13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 MART 1998 ÇARŞAMBA 12 KULTUR Bizim Tiyatro, 'Devrimi Çok Sevmiştik' adlı oyunla 68 kuşağmı sahneye taşıyor Evreni çatLabp açan 1968...FECtRALPTEKtV "Philadelphia Üniversitesi Öğrenci Derneği'nin düzenlediği toplantıya hoş geldiniz! Konumuz. 68 kuşağı ve günü- müze uzantılan... Konuşmacımız, 60'lı yıllann önemli öğrenci liderierinden biri, Abbie Rubin..." Evet. Bizim Tiyatro tam otuz yıl son- ra Rubin'i ve 20. yüzyıhn bu en önemli tarihsel sürecini tiyatro sahnesine taşı- yor. Zafer Diper'm 60'lar üzerine veril- miş çeşıtli yapıtlardan yararlanarak oyunlaştınp yönettiği, Diper'le birlikte Esin Nur Görgülü, Alper Maral, Levent Arslan veCeyda Aşar'ın rol aldığı, mü- zikleri de yine Alper Maral tarafından hazırlanmış "Devrimi Çok Sevmiştik" her perşembe 20.30 ve her pazar 15.00 saatlerinde Beyoğlu Muammer Karaca Tiyatrosu'nda sahneleniyor. Bizim Ti- yatro, Diper'ın deyişiyle "iztendiği gü- nün tarihini taşıyan" bu toplantı platfor- munda 30 yıllık bir süreci tartışmaya açı- yor. Gerçekte de varolmuş benzer bir tar- tışmadan kendi gerçekliğini yaratan oyun. yer yer müzik. yer yer belgeler ve görüntüler eşliğinde sarsıcı bir serüvene sürüklüyor izleyiciyi. '60'Iar büyü gibiydi...' Platforma çağnlan öğrenci lideri Ru- bin, konuşmasına hıç beklenmedik bir biçimde başhyor. "1960 yılında Japon- ya'da,Japonya-Amerika güvenlik antiaş- masının yenilenmesi üzerine tam 350 bin öğrenci o ünlii >ılan yürüyüşüyle parla- mento binası önüne geldiler ve hep birlik- te toplu işeme e>lemi!.." İzleyiciyi şaşır- tan bu girişin ardından öyküsünü anlat- maya koyuluyor Rubin. Ortaçağ sahne- lerini andınrcasına, miğferleri, kalkanla- n ve sopalanyla güvenlik güçlerine kar- şı göğüs göğüse çarpışan Japonyalı öğ- rencilerin, dünyanın dört bir yanına da- ğılan resimlerinden, bu olayların ABD'de verdikleri yurttaşlık haklan mü- cadelesini nasıl etkilediğinden söz edi- yor. O sıralar Rubin \ e arkadaşlan. "Be- nim siyasetim, benim 18 yaşında oldu- ğum gerçeğiyle değil, benim diinya görü- şümle açıklanabilir ve buna göre davran- mak için her türlii hakka sahibim" söy- leminin arkasında duruyorlar. "60'lar.. büyü gibiydL." diyor Rubin, "Şu çocuklar, asla bir şey yapamazve söy- leyemezken aniden konuşmaya başladı- lar_. 68 benim için evreni çatlanp açn.. evet, benim oluşumumdu, veya çözül- mem... Toplumda köktenci görüşler ge- liştirnıenin yükü. denilebiHr ki bir yokiuk sonucu, kendisi bir sınıf olma- \an. zaman içinde sürekli ol- mayan bir tabakav a, öğrenci- lerin omzuna düştü_.~ Dönemın ünlü öğrenci li- deri. koca bir kuşağın doğru- luğuna inanıp uğruna savaş- tığı değerlerden söz ediyor. Onlar demokrasının anlamı- nı genışletmek, doğrudan ey- Uyun, Hzlendiği günün tarihini taşıyan' toplantı platformunda 30 yılhk bir süreci tartışmaya açıyor. Müzik, belgeler, görüntüler eşliğinde sarsıcı bir serüveni sunuyor. MJirşeyleri değiştirdik. Bir öğrenci kuşağı, kurulu düzene yalnız sokaklarda değil, toplumsal, kültürel ve siyasal alanda da karşı çıkabileceğini öğrendL nist, Sovyet Rusya'nın bir ajanı olduğun- dan". Amerika'ya Karşı Faaliyetleri Araştırma Komitesiyle korkunç bir sol- cu avına girişilıyor Birleşik Devletler'de. Yönetici kız tam "Ana>asanın kendileri- ne tanıdığı hakka daj anarak tanıkiık et- memekte direnenler.." derken sahne de- ğişiyor ve toplantı platformu bjr, mahke- me salonuna dönüşüyor. Rubıa olarak izlediğimiz Diper ise bu kez oyuncu \e şankcı PaulRobesonolarak çıkıyor izle- yicinin karşısına. Yurttaşlık ve insan hak- lan savunucusu. özgürlük savaşçısı. ba- nş yanlısı bu adama pasaport verilmi- yor. Komünist partiye üye olup olmadı- ğı sorulduğunda ıse "Sizşimdikomünist parti derken bütün Amerikalılann ve bü- tün emekçüerin onuıiu bir biçimde yaşa- >abilmeleri için kendisini feda ederilerin partisinden mi söz ediyorsunuz" dıyerek söze başhyor Robeson ve şöyle devam ediyor: "Afrika'dan getirilen 100 bin zen- ci kölenin ölümünden siz sorumlusunuz. Bana bunlan sormaya hakkınız yok, 100 bin zencinin katiliyle Stalin'i taruşmam ben." Sahne yine değişiyor ve savcı hâkim baş başa kahyorlar. "Belabiradamaçat- ük" diye başlıyorlar konuşmaya, "Dün- yanın dört bir yanında dosüan var. Hat- lemle halkın gücünü arttır- mak, yeni siyasal arayışlar ve kuramlar geliştirmek, bireyi köktencileştirmek için müca- deleetmiş. 68'lıler... "II. Dünya Savaşı sonrası- IU, Soğuk Savaş dönemini an- lamadan, neyi \e niçin değiş- tirmek istediğimizi kavra- mak zordur* diye söze baş- lıyor bu kez Rubin, çünkü sa- vaştan neredeyse yara alma- dan çıkan koca ABD, başta ekonomık ve askeri güç ola- rak dünya liderliği rolüne so- yunuyor. 1946'da başlayan soğuk savaş süresince her türlü yo- la başvuruyor ABD yöneti- mı. Hürriyet \e bağımsızlık- lannı korumak için mücade- le veren, savaştan zarar gö- ren milletlere yardım prog- ramlan ve oluşturduğu NATO, Birleşmış Milletler, Dünya Bankası gibi kurum- lardaki egemen konumu sa- yesinde emperyalıst dağılımı gerçekleştiriyor. Ekonomik önlemlerin yanı sıra politik ve ideolojik denetım meka- nizmalan da gözardı edilmı- yor tabıi... Bu arada Sovyet Rusya da geniş bir casusluk şebekesiy- le çıkıyor tarih arenasına ve "ABD'de yaşayan her komü- Paul Simon 'ın ilk müzikal denemesifıyaskoyla sonuçlandı Müzikmûzikalikurtaramadı ta bir Türk şairi var ya, o bir de şiir \ az- mış bunun için. Zaten o da bunun gibi- dir.« Baksana o ülkesinegiremiyor, bu da iilkesinden çıkamıyor-." Son mahkeme karesinden sonra yeni- den toplantı platformuna dönüyor oyun. Kuşaklarboyunca özgürlükleri için sava- şan ve 1940"larda kentlere göç eden zen- cilerden ve 60'lara damgasını \oıran ilk öğrenci hareketlerınin bu dönemde ger- çekleştmldığınden söz ediliyor. Zencı gerçekliğiyle tanışıyor Amerika... Eylem heryereyayılıyor... 60'larda başlayan gençlik hareketi eşitlik istiyor. Martin LutherKingo gün- lü "I Havea dream!" konuşmasında şöy- le sesleniyor Amerika'ya: "Bir diiş gö- rüyorum... Bir gün, siyah çocuklann be- yaz çocuklarla el ele yürüyeceği bir gün düşlüyorum... Bu düşü bugün görüyo- rumJ" 1965'teMalcomX,68'deMar- tin Luther King öldürülüyor. 1920'lerde maden ihracatı yapan ABD. 40'lardan sonra hammadde sıkın- tısı çekmeye başladığında girişılen Kore Savaşı'nı. ABD'nin emperyalizmin ya- yılmacı amaçlanyla Güney Asya'yı de- netim altında tutma mücadelesini de göz- ardı etmiyor oyun ve yûzyılın bir djğer gerçeğine geliyor sıra... Atom bombası- nın planlannı So\-yetler'e \ermekle suç- lanan Julius v e Ethel Rosenberg çıfti 19 Haziran 1953'te elektrikli sandalyede idama mahkûm ediliyorlar. ABD'de bir- liği sağlaması amaçlanan bu düzmece da\anın kişisel boyuttaki kurbanlan ise Rosenberg çiftinden geriye kalan 6 ve 10 yaşlanndakı iki küçük çocuk oluyor. t Hissettiğimiz özgüriük gerçek' Konuşmacı. oyunun ikınci yansında Vietnam şapkasıyla sahneye çıkıyor ve izleyici, 68'lerde yaşanan en önemli olaylara tanık oluyor bu kez. Vietnam'da yaşanan cınsel taciz tüyler ürpertici bir biçimde taşınıyor sahneye ve Vıetnamlı bir kadm konuşuyor."Yankee go home!" Oyunun sonlanna doğnı 68'lerin an- lamı üzerine toparlayıcı bir konuşmaya giriyor Rubin. Parlamenter demokrasi. devlet başkanlannın otontesı. hükümet- lerin ırkçılığı sürdürme hakkı. emperya- list savaşlar, halkın belli kesimlerinin baskı altında tutulması, sermayenin ege- menliği, fabrika patronlannın elindeliği, üniversite yönetimlerinin diktası, ailenin kutsalhğı, cinsellik, burjuva kültüründen söz ediyor... "Öğrenci harekerinin önem- li etkileri, 68 ve izle>en kuşaklarda keyTı vesömürücüotoriteye karşı, insanlan kü- çülten kurumlara ve değerlere karşı bir çıkış yolu açması ^e insanlar- da haklamla itgili bir bilinç- lenme yaratmış olmasıdır" dıyor Rubin. "Bizim hissetti- ğtmiz,çocuklanmızın hisset- tiği özgürlükgerçek.. Bir şe>- leri değiştirdik... Bir öğrenci kuşağı, kurulu düzene yalnız sokaklarda değil, toplumsal, kültürel ve sivasal alanda da Kûltür Servisi - Amerikalı efsa- nevi şarkıcı ve şarkı sözü yazan Pa- ul Simonın Broadway'e attığı ilk adım fiyaskoyla sonuçlandı. Si- mon&Garfunkel ikilısinın üyesiy- ken ve sonradan yaptığı solo al- bümlerle bugüne dek 10 Grammy ödülü kazanan Paul Simon'ın met- nini, müzığini ve şarkı sözlerini yazdıgı "TTıeCapenıan'' mûzikali, Broadway tarihinde en çok para kaybeden yapım oldu. Londra'da o- cak sonunda sahnelenmeye başla- nan 6.8 milyon sterlin bütçeli "The Capeman", 69 performanstan son- ra 28 Mart'ta sona eriyor. Aslmda daha başlamadan çeşitlı tartışmalann odağı haline gelmişti "TheCapeman''. 1959 yılında New York'ta iki beyaz genci bıçaklaya- rak öldüren Porto Rikolu göçmen Saivador Agron'un gerçek öyküsü- nü konu alan müzikal, cezaevinde geçirdiği yıllarda pişmanlık duyan ve serbest bırakıldıktan kısa bir sü- re sonra da 1979 yılında ölen Ag- ron'u bir kahraman gibi lanse etti- ği gerekçesiyle yoğun tepkı almış- tı. Paul Simon'ın, metnini ve şarkı sözlerini Nobel ödüllü şair Derek Wak»tt'un ışbirliğiyle yazdıgı "The Capeman' 1 i eleştirmenler de yerden yere vurunca beklenen oldu. Çoğunu Paul Simon'ın kendisınin karşıladığı 6.8 milyon sterlinlık büt- çesiyle, "Big", "Red Shoes". "Si- deshow" gibi Broadvvay'da yaşama şansı bulamayan öteki başansız Paul Sünon'un 'The Capeman' mûzikali sahneden kaldınlıvor. müzikaller kervanına katılmış ol- du. Kendi kuşağının en sevilen mü- zisyenlerinden biri olan 56 yaşında- ki Paul Simon, müzikalin sahneden kaldınlacağı haberini önce sessiz- lıkle karşıladı, ardından basına kı- sa bir açıklama yaptı. Müzikal de- neyiminin öncelikle "yaraüa süre- cinden" büyük zevk aldığını belir- ten Paul Simon. "Bunun ötesinde, izle\icinin. ö/ellikle de Larin köken- li izle>icilerin oyunagösterdikkriyo- ğun ügi''nin kendisini çok etkiledi- ğini söyledi. Paul Simon'ın bir ar- kadaşı ise müzısyenın u çoküzgün" olduğunuve "bir dahaaslabir Bro- adv\a> müzikaline >vitenme\eceği- ni" ifade ettı. Başiadığı günden bu yana düze- lir umuduyia dört yönetmen eskiten "The Capeman"in başansızhğı, eleştirmenlere göre dramatik yo- ğunluk taşımaması, çok uzun olma- sı. yeterinceheyecanlı olmaması ve bir ölçû de "ders verir" ha\asından kurtulamaması... "Ölümlemücade- leeden yarab bir hayvanı izlemekgi- biydi" demiş bir eleştirmen. Paul Simon'ın müziğinin övgü almasına karşın, bir müzikal olarak tutuna- madı "TheCapeman". Bazı eleştir- menler de "acı bir gerçeğin'' altinı çiziyordu: "Frank Schubert'in de çok eskiden keşfettigi gibi. dünya- nın en i>i şarkı bestecisi olmak.sah- ne için >azabileceğin anlanıına gel- miyordu işte.-" karşı çıkabileceğini öğren- di_." Ve izleyicinin beklediği an oyunun sonunda geliyor... Toplantı katılımcılannın ara- sından biri kalkıyor ayağa ve konuşmaya başhyor. Phila- delphia Üniversitesi'nde burslu okuyan bir öğrenci. "Türkiye'den gelıyorum" di- yor. "68"de bizde de çok şey- ler yaşandı, üç tane gencecik insam asük." Ancak bu bizim aydınımı- zın. bizim sanatçılanmızın ve bizim gençlerimizin tar- tışması gereken, apayn bir konferansın konusu... "Şim- dhse 60 hareketine katüan- lardan dümada \e ülkenizde >aşamlannı yitirmiş olanla- ra tek bir sözüm var" dıyor Rubin, "hepsinin önünde sevgj ve saygıyla eğiliyo- nım_." Dünyayı 60"lı yıllann ka- osuna taşıyan nedenlen ve 68 kuşağını izleyiciyi soluksuz bırakarak sahneye taşıyan "Bizim Tiyatro"nun başanlı performansının ardından başlıyoruz oyundan aklımız- da kalan bir cümleyi mınl- danmaya... "Ne zafer şarkısı ne de cenaze marşı söylüyo- ruz. Sadece' Bız de\ nmı çok sevmiştik' diyoruz—" Suzy Hug-Levy'nin heykelleri Ankara Karaca Sanat Galerisi'nde Nostaljik güzellikle çağdaş sorgulatna Kültür Senisi - Suzy Hug- Levy'nin 'tçindeki III' başlıklı sergisi Ankara "daki Karaca Sanat Galerisi'nde açıldı. Bir triolojinin son bölümü olan serginin ilki îstanbul'dakı Milli Reasürans Sanat Galensı'nde. ikincisi ise ODTÜ Mımarlık Fakültesı'nde Sanart'ın 'Çe>re ve Sanat Sempozyumu' kapsamında gerçekleştinlmişti. Prof. Jale Erzen. Le\-y'nin giysilerinin bugün sanatın en büyük çıkmazlanndan biri haline gelen insan vücudunu bize çe%Te. boşluk. görüntü. gizlılik ve bir oyun gibi sunarak ınsanı da bir kültürel süreç ve dönüşüm içinde düşündürdüğünü belirtiyor. "Marshal McLuhan'ın dediği gibi" diyor Erzen. "Giysi çe\ re karşıtı bir şe>, ama aynı zamanda yeni bir çe*\Te yaratıyor. Aynı zamanda da öğelere karşı, düşmanlara karşı, rakiplere karşı ve can sıkıntısına karşı. Dünyaya bir u>ıım olarak, modalann oluşturduğu bir dünyaya uyunıun aracı". Metal. lastik. tel \e çivi gibi endüstri ve makine dünyasının hammaddelerine saydamlıklar. gölgeler. yansımalar ve vücudun yerçekıminden kopmasıyla düşsel bir hareketlilik kazandıran Levy. yarattığı dokuların, ışık ve gölgelerin adeta nostaljık güzelliğine karşın. he>kelinde çevre. kültür. kadın gibi çağdaş sorunsallann odağı olan konulan ima ediyor ya da performanslannda özellikle irdeliyor. Levy. çağdaş bir sorgulama ve deneyimcilık içinde estetik niteliklen banndırabilen ender bir sentez sunuyor. Levy'nin giysi heykelleri sabit ideal konutlardan izole edilerek görülmek için değil. yaşamın akıcılığında. düşselliğinde ve maddiyatında olduğu gibi her zaman sonsuz ve dönüşken ilişkiler içinde, varlık ve yokiuk arasında kendi ve diğeri olarak, sahnede ve zihinde algılanmak üzere biçimlenen ve sergilenen heykeller. Böylece, Levy'nin heykelleri sabit ve kütlesel heykeli çözüyor ve onun yüzyıllarca idealize ettiği vücudu da boşluk ve madde. varlık ve can olarak tekrar gûndeme getiriyor. Levy'nin sergisi 28 Mart'a dek sürecek. DEFNE GOLGESt TURGAY FİŞEKÇİ Şiir Yazıları Şiir üstüne yazanlar, öylesine yere göğe sığdı- ramıyorlar ki söz ettikleri şairleri, kalemlerinden dökülen sözcükler havalandıkça havalanıyor, sözler büyüdükçe içleri de o denli boşahyor. Bir işe gtrişenlerin iyi-kötü kendilerinden önce aynı işi yapanlann yaptıklarına bakmaları bekle- nir. Şiir üstüne mi yazacaksınız, Ataç bu işi nasıl yapmış, Tanpınar'ın şiirden söz eden yazıları ne- ler, Cemal Süreya, Dağlarca için neler yazmış, Külebi için neler, siz bambaşka yazı heyecanla- rı içinde olsanız da bakıp düşünmek gerekir. Tanpınar 8 Mayıs 1941 'de yazdıgı "Genç Şair- lere Dair" adlı yazısında şöyle diyor: "Geçen/er- de Oktay Rifat'/n Ağaç şiirini okuduğum zaman bütün birzenginlik içinde kaldım, âlemşümûl (ev- rensel) bir mevcudun birparçası olduğumu his- settim. Bende büyük bir sır çözülmüş hissini bı- rakan şiirlerin arasında yer alan bu eser..." Ataç üzerine bir yazısında da "Şiirin nasıl tanı- tılması lazım geldiğini bize bir eski reçeteden ik- sir hazıhar gibi dikkatli, ince tahlillerle öğretti" di- yor. Demek büyük ustanın da onayladığı gibi Ataç bu işi becerebilmiş. Yalnızca kendi başarısıyla da kalmayıp sonraki kuşak üstünde bıraktığı derin etkiyle de onların yetişmelerıne katkıda bulun- muş. Bu kuşak şair ve eleştirmenleri arasında "boş sözler" edene kolay rastlayamazsınız. Gelin bir de günümüze, her adımda önümüze çıkan yazılardan rasgele birine bakalım. (...) "nice fırtınalarda, sarmaşıklarda dokuyorşi- irinin kumaşını; yaşamın her alanıyla emziriyor dizelerini; yaşamdan süzüyor, imbikten geçiriyor imgelerini." Herkes için söylenebilecek boş sözler... Söz edilen şair kırklı yaşlarda, ailesı, mesleği, kurulu düzeni olan biri. Geçmişinde de bu yerle- şikliğin dışında olduğuna dair bir iz yok. "Fırtına" bu hayatın neresinde? Şairin iç dünyasında ola- bilir. öyle olsa şiirierine yansır, o da yok. Gerçi yal- nızca Türkiye'de yaşamak bile fırtınalı bir hayat için yeterlidir denebilir, bu da hepimiz için geçer- li. Bu sözleri alıp başka bir şair için söyleseniz ne değişir? Hiç. O da şiirini fırtınalarla dokuyabilir ve imgelerini de imbikten süzebilir. Buna karşın söz edilen dört kitabı yayımlanmış şair bence yazdıgı dile, yani Türkçeye henüz ege- men değil. Yazıp yayımlamakla ve kitaplar bas- tırtarak bir de kendisi üstüne yazılacak yazılarla başanlı olabileceğini düşünüyor. Ne üstüne yazı yazan üç kişiden biri ne de kendisiyle uzun bir söyleşi yapanın aklına şairin dilindeki aksaklıkla- ra değinmek geliyor. Her şey iyi, güzel ve başa- nlı. Bu nedenle de son soruda kendisine "gele- ceğe kalacak şiirlerin netür özellikler taşıması ge- rektiği" soruluyor, sanki böyle bir şey öngörüle- bilirmişgibi. "Onun kendine özgü bir sese adım adım yak- laştığının ayırdına varabiliyoruz" demiş yazariar- dan biri de. Kendine özgü bir sese yaklaşmak de- ğil, sahip olmak dört kitabı olan bir şairden değil, bir yazın dergisinde ilk kez şiiri yayımlanacak bi- rinden beklenen önkoşuldur. Kabul etmeli ki şiir üstüne yazı yazmak zor iş- tir. Bir şiiri okuyup beğenmek kolaydır, ama ne- denlen üstüne konuşmaya başladığınız anda iş çatallanır, geçmiş, gelecek, dil, yapı vb. pek çok konuda bilgiye dayanan sözler söylemeniz gere- kir. Ucuz yazılann en çok, üstüne yazı yazılan şa- iri sıradanlaştıracağı düşünülerek, şiirin bu denli basmakalıp nitelemelerle değerlendirilmesine en başta şairier karşı çıkmalı. Yüce bir yazın, ancak yüce bir eleştiriyle var ota- bilir. Bir sanat yapıtı, okuyanda "büyük bir sır çözül- müş A)/ss/n/"uyandırmıyorsa, o "his"s\ eleştiriy- le uyandırmak çok güçtür. Fassbinder Günleri süpüyor • Kültür Senisi - Alman Kültür Merkezi'nde Rainer Werner Fassbinder Günleri kapsamında bugün saat 18.30'da Fassbınder'in senaryosunu yazdıgı 'Özgürlüğün Zorbalık Hakkı isimli film gösteriliyor. Filmde Rainer Fassbinder. Peter Chatel, Karlheinz Böhm rol alıyor. Yann ise yine saat 18.30'da Fassbinder'in Oskar Maria Graf'ın romanından uyarladığı 'Istasyon Şefinin Kansı" isimli film izlenebilir. Filmde Kurt Raab, Elisabeth Trissenaar, Bernard Helfrich ve Udo Kier rol alıyor. Fassbinder günleri kapsamında cuma günü saat 18.30'da ıse Lale Andersen'in Gökyüzü Çok Renklidır isimli otobiyografisinden Manfred Putzer ve R.W Fassbinder'in uyarladığı Lili Marleen isimli film gösterilecek. Filmde Hanna Schygulla, Giancarlo Giannini, Mel Ferrer başrolleri oynuyor. K Ü L T Ü R # Ç İ Z İ K K Â M İ L M A S A R A C I
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle