15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 ŞUBAT 1999 PERŞEMBE 14 KULTUR Ayşin ÜnaVınpop-art çalışmalan British CouncüSanat GalerisVnde sergileniyor 'P JL op-art'ı hep çok sevdim, özellikle de renkliliğini... Kadın-erkek çatışması üzerine kurulu sergi konseptim için pop-art çok uygundu. Her ilişkide, herkesin yaşadığı, çevremizde sürekli tanık olduğumuz sorunlar bunlar ve insan, çizgi-romana da bir o kadar yakın. Sergideki her resmin bir öyküsü var. Resim, bu öykünün başına ilişkin ipuçlan veriyor izleyiciye; sonu ise hiç belli değil. FECtR ALPTEKİN Genç ressam Ayşin Ünal ilk kişisel sergisini Ankara'daki British Councii Sanat Gale- risi'nde açtı. Ünal'ın pop-art çalışmalanndan olu- şan serginin konsepti. kadın ile erkek arasındaki iktidar çatış- ması. Sergi, başhğını çizgi- roman karelerinde sıkça rastlanan efektlerden alı- yor: 'Vrammp!' Resim çalışmalanna 1990 yılında tnci Eviner'in atölyesin- de başlayan Ünal. akademiye git- meyi hiç düşünmemiş. Kendi yanlışlannı yaparak öğrenmeyi daha doğru buluyormuş çünkü. 1995 yılına dek Eviner'le çalış- mış ve karma atölye sergilerine katılmış. Ünal, Özdemir Al- tan'dan da sanat tarihi derslen almış: "İnsanbireyselokumala- nnı yapıyor tabiL ama okuduk- lannızın başka bir yerlerden de Hiç bitmeyençaüşma bes- lenmesige- rekiyor. Hem konuşarak, tar- nşarak çahşmak, birlikte yo- rum yapmak daha akılda kaücı. AyncaAltan'ınbilgisiçokdeger- li bizim için." Resme ilk başladığında hemen hemen her şeyi denemış Ünal. Önceleri Eviner'in de etkisiyle so- yut resme, daha sonra soyut fi- güratif çalışmalara yönelmiş: "Eviner, içimdekini çıkarmak için pek çok şeyi denememi sag- lâdL Eviner'in atölyesinden aynl- dıktan sonra yeniden kendimi bulmam gerekiyordu. Bu nokta- da, Aitan'dan akitğım derslerin de etkisi olduğunu söyleyebili- rim." Ünal'ın ilk kişisel sergisi, yir- mi üç adet tuval üzerine akrilik pop-art çalışmadan oluşuyor. Unal, biraz da kadın ile erkek arasındaki iktidar çatışmasını sorgulayan serginin konseptine bağlantılı olarak pop-art"ı seçtı- ğini belirtiyor: "Pop-art'ı hep çok sevdim, özellikle de renklili- ğuıL.. Ama başlamak için biraz bekJemem gerekiyordu. Öyle "hadı yapay ım' deyinceounu>T>r, bir sürü deneme yaptım. Kadın- erkek çatışması üzerine kurulu sergi konseptim için pop-art çok uygundu. Her ilişkide, herkesin yaşadtğL, çevremizde sürekli tanık olduğumuz sorunlar bunlar ve insan, çizgi-romana da bir o ka- dar vakın. Bir gazeteyi ya da der- gryi açtığınızda mutlaka gözünü- ze çarpan bir çizgi-roman köşe- si vardır." Ünal'ın resimlerinde alıntı yok. Konsept çerçevesinde sergideki her resrrun bir öyküsü var. Resim. bu öykünün başına ilişkin ipuç- lan veriyor izleyiciye; sonu ise hiç belli değil. Resimde izleyi- ciye sunulan an, kadın ile erkek arasındaki iktidar çatışması sü- recindeki gerilim anı. Farklı za- man ve mekânlarda, belki biror- manda, belki bir sahilde. bir so- kakta ya da bir sanat galerisin- de, hep aynı hikâyenin aynı anı... Belli bir ironi var Ünal, kadın-erkek ilişkisinde yaşanan iktidar çatışmasınm son yıllarda iyice belirginleştığini düşünüyor: "tldtarafdabirbiri- nin üzerinde denetim kurma eği- liminde. Bu denetimi sağlayama- dıkça taraflardald kaygı arnyor. Sevginin dönüşmesfc leduygusal anlamda yaşanan çanşma,resbn- lerimde fiziksel olarak görünü- yor." Şiddet, Ünal'ın resimlerinde bir patlama, bir alev ya da erke- ği kovalayan bir boğa olarak şe- killenebiliyor. Ünal, resimlerin- deki şiddet öğesini hem insanın görsel belleğine yerleşmiş gerçek görûntülerin, hem de duygtısal şiddetin yansıması olarak tanım- lıyor: "Duygusalolanı pop-art'la vermek, duygusal şiddeti anlat- mak çokgüç. Fiziksel şiddeti gös- termek ise bu resim diliy le daha kolay ve anlaşılır. Hem duygusal çatışmanın gerçek yaşamda da hiçbir zaman fizikseUiğe dökül- medigi söylenemez." Ünal'ın resimlerinde kadın hep ön planda görülüyor. Arka plan- Hârem çekimleri tamamlandı Kültür Servisi - Ferzan Özpetek'in Türk- Italyan-Fransız ortak yapımı olan son filmi 'Harem Suare'nin çekimleri tamamlandı. Ekim ayında Türkıye'de tstanbul ve Bursa'da başlayan çekimler aralık ayı ortalanndan itibaren ltalya'da gerçekleşti. Filmde Abdülhamit'i Haluk Bilginer. Valide Sultan'ı Ayla Algan, harem ağası Nadir'i Fransız oyuncu Alex Descas. Safiye'yi Fransız oyuncu Marie Gillain. Abdülhamit'in eşi Selma'yı NUüfer Apkalın. fılmin önemli karakterlerinden Gülfıdan'ı da Serra Yılmaz canlandınyor. Harem'in karanlıkta kalmış yönlenne ışık tutan, Osmanlı saltanatını anlatan filmde Alfonsina Lettieri tarafından tasarlanan 800'ün üzennde kostüm, bırkaçı gerçek olmak üzere 160 kadar gerçeğe yakın taklitte takı kullanılmış. daki erkeğin ise başına mutlaka bir felaket geliyor. Ünal, bu gö- rûntülerin kesinlikle feminist bir yaklaşımın sonucu olmadığını vurguîuyor: u Kadın ya da erkek gibi bir kaygım, aynmım yok. Resimlerimde erkek de önde ota- biErdL Sanının model olarak ken- dimi seçtigim için kadın ön plan- da ^yeraldı." Ünal'ın resimlerinde erkek, bir boğa, yılan ya da köpekbah- ğı tarafından kovalanabiliyor. Hatta, bir sanat galerisinde yaşa- nan gerilim anında bir heykel düşebiliyor erkeğin kafasına. Ünal, resimlerine belli bir ironi katmayı yeğlıyor: "Resimfcrim- de gördüğünüz şeyler, gerçek ya- şamda pek deolabuecek şeyter de- ğil tabiL. Bir heykel niye kınlsuı da adamın başına dfişsün? Car- toon yaklaşımı var, mizah var re- simlerimdc. Olaylara bö>lebak- mayı soiyorum." Süper kadının 24 saati Ünal, sergi konseptinin, tesa- düfen yaptığı birkaç resmin ar- dından ortaya çıktığını belirti- yor. Sergide yer alan 23 resim bir yılda tamamlanmış. Çalışır- ken ilk önce konu belirliyor, ar- dından öyküyü kafasında kurgu- luyor ve eskiz yapıyor. En önem- li noktanın ise kullanacağı ruva- lin boyutlanna karar vermek ol- duğunu söylüyor. Unal'ın gelecek projesinde yi- ne kadın var. Sergi konsepti, bir süper kadının 24 saatı: "Basuı- da bir süper kadın yaratma eği- Bmi var. Özellikle baa dergiler ka- dınlara nasıl makyaj yapmalan. nasıl giyinmeleri, nasıl davran- malan gerektiği konusunda for- müfler verip duruyorlar.Öte yan- dan bu dergiler sanldığına göre bö>le bir talep de \ar demek. Çok ters geliyor bana_. Bö\ le bir sü- per kadının 24 saatini kare kare anlatmayı düşünüyonun. Bun- lar henüz kesinleşmiş değil, ama gelecek çanşmaianmda fotograf- tan yola çıkmak da tasanlanm arasında." IŞILDAK VE YELPAZE ATİLLA BİRKİYE öü KültüArnayutköyü, Kültür Girişimi, Üçüncü Köpnü Vesaire... Sözcüklerde, yollardaki işaret levhalannda, hari- talarda, hatta yazım kılavuzlannda "Amavutköy" ya- zıyor. Sanınm Arnavutköyü olmalı; çünkü burada "Arnavud" ad halinde; srfat halindeki ad tamlama- lannda da olsa, yine Arnavutköyü diye yazmak ge- rekmiyor mu? (Arnavutciğeri, Arnavutbiberi vb!) Neyse sorun, Arnavutköyü'nün şöyte ya da böy- le yazımı değil. Sorun çok büyük. Büyük bir bela var. Boğaz'ın üzerinde. Çünkü Arnavutköyü'nün üstünden üçüncü boğaz köprüsü geçiyoıi Köprünün projesi tamamlanryor: ya- kında ihaleye çıkıyor! Özcesi, başta Arnavutköyü'nü, Boğaz'ı ve Istan- bul'u büyük bir felaket daha bekliyor. Güzelim Bo- ğaz'ın "ırzına" bir kez daha geçiliyor; yüzlerce tarihi yapı ortadan kaldınlıyor; tarihi rjoku bozuluyor, yeşil kaldığı kadanyla yerini betona bırakıyor, toprak yağ- malanıyor. Sizin anlayacağınız "çirkinlik" ve tabii ki "çkar" diz boyunu geçiyor... • • • 27 Ocak Çarşamba günü saat 21.00'de başla- yan, NTV'deki Nuri Çolakoğlu'nun yönettiğı "Eni- ne Boyuna" adlı programda Kültür Girişimi'nin beş temsilcısı vardı: ismail Cem, Talat Halman, Metin Sözen, Doğan Hızlan ve Şakir Eczacıbaşı. Kültür Girişimi'nin temsilcileri, haklı olarak yap- mak istediklerini açıkladılar: Türkiye'de "kültür" adı- na neler yapılması gerektiğini söylediler. Program akarken saat 22.20 olmuştu. Çolakoğ- lu, kentlilerin kendi sorunlarına sahip çıkma konu- sunda, Arnavutköyü halkının üçüncü köprüyü pro- testo eylemlerinden söz etti. "Evet" denip lafı da ke- sildi. Hepsi bu kadar. Oysa -bence- işin başında "ne yapacaksınıza, ne yapmak istiyorsunuza" karşılık olarak "Işte Istan- bul'a üçüncü boğaz köprüsü yapılmak isteniyoç çok değerii bir doğa ve kent parçası hunharca parçala- nıyor, bozuluyor, yağmalanıyor, biz üçüncü, dördün- cü köprübre karşıyız" demek, kültür bağlamında, ya- pılmak istenileni" çok iyi açıklayacağı gibi tüm gö- nülleri de fethedecekti. O çok övündüğümüz fetih gibi... 31 Ocak Pazar günü, hava çok soğuktu, kar ya- ğıyordu. Arnavutköyü semti sakinleri, iskele meyda- nında toplanmışlar, "üçüncü köprü girişimi"ri\ pro- testo ediyorlardı. Kısaca, "/cöpnümöpnj"istemiyorlardı. "Köprü al- tında uyumayacağız" diye haykınyorlardı. Her şey- den önemlisi lafta değil; kar, kış, kıyamet, soğuk de- merrrişler, gelip semtlerinin başında bela ile yılma- dan mücadele edeceklenni göstermişlerdi. Çağdaş birer kentli birey olarak sorunlanna sahip çıkıyorlar, "ses "lerini çıkarıyorlardı. Hem de uygar- ca çıkanyorlardı. ; Protestolannı uygar bir biçımde, bir panayır dû-1 zeneğinde gösteriyorlardı. Istanbul'un çeşitli serfltSS lerinden gelenler de çeşitli katmanlardan bireyler de ' dayanışma için semt sakinlerinin yanındayer alıyor- '. lardı. Aynı zamanda Istanbul için. Çünkü sorun, yalnız- , caArnavutköyü'nün değil, tüm Istanbul'un, tüm Tür-' kiye'nin ve de "çağdaş" olan herkesin sorunuydu. ; Demokrasi adına ne umut verici bir eylemdi... Iş-; te işin en keyifli yanı da buydu. • * • ' ' Kim ne derse desin. Boğaz'daki "tüm" köprülere son derece karşıyım. Bu düşünce, Istanbul'un ve Bo- ğaz'ın dünyadaki biricikliğınden kaynaklanıyor. Her ne kadar köprüyü "güzel" yapsanız da Boğaz 1 a ya- pılan bir köprü hiçbir zaman estetik bir nesne (obje) olamaz. Olamaz, çünkü estetik bir nesne (obje), varlığı ge- reği, doğa, kent, yapı, yaratım gibi bir başka estetik nesneyi (objeyi) ya da bir başka güzelliği "bozmaz". Şayet bozuyorsa zaten, o "kategori" olarak estetik degildir! Kendi adıma, Boğaz'daki köprüleri bu bağlamda darağacına benzetiyorum. Kimileri, ne acı ve ne deh- şetengizdır ki darağacına gencecik fidanları "as- mak" için çabalayıp durdu! Biz, bu ülkenin insanları olarak bu ülkenin toplu- mu olarak darağacından çok çektik. Sağduyu kan ağladı; elinden ancak o geldi... Bir üçüncü darağacını, Boğaz'ın göbeğine dikmeye- lim... İstanbul Şehir Tiyatrolan, Paul Plamper'in yorumuyla Heiner Müller'in 'Misyon-Bir Devrimi Anmak' adlı oyunu sahneliyor Dıanet, kölelik ve sömürü hep farkh maskeler içiııde FAKİYE ÖZSOYSAL ÇAVUŞ Marc von Henning Muller, Mate- rial ad'ı yazısında şöyle diyor: "Mûl- ler'in metinlerindeki vahşet (cruelt>), insan doğasını tam kalbinden yakalar ve can çekişen, tek boyuthı tarih an- la>ışımtn. bizi içinden çelişkiler akan ve bir türlfi iyileşmmn yaralarla bt- rakarak paramparça eder" Üç kişi. Emrinde köleler çalıştıran Jamaikalı esjci birefendinin oğlu De- bussion, Bretagneli köylü Galloudec ve eski bir köle olan kara derili Sas- portas. Devrim sonrası Fransız mec- lisi tarafından görev lendiriliyorlar. Görevleri, tngiliz sömürgesi olan Ja- maika'da köleliğe karşı ısyan başlat- mak. Simgesel düzlemde, Saspor- tas'ın ölümü "özgürlük^Galloudec'in ölümü "kardeşlik'',Debussion > un ölü- mü ise "eşniik'' demek. Ancak Antil- ler'de isyan sürerken Fransa'da yöne- tim değişip Napoleon krallığını ilan edince, misyon ve devrimin yücelti- len amaçlan. siyasi ve ricari kaygıla- nn, iktidar oyunlannın gölgesinde ya- nm bırakılır. Üç kişiden yalnızca bi- ri, Debussion hayatta kalır. Görevi sürdürmez. Artık dünyadaki pasta- dan pay alma zamanıdır. Savaşı sür- dürenlerse sadece ölüler. Ne uğruna öldüler? "Ölümün devrimin maske- si, devrimin deölümün maskesine bü- ründüğü" bağımsızlık savaşlan, kö- lelıği, sınıf aynmmı, sömürgeciliği ortadan kaldırmak yerine. bunlann biçim değiştirmesine ve yeni maske- ler takınarak varlığını sürdürmesine yol açaraslında. Özgürlük düşleri ve devrim, yönetimlerin elinde oradan oraya sürüldenen, kendini satan bir ka- dından farksızdır. Bütün değerlere, ölülere ihanet edilmiş, her şey tarihin sayfalanyla dolu bir çöplükte unutu- lup kalmışhr. İhanet heryerdedir. Kö- lelik her yerde. Sömürü her yerde. Ama her zaman farklı giysilerve mas- keler içinde. Oyunun yabancılaştırma odaklı kurgusu, bir çeşit rüya mantığında gelişen zaman ve mekân atlamalan aracılığıyla. çizgisel akışı kınyor, par- çalara ayınyor. Parçalar arası anlam bagı ise sadece bir dış güç görunümün- de. Tarihin sislen arasından gelen geç kalmış bir mektubun okunmasıyla açılan geçmişin yaralan. Geçmişle bugün arasında zaman kaymalan. Ölülerin geride kalanlarla hesaplaş- ması. Kopuk kopuk geriye dönüşler. Anılar. Fransız ıhtilali'ni parodi ha- line getiren, görev tutkusunu gülünç- leştiren oyun içinde oyunlar. Günümü- zün "özgûr" (!) insanının, görevi adı- na iktidann tutsağı olduğu hücrelere dönüşmüş bürolannda, hız çağının "zaman" baskısı altında yaşadığı tra- jık durumu gösteren bilinç akışı sah- nesi ve rüya dizgesinde kendine öz- gü bir mantıkla seyreden olaylar. Sahnelemede, metnin parçalı ya- pısını ve iç aksiyonunu belirginleşti- recek biçimde sergilenen, bildik ka- lıplan kıran oyunculuklar, yaratıcı bir çalışma sürecinin ürünü olarak de- ğerlendirilebilir. Dekor; tahta panolar. Ön ve arka yüzleri, farklı sahnelerde giyotin sehpası, asansör ya da savaş yıkıntılanna dönüştürülebiliyor. Işık ve Massive Attack'in müzikleri de, kurgunun deneysel yapısını öne çıka- ran öğeler. Plamper'ın yorumunda, sahne ko- ca bir kâgıt çöplüğü görünümünde. Bir anlamda unutulmuş, bir tarafa atıl- mış tarih sayfalan yerdekiler. Anılar. geçmiş ve bugün, bu çöplükte canla- ruyor. Geçmişte. Antiller'de köle is- yanı başlatma görevini veren Anto- ine'ı, bugünün dünyasındaki yansıma- sında, kansıyla Antiller'de, Karayib- ler'de ucuz tatil planlannın tartışma- sı içinde görüyoruz. Unutulmuş birza- man diliminden çıkıveren, yırtık pır- tık giysiler içinde bir denizci, onlann tatil planlannı yanda kesiyor. Gallo- udec'in ölmeden önce Antoine'a yaz- dığı, ısyanın başansızlığını anlatan gecikmiş bir mektup var elinde. Mek- tubun okunmasıyla bir devrimin anı- lan üzerinden sisler kalkmaya başlı- r yun, Fransız Devrimi'nin, Antil adalanndaki sömürge ülkelerine uzanan etkilerini ve bağımsızlık savaşının, misyonun, "özgürlük, eşitlik, kardeşlik" maskesi ardında gizlediği ihaneti, günümüzle bağlantı kurarak sorguluyor. yor. Geçmişin yüce amaçlara gonül vermiş Antoine'ı ve günümüzün ta- til planlan, para hesaplan yapan An- toine'ı madalyonun iki yüzü. Bu kar- şıtlık içinde ihanetin yüzü de ortaya çıkıyor. Öyunda düşle gerçek, geçmişle bu- gün arasında bağlantı noktası ve an- latıcı konumundaki Denizci'nin ge- tirdiği mektup, oyun boyunca, devri- min ve ölümün maskesini simgeler bi- çimde kullanılıyor. Maskelenen ger- çeklerse üzerinde yazılı olanlar. Ge- riye dönüşler, zaman kaymalan ve bir anlamda tarihin hayaletleri tarafin- dan oynanılan Fransız thtilali'nin ti- yatrosuyla sürüyoroyun. Plamper'ın sahnelemesınde, yöneticilerin ihtila- li nasıl sulandırdıklan abartılı bir gön- derme yapılarak ihtilal, bir futbol ma- çına; kişiler rakip takımlara ve giyo- tinde kesilen başlar atılan gollere dö- nüşmüş. Ozgürlük ağır bir yük Oyun içinde oyun. Işıkmavi. Dan- ton ve Robespierre rolünü oynayacak Sasportas ve köylü Galloudec, dev- rimin köleleri görünümünde birer kukla gibiler. Rolleri için giydirili- yorlar. Halka yönelik söylevleri bit- tiğinde birbirlerine söverken abartılı bir politikacı tiplemesine girerek sar- maşdolaş aynlıyorlarsahneden. Ölü- ler dünyasında oynanan ihtilalin ti- yatrosu. ihtilalin parodisi haline ge- liyor. Çünkü, devrimi gerçekleştiren- ler, devrim sonrasında Napoleon'un krallığını ilan etmesine engel olamı- yorlar. Çünkü adalardaki köle isyanı- nı örgütleyen beyazlann devrimi, yö- netim değişince Antiller'deki göre- vin anlamsızlaşmasıru engelleyemi- yor. Çünkü siyasi ve ticari çıkarlar yönlendiriyor halklan. Çünkü özgür- lük, taşınması ağır bir yük. "Ozgür- leştirenlerin ölümü" devrimin gerçe- ğine dönüşüyor ve özgürlüğün takın- dığı maskenin ardınd^ yine hıyanet, yine sömürü yatıyor. Üzerinde oturu- lan zemin kaygan. Geçmişin izlerinin günümüzdeki yansımalannı ise ihtilalin parodisi- • nin hemen ardından, oyunun çizgisel akışuııözellikJekırmakiçinarayako- . nulmuş bir asansör sahnesinde görü- yoruz. Oyunun bütününden ayn kal- mış ya da birdenbire ortaya dalıver- miş bir zaman kayması gibi görünen bu sahne, rüya ya da bilinç akışı ben- zeri dagınık bir dizgede veriliyor. Sah- nede. yan yana dizilmiş beş ayn asan- sör kabinindeki beş ayn oyuncunun, bırinden ötekine akan sözleriyle sağ- lanmaya çalışılan hareket ve akış, oyunculuklar birbirini desteklemedi- ği için metindeki kadar etkili olamı- yor. Günümüz insanının yaşadığı söz- de "özgür" dünyada, görev, iktidar , ve zaman tutsaİdığı içinde bireyin hiçleşmesi, sömürünün biçim degiş- tirmiş hali, üçüncü dünyadan korku, yabancı olma ve yaratılan "ötekj". Özgür bir dünyanın vaat ettiği cen- net nasıl bir yer? Bir zamanlann sö- mürge ülkeleri, günümüzdeyse tu- ; rizm "cenneti" olan Antiller'in, Ka- ' rayibler'in kaderini şimdi kim çiziyor? \ Ya yaşadığımız ülkelerin kaderini? İktidar oyunlan devrimlere ihanet edi- ! yor mu bugün de? Kölelik, sömürgecilik ortadan kalk- tı mı çoktan? Özgür mü. çelik ve ca- ma gömülmüş dünya ve özgür mü in- sanlar "güvenli" evlerinde, bürolann- da? Yoksa "Yeni biryerjüzü hiçbirza- man kesfedilmedi."
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle