22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14NİSAN 1998SALI 12 KULTUR PORTAL DİKMEN GÜRÜN Ölümünün 20. yılında bir tiyatro düşünürü Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu 6 Bir tiyatro felsefemiz yoktur'Döneminin (1886-1 Nisan 1978) ön- de gelen düşün adamlanndan biridir Is- mayıl Hakkı Baltacıoğlu. Eğitimden fel- sefeye çeşitli alanlarda önemlı yapıtlar veren Baltacıoğlu'nun 1930'lu yıllar- dan başlayarak, tiyatro üstüne yazılan günümüzde yeniden okunması. ırdelen- mesı gereken bir bütün oluşturur. "Bizim bir tiyatro felsefemizvoktur" diyen Baltacıoğlu. tiyatronun bına. sah- ne. oyunculuktan önce "kafa" ışi oldu- ğunu vurgular. Aradan geçen >ıllaronun bu alandaki düşüncelerini degıştırmeye- cektir. "Benim gördüğüm şu: Türk ti- vatrosu yolunu şaşırmıştır, bocalamak- tadır. En bih iik uğursuzluk, düşüncesiz- lik dcğil. düşünürleri anlavanlann ol- mamasıdır. Tivatronun ne olduğunu an- cak felsefe kafası olan kişiler anlayabi- lirier." (1). "Tiyatro Nedir, Ne DeğÜdir" başlıklı yazısında yine bu bağlamda cid- di saptamalarda bulunuyor. Tiyatro ala- nında o güne dek önemlı adımlar atıl- mamış olmasını. tiyatronun ne olup ne olmadığını sorgulayan gerçek tiyatro düşünürlerinin eksikliğiyle bağdaştınr. "Memleketimizde şiir, hikâye, sanat ta- rihi yazan, tenkid yapan her insan ken- dini tiyatro düşünürü sayar! Bu kafada- Id insanlar tiyatromuz için büyük fela- kettir."(2). Tiyatro düşünürlerinin anlaşılama- ması ve tiyatro düşünürlerinın eksikli- ği aslında birbirini tamamlayan gerçek- lerdir. Bu gerçekler, Baltacıoğlu'nun tı- yatroda. pek çok alanda olduğu gibi. Batı taklitçiliğini sorgulamasında da bu- luşur. Türk tiyatrosunun Batı'nın ro- mantik tiyatro geleneğinden kendinı kurtarması gerektiğini savunur. "Sahne- yi kuruın, kuralı vasa, göreneği gelenek sandık. Avrupa'nın yaratıcı dehasını edinmeyedeğiL paıiak gös- terişlerini edinmeye yel- tendik... Neyazık kî kusu- nımuz, Batı tiyatrosunun varatıcı özünü bir türlü benimseyememekti. Biz- den önce gelen ler. kara- gözcüler, meddahlar. soh- betoyunculan, rulua tçılar kabuk yerine özü, dış ye- rine içi. kalıp yerine caru. ölü yerine diriyi yakalaya- bildikleri için. eşsiz, özgün yaratım örnekleri verdi- îer. Biz ne yapabildik?" (2). Baltacıoğlu'na göre Tanzimat'la bırlikte başla- yan Batılılaşma hareketle- nnde öykünmenin ön plana çıkması ti- yatro alanında da kendinı göstermiş ve tiyatro tekniğinin özüne inmek yenne Ba- tı'dan alınan birtakım yüzeysel ölçüt- lerle yetinilmıştir. Yaşanmakta olan so- runlann ka>Tiağında kendimize özgü ti- yatro anlayışımızın olmaması yatmak- tadır. "Meşrutiyetin Oanmdan beri bu böy- ledir. Bir müdür gider, verine bir başka müdür gelir... A\rupalısı gelir, yerüsi gi- der... Ancak değişmeyen bir şey vardır: Tiyatro anlayışı. Bu değişmemek. değJ- şememck Mınakyan Efendi zamanın- dan beri böyledir. Bunun da sebebi, Türk düş aydutlannui bir yanuşıdır. Bu düşü- nürier. şu gerçekleri bir türlü anlayama- mışlardu*. 1. Tiyatronun tiyatro olan bir tekniği vardır. O, uluslararası kurallann tümü- dür.. bir akıl işidir. 2. Tiyatronun bir kültürü vardır. O, her ulusun kendi geleneklerinde var olan ses, söyleyiş, bakış. kımıldayış, oluş gele- JD iizim bir tiyatro felsefemiz yoktur' diyen Baltacıoğlu, tiyatronun bina. sahne, oyunculuktan önce "kafa" işi olduğunu vurgular. Aradan geçen yıllar onun bu alandaki düşüncelerini değiştirmeyecektir. nekleridir. Tiyatro geienekleri- uluslann vicdanındadır. Başka yerden alınmaz." (3), Öte yandan. Baltacıoğlu yıne ''tiyat- ro felsefesi" üzerinde durarak "öz tiyat- ro" düşüncesini geliştirmiştır. 1930'lu yıllarda çıkartmaya başladığı "Yeni Adam" dergisindeİci yazılannda sürek- li "tiyatro nedir" sorusunu irdeler. Da- ha sonraki yıllarda burada çıkan yazı- lanndan "tiyatro felsefesinin ilk kınnti- lan" olarak söz edecektır. 1941 'de ya- yımlanan kitabı. "Tiyatro" bu alanda önemli bır çalışmadır. "Tiyatro nedir? Bu soruyu daha geniş daha aydın olarak yinekyeliın: Her türlü takınhİardan.asa- laklardan aynhnış, kendi başına kalmış, bir şey, öz olarak tiyatro nedir? Bu so- ruva karşılığını vermek.. felsefenin öde- vidir. bir felsefe sorunudur. Bu sorunu çözmek içintiyatroyutiyatroolmayan bü- tün takıntılardan ayırmak, kendi başı- na bırakmak gerektir." (4). Tiyatronun kendine öz- gü bir estetiği olduğunu öne süren Baîtacıoğlu'na göre tiyatro. varlığını, ken- di dışında kalan doğuru- cu sanatlarda değil, ken- di içinde aramalıdır. Sah- ne, perde. dekor. makyaj. kostüm gibi elemardan ti- yatronun 'takıntılan' ola- rak değerlendirir. Birbaş- ka deyişle, bunlar tiyat- ronun "öz öğeteri" değil- dir. Farklı bir düzlemde yönetmeni. yazan, esen sorgular ve şu sonuca va- nr: Buelemanlargösteri- nin özü olmamakla bir- likte takıntısı da değiller- dir. Baltacıoğlu'nun "yönetmen" üstü- ne görüşleri tartışmaya açıktır. Yönet- meni; oyunu seçen, toplu olarak düşü- nen. rollen dağıtan, öğreten usta insan olarak tanımlar: ama yönetmenin aynı zamanda iyi bir oyuncu olması gereİcti- ği savı üzerinde durur ve bu konuda son sözünü söyler; tt Eğerrejisör,bnkuweve- ya bilfiil aktör değüse. ödevini faydalı olarak yapamaz. Çünkü rejisörün rolü aktörün rolünden ayn, başka bir şey de- ğildir. Aktör olan yerde rejisöre İüzum yoktur. Bu doğru iddia, kendine yetici ak- törierin bulunduğu yerlerde rejisörün susmaktan başka bir işi kalmaması ile anlaşılır. Sözün kısası, yönetmentivatro- nun özü değil, ikinci derecede bir elema- nıdır"(5). Meyerhold, Craig gibi yönetmenle- rin çalışmalannı araştıran, geleceğin ti- yatrosuna yönelik olarak onlann reji yaklaşımlannı inceleyen bir tiyatro dü- şünürünün "yönetmen" konusundaki bu saptamalan sankı kendi içinde bazı çelışkiler içerir. Bu çelişkilenn neden- len dönemin tiyatro yaşamı içinde de- ğerlendmlebilir... Ismayıl Hakkı Balta- cıoğlu için 194O'lı yıllarda tiyatronun özü "oyuncu"dur. 1966"da, Türk Dilı-Tıyat- ro Özel Sayısı'nda çıkan yazısında ise tiyatronun özü olarak "süre"yi belirler. Süre, aksiyondur. Bu değişimi şöyle açıklar: "FebefekavTamlanbilinıselkav'- ramlar gibi durağan değildir. dinamik- tir.Ödevleri bilim denemekrivie daha çok aydınlatümış olan hayat gerçeğini içine aîabilecek olan yeni ka> ramlar yapmak- tır. Tiyatronun özünü aksiyon sürcsi de- diğim daha saltık bir ilkeye kadar çıkar- dıktan sonraoyuncuvn ilkeolarak almak- la birtikte tiyatro gerçeği bu oyuncuda- ki aksiyon, akshondaki süredir" (6). Baltacıoğlu'nun tiyatro felsefesini, görüşlerini, dünyasını bu yazının sınır- lan içine sığdırmak olanaksız. Yazılan, oyunlan, çocuk tiyatrosu, okul tiyatro- su, halkevleri çalışmalan... Zengin açı- lımlarla beslenmiş bir kültür dünyası... Genç kuşak eleştirmenlere, dramaturg- lara antenlerini yönlendirebilecekleri güçlü bir ka>Tiak. (1) Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, "Türk Tıvatmsu Yolunu Şasırmıştır." Hürses, 2$ Ocak 1954 (2) "Türkiye'deMilli Tiyatro Varmı?" Yeni Adam, 8 Kasım 1951 (Röportaj) (3) I.H. Baltacıoğlu. "Tiyatroda Her Şey Değişiyor, Tiyatro Anlayışı Değiş- miyor" Zaman, 18 Aralık 1952 (4) I.H- Baltacıoğlu "Tıvatro Nedir Ne Değildir'Türk Dili (5) I.H. Baltacıoğlu "Rejisör Nedir" Llus, 17 Nisan 1951 (6) I.H. Baltacıoğlu "Tıvatro Nedir Ne Değildir" Türk Dili. 'Robot öncesi bir kahraman'ın arayışı Daniele Ermes Donde ilerde sahteyle gerçeğin değerinin aynı olacağını iddia ediyor Sahte resınt Kültür Servisi -Anadolu Sanat Yayınlan Ali Özgentürk'ün 'Mektup' adlı filmıni kitap olarak yayımladı ve Anouar Brahem'in yazdığı filmın müzıklen CD olarak satışa sunuldu. MuratÖzer'in yayıma hazırladığı kitap. MuratÖzer'in 'Mektup'un Yönetmeniyle Söyleşi' başlıklı bölümle başlıyor. Ali Özgentürk filmlerinin altıncısı olan 'Mektup'un yaratım süreci ve sonucu üzerine uzun bir söyleşi gerçekleştirmiş. özgentürk, yaklaşık 10 yıl boyunca 13 ayn versiyonla yazılan senaryonun başlangıcı, değişim ve gelişimlenni aktanyor. Kitapta filme yönelik eleştirileri de yanıtlayan özgentürk, geçmiş yüzyıllann biriktirdiği kültürün devamı olan ve yirminci yüzyılda tepe noktasına çıkan babanın. yirminci yüzyılın yetiştirdiği bir diğer modern kahraman, silikon vadisinin kahramanlanndan birı tarafından arandığını belirterek Ragıp'ı 'robot öncesi bir kahraman' olarak tanımlıyor. "Ragıp'ın gözünden olan filmin kendisL. Ragıp gelir, Türkiye'vi keşfeder türünde yazılar çıktı. Ovsa ben böyle bir şey söylemedim. Iri laflar etmek istemiyorum ben. Amerika'dan gelmiş bu adamın, Ragıp'ın karşısına ne çıktıysa bir sadelik içinde vermek istedim ben. Valnızca bir yerde, büyük bir çöküntüye girdiği zamanlarda, bir birahanede hayatında ilk defa gördüğü bir adama kendi ölümüyle ilgili bir mektup gönderir. O adamı filmin sonunda morg bekçisi olarak görürüz. Bir rastlanhdır bu... Ragıp'ın bunlann dışında filmi anlarmasıysa şu şeldldedir: V önermen bir tür Ragıp'ın gözüyle filmi dillendirir, ifade eder. Öyle büyük sinemasal efektier yoktur, Ragıp'ın ruh haliyle dolaştım ben filmde" diyor Ali Özgentürk. ,',Aynca kitapta çekim günlüğünden küçük ! notlar da yer alıyor: "Ragıp Türkiye'de dolaşırken nereye giderse. herkes ya paradan, ya şirketlerden _>a da futboldan konuşmaktadır." *' "Ne yazık ki sinemamıan Ataç'ı, Memet Fuat'ı, Fethi Naci'si yoktur." "Ragıp babasını aşmak, babası gibi olmak ister. Babası yirminci yüzyılın kahramanlanndan biridir. Belki Ragıp da daha modern zamanlann kahramanlanndan biri. (Silikon vadisinde demş var mıdır?) Ragıp çaresizdir; önünde tek yol kaldığını düşünür: Kendini öldürmek. Hatta daha da ileri gidip kendini öldürtmek. Sonunda katilini seçer: Tutku. Kendisine aşkla bağlanan kıza kendini öldürtür. 'Kahraman' olur. Böylece aşk da hayat da temiz kalır. aklanır. Sanki 'Baba rahmi'ne döner. O beyaz temiz, 'ütopya'ya.' Evrensel bir konuya Idşisel yaklaşım Özgentürk'ün aitıncı uzun metrajlı çalışması olan 'Mektup', küçükken Türkive'den aynlıp Amerika'da eğitim gören ve bu ülkede 'değerli' bır bilim adamı olarak itibar gören Ragıp'ın Türkiye'ye dönerek babasının izini takip etmesini anlatır. Bu takip sıradan karşısına çıkan bütün insanlar, 'efsanevi' baba hakkında çelişkili ifadeler vermektedir. Tüm bu tanıklann tek ortak noktası ise babanın 'büyük adam' olduğudur. Uzun takip. Ragıp'ın babasına fazlasıyla yaklaştıracak ve belki de onun aracılığıyla kendisine ayna tutmasını sağlayacaktır... Tank Akan, Zişan Uğuriu, Cüneyt Gökçer, Ahmet Mekin. Nail Çakırhan, Jessica Campbell gibi isımlerden kurulu oyuncu kadrosuyla dikkat çeken 'Mektup', Özgentürk'ün evrensel bir konuya alabildiğine kişisel bir yaklaşım denemesi olarak değerlendiriliyor. Yönetmenin 'bir 20. yüzyıl kahramanının diğer bir 20. vüzyıl kahramanıv la buluşması' diye nıtelendirdiği 'Mektup', hüzünlü bir söylemin peşinden giden ılgınç bır yapıt... Kitapta aynca, seyircinin Mektup üzenne düşünceleri, künyesi ve çekim senaryosu da yer alıyor. Ali Özgentürk'ün 'Mektup' filminde Tank Akan, Zişan Uğuriu ve Nail Çakırhan. uretme sanatL• Kuzey Italya'nın Cremona kentinde yaşayan Donde'nin, Avrupa'nın çeşitli kentlerine yayılmış 12 ressam çalışanı bulunuyor ve her biri, özel bir dönem ya da belli ressamlar üzerine uzmanlaşmış kişiler. Kültür Servisi - Batı'da gerçekleştirilen müza- yedelerde, Van Gogh, Renoir \e Picassoya ait re- simlerin alış fiyatlan 10 milyon dolan aşıyor. Bu ressamiann resimlerine sahip olmak isteyen ama bu denli büyük paralar ödeyemeyenler ve bu ne- denle başka çareler düşünenler var: Daniele Ermes Donde, 'orijinal' bir Van Gogh 'Ayçiçekleri' resmi- ni 10 bin dolara satıyor. Tabii burada 'orijinal', görece bir kavram. Donde'nin işi, 'yasal orijinal' sahte resımler satmak. Kendisini 'sanat araştırmacısı' olarak tanıtan Daniele Ermes Donde'nin yasal sahteresimleri,özel bir 'orijinaUik belgesi'yle bırlikte satılıyor. Kuzey Italya'nın Cremona kentinde yaşayan Donde'nin. Avrupa'nın çeşitli kentlerine yayılmış 12 ressam çalışanı bulunuyor ki her biri özel bir dönem ya da belli ressamlar üzerine uzmanlaşmış kişiler. Sözgelimı ttalyan Giorgio Dalla Zorza, bir Van Gogh uzmanı. Ingiltere'de yaşayan Fleur Bever- ley'nin üstüne Cezannekopyaeden yok! Macar res- samın alanı ise oldukça genış; Rembrandt Reno- ir ya da Cezanne'ın resımlerinı orijınaline çok ya- kın kopya edebiliyor. Genelde müzelerde ya da re- simlerin bulunduğu özel koleksiyonlarda resımle- rin orijinalleri karşısında çalışan söz konusu res- samlar, tuvallerini, boyalarını ve fırçalannı çok dikkatle seçiyorlar ve Rembrandt'ın tuvallerinde- ki çatlaklara, Van Gogh'un resimlerindeki kalın fır- ça darbelenne dek en ince aynntısına kadar tıtiz- lik gösteriyorlar. Flaman ressamlan üzerine uzmanlaşan Robert Pastor. "Amacunız, kendi esin kaynağını resünle- re yansıtan bu büyük ressamlara en azuıdan tek- nik olarak yaklaşabildiğimizi göstermek" diyor. Ancak sanat tarihı uzmanlannı kandırabilen sah- te resimler üretmenin de kendisine ayn bir zevk ver- diğini söylemeden de edemıyor! Arz-talep meselesi. her iş alanında olduğu gibi bu alanda da geçerli. Donde. "Olağanüstü derece- de başardı Van Gogh taklitleri yapabilen iki ressa- mım var. Her ikisi de yılda 40 kadar resim sağtıyor bana. Van Gogh talebi çok fazla olduğu için bunla- nn fîyatları 10-15 bin dolar arasmda değişiyor. Ben aslında bu işe başladığımda sanatı halka götürme- yi amaçlıyordum. Ama sonuç tiyle olmadı" diyor. Gerçekten de öyle olmamış: Donde'nin. Accade- mia Arte adlı şirketinin kitapçığında yer alan fo- toğraflannda. Arnold Schwarzenegger, Sophie Lo- ren, Prens .\lbert gibi ünlüler ve ltalyan sosyete- sinin ünlü simalanyla poz verdiği görülüyor... Donde. işin yasal yöntemini bulmuş koca bir sahtekâr mı? 15 yıl önce ayakkabı satan Donde, yalnızca yurtdışı satışlanndan yılda 2.8 milyon dolar yıllık kazanç sağlayan ciddi bır ışletme yü- rüttüğünü iddia ediyor. İşin ilginç yanı, Donde'nin bu işi kurmaya heveslenmesinin ardında sahte bir resimle dolandınlmış olmasının yatması: ltalyan ressam A%i Sassu'nun bir resmini satın alan Don- de, birkaç yıl sonra bu resmi Sassu'ya gösterdiğin- de, ressam bu resmin kendisine ait olmadığını söy- lemiş. Ancak kendi tarzının bu denli ustalıkla tak- lit edilmesinden öylesine etkilenmiş ki, bu sahte resmin bir taklidini de kendisi yapmış ve Don- de'ye hediye etmiş! "Işteo zaman" diyor Donde, "bir sanat yapıtını kopya etmenin kendi içinde ya- raticı bir eylem olduğuna karar verdim". 1984 yılında "bu işin en iyileri" dediği bir grup sahteci ressamla çalışmaya başlayan Daniele Er- mes Donde. Avrupa'nın çeşitli galerilerinde ve otellerde sergiler düzenlemeye başlamış. İşe ilk başladığı günleri anlatan Donde, "Bir keresinde ba- zı insanlar galerilerin duvarianna taş atölar, üste- lik bir keresinde de tutuklandun. lyuşturucu ka- çakçısı muamelesi gördüm" diyor. Ancak "sahte resim" olayı zaman içinde geçerlilik kazandı. Zen- gınler, Donde'nin sahte resimlerini satın almaya baş- ladı. Prenses Diananın koleksiyonunda çoğunu Degas balerinlerinın oluşturduğu yedi adet Donde belgeli izlenimci resim bulunuyor. FrankSinatra'nın Palm Springs'deki \ illasında Donde belgeli 12 adet sahte Modigliani bulunuyor. Donde'nin sattığı sahte resimlerin fiyatlan. bir- kaç bin dolardan 40 bin dolara kadar çıkabiliyor. Donde'ye göre, günümüzde artık orijinal resimlerin otoritesi sorgulanıyor. "Birçokmüşterim,orijinal- leri kendilerinde oian resimlerin sahtelerini ısmar- lıyor. Orijinal resim depoda saklanıyor, sahtesi ise duvara asıhyor. Diyeliın bir soygun oklu. O sahte resim, orijinalmiş gibi sanat pazanna düşüyor. Ya da diyelim ünlü bir koleksiyoncu, vergiden düşmek için bazı resimlerini müzelere bağışbvor. OrijinaJ- lerin arasuıda sahtelerin bulunmadığını nereden büeceğiz?" Zürih'tekı Kunsthaus Müzesı. Donde'nin sahte resimleri için özel bir bölüm açmayı düşünüyor. Donde'ye göre ilerde dünya müzelennde de orijinal- lerin yerini sahteler alacak. "Orijinalleri depolar- da saİdayacaklar ve sonunda, hangi resmin gerçek hangi resmin sahte olduğu önemini yitirecek, hep- sinin değeri bir olacak." YAZI ODASI SELİM ÎLERİ Değeri Bilinmemiş Kenan Hulusi "Rus Büyük Köşk'e haziran ortalarına doğru gel- diğim zaman Madam Grişabofbeni eskı bir tanıdık gibi karşıladı: - Haa! dedi, Madam Zoya'nın tavsiye ettiğipan- siyoner. Demek ki siz? Hiç de otuzyaşında göster- miyorsunuz canım. Şura! Mösyönün valizini dokuz numaraya çıkar..." Kenan Hulusi Koray'ın 1942'deVakitgazetesin- de tefrika edilmiş R.B.K. Pansiyonu adlı nefis uzu- nöyküsünü okuyorum. Birgazetenin, yayımı çoktan sona ermiş bir gazetenin sayfalannda yttip gitmiş bir uzunöykü; yukandaki satırlarla başlıyor. Onlarla başlıyor ve Suadiye'nin -benim de az bu- çuk hatırladığım- köşklü, bahçeli 'sayfiye' günleri- ne açılıyor. Ama size bu güzel uzunöyküyü niye an- latayım, hiçbir zaman okuyamayacaksınız ki!.. Kenan Hulusi 1906'dadoğmuş. Istanbullu birya- zar. Yedi Meşaleciler edebiyat topluluğunun tek hi- kâyecisi. 1943'te salgın tifüse yakalanıp Adapaza- n'nda ölüyor. Birkaç hikâye kitabı, yine Vakit'te tefrika halinde kalmış -o kadar ilginç, çekici adlı: Osmanoflar- bir roman, gazetelerde ve dergilerde başka hikâyeler, yazılar, kısa bir ömre sığdınlması güç yazınsal ça- ba. Galiba Kültür Bakanlığı Yayınlan, birara, InciEn- ginün'ün emegi derlemeyle seçilmiş hikâyelerini ya- yımlamıştı. Bu son kitap da çoktan kayıplara karış- mıştır. Otuz-otuz beş yıl önce, eski kitap sergilerinde Kenan Hulusi'nin kitaplanna rastlanılırdı. 1939 ba- sımı Son Öpüş'ü, 1940 basımı Bir Otelde Yedi Ki- şi'y\ oralardan edinmişimdir. Yaz aylan her gün es- ki kitapçıları dolaşırdım. Kenan Hulusi Koray adını ise Tahir Alangu'nun bugün yeni basımı sanınm yapılmayan Cumhuriyet- ten Sonra Hikâye ve Roman antolojisinde görmüş olmalıyım. Çağdaş Türk edebiyatını evimde toplamak gibi- sinden bir ülküm vardı. Kenan Hulusi'yi apar topar edinişim, kitaplığıma katışım bu yüzden. Sonra, Bir Otelde Yedi Kişi'de yer alan "Sayfiye- de Bir Numero " öyküsüne vuruldum. Yaz aşklann- dan söz açan, fantastik denebilecek yönsemeler gösteren, şiirli bir öyküydü. öğretmenimiz Alangu, Kenan Hulusi'nin başlan- gıçta 'magazin' hikâyeleri yazdığını, memleket ger- çeklerine sonradan yol aldığını belirtir. Biredebiya- tın ille memleket gerçeklerıne yol almasını adeta di- leyerek. Ya memleket ne yapmıştır? Gerçeklerin açımla- masına yol almış Kenan Hulusi'yi. memleketin kül- tür polrtikalan silip süpürmüştür. Pek çok... Başka pek çok Türk yazarının başına geldiği gibi. Ben Kenan Hulusi'nin hemen hemen bütün öy- külerini severim, Alangu'nun "sonradan renklendi- rilmiş kartpostallara" benzettiği süslü öykülerini de. Bu süslü öyküleri, üstelik, daha çok severim. Süslenmişler mi, süslenmemişler mi bilmiyorum ama, Sait Faik'i çağrıştınr bir bulanıklık.. yazınsal tat taşıyan bır bulanıklık göze çarpar onlarda. Gelgelelim hepsi boşunadır. Bir yazar, geriye bi- , zjrn için 'gQzeğiklşr' bırakmak istemiş, bunun için var- gucüyle çaba harcamış, sonra sönmüş, erimiş, yit- miş. Ekinsel zenginliklerini neredeyse bilinçletoprağa gömen ülkeler pariak geleceklere yol almıyorlar. Ya- şadığımız ortam, siyasal çalkantılar ve aymazlıklar, ekonomik çöküntü, düşünsel boğuluş, yıkıcı yaşa- ma biçimleri, insanlıktan gıtgide uzaklaşmamız pek çok sebebe bağlanabilir. Ne var ki Kenan Hulusi gibi yazartanmızı, cumhu- riyetimizin yetmiş beşincı yılında bıle geniş okur ka- labalıklanna ulaştıramamak, dahası, geniş okur ka- labalıklan oluşturamamış olmak, söz konusu o pek çok sebebin en önde gelenleri arasmda değil mi- dir? Takvimde İz Bırakan: "Bir dost neye yarar, bazı uykusuz geceler I sizi can kulağıyla dinlemiyorsa, Iyıldızınızıjı söndüğü ge- celer I size bir kibrıt vermiyorsa." Özdemir İnce, Mani Hayy, Yön Yayıncıhk, 1998. CRR'de farklı bir arp-keman ikilisiKültür Servisi - Konser programlarında çağdaş eserlere genış yer ayıran Equinox ikilisi bu akşam saat 19.30'da CRR'de ls- tanbul dinleyicisiyle bulu- şuyor. Arpist Şirin Pancaroğlu ile kemancı Ignace Jang'dan oluşan Equinox. gündüz ile gecenin denk- leşmesi gibi eşitlik anlayı- şıyla kurulmuş bir ikili. Ye- di yild.tr birlikte konserler veren ikili, sazlanrun gele- neksel tuıısmdan farklı bir şeyler çıkartmak ve 20. yüzyıl müzığini keşfetmek amacıyla bırlikte çalışma- ya başlamış. Düzenlı kon- serler \ eren tek arp-keman ikilisi olarak bilinen Equ- inox ilk kayıtlannı bu yıl pi- yasaya sürüyor. Cemal Re- şit Rey Konser Salonu'nda verecekleri konserde Tür- kiye'de çok enderdinleme olanağı bulduğumuz çağ- daş eserler seslendirecek- ler. Günümüzün ünlü bes- tecilerinden Estonyalı Ar- vo Part'ın "Ayna İçindeAy- na" adlı eserınin Türki- ye'de ilk seslendirilişj ola- cak. Equinox için Koreli Jeeyougn Kim tarafından 1996'da bestelenen "Ay Işı- ğında Öztem" \ e Venezü- ellalı Rkardo Lorenz'in eserlerini dınlemek, bugün dünya sathında yarahlanla- n tanımak açısından çok önemlı. Equinox'un bu konseri, tüm dünya kültür- lennın evrensel müzikle birleşmesının güzel bır ör- neğını oluştunıyor. Konserde aynca Astor Piazzolla, Manuel de Falla, Claııde Debussy'den par- çalar seslendınlecek. Önümüzdeki hafta ise arpist Şirin Panearoğlu. An- kara Festıvali'nde. 20 Ni- san gecesi 20.30'da MEB Şûra Salonu'nda Ancvra OdaOrkestnıayla, şef Ân- tonio Pirolli yönetımınde Handel'm Arp Konçerto- su ile Debussv'nin Arp ve Yaylılar ıçın danslannı ses- lendırecek. Şirin Pancaroğlu ve Ignace Jang.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle