Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 4 MART 1998 ÇARŞAMBA
12 KULTUR
Sinemayı çok cazip bulan Fikret Kuşkan, kendisini farklı noktalara sıçrattığını belirtiyor
6
Yaşama dokunan her şey smenıada'
FECİRALPTEKİN
Fikret Kuşkan .. Oyuncu. Bu-
güne dek tıyatro ve sinemada hep
düzeyli yapımlarda yer almsş,
çizgisınden ödün vermemiş. ba-
şanlı bır isim. Erden Kıral'ın bu
hafta gösterime girecek olan fil-
mi 'Aveı'da Ahmet Uğurlu ve Ja-
le Ankan'la. hazırlıklan sürmek-
te olan ve yönetmenliğini Şakir
Gûrzumar'ın yaptığı 'Atlan da
Vururlar' müzikalinde Okan
Bayülgen ve Yeşim Salkım'la
başrolleri pay!aşı>or. TRT l'de
yayımlanan, MahinurErgun im-
zalı 'Şaşıfelek ÇıkmazT adlı di-
zideki Cesur tiplemesıyle de her
pazar ızleyiciyle buluşmayı sür-
düren Kuşkan, son dönemın en
çok çalışan oyunculanndan biri.
'Atiarı da Vururlar' müzıka-
lıyle sahneye dönmeye hazırla-
nan sanatçı. sinemayia ıç ıçe ge-
çirdiği yıllar süresince tiyatrodan
biraz uzaklaştığını belirtiyor ve
tiyatro ile sinema arasında gidip
gelen söyieşimiz böylece başlı-
yor.
Tekdüzelikten sıkılıyor
Konservatuvar yıllannda ho-
calannın da etkisiyle tiyatroyu
iyiden i\ıye yücellmiş gözünde
Kuşkan. O zamanlar Türk sine-
masını ve filmlerini küçümsü-
yormuş bıraz. Ancak tam tiyatro
yapmayı tasarlarken kaçınılmaz
bir bıçimde sınemanın ıçinde
bulmus, kendıni. Önemli roller
• Fikret Kuşkan, Erden
Kıral'm bu hafta gösterime
girecek olan filmi 'Avcı'da
Ahmet Uğuriu ve Jaie Ankan'la,
hazırlıklan sürmekte olan ve
yönetmenliğini Şakir
Gürzumar'myaptıgı 'Atlan da
Vururlar' müzikalinde Okan
Bayûlgen ve Yeşim Salkım'la
' başrolleri paylaşıyor. Aynca
TRT l'de yayımlanan 'Şaşıfelek Çıkmazı' adlı dizideki
Cesur tiplemesiyle de her pazar izleyiciyle buluşuyor.
birbıri ardma gelmış ve bu rolle-
ri oynaması gerektiğine inanrrnş.
İşte boylece başlamış Kuşkan'ın
sinema serüvenı. Sonra tiyatroyu
filan düşünmemiş bır daha: "Si-
nemanın bendeld karşdığının çok
cazip olduğunu, beni çok farklı
noktalara sıçrattığını gördüm.
Beyazperdeıün daha da zor, daha
da kaprisli oiduğunu anladım. Bu
serüveni sürdürmek, sinemayı ve
sinema oyunculuğunu keşfetmek
zorundaydım."
Kuşkan ıçın sinema. \ar olan
değer yargılannca benimsenen
bir sanat, \izyon oyunculuğu:
*Dünyanınen önemli aktörleri si-
nemayapmak istiyor artık. Tiyat-
royu isedahaçokkızağa çekildik-
leri dönemlerde, kendilerini di-
sipline etmek için seçhorlar'".
Tıyatronun sürekli bır kontrol
ve dısıplın gerektırdığinden söz
ediyor Kuşkan. Aynı oyunu, ay-
nı motivasyon ve değişmezlikle
belkı de 250-300 kez tekrar tek-
rar sahnelemek... Bu tekdüzeli-
ğin kendisini sıktığını keşfetmiş.
"30 oyundan sonra sıkılmaya
başuyorum" diyor, *Yapa> geli-
yor bana. Tiyatroda oyuncu var,
sinemanın karşısındaysa gerçek
yaşam, yaşama dokunan her
Şev"-
Meyici ktistürûlmemeli
Kuşkan'a göre sinemada asıl
ısçı yönetmen. Oyuncu ıse ışık
gibi kamera gibi bır malzeme.
Eskidenmiş o oyuncu filmleri.
Jönlerin isimleri yönetmenden,
filmdenönceyazılırmış... "Sine-
manın, yönetmenin işçiliği oldu-
ğu uzun yıllar önce kanıtlandı. a-
ma toplumun geüşimine paralel
olarak bu gerçeğin Türkiye'de
kabuUenihnesi oldukça gecikti".
Peki ya Türk smemasınm bu-
gün ulaştığı nokta... "Son geliş-
mekr incebir çizgjye,tehlikeli bir
noktava taşıdı sinemamızı" diyor
Kuşkan, "Tabü ki izteykivi sine-
ma salonlanna toplamak güzel-
dir, eaaptir, ama hem işin ticari
boyutu düşünülüp hem de bir de-
rinliğL bir alt\ apısu bir derdi olan
fllmler \apılamaz mı? Eğer bu
yapüamazsa. kısacası sinema bu
denli popüler bir düzleme oturtu-
lurken film çekenlerin anlatacak
bir öyküsü, söyleyecek bir sözü,
bir üslubu olmazsa, bugün salon-
lan dolduran gencecik insanlar. i-
kiüçyılsonra'Allahbelanızı ver-
sın!' deyiverirler. Oysa ki yapü-
ması gereken, izleyiciyi küstür-
memek, onlardan geleni biriktir-
mek ve daha önemli projeler için
zemin hazırlamaktır."
Kuşkan, bugûne dek içınde y-
er aldığı 'Dönersen IshkÇaT, 'tid
Başh Dev' ya da 'Giziî Yüz' gibi
birçok filmin ise ticari yönleri
hesaplanmadığından Avrupa'nın
eşiğinden döndüğüne, uluslara-
rası başanlan ıskaladı|ına inanı-
yor.
Bir sinema filminin sanat yö-
nü kadar tican profili de düşü-
nülmeli çünkü... "Öyle herönü-
ne gelen elini kolunu sallaya sal-
laya film yapmamalT diyor, "Si-
nema güçlüklerle bir araya gelen,
pahalı bir iş, Cebimde bir sürü
param olsa bile önce durup düşü-
nürüm, kendimi sorgulanm. Ko-
Fikret Kuşkan, 'A\cı'yı çok hoş bir film olarak tanımlryor.
lay şey değil öyle yönetmen ol-
mak,film çekmek... Herkesin bir
boy aynası olmalı. Milyarlarca
para harcarken öğrenilmez bu iş,
önce öğrenirsin sonra geçersin
kameranın arkasına. \oksa söy-
leyecek daha güzel bir sözü, anla-
tacakdaha güzel bir öyküsü olan-
lann önünü bkanuş olursun."
Bu hafta gösterime girecek
olan Erden Kıral filminde bır av-
cıyı, 'Atlan daVururlar' müzika-
linde 1930'lu yıllarda yaşayan
Amerikalı bır genç adamı can-
landınyor. 'Ava'yı, hericesin ken-
dine ait bir öykü çıkarabileceği
çok hoş bır film olarak tanımlı-
yor Kuşkan. Müzıkal provalannı
ise okula gider gelir gibi konser-
vatuvar yıllannda Lütfü Oğuz-
can hocanın aynlmasıyla yanm
kalan hareket eğitiminin bir de-
vamıymışçasına keyifle sürdür-
düğünü anlatıyor. "Oyunculuk
eğitiminde üç ana ders vardır"
diyor. "Ses, sahne ve hareket
Oyuncu vücudunu eğhemezse bir
odun, kaias veya kütük parçası
olarak çıkar izleyicinin karşısı-
na.". Alaylı ya da mektepli ol-
mak kavramlannın üzerinde dur-
muyor pek. Kuşkan, okullu bir
sanatçı ama kendini yetiştırmeyi
sürdürüyor...
Yazarlarpatronla takıştı
Avustralyalı medya haronu Rupert Murdoch 'un, sahibi
olduğu yayınevinde bir kitabın yayımını durdurması,
îngiltere de yazın dünyasının tepkisini çekti
Kültür Servisi - lngütere'nm önde ge-
len yayınevlennden HarperCoUins'in ya-
zarlan, patron Rupert MurdoclTun yayı-
nevi edıtörlerine baskı uygulayarak ıstnar-
lanmış bir kitabın yayımını engelledığı
için ayağa kalktı. Aralannda Harpercollıns
de olmak üzere lngıltere'de çok sayıda ga-
zete. dergı. yaymevi ve TV istasyonunun
da sahibi olan Avustralyalı medyabaronu
Rupert Murdoch'un, eski Hong Kong Va-
lisi Chris Patten'ın yayınevince ısmarla-
nan "Doğu ve Bau" adlı kitabınm, Çın'e
eleştirel yaklaşımı nedeniyle yayımlanma-
sına karşı çıktığı söyleniyor. Murdoch'un
Çin'de büyük çaplı yatınmlan bulunuyor.
HarperCoUins'in genel yayınyönetme-
ni StuartProfiitt"in olay nedeniyle işinden
aynlması üzenne, üst düzey edıtörler Pe-
ter Hennessy, Sir Frank Kermode ve Bo-
oker ödüllü yazar Penelope Fıtzgerald da
yayıne\ınden aynlmayı düşündüklennı
açıkladılar. Politık tanh kitaplanna ve bi-
yografilere ımza atan Profesör Hennessy,
"Proffitt gibi birini gözden cıkarmayi gö-
ze alabilen bir yayınevi yolundan sapmış
demektir. Stuart başka bir >av ıntvindcça-
hşmaya başlarsa. bizler de sözkşmelerimi-
zi feshetmenin \oilannı ara>~acağız" dedı.
Öteki üst düze\ editörlerden Fıtzgerald ise
"Rupert Murdoch. saün ahp işİettigj her
kurumu kendi boyunduruğuna alıp.buku-
rumlann bağımsızlığuu reddediyor. Har-
perCoüins'e de bumı yapb** şeklınde ko-
nuştu.
HarperCollıns olayı îngıhz basımnda
genış yankı uyandınrken yayınevıyle söz-
leşmesi bulunan Doris Lessing, Simon
Schama. Fay Vveldon. Profesör Anthon>
Storr gıbı ünlü yazarlar tepkılennı dıle ge-
tırdıler. Dons Lessing, u
söyleyeceksözbu-
lamayacak kadar öfkeii" oiduğunu belir-
tirken HarperCollıns bünjesındeki en de-
ğerli yazarlardan bıri olarak nitelendirilen
Simon Schama. "Bundansonrapolitik bir
biyografi yazmaya kalkışacak olsam, Har-
perCollins'dt kendimi özgür hissermez-
dim. Bu koşullar alünda çakşmam müm-
kündeğü" dedı. Haq>erColİjr)s"leçahşan
tüm yazarları olayı protesto etmeye çağı-
ran ünlü yazar Fa\' VVfeldon da bundan son-
ra yazarlann HarperCollms'e daha tem-
kinlı yaklaşacaklannı dile getirdv. "Bun-
dan sonra suya sabuna dokunan khaplar
yazanlar, büvıik ihtimalle HarperCoBins'e
başvurmayacaklar.. Aslında beni en çok
üzen. patronlan sıkıntılarından kurtar-
mak için >a/arlann aşağılanmasına göz
yumubnası. ^ayıncıhkla imparatortuklar
kuran bu hırsı/ baronlar. editöıierine pis-
lik gibi da\ranıyor. Ciddi bir >ayınevinde
böyle ola>lara rastlanmaz. Yazarlar, Bay
Murdoch'un umrunda bile değU."
Rupert Murdoch'un. Chns Patten'ınki-
tabını sansürlemesi olav\ Westmınster'da
da gündeme geldı. lktidardaki Işçı Partısı
milletvekıllennden John Maxton, "Yayı-
nevi, istediği kitaplan yayımlamakta öz-
gür olmahdır. Bence bu. Murdoch'un iş>~a-
unmlannı engeüemez. Chris Patten'ın ki-
tabınınÇin hükümetinin umrunda bile oi-
duğunu sanmıyorum. Olay Çin'in değil,
Murdoch'un paranoyasınm bir işarcti"
şeklınde konuştu. Muhafazakâr Parti'den
Ntkhad Fabricant da Murdoch'un davra-
nışınmu
pişmanhk\«rici" oiduğunu belir-
terek "Bunun kötü bir ticari karar oldu-
ğunun farkına \-aracaknr sonunda. \*ayıne-
vinden yazarlannı kaçırtarak yitirdikleri,
Çin'in tepkisini çekecek olsa yitireceklc-
rinden çok daha fazladır" dedı. Bu arada
yaym hakkı HarperCollins tarafından sa-
tın alınan eski Başbakan John Major'ın
anılannın ne şekilde yayımlanacağını da
tarhşma konusu oldu. Major'a yakm kay-
naklara göre olaydan sonra eski başbaka-
nın kitabın içeriği konusundaki denetimi
HarperCollins'e bırakması pek olasılıklı
görünmüyor.
Bugünedek yaymcılık sektörundeki ça-
hşmalannda dürüst bır yaym polıtikasın-
dan çok kendi menfaatlerini ön planda tu-
tan Rupert Murdoch, Chris Patten'ın kita-
bını sansürledığını ınkâr etti, ama Harper-
Collıns'dekı üst düzey yetkililere kitabı
basmamalannı 'gizlice' söylediği bilini-
yor.
Avrupalı izleyicinin beğenisini toplayan Arjantinli genç tenor Jose Cura, kariyerinde hızla ilerliyor
Operaran dördüncü tenoru olabilecek mi?
Kültür Servisi - Dördüncü büyük tenor
arayışlannı sürdüren opera dünyası,
Arjantinli sanatçı Jose Cura üzerinde
duruyor. Sanatçı iri vücut yapısı, uzun
boyu ve modern Latin Amerika
maçolannın yakışıklılığıyla kısa
sürede Domingo'nun kadınlanmn yeni
rol arkadaşı olmaya aday.
Cura'nın müzik dünyasına girişi,
dünyanın en büyük dramatik tenoru
olarak bilinen Domingo'nun artık
emekliye çekilmeyi düşünmeye
başlaması nedeniyle oldukça isabetli
bir döneme denk düştü aslında.
Domingo, geçen yıl Jose Cura'nın,
Puccini aryalanndan oluşan ilk
kaydını yöneterek kendisini takip
edecek olan genç sanatçıya yol
açmıştı.
Cura, bu kayıtlarda giriş
bölümlerindekı yüksek notalarda bile
büyük bir başan göstererek Maria del
Monacco ve Franco Correli'ye eşdeğer
görülmesinin ardından geçen günlerde
de Îngiltere'deki Festival Hall'da
1950'lennve 1960'lann tenorlanyla
özdeşleşmiş olan Giordano'nun zorlu
Andrea Chenier rolüyle büyük beğeni
topladı. Daha önce yine Giordano'dan
Loris'i seslendırmiş olan sanatçı, bir
Giordano uzmanı olarak tanınmak
ıstemediğinden repertuvanm bundan
sonra çok çeşitli yapıtlarla
renklendirmek ıstıyor.
Curo, ilk olarak 19 yaşındayken
Arjantin'de Puccini'den bir arya
seslendirerek çıkmıştı izleyici
karşısına. Bu ilk deneyımini
değerlendirirken "Tam bir rezaletti,''
diyor Cura. "Neyse ki fiziğim, sahne
hâkimiyetim ve Puccini'nin müziği
sayesinde başanlı oldum." Cocukken
piyano \ e gitar dersleri alan Jose Cura,
henüz on beşindeyken koro yönetıp
beste yapıyordu. Kendisinin 'rezalet'
olarak niteledıği Puccini başansmm
ardından Buenos Aires'teki Teatro
Colon'da opera eğitimine başladı.
Kuzey Amerika'nın en önemli
operaevi olan Teatro Colon'a girme
nedeni, sahneyi koklamak ve opera
çevrelerine yakın olma isteğiyie
açıkhyor sanatçı. Kurumdan aynlma
nedenini ıse istediği ıki solo rolünün
de kendisine verilmemesi.
Günümuzde artık çok az ıyi sesin
çıktığı görüşüne katılmıyor Jose Cura:
u
Dünya nüfusu arttığına göre
aralanndan çıkacak nitelikli sesler de
artacaktır. Ancak insanlar sonuca kısa
ve kolay yollarla ulaşmak istiyorlar. tyi
bir şarkıcı ya da müzisyen olmak için
• Domingo, geçen yıl
Jose Cura'nın Puccini
aryalanndan oluşan ilk
kaydını yöneterek genç
sanatçıya yol açmıştı. 2002
yılmda Covent Garden'la
özel bir projeye başlayacak
olan sanatçı, özellikle son
dört yıl içinde öğrendiği
30'u aşkın rolle opera
dünyasının en çok aranan
tenorlan arasma girdi.
ömrünüzün en az on yüını harcamatuz
gerekiyor." Cura da uluslararası üne
kavuşmadan önce yırmıli \ e otuzlu
yaşlan arasmda oldukça çok çalıştı.
"Uluslararası sahnelere adım atmadan
önce kendimi tamamen hazırlamış
olmam gereldyordu" diyen sanatçı,
Teatro Colon'dan aldığı ıkınci ret
yanıtının ardından Avrupa'ya gitmeye
karar vermiş. Italyan operalannı
seslendirmek istediği için de üç yıl bu
ülkede yaşayarak dillerini öğrenmenin
yanı sıra operalara kazmmış olan
kültürü yakından tanıdı. Jose Cura, bu
dönemde "Vahşi bir at gibi kuUandığı
sesini evcilleştirmeyi ve denetim altına
almayı VTttorio TerTanova"dan
öğrendiğini belirtiyor.
Sanatçı, Avrupalı izleyicilerle ilk
olarak dört yıl önce Covent Garden'da
buluştu. Ancak sesini hâlâ ham
buluyordu. Bu nedenle bu konserin
ardından gelen albüm tekliflerini geri
çevirdi. Yaklaşık on ay önce
ise bütün gü\enini toplayarak Italyan
tenorlann repertuvarlanna en son
aldıklan Otello'ya soyundu. Attığı her
adımın bilincinde olan genç sanatçı,
bu role biraz erken soyunduğu
yönündeki eleştirileri şöyle
yanıtlıyor:
•*Domingo, Otello"yu canlandırdıgında
benden biraz daha yaşhydı.
Ama Del Monaco 35 yaşmdaydı.
Vinay ve Vıckers da yaklaşık bu
yaşlardaydılar. Otello sahnede
olgunlaştırmak için on yıl gerektiren
bir rol. Bu role ellilerinizde başlasanız,
on yıl sonra artık çok yaşlanmış
olursunuz. .\ma otuz beşinizde
başlarsanız kırk beşinizde sesinizin en
iyi dönemiyle rolün en olgun dönemi
kesişmiş olur." Curo, önümüzdeki
günlerde Londra Senfoni
Orkestrası'yla Otello'yu seslendirmeyi
planlıyor. 2002 yılı için de Covent
Garden'la özel bir projeye başlayacak
olan sanatçı. özellikle son dört yıl
içinde öğrendiği 30'u aşkın rolle opera
dünyasının en çok aranan tenorlan
arasına girdi.
Sanatçı şimdiden yüzünü eskitmemek
ve değerinı yükseltmek için yılda 45-
50 performansın üzerine çıkmama
karannı almış.
Sanatçının dinleyıciyle buluşacak
olan bir sonraki albümü ise Piazzola,
Guastavino ve Ginastera gibi yeni
popüler olan Arjantinli bestecilerin
yapıtlanndan oluşuyor.
DEFNE GOLGESt
TURGAY FİŞEKÇİ
Rio'nun Romanı
Her yıl şubat ayı sonlarında televizyon ekran-
lannda yan çıplak insanlann süslü aksesuvarlar
içinde danslanyla simgelenen festivaliyle tüm
dünyanın evlerine girer Rıo kenti. Çılgıncasına
dans eden, tropik ritimli müziklerle kendinden
geçen "mutlu" insanlann dünyasını yansıtan gö-
rüntüler ister istemez ımrendirir izleyenleri.
Sonrasında yine TV ekranlan festival sırasında
kaç kişinin "eg/ence"den öldüğünü açıklar,
önemsiz bir ayrınt) gibi.
Yılın sonraki dönemlerınde Brezilya polisinin
sokak ortasındaki ";n/az"lan gelir ekranlara.
1960'larda Brezilya'da uç veren Yeni Sinema
akımının öncü yönetmenleri Glauber Rocha ve
Ruy Guerra'nın Sinematek'imizde gösterilen
filmleriyle bu ülkenin kimi toplumsal gerçekleriy-
le yüz yüze gelmiştik, bir de Amado'nun kırsal
kesim insanlarını anlattığı romanlanyla elbet.
Ne ki, Brezilya'nın efsane kenti Rio'yu anlatan
bir romanı, bir Türk yazannın kaleminden okuya-
cağım hiç aklıma gelmezdi.
Yayıncılığın okumayı bir görev durumuna geti-
ren dünyası içinde ender heyecanlardan birini
Aslı Erdoğan'ın yeni kitabı Kırmızı Pelen'nli Kent'\
okuyunca yaşadım.
Iki yılını bu kentin üniversitesinde öğretim gö-
revlisi olarak geçiren yazar, bu efsane kentin giz-
lerine de erebilmeyi başarmış. Ancak bu sürecin
zorluğu satırlar arasında sık sık okurun karşısına
çıkıyor.
"Onu yakalamaya çalışmak zehirli dikenlerle,
timsahlaria, anakondalaria dolu bir yağmur or-
manında, son derece kurnaz ve yırtıcı bir kuşun
izini sürmeye benziyordu."
(...)
"Biryarayı kaşırcasına kabuk kabuk soyuyor-
du Ftio gerçeğini ve iç kanamalı bir hastanın kus-
tuğu kara kan, cümlelerine damlıyordu."
(...)
"Rio'yu avuçlarının içinde bir kelebek gibi ya-
kalamak ve öldürmemeyi başararak kendi söz-
cüklerinin içine hapsetmek."
(...)
"SCıreHiyoluna çıkan hilkat garibeleri, işkence
izleri, cesetler ve cinsellik... Dünyanın en pahalı
apartmanlannın dizildiğigörkemli Ipenema kum-
salı ve onun hemen ardmda, ayağa kalkmaya
çalışan bir yaralının kambur sırtını andıran dün-
yanın en büyük favelası Rocınha..."
Kitapta Rio üstüne yedi öykü var. Bunlar yaza-
nn kaleminden çıkan öyküler. Ancak yedi öykü-
nün içinde de bu kenti yazmaya gelmiş genç bır
kadın yazann yazdıklanndan parçalar var. Böy-
lelikle birbirine koşut iki ayrı metin boyunca izli-
yoruz anlatılanları. Bir de öyküler arasında bağ-
lantı köprüleri diyebileceğimiz kısa metinler var.
Yazan, kitabını öykü olarak tanımlasa da bence
bu yapı ona bütünlüklü bir roman özelliğı kazan-
dırmış.
Uzak diyarlann egzotizmiyle bir yabancı gö-
züyle ilgilenen bir kitap değil Kırmızı Pelerinli
Kent. Terşine, dünyanın öte ucundaki bir toplu-
rhu, kürtüru ve coğrafyayı kendi kalem dünyası-
nın gereci yapmayı başarabilmiş bir yazann ken-
di dünyasını ya da kentini anlatırkenki bir yeriilik-
le yazabilmiş olması.
Kitabı okurken satırlar size, dışandan bir gözün
gördüklerini değil, yılın büyük bölümünde 40 de-
recede yersiz yurtsuz, parasız yaşamak zorunda
kalan, "Herhangi bir sokakta kafasına sıkılacak
tek kurşunla kaldınma sehlebileceğini kabulle-
nen, ağzı zımpara kâğıdı gibi, adımlan titrek; kol-
tukaltlannda iri terhalkaları... Gözlerinden baş-
ka güvenebileceği hiçbir şeyi" olmayan birinin
dünyasını sunuyor.
Bu dünya kendine özgü dili, davranış biçımle-
ri, içkileri, doğası vb. ile bütün kitaba yayılıyor.
Kimi zaman edebiyat yapıtları için bir toplu-
mun aynasıdır derler ya; ne ilgınç bır Latin
Amerikan toplumunu bir Türk yazannın kalemin-
den tanımak!
Macit Gökberk Felsefe
Yarışması sonuçlandı
• Kültür Servisi- 1993 yılında yitırdiğimiz
felsefecı Prof. Dr. Macit Gökberk adına
düzenlenen ve ilki bu yıl yapılan felsefe yanşması
sonuçlandı. Yanşmamn konusu 'Türkiye'de Felsefe
Tarihi Eğitiminin Gereklilıği' olarak saptanmıştı.
Prof. Dr. Bedia Akarsu. Prof. Dr. Betül
Çotuksöken, Prof. Dr. loanna Kuçuradi, Dr. Ülker
Gökberk ve araştırmacı yazar Aslan Kaynardağ'dan
oluşan seçici kurul, Mustafa Günay'ın
'Süregiden Felsefe Üstüne Bir Deneme' adlı
çalışmasını ödüle değer buldu.
Yanşmayı kazanan Mustafa Günay, 1964 yılında
Akhisar'da doğdu. 1988 yılında Ege Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitiren
Günay, aynı fakültede yüksek lisansını da
tamamladı. Halen Çukurova Üniversitesi Eğitimi
Fakültesi'nde Felsefe Grubu Eğitim Bölümü'nde
öğretim görevlisi olarak çalışıyor.
K Ü L T Ü R » Ç İ Z İ K
K Â M t L M A S A R A C I