17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 OCAK 1999 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 Olümünün 4. yıldönümünde Onat Kutlar 'ı bugün anıyoruz 'Dayanabileeektniyiz'• Sen ne dersin arkadaşım, bizler dayanabilecek miyiz "Zamanın kamçısına, zorbanın kahnna, gururun çiğnenmesine, sevginin kepaze edilmesine, yasalann bunca yavaş, yüzsüzlüğün bunca çabuk yürümesine ve kötülere kul olmasına iyi insanm?" Ben değil, "Çağdaşımız Shakespeare" soruyor bunu yüzyıllar öncesinden. Nedendir bilemem. Abdala malum olur. Günlerdır mektup bekliyordum bırinizden. Karşı- lık almavacağımı bildığim soru- lar sormak değil, gerçek bir mek- tubakarşılık vermek istıyordum. Alçak sesle de konuşsan, karşın- da gerçek bıryüzgerekli. Buyüz- den pazarakşamı Zeynep'e tele- fon edip adıma geldığinı söyle- diğı mektubu okumasını nca et- tim. Darüşşafaka'lı tbrahim .M- nnsay'ın on yıl öncesinden ses- lenen yüzü gene güzel şeyler söy- lüyordu. ama ben, sizlerden bi- riyle konuşmak istıyotxlum. Bu sa- bah. yanı pazartesi günü, karan- lık birgüz haftasını başlatan kah- valtı masasında, bir kahve içme- ye uğraşan kardeşim. cebinden, senin. "Göriihnüştür"damgası- nı taşıyan mektubunu çikannca birden önsezilerin gerçekle sık sık buluştuğu çocukluk günleri- ne döndüm. Mektubun çivi yazı- lı ağır bir tablet gibi düştü masa- nm ortasına. Ince çay bardakla- n tuzla buz oldu. Zeytin acılaştı ve bal ağuya kestı. u Âğabe>" di- yordun. "sen bizi merak etme. Biz dayanınz. Bin ytkhr dayant- yoruz.alışkınız." Ateşin zulmün- den. kapalı damlann zindanın- dan geçmiş tuğla tablet elimi ya- kjyordu. Işi falan boşverdim De- dim ki kendi kendime, yolumu bağlayan tuz. ekmek ve kan ol- masa, Kul Halil gibı, şimdi at sü- Yoklıığuna alışamadım FİLİZKUTLAR Canım Onatcığun, Şu son günlerde seninle ılgili her şey fılm acı veriyor. Uzun bir süreden beri ordan dışan bakmamak için çiçek saksılan yer- leştirdim. Yokluğuna alışamadım hâlâ, yalnız uyu- İarönce ilk tanışmarruz, daha sonra yeni- den karşılaşmamız ve aramızda kurulan derin bağ... Her şey gözûmün önünde. Yoğun bir şekilde brrlikte oldugumuz mut- lulukdolugünler. Bana bir gün, *Filiz,ça- hşırken bazen durup penceremden Ha- liç'i seyrediyorum ve uzun uzun seni dfi- şünüyorum, seni düşünnıek hos,umagkii- yor, gülümsediğimi farkedhorum. Bazendeodamdabirilerivarken,sen te- lefon ediyorsun, ben odadakikrin variığt- nıunutup,seninle 'yavrum, canım benirn, birtanem' diyekonuşurken birden odam- dakilerin bana garip garip bakhğıru his- sediyorum*" demişrin, kahkahalarla gül- müştûk. Sabahlan geç kalkmayı severim ama, seninle sohbet etmek, birlikte kahve içmek içinerkenkalkarolrnuşturn.Nefisespres- so kokulanyla uyanırdım genellikle. Her sabah kucaklaşıp seni işe uğuriardım. Ba- zı gûnler de sen köşede kaybolana kadar pencereden sanabakardım. Baküğımı his- sedip döner. bana birkaç kez el sallardjn. Yalruz olduğum şu yıllarda ordan baktı- ğımda o görüntü hiç gözümün önünden gitmiyor, o pencereden dışan bakmak çok re gitmen gerekirse sensiz uyuyamazdım. Sensiz dört yıl nasıl yaşadım bilmiyorum. Mutluluk dolu yıllann ardından derin bir yalnızhk. sensizlik... Hâlâ çok güzel bir film seyretsem bu- nu Onat da seyretse diye aklımdan geçi- yor. Güzel ve ilginç neyle karşılaşsam se- ninle payîaşmak isüyorum. Belki de bu, yokluğunu kabullenememiş olmak. Zaman zaman küçücük şeyîeri dert et- tigim olurdu.. böyle zamanlarda bana; "Mveböyleolmadıkşeylere üzülüyorsun- yoksa sen mutsuz bir kadın nıısın, hangi kadınkfxasırunçamaşırlannıütüierken<MV- lan öpüyor" demiştin. Seninle ilgıü öyle güzel anılanm varki, onlar benim zenginliğim. Her yerde sen varsın. senin anılannla doluyum. 30 Ara- lık hayatımın hem en mutlıı günü, hem de en act günü. Ne tuhaf.. evlenme yıldönü- mümüz. o korkunç bombanın patladığı gün. Şu günlerde düşünmeden edemiyorum. hayatımızda o korkunç gün olmasaydı kİTnbiiir daha ne güzel günler yaşayacak- tık birlikte, kaçıncı evlenme yıldönümü- müzü kutlayacaktık... rüp bu ellerden gitmenin tam za- manıdır. Gıdemedim elbet. Ama olduğum yerde de duramadım. V'urduk kardeşımle birlikte Ka- ranfil Köy'ün karanlık vadılen- ne. Seninle birlikte geçirdiğimız çocukluk günlerini andık. Hatır- larsın. Antep'in yazı köylennde sapsan bir güzdü. Üçümüzün de ayaklannda altına otomobil las- tiğı dikilmış postallar, alrımızda eğersiz atlar. Yedi sekiz yaşlann- daydın. Suç ve Ceza'yı çağnştırdı Benden de kardeşimden de kü- çük. Mintanın amerikan bezin- dendi. kafan üç numara tiraşlı. Ata bizden iyi binerdin. Bir se- vınç rüzgânyla geçerdik sürüle- rin düzledigi biçilmiş tarlalar- dan. Işte o güz, baban bizi Ba- rak'ta. smıra yakın bir köye gö- türmüştü, adını kardeşimle çıka- ramadık. Şimdi bir yerlerde yar- gıç olan adcadaşımız M. Bozge- yik'ın köyü. Orada karşılaştığı- mız garip çobanı da hatırladm mı? Hani gecelen tek göz kerpiç damında. gündüzlen dağlarda durmadan Dostoyevski'nın ro- manlannı okuyan çobanı? Bize, bir öğleden sonra, Suç ve Ce- za'nm tümünü, bir Köroğlu hikâ- yesi gibi anlarmıştı. "Gel şimdi haberi Raskanikov'dan verelim" dıye bölüm başları açarak. Bir şiir üzerine çeşitleme Külrengi bulutlanyla güz günlerinin Sevdiğim Istanbulu gibisin Gene de çagırıyor yüreğin Daha aydmlık bir yeryüzünû Her zaman genç gözlerinde gülüyor Şu kocamış ve yorgun Istanbul Gene de yaşıyor ve sırlı aynasında Bana gösteriyor yüzünü Ayak basmadığun çorak bozkırda Sevdiğim Anadolu gibisin Gene de bekliyor yüreğin Uzakta ve elinde olmayanı Sevecen gözlerinde tükeniyor Hasret rüzgârlanyla Anadolu Gene de üretiyor ellerin "Veni baştan ve umutla sevdanı fstanbulum Anadolum sevdiğim toprak Ne kadar yakınım sana Ve ne kadar uzak Bir'AbVyi anmısarken..• ATA\ ERİŞ Istanbul SporSergi SarayTru hın- cahınç dolduran kalabalık soluk- suz haykınlan sloganlann ateşiyle ortamı kasıp kavururken orta yere kurulmuş kürsüye bu kez Onat Kut- lar ilerliyordu. Kırlaşmış saçlan, kalın çerçevelı gözlükleriyle ağır- başlı bir bılim adarru izlenimi \e- ren bu adamın salondaki ortamla çe- li^en görünümü, bizim gibi sine- ma rutkunlannı sa\Tnazsak gençler arasında pek tanınmayışıyla da bir- leşince havanın elektriğini bir an- da düşürüvermişti Şiliyle dayanışma gecelerinin en görkemlilerinden birinde, sol muhalefetın kabaran dalgasına kendini bırakmış kalabalık, ölçü- lübiçıli. "bilimsel" sosyalist ger- çekçi nutuk beklentisiyle suskun- laştı. Adam, kürsüye çıktı. Göz- lüğünü, kâğıtlannı düzeltıp söze başladı: "Pinochet ve diğer kö- pekJer!" Neye ugradığımı saşırdım. "Aaa!_ Onat, Onat" dıyerek bu az tanınan şahsiyeti tanıma ayncahğmı yakın çevremizde oturanlara duyurma ça- basını bir yana bıraknm, bıraktık. Vedinledık. "tştesucüstüyakaian- dmız!" Onat Kutlar. Şili'de de\let terörünü yaşamlan pahasına bel- geleyen sinemacılann unutulmaz anısına sıcaği sıcağına selam gön- deriyordu. Ama o söyleyiş biçımi. seçilen sözcükler, art arda yaşanan o şaşkınhk anlan öylesine bir bü- yü yaratmıştı ki, katıldığım onca geceden aklımda kalanpek az anı- dan bin de budur. Çok sonra. o geceki konuşması- nı hemen hiç hazırlıksız yaptığını öğrendiğimde pek şaşırmadım. Ar- tık onun bir konuyu toparlarken dü- şüncelerini düzgün sözcüklere dö- küşüne, anlatmak istediğini zorlan- madan, takılmadan aktarabilmesi- ne iyice alışmıştım. Sinematek'te yaptığı konuşmalarda olsun. dost sohbetlerinde olsun, Onat Kutlar'ı . çten neşesı. da\Tanışlanna ve konuşmalarına yansıyan zekâsı, azman değil uzman oluşu, bilgiçlik taslar duruma düşmeden bilgili olmasıyla gönlümüzdeki yerini hep korudu. dinlemek zevk olmuştu benim için. Az sayıdaki öyküsüyle ulaştığı yet- kinlık düzeyi, günlük yaşamına da yansır, konusmalan parlak buluş- îarla şenlenirdi. Aydmlann entel değil entelektüel olarak bilindiği yıllardı. Kahkahalar, espriler, alay- lar. taşlamalarla dolu mezesi neşe olan sofralann en parlak yıldızla- nndan bin olan Onat Abi 'den ne ka- dar çok şey öğrendiğimi yıllar geç- tikçe daha iyi anlıyorum. Atatürk Kültür Merkezi'nin kü- çücük sincma salonunda nitelikli fılm gösterileri yapmayı aklına ko- yan Onat Kutlar. taşınmazlan bu sinemayla birlikte AKM'nin yalnız iki odasından ibaret Sinema Daire- si'nin başkanı olarak bizleri yanı- na çağırmıştı. fş disipliniyle işyeri disiplini arasındaki aynmı öğren- diğim yıllar. Sosyal demokratlann kısa sürelı ıktidannda. laf ola diye kurulduğu her halinden belli olan, bütçesi bile onaylanmamış bu "res- mi"' kurumda. aylarboyubirkuruş maaş almadan çalışmıştık. Film haftalan. söyleşiler, daha bir sürü etkınlik. Söz gelimi, TC Kültür Bakanlı- ği adına yabancı sanat elçilerini ağırlamış, adamlan taşımak ama- cıyla Opera ve Baie"nin onca ara- cından birini bile garajdan çıkarma- yı başaramayınca. Ankaralar'a ka- dar yapılan telefon trafiğinden bı- kıp taksı paralannı cepten denkleş- tirmiştik. Ne kravatlanmız vardı. ne ütülü pantolonlarımız. Daire Başkanı Onat Kutlarönünde el pen- çe durduğumuz da yoktu. Ama ge- rektiğinde tüm becerimizle ışe asıl- mamızı sağlayacak coşkuv'u varlı- ğıyla ayakta tutuyordu. Oyıl tstanbul'da düzenlenen Bal- kan Film Şenliği'nin gizli kahra- manlarıydık. Istediğımiz saatte AKM 'ye uğrayan bizler. şenlik bo- yunca orada yatıp kalkmış, sonuç- ta konuklardan bırinın hakaret mi övgü mü olduğunu size bırakaca- ğımbirsözünelayıkolmuşruk: "Bu kadar iyi bir organizasyomın ger- çekleşeceğini bilseydik, Türkiye'ye gelirken daha iyi hanrhk yapar- dık!" Ekip çahşmasının lezzetine Onat Abı'nin yanında geçırdiğim yıllar- da vardım. Bu bağlamda yalnız ol- madığımı da biliyorum. Yirmili yaşlanmı sürerken enerjımi tetik- leyen kişiydi. Içten neşesi, davTa- nışlanna ve konuşmalanna yansı- yan zekâsı, azman değil uzman olu- şu, bilgiçlik taslar duruma düş- meden bilgili olmasıyla gönlümüz- deki yenni hep korudu. Yazın çalış- malanna daha çok zaman ayırsay- dı, başarısını tshak'ın ötelerine taşıyacağından kuşkum yok. Bunu yeterince yankı uyandır- mamasma karşın incelikle işlen- miş dizelerle örülü son şiirlerinde de gösterdiğine inanıyorum. Ama Onat Kutlar çalışma saatlerinin yansmı telefon konuşmalanna ayır- maktan. kapısını çalan herdostuna gerekirse saatlerini vermekten gocunmayan, gocunmak ne kelime. arasıra bu durumdan yakınır görün- se de -gözlerinın parlamasından bilirim- zevk alan bir kişiydi. Meclisine merhaba diyen genç- leregüzelliklersunacak aydınlann hemen hemen yok olduğu günümüzde Onatlann değeri daha çokortayaçıkıyor. Köşesine çekil- miş ya da ayağa düşmüş aydm man- zaralan arasında gençlerin yoksun- luğuna üzülmemek elde değil. Niyetimelbette Çetin AHan'ın kulaklannı çınlatmak, çobanlan- mızrn Dostoyevski'yi kırkyıldır okuduklannı söylemek değil. O çobanın o kitaplan nasıl elde et- tığinı de şimdi hatırlamıyorum. Mektubundaki "'merakenne. biz dayanınz" sözü çağnştırdı Suç ve Ceza'yı. Ve özellıkle Raskolni- kov 'un gördüğü o korkunç çocuk- luk düşünü. Hanı arabaya koşul- muş o atla ilgilı bölüm: "...ama şimdi. tuhaf değil mi. bu koca- man arabaya. çelimsiz, demir- kırı bir at koşulmuştu. Hani şu Raskolnikov'un birçok defalar gördüğü. büyücek bir odun ya da samanyükü altında- hele ara- ba çamurlaraya da araha teker- leklerinin açtıgt yataklara gö- müldüğü zaman- takatten kesi- len, bundan ötürii insafsızca kam- çıvla dövülen, hatta bazan pek gaddarca, yüzlerine gözlerine vurulan atlardan bin.. Kalın en- seli. haıvçgibi kırmızı ve ablak yüzlü Mikolka: - Binin. hepiniz bimn. diye ba- ğırdı Hepinızi götüreceğim. Dörtnala koşturacağım. Dört- nala koşacak! Binin arabava dı- yorum size!.." Ve sonra o yürek burkucu, is- yan ettirici serüven başlar. Elle- rinde kamçılar bulunan Mikolka ve arkadaşlan ıle çıleke^ at ara- sında. Raskolnikov'un düşü, yü- ke, kamçılara, hertürlü horlama- ya dayanan atın. kanlar içın- de yere düşüşüne kadar sü- rer. Bir taşa oturduk kardeşım- le. Karanfil Köy'ün altında- ki derin yanklardan yakın biryağmurun sısleri altında- ki Boğaz göriinüyordu. Birer sigara yaktık. Dedım ki, "Bi- lirim.dayanıronlar. Ölümü- ne dayanırlar. Ama ya biz- ler? Biz dayanabilecek mi- yiz? Onlann yüzü bin yıllık Anadolu toprağı gibidir. Üs- ründegalipter, fatihler ve mu- zafferier gecmiştir. Gene de uzun ve donuk kış uykula- nndan sonra en inanılmaz çieeği \erirler. Onlar. yollan kapalı dağ kö\ lerinde, susuz v«çorak bozkırlarda, kentle- rin kondu semtlerinde ve in- san onuruna yakışmaz du- varlann ardmda yaşar. gene deyoksuDuğa. acılara. horlan- malara v« insan onuruna ya- kışmaz daha nice körülükJe- re dayanırlar. Peki, ya bütiin bu olup bitenleri Suç ve Ce- za'nm karabasanı gibi izleyen bizter?" Sonra sana yazmak ıçın oturdum ve senin daha nıce ınsanımızla paylaştığın o ola- ğanüstü yaşamın aynntılan- nı düşündüm. Bizi bir araya getiren seyrek, kısa ama yo- ğun ve heyecanlı günleri. Yıl- lar önce, Antep'te bir kalker göçüğünün kıyısında. taşla- n kararmış bir kahvenin as- ması altında konuştuklanmı- zı. Hatırlarsın. sonradan bi- lınmez ellerin öldürttüğü Re- şit Giiçkıran da oradaydı. Şimdi burada sayıp dökmem olanaksız tüm o anılar, altın parçalan gibı çınlıyor kula- ğımda. Ve işte, içinde masa- mın, kâğıtlanmm da bulun- duğu kara bir posta treninde güzün karanlık tünelinden geçiyoruz. Sonra belki de çok uzun sürecek karlı, so- ğuk bir kışa gireceğiz. Bir kış uykusuna. Öyleyse çok kişiyle birlikte şu soruyıı sor- manın tam zamanıdır: Da- yanabilecek miyiz? Gelece- ğin. arkasını görünmez bir elin sırladığı aynasında nasıl bir yüz göreceğız? Gemisi- ni kurtaran. köşeyi dönen. cebini dolduran, tuzunu ku- rutan. bo>'un eğen, satılma- ya hazır bir yüz mü? Yok- sa... Sen ne dersin arkadaşım, bizler dayanabilecek miyiz "Zamanın kamçısına. zor- banın kahnna, gururun çiğ- nenmesine. sevginin kepaze edilmesine. yasalann bunca yavaş,yüzsüzlüğün bunca ça- buk yürümesine ve kötülere kul olmasına iyi insanın?" Ben değil, "Çağdaşuıuz Sha- kespeare'' soruyor bunu yüz- yıllar öncesinden. Senin dıyeceğin şeyi de şimdiden biliyorum:u Bu- nu n cevabuııverecekolansen değil mtsin?'" Hakl ısın ve se- nin bu sorun. bizimle birlik- te yaşayan herkesedir. ( Yeterki Kararmasın ad- lı kitabından) BUAŞAMADA ŞÜKRAN KURDAKUL Nâzım Hikmet'in Mustafa Kemal Atatürk'e Mektubu Nâzım Hikmet 15 Ocak 1902de doğdu. 'Or- duyu isyana teşvik' ettiğı savıyla tutuklandığında. aydın kamuoyunun şiirleri, oyunları. kendi sesiyle yayımlanmış plakları, yazılarıyla tanıdığı bir şair kımliği kazanmıştı. Edebiyat dünyasında fırtınalar koparan... Dünya görüşünü benimsemeyen eleştırmenle- rin de yadsımadığı değişik bir şiir dünyasının ön- cüsü olmuştu çünkü Nâzım. 1932'de Nurullah Ataç'ın okuyacağımız satır- larda belirttiğı gerçek böyle özetlenebihr: "Sihirbazlık... İşte Nâzım Hikmet'in baş vasfı. Herşaırin baş vasfı olduğu gibı. Onu okurken ve- ya dinlerken, içinde yaşadığımızâlemin bütün na- zariyeleriyle beraber sıliniverdiğine şahit oluyor- sunuz. Ortada yalnız Nâzım Hikmet, onun yarat- tığı âlem kalıyor." (Mılliyet, 4 Şubat 1932) Biliyoruz ki, aykırı, toplum güçlerinın tepkiyle karşıladığı bir "âlem"d\ Nazım'ın yarattığı Bu ne- denle Cumhuriyetin ilk on beş yıllık evresinde de, tutunmaya çalışan kişi. katman ve gizli-açık kurum- larıyia eskinın tuzağına düşürülmek istendı Nâzım Hikmet. 1938 Harbokulu ve donanma davasının yorumu, yıllar sonra çeşıtli açılardan, hukukçularca da ya- pılmıştır. Bu davanın, yapısı, hukuk anlayışı, varmak ıs- tediği sonuç bakımından II. Abdülhamit dönemi mahkemelerini çağnştırdığı yadsınabilır mi? Mahkemenin. çağdaşlaşmaatılımı ıçindeki top- lumun gelişmeden yana güçlerini o tarıhte de de- rinden yaraladığını biliyoruz; ilencı kamuoyunda si- yasal bir komplo niteliği taşıdığı inancıyla önleme- ye çalışanlar eksık değil. (12 yıl sonra, 1950'de Nâ- zım'ın affedilmesıni isteyen bilim, sanat ve düşün adamlarının çok sayıda oluşu kanıtlar sanırım bu yargıyı.) Güven duyulan tek ısim, hasta döşeğindeki Mus- tafa Kemal Atatürk. Yön dergısinın 3 Şubat 1967'de yayımladığı, okuyacağımız mektup gösteriyor ki, Nâzım da yi- tirmemiş bu güven duygusunu. "Cumhur Reisi Atatürk'ün Yüksek Katına Türk Ordusunu 'isyana teşvik' ettiğim iddi- asiyle 'on beş yıl ağır hapis cezası' giydim. Şimdi de Türk donanmasını 'isyana teşvik et- mekle' töhmetlendiriliyorum. Türk inkılabına ve senin adına and içerim ki suçsuzum. Askeri isyana teşvik etmedim. Kördeğilim ve senin yapbğın herileri dev hatn- lesini anlayabilen birkafam, yurdumu seven bir yüreğim var. Askeri isyana teşvik etmedim. Yurdumun ve inkılapçı senin karşında ainım açıktır. Yüksek askerimakamlar, devlet ve adalet, kü- çük bürokrat gizli rejim düşmanlannca aldatı- lıyorlar. Askeri isyana teşvik etmedim. , Deli, serseri, mürteci, satılmış, iniâ/hpveyuft hâini değilim ki, bunu bir an olsun düşunebi- leyim. Askeri isyana teşvik etmedim. Senin eserin ve sana aziz olan Türk dilinin inanmış bir şâiriyim. Sırtıma yüklenen ve yük- letilecek hapis yıllannı taşıyabilecek kadar sa- bırlı olabilirdim. Büyük işlerinin arasında seni bir Türk şâirinin felaketi ile alâkalandırmak is- temezdim. Bağışla beni. Seni bir an kendimle meşgul ettimse, alnıma vurulmak istenen bu inkılap askeriniisyana teşvik'damgasının ancaksenin ellerinle silinebileceğine inandığımdandır. Başvurabileceğim en inkılapçı baş sensin. Kemalizmden ve senden adâlet istiyorum. Türk inkılabına ve senin başına and içerim ki, suçsuzum." Nâzım Hikmet Ran Yön'ün Notu: "Nazım'ın bu mektubu, Atatürk'e sunulmak üzere, şairin bir yakınına verilmiştir. Fakat, o sırada hastalığı ağırlaşan Atatürk e mek- tup buyüzden svnulamamıştır. Haluk Şehsuvaroğ- ' lu'nun eline geçen mektup Yücel arşıvınde sak- lanmak üzere Muhtar Enata 'ya tevdi edilmıştir." e-posta: skurdakul " superonline.com , Arkeoloji ve sanat tarihi seminerleri : B Kühür Servisi- Fotoğrafevı- Fujıfılm ile Arkeoloji ve Sanat Yayınlan. arkeoloji \e sanat tanhi biümlerini geniş kitlelere tanıtmak amacıyla ortak bir organizasyon düzenli>orlar Eski uygarlıklar. tarihi eserler \e kazılarla ilgilı bilgi ve deneyime sahip uzman bir kadro. Fotoğrafevı'nin Beyoğlu'ndaki binasında seminerler verecek. 27 Ocak'ta başlayacak \e dokuz hafta sürecek olan seminerler dialı söyleşiler , şeklinde gerçekleşecek. Tarih öncesı yerleşim yerlen. nümızmatik. sanatın doğuşu. Bızans i mimarisı ve resmi. Anadolu'daki eskı çağ mimarisı, mimariyi kavrama ve fotoğraflama gibi konulann anlatılacağı seminerlerde yer 4 alacak konuşmacılar arasında Nezih Başgelen, Prof.Dr. Mehmet Özdoğan. Doç Dr. Oğuz Tekin, Prof. Dr. Veli Sevin, Prof. Dr. Lgur Tanyeli. Prof. Dr. Ümit Serdaroğlu, Şengül Güldoğan, Prof.Dr. thsan Tunay, Yrd. Doç. Dr. Yaşar Çoruhlu bulunuyor. Seminerlerle ilgilı avnntılı bilgı almak isteyenler 0212 251 05 66 numaralı telefonu arayabılirler. DSO'nın solist sanatçıları için yeni düzenleme • ANIC4RA (W) - Kültür Bakanlığı Devlet Senfoni Orkestralan'ndaki solist sanatçılann çalışma usullerine ılişkin esaslan düzenleyen yönetmelık Resmi Gazete'nin 8 Ocak 1999 tarihlı sayısmda yayımlandı. Yönetmeliğe göre orkestra bünyesinde görev yapacak solist sanatçılarda 'Çoksesli müzik alanında çeşitli yönleriyle virtüözlüğe ulaşma. üstün bir tekniğe. müzikaliteye, yorum yeteneğıne sahip olduğunu ulusal ve uluslararası düzeyde kanıtlamış olma' koşulu aranacak. Solist sanatçılara konser sezonunda orkestra ıle en az bir konser verme zorunluluğu getırilirken, Kültür Bakanlığı'nın solist sanatçılara orkestrayla vereceği bir konserin dışında uygun gördüğü sanat kurumlannda da en az iki resital \erdırebıleceği belirtiliyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle