan bir tepeydi. Her tûhü konfor vardı. Musluklanndan her dakika sıcak su akan, kaloıiferli, duşlu müstakilbir oda. Gündüzleri üssün ki- taplığından, akşamian ba- nndan yararlanıyordum. Benim Türk LJrası'yla içki içmem serbestti. Haftada iki gün değişik Amerikan filmleri oynardı sinemasın- • da. Cumartesi akşamian parti venlirdi. Trabzon'uu eşrafından aüeleriyle bir- likte katılanlarolurdu dans- lı toplantıiara." Yazar Hasan Kıyafet ın bir Amerikan tesısinde ya- şadığı olaylan da unutma- malı... Yedeksubay Kıya- fet, temizlikle görevli birta- kımın başındaydı. Ameri- kalılann pislikterini temiz- letilme görevini haber ola- rak duyurduğu için mah- kemelere düştü, hesap ver- di. Dağlarca nın bu konu- da yazdığı bir şııro günler- de dillerde dolaşmıştı. Hiç degilse bu üslerde ne uçak, ne de saldın silah- lan vardı. Şimdi öyle mi ya! Inciriik sanki bu ülkenin toprağı degil! Kiraladık mı, sattık mı, ne yaptık? Bir komşu ülkenin kolayca bombalanması olanağını nasıl oldu Amerikalılara ta- nıdık? "Tam bağımsız' bir ülke olan Türkiye Cumhu- riyeti'nin topraklannda ne işi var Amerikan askennin? Banş için geldiler desek, o da degil! Irak köy ve kasa- balannı bombalamak olay- lannı hertürlü dünyaTV'le- ri açık açık gösteriyor. inönü'nün bir sözü var: "Çağırırsınız gelirler, git dersiniz gitmezler..." Şim- di hangi hükümet "git" di- yecek ABD'lilere? Bir gün bakacaksınız Saddam'ın sabn taşmış, inciriik'e iki üç füze yollatmış. O za- man, kim Saddam'ı hak- sız sayabilecek? "Aydınlık"m son sayısın- da Doğu Perinçek, Hay- mana'daki hücresinde bu konuyu ele almış: "Hergün egemenliğimiz altında bulunan üslerden yabancı bayraklı uçaklar kalkıp mazlum bir halkı bombalarken asılbombar- dımana uğrayan Türkiye halkının vicdanıdır, başı dik yaşama özlemidir. Musta- fa KemalVn mazlum mil- letlerdavasıdır. Bu toprak- larda iyi ve güzel olan her şeydir." Mustafa Kemal'in ulusal politika tanımını bir anım- sasak ya: "Milli hudutlanmız dahi- linde herşeyden önce ken- di kuvvetimize dayanıp var- lığımızı koruyarak memle- ketin gerçek esenliğine ve bayındıriığına çalışmak." Inciriik, tam bağımsız Türkiye'nin soküp atması gereken bir ur değil midir? Bu üsteki güçlerin bizi ko- rumasına gereksememiz var mı? Kendi gücümüz yetmiyor mu sınırlanmızı, kendimizi korumaya? PENCERE Politikada Gerçeküstü... Gerçeküstücülük, nam-ı diğer 'sürrealizm'ln ba- bası Andre Breton diyor ki: "Ruhumuzun öyle biryeri varki, bu yerden bakınca, artık, yaşam- la ölüm, geçmişle gelecek, gerçek ve tasanm, dile getirilen ve dile getirilemeyen, yukan ve aşağı çelişik değildirler." Breton'dan dört dize: "Sıkılacak kuşlar Bir şey unutmuşsam eğer Okulun paydos çanını çalın denizde . Adını hodam çiçeği korduk" Kimileri diyebilir ki: - Bu ne saçmalık?.. Ancak edebiyatta sürrealizmin önemli bir akım olduğunu kirn yadsıyabilir?.. • 'Küskünler' adı verilen 116 milletvekilinin giri- şimiyle Meclis toplanıyor. Medya bu işe ne diyor: "Yüzsüz ittifak.." "Sivil darbe.." "Ahlaksızlık.." . . . Peki, toplanacak kurulun adı ne: "Büyük Millet Meclisi" Ne zamandan beri Meclis'i toplamanın adı "darbe"ye dönüştü... Ne zamandan beri "ahlaksızlık" oldu?.. Politikada sürrealist bir döneme girdiK Bir Frenk ressam demiş ki: i "- Deve sürrealist bir attır." Resim sanatında atı deveye benzetmek ger- çeküstücülüğün doğal marifeti... Bizim politikaya bakan da der ki: - Yok deve!.. Ama gördüğümüz, deve mi, at mı, eşek mi? • Avrupa'da medya, Apo'nun Türkiye'de yargı- lanmasına gölge düşürmek için neredeyse se- ferberliğe girişmiş; DGM'leri "bağımsız"ve "yan- sız" saymayan yalnız Batı medyası değil, Türki- ye'nin yargı kapsamında bağlı bulunduğu Avru- pa Konseyi 'Insan Haklan Mahkemesi'nöe bu yol- da kararlar oluşmuş... Türkiye'nin neyapması gerekiyor?.. Meclis'i hemen toplamak, anayasayı değişti- rip DGM'yi sivilleştirmek, dış dünyada yoğunla- şan düşmanca propagandanın sesini kesmek... Meclis'i "küskünler"\n değil "banşıklar"\n ça- ğırması, "demokratik" ve "ulusal" bir görevi ye- rine getirmekle eşanlamlıydı. Neden yapmadılar bu işi?.. •/ 'j. H Küskünlerle barışıklar arasında ne fark var?.. Fark açık seçik: 'Küskünler' listelerin alt sıralarına girmişler, 'banşık Tar üst sıralan tutuyorlar. Erken seçimin ertelenmesi, daha kargaşaya yol açabilir. Ancak, çıkış noktası ne kadar olumsuz olursa olsun, 'küskünler' Meclis'i toplamayı başardılar; şimdi toplanan Meclis anayasayı değiştirip DGM'leri sivilleştirmeden dağılırsa... Siz o zaman seyredin gümbürtüyü... Sevgili ERGİN ABİ, Dostluk ve insanlığmı özledik. Hakkı Zaboı, Abuzer Çolak, Sünımani Can. Cenpz Türksov, Cürel Demirel, Ahtnet Kardan, Perran Varol, Mehmet AK Yılmaz, Fecire Yazan, AH Yazan tLAıN TC ŞİŞLİ1.SULHHUKUK HÂKİMLİĞt'NDEN 1998/620 Davacılar Mahmut Atilla Alptekın vs. vekilleri Av. Ahmet Öztürk tarafindan davalılar Aziz Sözen-Muhar- rem Başsan aleyhıne açılan lpoteğin Fekkı davasında. 1- Eyüp, Güzeltepe Mah. Yavuzselim Cad. No: 10 adresinde bulunamayan davalı AZtZ SÖZEN. 2- Kağıthane, Gûrsel Mah. Çağlayan Yadigar Sok. No: 63 adresinde bulunamayan davalı MUHARREM BAŞSAN'a ılanen tebligat yapılmasına karar verilmış olup; Dava ile ilgili ibraz etmek istediğiniz belgeleri duruş- ma günü olan 08.04.1999 günü saat 10'a kadar gönder- meniz veya duruşmaya getırmeniz gerektiği, duruşma- ya gelmediğinız veya bir vekil tarafından temsil edil- medığıniz takdirde yargılamaya yokluğunuzda devam edileceği ve karar verileceği H.U.M.K.nun 509-510 maddeleri gereğince tebligat yenne kaim olmak üzere ilan olunur. 01.03.1999 ' . Basın: 9394 ANKARA 7. İCRA HÂKtMLİĞİ'NDEN EsasNo: 1998/310 Davacı Ayaz Tahır Türkistan ldıl Ural Vakfi vekili ta- rafından davalı Cafer KÜÇÜK aleyhine açılan tahliye davasının yapılan yargılaması sırasmda: Davalı Cafer KUÇUK'ün Gülseren Sokak 13/2 Mal- tepe/Ankara adresine çıkartılan davetiyelerin bila teb- liğ döndüğü, yaptınlan Emniyet araştırmalannda ise adresinin tesbit edilemediği anlaşılmış olup, iş bu da- valıya ilanen tebligat yapılmasına karar verilmiştir. Duruşma günü 6.4.1999 günü saat 9.00'a bırakılmış olup, davalı Cafer KÜÇÜK'ün duruşmaya gelmesi ve- ya kendısini temsile bir vekıl göndermesi, ibraz etmek istediği delil ve belgeleri dosyaya sunması, aksi halde duruşmaya yokluğunda devam edileceği ve karar ven- leceğı; İş bu ilan dava dilekçesi yerine kaim olmak üzere ila- nen davalı Cafer KÜÇÜK'e teblığ olunur. 19.2.1999 Basın: 9337 Ehliyetimi kaybettim. Hükümsüzdür. SAMtAKYÜZ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle