15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 NİSAN 1998 PAZAR 8 PAZAR YAZILARI Her ayın ilk perşembesi parola kitapJohannesburg'Iu kızlann yeni oyuncağı kitaplar. Kitap okumak bu aralar şarap rengi kadife elbiseler kadar moda. Bu yeni akıma uyduğunu kanıtlamanın tek yolu bir kitap kulübüne katılmak, ama üye olacak bir kulüp bulmak sandığımız kadar kolay değil. Önemli mevkilerde tanıdıklanmız olması gerek. En fazla sekiz kişi kabul eden gizli kitap kulüplerinin birinde bir kişil ik bir açıklık olduğunu bilen ve sizi yeni üyeliğe önerecek biri yoksa, tek seçeneceğimiz, kendin iz gibi "açıkta" kalmış 7 kişi bul up kendi kulübünüzü kurmak. Benim şansım yaver gitti ve arka daşım Helen sayesinde Johannesburg'un ünlü kitap kulüplerinden birinde boş bir sandalye bulabildim. İlk toplantı perşembe günü Helen'in evine gitmek üzere Bryanston'a , sapıyorum. Yolda, kitap okumak kadar bireysel bir meşgalenin ;neden bir anda takım çalışması rhaline dönüştüğünü -duşünüyorum, aklıma bir yanıt gelmiyor. Kapıyı çaldığımda sanki çocukJuğumun EnidBtyton kitaplanndaki Gizli Yediler .toplantılanndan birine girmek tüzereyim. Birazdan biri parolayı soracak. ~^™*^^~~ Içeriye çekinerek giriyorum. Helen, beni diğer kulüp üyeleriyle tanıştınyor. Kimse adımı anlamıyor, defalarca hecelemek zorunda kalıyorum. Tanışma faslından sonra bir kadeh soğuk Chardonney'le rahat bir köşedeyim. Sıra soru-cevap bölümünde: "Neden Gfiney Afrika'dasın?" "27yaşındayım..." • "Ingilizce'yi nerede ögrendim?" "Üç yil oldu Johannesburg'a geleli." "Ayakkabılannı nereden aldın?" Durun bir dakika. Neredeyse ikinci kadeh şarabı bitirmek üzereyim, kimse kitabın k'sinden söz etmedi. Ne yapmalı da sözü kitaba getirmeli? Boğazımı temizliyorum. "Pardon! Kitap kulübü olarak neier yapıyorsunuz genekle?" Dedikoduya dız boyu batmış 7 kişi aynı anda susuyor, oturuşlannı değiştiriyor ve yüzüme bakıyor. tlk konuşan Fiona: "Her ayın ilk perşembesi birinin evinde toplanıyoruz. Herkes 50 rand veriyor. Toplanan para bir kişiyi veriliyor. O kişi gidip beğendiği kitaplan alıyor ve bir dahaki toplantıya getiriyor. Sırayla herkes 'alıcı' oluyor. JOHANNESBURC Fiona oyunun kurallannın sıraladıİctan sonra 'Daha ne olsun' demek ister gibi gözlerini kısıyor. Bu arada üye sayısının neden 8'le smırlı olduğunu öğreniyorum. Herkesin yemek masası sadece 8 kişilik de ondan." Havadan sudan. ondan bundan ibaret sohbet yemek masasında devam ediyor. Şimdilik sadece gülümseyerek dinliyorum. Bir aralık bulursam Paulo Coelho'nun yeni okuduğum The Pilgrimage-Hac adlı kitabınıdan konuşacağım. Üçüncü kadeh şarap bitmek üzere. Tatlıya geldiğimizde. Coelho'nun iyi bir sohbet konusu olmayacağına karar veriyorum. Saat on bire doğru Helen, arka odadan içi kitap dolu kırmızı plastik bir çamaşır sepeti getiriyor. Sonunda sadede gelebildik. Biryılı aşkın bir süre boyunca biriktirilmış kitaplann arasından herkes okumak istedigi kitaplan seçmeye koyuluyor. Paniğe kapılıyorum. Kıtap kulübümün favorileri John Grisham, Michad Crichton ve Patricia CornweD romanlan arasında okumaya değer bulduğum hiçbir AYSU kitap yok. Ayıp ÖNEN olmasın diye bir tane seçmek zorundayım. ^ ^ — ^ - ^ " — Derken gözüme sepetin en altında kalmış bir Margaret Afttood kitabı ilişiyor. AliasGrace. Kitabımı buldum. Eve dönerken dördüncü kadeh şarabın etkisini gaz pedalmda hissediyorum. Düşünecek olursanız, kadınlar, her yüzyılda ve her külrürde bir araya toplanmak için bir bahane bulmuşlar. tster nakış işlemek için olsun, ister feminizmi savunmak için. Johannesburg'Iu kadınlan etkisine alan kitap kulübü modası da yeni bir bahane. Nedense kadınlar ne kadar modern ne kadar bağımsız olurlarsa olsunlar. kız arkadaşlann oluşturduğu can yeleğini yakınlanndan hiç uzaklaştırmıyorlar. Yanılmamışım. Kitap kuiübü, aslında, ayakkabılardan gögüs kanserine sadece kadınlann anlayacağı ve değer vereceği konulardan konuşulan gizli bir kulüp. Gizli Yediler, bu kez sekiz kişi olarak iş başında. Kitap mı? Kitap, sadece parola. Bir sonraki toplantıyı iple çekiyorum. Belki sepetin dibinden İris Murdoch çıkar bu kez. Samara'da üç küçük kız vardıGeçenlerde Samara'daydım. Moskova'nın 1100 km doğusunda, büyükçe bir kent. Hani şu Lada Samara otomobilinin "ana vatanı." Moskova dışına her çıkışımda daha rahat soluk aldığımı hissediyorum. Buralan eski Sovyetler'e daha çok benziyor. Hayat, başkentte olduğu kadar vahşi değil. Insanlar daha temiz. Çıkarsız işlişkiye girenlerin sayısı az değil. Ama oldukça bakımsız bu taşra kentleri. Bir kez daha aynı şeyi duşünüyorum: tki Rusya var; biri "her şeyin doğal sayıldığı" ve aynı zamanda ülkedeki toplam sermayenin yüzde 80'ini "yutan" Moskova, öteki ise Moskova dışındaki bütün ülke. Trenden iner inmez buzlan yeni çözülmeye başlayan Volga nehrinin yakınlanndaki bir eve doğru hızlanıyorum. Hava kararmaya yüz tutmuş. Bir iki yiyecek içecek almak için havadan da karanlık bir köşeye sıkışmış olan üç küçük dükkâna yöneliyorum. İlk ikisınde kuynık var; üçüncüsünün önünde yalnızca tek bir kız duruyor. Yaklaştığımda onun da alışveriş yapmadan sadece orada beklediğini görüyorum. Ben işimi yaparken bir çift dikkatli gözün ağırlığını hissediyorum. Arkama döndüğümde yine aynı kızla karşılaşıyorum. 15-16 yaşlannda. Az önce ağladığı izlenimini veren yüzüne acı bir gülümseme yerleştirmeye çalışarak bana hitap ediyor: "Siz buralı değilsiniz, değil mi?" Şaşınyorum. Acaba buralı olmadığım alnımda mı yazıyor? O devam ediyor: "Bakın, ıçimden geldiği gibi konuşuyorum. Şu anda çok kötü bir haldeyim. Lütfen sızinle gelmeme izin verin." Şaşkınlığım daha da artıyor. Epeyce zayıf olan kızın çok düzgün bir yüzü olduğunu fark ediyorum. Son yıllarda Moskova"da yaşamaktan kaynaklanan bir alışkanlıkla MOSKOVA hemen onun fahişe olduğunu duşünüyorum. Sonra bu tahminimden vazgeçiyorum. Riske girmek için olanağım yok. Zamanım da az. Bir an önce hayatımın en önemli kadını olan üç buçuk yaşındaki kızıma koşmak istiyorum. Hüzünlü kıza diyecek bir şey bulamamanın sıkıntısıyla dudaklanmdan dökülen dört sözcüklü aptalca cümleyi yol boyunca içimden tekrar ediyorum: "Bu seferlik beni affedin." Bundan birkaç saat sonra ve kızımın mutlu bir yüz ifadesiyle uykuya daldığı sıralarda aklıma yine o hüzünlü gözler geliyor. Kimbilir derdi neydi? Ve şu anda kimbilir nerde, ne durumda? Üzerimde ağırlaşan sorumluluk duygusundan kurtulmak için o dükJcândan aldıklanmın sanlı olduğu gazeteyi okumaya başltyorum: "Volga kıyılannda genç bir kızın cesedi bulundu. Olayı araştıran polis acı gerçeği kısa sürede ortaya çıkardı. Kızı tanıyanlann anlattığına göre 15 yaşındaki Lena'nın evi ve ailesi yoktu. Bir gün gizlice gecelediği araba garajında, garajın sahibi tarafından yakalandı. Kızın güzelliğini fark eden garaj sahibi kendisiyle yatması karşdığında kızın kişi garajda geçirmesine izin vereceğini söyledi. Zamanla aynı garajdan başkalannın da kızdan haberi oldu. Kimisi kızın karnını doyuruyor, kimisi üç beş kuruş veriyordu. tki ay sonra garajdan peş peşe birkaç araba çalındı. Araba sahipleri bu işi kızın yaptığını düşündüler. Kızı kendi aralannda sorguya çekme karan aldılar. Ancak kız iddialan ağlayarak reddetti. Içlerinden biri kızı dövmeye başladı. Birkaç darbeden sonra yere düşen kız başmı sert bir cisme çarptı ve oracıkta öldü. Heyecanlanan garaj sahipleri kjzı Volga nehrine attılar. Olayın sorumlulan on gün kadar önce tutuklandı. Trajedinin bir başka boyutu da bundan iki gün önce aynı garajdan bir arabanın daha çalınmasıydı." Bu haber beni uykudan iyice mahrum ediyor. İçimden geçen ilk istek dışan çıkıp birkaç saat önceki kızı bulmak. Ama acı bir güiümsemeyle (herhalde tıpkı o kızın gülümsemesi gibi) bu karanmdan vazgeçiyorum. Gözüm mışı! mışıl uyuyan kızıma takılıyor. Üzerini pek açmamış olmasına karşın yorganını düzelterek sanki ona ve başkalanna karşı duyduğum sorumluluğun bilincinde olduğumu kanıtlamayı deniyorum. Hİtltlİ ÇOCüklar kaÇinlip d ^ kaçakçılar ^ra kazanmakiçin ınanılmaz \ontemlere başvunıyoriar. Bangladeşli çocuklar kaçakçılar tarafından kaçınlıp Körfez ülkelerinde deve jokeji olarak saülıyorlar. Kaçın- lan 38'i çocuk 70 Bangladeşli. trenle Hindisran üzerinden Körfez'e götürülürken Hindistan giiMenlik güçleri ta- rafından Hovvrah tren istasyonunda kurtanldı. Aç ve susuz kaçakçı kurbanlan, kannları doyurulduktan son- ra ülkelerine gönderildi. Çaresizliğimizin toplumsal adı demokrasiDemokrasi sözcüğüne hep biraz kuşkuyla, ama sempati ile bakardı. Biraz kuşkuyla, çünkü bu ulaşılmaz sevgili, imkânsız olanın esrarlı güzellıği ile görünüyordu gözüne; Kerem'in Aslı'sı gibi. Ona ulaşsanız bile kavuşmak mümkün olmuyordu;düğmeler yüzünden. Ya da bir başka açıdan demokrasi; bireyin intihan, toplumun kurtuluşu gibi paradoks bir kavram haline geliyordu. Kendini smırla, çünkü başkalanna yer kalmıyor! Peki. ama havanın, suyun. toprağın, harfin. sözün, dilin, duygunun paylaşılması, egemenliğin bölüşülmesi nasıl eşit olabilir ki? Bir de "Kısa çöp uzun çöp" meselesi var; "Beş parmağın beşi bir mi?" meselesi var; "Kadın bu eksik etek" söylemi var; "Sen daha dünkü çocuksun" böbürlenmesi var. Doğru değil demokrasinin paylaşma olduğu. Neresinden baksanız, demokrasi sorunu çözmüyor; neresinden baksanız ya ben eksik kalıyorum ya siz fazla yer tutuyorsunuz şu yeryüzünde. Çaresizliğimizin toplumsal adıdır belkı de demokrasi. Böyle kanşık ve işe yaramaz düşüncelerle yürürken parkın patikalannda. -yeşilin tüm renklennın ıç içe geçtiği, mavi gökyüzünün alabildiğine ruhlara işlediğı o eski ve güzel park- çalılann arkasında yem arayan iki güvercinin birbiriyle dalaştığını gördü. Biraz ileride bankta iki sevgilinin tatlı sert kavgasını dinledi. H Beni gerçekten sevseydin" diyordu genç kız," dün bekletmezdin süıemanın önünde." Delikanlı mahcuptu. ama suskun değildi. Otobüsteydı bütün kabahat. "Otobüs gecikince, artik sen gtanişsindir diye düşündüm. Hem sonra sen de beni bekletmiştin geçen gün." "Nerde? Hani Rezzaniara gjdecektik?" "Ama babam geldi o gün, hiç hesapta yoktu." Demokrasi kendini ya başkalannı öldürme hakkını da içerir mi? lntihar ve cinayet, kimi cinayetler cinayet ESSEN ftj GÜRAY ÖZ sayılmasa. kahramanhk sınıfına sokulmaya çalışılsa da, hemen hemen bütün toplumlarda suçtur. "Baban da çok oluyor arbk, elimden bir kaza çıkacak." "Ama o benim babam, senin kızın oisa başka tüıiü mü davranırdın ki? Kaçıp gjdelim buralardan, sonra nasıfea bizi affeder. bir tane kızıyım ne de oba." u Nere>e gideriz, ne yer ne içeriz?" "Gördün mü, ben sana demedim mi, beni sevmiyorsun sen!" Anladığıma göre delıkanlıda da kız da da empati eksikliği vardı, babadaysa tolerans. Bireyler arası ilişkilerde empati olmazsa işler yürümüyor. Peki demokraside tolerans nereye kadar gider? "Hoşgör be abi, ettik bir kusur işte.''" Çetelere kadar uzanabilir mi tolerans? Liberal demokrasi, yeni adıyla özgürlükçü demokraside özgürlük nereye kadar genişleyebılir? Halkın katılımı belki de demokrasinin iyi birölçütü olabilir. Ama halkın yönlendirmesi olanaklannın sınırsız büyüdügü modern toplumda halk nasıl ve nereye katılacak özgür oluşmayan iradesiyle? Kerem Aslı'yı öldürse düğmeleri çözemeyince, ya da birlikte atsalar kendılerini denize. Zaten sonunda Kerem çektiği derin "ah!"la yanıp kül olmadı mı? Gene umutla dolu bir yazı yazamadım. Yazamam, nasıl yazabilirim ki! Bunca yoksulluk, bunca çaresizlik \arken, kurtlar sofrasının kurallannı allayıp pullayıp "yeni demokrasi işte budur" diye anlatan yüzsüzlerle doluyken bu dünya nasıl yazılabilir umut dolu yazılar. İşte Kuğulu Park'ta kuğulara ekmek yedirmeye çalışan yoksul anne \e çocuk karşımda duruyor. Masamın üzerindeki gazetede ise Abdi Ipekçi parkının demokrasi parkı haline getirileceği, tıpkı lngilizlenn Hyde Parkı gibi ısteyenin istediğını söyleyebileceği bir yer olacağı yazılı. Ama benim bildiğim parkla demokrasi olmaz. Abdi Ipekçi Parkı'yla hiç olmaz. Parkta aşk olur, umut olur, sevda olur, yıllann yorgunluğunu batıp giden akşam güneşiyle ya da sıcak bir günün hafif esintisiyle gidermeye çalışan ihtiyarlar olur, koşup oynayan çocuklar olur. Park belki mutlulugu yansıtabilir, ama haksızlığa uğramış. söyleyecek sözü olan insanlar için sokaklar daha uygundur, parklar değil. Çaresizliğe karşı isyan edenler parkta huzur bulamaz. Yeşilin tüm renklerinın iç içe geçtiği, mavi gökyüzünün alabildiğine ruhuma işlediği o eski ve güzel parkta oturup. sokaklan dolduran Keremlere bakıyorum. Aslı bükük boynuyla köşede bekliyor. Uzun ve sonsuz düğmeli entarisiyle. Bir toplumun anatomisi MELBOURNE Türkiye'den kıtaya göç, otuzuncu yılını geride bıraktı. Gelirken tüm göçmenler gibi onlar da iki üç yıl çalışıp birikimleriyle ülkelerine dönmenin ve rahat bir yaşam sürdürmenin hayalini taşıyorlardı. O yıllarda Avustralya halen şanslı kıtaolarak adlandınlıyordu. Geldiklerinin ertesi günü kan koca fabrikada işlerine başlıyorlardı. Çoğu ikinci işlerini bulup çift vardiyaçalışırken, çocuklan ise birbirlerine emanet edilıyordu. 16 yaşına gelen birçok çocuk okuldan alınıp işlere yerleştirildi. Yıllar su gibi akıp giderken dönüş, planlan hep bir yıl sonrasma ertelendi. Uzun yıllar tatile gitmediler, oruracaklan evleri olmadı ve hakları olan vatandaşlık için başvurmadılar bile.Oysa çocuklar nasıl da büyümüşlerdi hemen! Kimleevleneceklerdi! Buranın rahatlıklanna da alışmışlardı. tşte o zaman kısa süreli Türkiye ziyaretleri başladı. Akrabalardan birer gelin ya da damatla dönenler oldu büyük acılan doğuran bu amaçlı ziyaretlerden. Telaşlı yıllar çoğunu hem fıziksel hem de ruhsal olarak yıpratmıştı. Birikimlennı sonunda eve yatırmışlar. Avustralya vatandaslığını da almışlardı. Ancak vatandaşı olduklan, yaşadıklan ülkenin resmi dilini öğrenememişlerdi. tçlerine kapanarak genel toplumun tamamen dışında kalmışlardı. Biraz da kendi tercihleri olan bu dışlanmışlıkla birlikte zamanla kimlik sorunlan gündeme geldı. Hiçbir dili tam öğrenememiş, hiçbir kültürü tam benimseyememiş bu çocuklar ne olacaktı! 1980'li yıllann başında güçlenmeye başlayan dinsel hareketler bu kaygılannı gidermek için bir umut olabilirdi. Anavatandan gönderilen onlarca din görevlisinin çabalanyla hem Türk ve hem de lslami motifli dernekler hızla çoğalıyordu. Din sohbetleri kısa sürede tarikat toplantılanna, kuran kurslan da Islam kolejlerine dönüştü. Bazı evlerin duvarlarından resimler yavaşça indirilirken ekranlar beyaz örtüyle örtülmüşrü. Kadınlann örtünmelerine adeta koşut olarak çocuklann bir bölümü Kuran ve Arapça ögrenmeye başlamıştı. Böylece tanımı üzerinde bir türlü uzlaşma sağlanamayan milli ve manevi değerlerini öğrenecekler ve dış tehlikelerden korunacaklardı. Tüm bu gelişmeler, bazı devlet temsilcilerinin teşvik ve denetimi çerçevesinde yürütüldü uzunca yıllar.Önceleri Diyanet'e bağlı olarak gelişen tslami hareket, giderek bir siyasi partinin etki alanına girmişti. Dini bayramlarda düzenlenen şenlıkler. çocuklanna kültürünü tanıtmak isteyen iyi niyetli anababalann da ilgileriyle on binleri çekmeye başlamıştı. Bir keresinde şenlik alanında dalgalanan yeşil renklı şeriat bayrağını çoğu, kültürümüzün bir parçası kabul ederek umursamıyordu. TC'nin resmi temsilcisı de o bayrağın altında yaptığı protokol konuşmasında zaten "Allah sizden razı olsun" dememiş miydı! Toplum radyolannda yayınlara başladılar. Cumhuriyetin ıj kazanımlanna, laiklik ve ^ demokrasiye yöneltilen ağır dozlu eleştirilere toplum da zamanla alıştı ve bir ölçüde de benimsedi. Laik Türkiye Cumhuriyeti'nin temsilcileri bu yaymlan duyamadı. Son yıllarda yumuşayan ve RİII FNT d ü n y a ç a p ı n d a İRRKKf a ç t l g I d e r s a n e 'IBRIŞIV1 v a k l fv e kolejleriyle tanınan bir cemaat ise çalışmalannı ev toplantılanna kaydınyordu. Toplumun etkili bıreylerini kazanma çabalarına hız vermişti. Yine bir resmi temsilci onlann vakıf yurtlannın açılışında bu kez "Bu toplum sizlere çok şey borçludur" diyecekti. Resmi ellerde yüceltilen bu akımlara karşı olmanın, millet düşmanlığıyla özdeşleştirildiği ve bölücülük olarak damgalandığı dönemleri " yaşayan genış bir kesim için Türkiye'deki son gelişmeleri yorumlayabilmek oldukça zor. Bir yanda yıllarca kutsanan resmi ideoloji, diğer yanda kutsallığı tartışılmayacak ordunun bu resmi ideolojiye artık karşı çıkışı. Türk - Islam senteziyle dokunan birlik ve lobi çağnlannın ve bu yoldaki çabalann, bunca yıldir cumhunyet karşıtı cepheyi güçlendirmenin yanında, buradaki topluma ne kazandırdığı tartışılır. Ancak gerçek olan; toplumun. yaşadığı ülke Avustralya'nın gündeminden kopanlması ve giderek artan işsizlik. eşitsizlik ve ırkçı eğılımlenn, kaybetmekten korktuğo gelecek kuşaklann nasıl etkileyeceği konusundan ne yazık kı rümüyle habersiz olması. KADİKÖY 2. SULH HUKUK 1997/574 Vas Tay Mahkememizce verilen 2Ö.2.1998 tanh ve 1997/574esas, 1998/133 karar sayılı ilamı ile Istanbul. Pendik, Kurtköy Mah. C: 015.03. S. 25. K. 166'da kayıth Fehmi ve Gûrten oğlu 1972 Üsküdar doğumlu hüküm- lü Okan Kütük'ün MK'nin 357. maddesi ge- regince vesayet altına alınmasına ve kendısı- ne öz babası Fehmı Kütük (Kadıköy K. Bak- kalköy Yüksel Sokak No: 15) vasi tayin edil- miştir. llanolunur. 20.2.1998 Basın: 13739 KADtKÖY 2.SULH HUKUK 1997-681 Vas. Tay Mahkememızce verilen 10.3.1998 tanh ve 1997681 Esas, 1998 198 karar sayılı ılamı ile Kars. Digor, Bacalı Köyü. C: 005'0l. S: 65. K: I4'te nüfusa kayıth bulunan Şamıl ve Şe- ker oğlu 1972 doğumlu hükümlü Osman Bul- gan'ın MK'nin 357. maddesi gereğınce vesa- yet altına alınmasına ve kendisine amcasının oğlu Dadaş Bulgan (Iğdır Cad. No 106 Dıgor adresinde ikâmet eder) vasi tayın edilmıştir llanolunur. 10.3.1998 Basın: 13738 FATtH 1. ASLİYE HUKUK HÂKİMLİĞt'NDEN 1996,599 Davacı Seher Handan Bektaş vekılı tarafindan davalı Mehmet Şenf Bektaş aleyhıne açılan boşanma da- vasında Dıyarbakır ılı. Merkez ılç. Alipaşa Mah. 002'05 cılt. 27 sayfa no, 270 kütük no'da bulunan N'ec- mettın ve Safure'den olma 29.6 1974 doğumlu davacı Seher Handan Bektaş ile Ramazan ve Neyyo'dan ol- ma 9.8.1971 dogumlu davalı Mehmet Şenf Bektaj'ın MK'nın 134 4. maddesi uyannca boşanmalanna. alın- ması lazım gelen 774.000 lıra karar harcından peşın alınan 249.000 lıra harcın mahsubu ile bakıye 525.000 lıra harcm davahdan almarak hazıneye venlmesme. ıstenmedıgınden nafaka. tazmınat ve ücretı \ekâlet tak- dınne yer olmadığına, vapılmış yargılama gıderlenmn taraflar üzerinde bırakılmasına daır temyızı kabıl ol- mak ûzere karar venlmış olup. Cengıztopel Cad. Akşemsettın Mah Bme\ ler Ikıncı ICısım 655 Eyüp'lstan- bul adresınde ıkamet eden davalı Mehmet Şenf Bektas'a karar teblıgı venne geçerlı olmak üzere ılanen teb- lıgolunur. 25.3 1998 Basın 13388 KARADENİZ EREĞLİ 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ'NDEN EsasNo 1997 183 Davacı Hüsna Ağar sekılı Av. Mıne Yılmaz tarafından da- valı Alı Ağar aleyhıne açılan nafaka davası sebebiyle. Davalı Alı Ağar'ın Sıvas Şarkışla-Or- taköy adresıne çıkarılan teblıgat bilatebliğ ıade edilip zabıtaca yapılan araştırmada da adresı tespıt edılemedığınden adı ge- çenin duruşma günü olan 14.4.1998 günü saat 10.00'da mahkememizde hazır bulunma- sı \eya kendisinı bir \ekılle temsil ettırmesı. tebliğ tarihin- den ıtıbaren 10 gün içinde da\ a- ya karşı beyan \e delillenni sunması, aksı takdirde yoklu- ğunda karar venleceği ilan olu- nur. Basm: 13963 ALMUS KADASTRO MAHKEMESt'NDEN EsasNo 1984 68 Davacılar Zehra Turan vs. tarafın- dan davalı Mustafa Aydın aleyhıne açılan tespıte ıtıraz davasının yapılan duruşmalan sırasında davacı Necatı Turan'ın ölmüş olduğu. davaya dahil edılen davacı Dılek Turan'a duruşma gün ve saatının bildınlmesı ve dava dılekçesinin tebliği için çıkanlan teb- lıgatın adre.s yetersızlığı ve belımlen adreste tanınmadığından bılaıkmal ıade edildiğı anlaşılmış olup, adı ge- çen dahıli davacı Necatı ve Fadik'ten olma 13 5.1970 doğumlu Dılek Tu- ran'ın duruşmanın bırakıldığı 24.4.1998 günü saat 9.00'da bızzat mahkememıze müracaat etmesı veya kendisinı vekıl ile temsil ettırmesı. duruşmaya katılmadığı takdirde yok- luğunda devam edilip karar venlece- ği hususu dahıli davacıya da\a dilek- çesi yenne kaim olmak üzere ilanen tebhğolunur Basın. 11919 SIMRLI SORIMI1 ÖZBİRtKÎM KOMT YAPf KOÜPERAjÎFt'IvrN 1998 Y1LI OL4ĞANİ STl GENEL KURUL TOPLAMISEVA ÇAĞRI Kooperatıfîmızın 1998 yıh Olaganû&tû Genel Kurul Toplantısı! 0 Mayıs 1998 tanhınde. pazar gûnü saat 11 OO'de "Bahçeşehır-Bo|azköy 105 nolu parsel S S Özbınkım Konul Yapı Kooperatıfı Şantıye bınası" adresınde vapılacaktır Toplamının ertelenmesı halınde 17 Mayıs 1998 tanhmde pazar guniı saaı 11 OO'de yine aynı adreste >apılacaktır Ortaklanmızın leşnf etrnelen önemlc nca olunur GLNDEM: I- Aç1115 \e saygı duru^u. 2- Başkanlık Dıvanı seçımı \e Başkanlık Dnam'na tutanaklan ımza etmesı hakkında yetkı \enlmesı. 3- Bagh bulunduğumuz Kooperatıf Üst Bırlığı yeni dönem altyapı aıdatlan ve ödeme planı ile ılgılı konunun gofuşulerek karara baglanması. 4- Taahhütlennı yenne getırmeven ortaklann durumunun göriişülerek karara bağlanması, 5- Gereklı gorulen diğer hususlann göruşülerek karara bağlanması. 6- Dılekler. temennıler ve kapanıs S.S. O/JJlRlKlM KOMT YAPI KOOPERATİFİ YÖMTlM KIRILI Nüfus cuzdanımı ve ehhvetımı kavbettım. hükumsuzdür ARİFFE COŞfCUN ANMA Yaşamı boyunca diirist, demokrat kişiliğini koruyan, sevgili babamız 1926-1993 H. BASKI LÜTFULLAHOĞLl'nu aramızdan aynlışının 5. yılında öz*mle anıyoruz. Ailesi ve tüm dostları adına oğlu HALDUN K. LÜTFULLAHOĞLL
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle