25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
15 OCAK 1998 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 Nâzım Hikmet'in 96. yaşmda, 'Piraye'ye Mektuplar'mın tümü ilk kez yayımlanıyor Bir tanem, her şeyim., karaıı MEMETFUAT "Kancjğım, anneciğim, Geberiyorum senin için. sev gilim. çocuğum, abiam ve küçük kardeşim. Sana hasretim. , Büyük adamım ve kusurlan bfle harikulade kadınım benim." Dış dünyada yegâne reel imkânım sensin Çankm, 232.1940 Kancığım, Ayın 20'sinde Erenköy'den attığın mek- tubu, 23 cuma sabahı saat on bırde aldım. Demek mektuplanmız üç, azami dört gün- de gidip gelecek. Aramızda bu hesapla gı- dıp gelme bir haftalık yol var. Sesimız bu birhaftalık yolu aşıp birbinmize kavuşacak. Mektubunu hayretle okudum. Sende eski- den beri yazı yazmak kabılıyetinin varhğı- nı bilırdim. Fakatbu bana gönderdiğın mek- tubu yazabilmek ıçın bütün yazıcılık mazı- min yansını verirdım. Görüyorsun ya, oku- duğum mektubunda bende ilk hareketi ya- pan şey sanatkir tarafi oldu. Muhakkak kı, yükseİc ve samimi ve ol- gun sanat eseri, bir kadı- nın hapısteki kocasına yazdığı hususi mektup da olsa, bütün şahsi duy- gulann, tesellilenn, ümitlerin üstünde, başka kanunlara tabi bir hadi- se olarak ortaya çıJcıyor. Halbuki öyle yalnızdım ki, kancığım, mektubu- nu, kanmın, Pirsye'mın mektubunu bana insan- lan, kalabalığı, tabiatı, hûrriyeti, bana kendini, kendimi getirecek sırf şahsıma ait bir hadise di- ye öyle bekliyordum ki, onda bu kadar göz ka- maşnran birsanatpınlb- sı olmasaydı emin ol ki. mektubuma böyle başla- mak aklıma bile gelmez- di. Mekrubunu bir daha okudum. Ve hayatımda ilk defa, birmektubacevap verirken düşün- mek mecburiyetini duydum. Sen on sene- de benim sana yazabileceklerimin en iyısi- ni, en güzelini bir günde, bir tek mektupta bana yazmışsın. Seni seviyorum, seni sayı- yorum, kancığım. Sen rastladığım ve rast- layabileceğim dostlann, insanlann en mü- kemmelisin. Senden hiçbir fenalık görme- dim. Sen kolum kanadım oldun. Azami se- vebümek, azami çalışabilmek, azami eser verebümek aşkını, kabiliyetini senden al- dım. Dünyada seni kaybetmek ihtimalın- den başka korkum yok. Sana yaşadığım odanın resmini ve hatlan değil belki ifade- si bana, benim buradaki halime benzeyen bir krokimi gönderiyorum. Bu odanın için- de bu adam yapyalnızdır. Fakat ümitsizde- ğildir, kuvvetsiz değildir, insanlan her gün (Tarihaz) Kancığım, Beni pazartesi günü belki lü- zumundan fazla sinirti buldun. Ne yapayım, öyleydim. Çünkü sen lüzumundan fazla güzeldin. Ben senden uzakken senin lüzu- mundan fazla güzelleşmene ta- hammül edemiyorum. Kıskançhkmı? Evet. Egoıstiik mi? Evet. Zaten geç geldin. Seni ancak yirmi dakika görebildim. Belki yakında Sinop'a sürüleceğinı ve seni aylarca göremeyeceğlm. Velhasıl seni kızdırdımsa se- ni lüzumundan fazla kıskandığı- ma, lüzumundan fazla sevdiği- me, iüzumundan fazla hasretli- ğime bağışla. biraz daha anlamaya çalışarak, kendi zaaf- lannın muhasebesinı yaparak sana ve insan- lara layık olmaya çalışmaktadır. Yalnızlık bazen lazımmış. Ancak böyle bir yalruzltk ıçınde ınsan hayatm, kalabalığın ve sevdik- lerinin takdiri kıymetini riyazı bir katiyyet- le yapabiliyor. Mamafi ilk mektubun gel- di, artıkyaİnız değılim. Sesin, umidin,kuv- vetin benimledu". Sabah saat sekizde kalkıyoruz. Dokuza kadarçay içiliyorvegazeteokunuyor. Son- ra cımnastık. Saat ondan on ıkıye kadar okumak, yazmak, resim yapmak, düşün- mek. On ıkide yemek... Sonra saat yediye kadar aynı işler. Yedide yoğurt, buranm ye- gâne ucuz ve iyi şeyi yo- ğurdu ve pekmezi. Gece saat dokuzda yatak. On ikide uyku. Işte ömrü- mün mekanızması bu. Bu yeknesak yolda se- nin yüzün, kulağımda sesinden kalan akisler, kör olası hafizamın ma- alesefbütün tefemıatıy- la saklayamadığı hatıra- lanmız. Ümit ve iman. Kırk yaşma giriyo- rum. Bu fizyolojik ve psikolojik bir dönüm noktasıdır. Bu dönüm noktasmı burada geç- mekte bulunduğuma memnunum. Neşemi kaybetme- dim. SadecekahkahaaX- mayı unutuyorum. Her şeyde olduğu gibi neşe ve sevinçte, keder ve _ ^ dertte de dış tezahürler- den, nümayişlerden uzaklaşıyorum. Bu suretle neşeyi de, kede- n de daha derinden, daha kuvvetle duyma- ya başlıyorum. thn'yarlamadım. Bilakis ol- gun bir gençlik çağuıa basmaktayım. Bu suretle ihtiyarlamadan ölebilmek mazhari- yetine kavuşabileceğimi sanıyorum. Şımdilik hiçbir şeye ihtiyacım yok. Yal- nız eğer Pasternak'ın şür kıtaplannı aldın- sa bana bırinci cildını gönder. Güzel şür okumak ihtıyacı hâlâ aynı kuvvetle devam ediyor. (...) Artık kanmdan mektuplann- dan başka bır şey istemeyeceğim diye ver- diğim karan farkında olmayarak bozdum. Ne halt edeyim, bir dış dünya var ve o dış dünyada yegâne reel imkânım yalnız sen- sın. Sen olmasaydm ben de olmazdım. (...) Sanahasretkocan. Nâzmı'uı,1933'tenl950'ye kadar, on yedi yıl boyunca, çe- şitli cezaevlerinden kendisine yazdığı mektuplan, Piraye bir tahta bavulda saklardı. Ceviz ağacından yapılmış 41 x 26 x 14 an boyutlannda küçük bir tahta bavul. Küçük olduğu için belki "çanta" demek daha doğru. Bu ceviz çantayı ona Nâznn sanınm Çankın Ceza- evi'ndeyken yapmıştı. 1975'te Nâzun üePirayead- lı kitabı hazırlarken, o çantamn içindeki mektuplardan yarar- lanmıştım. Annem kendisiyle ilgili ya- yın yapmamı istemezdi. Ku- laktan dolma bilgilerle yalan yanlış şeyler yazanlara yanıt vermemi de engellerdi. "Kim ne dersedesn,önem- ü değil. sen kanşma!" Bayağı baskı yapardı... Nâzım ile Piraye'yi ondan gizli hazırlamıştım. Kıtap ya- yımlandıktan sonra pek bir şey dememiş, kızı gibi sevdiği ge- lini İzgen'e okutup dinlemiş, bir yerde bir yanlışımı sapta- mışü: Pendık yöresindeki gözler- den uzakbirevlendırme daire- sinde, oradan buJduklan tanık- larla değil. Kadıköy Evlendir- me Oairesi'nde Orhan Ezine ıle Vedat Başar'ın tanıklığıyla nikâhlanmışlar Nâzım'la. Be- nim anJattığım gene ailemiz çevresindeki başka birnikâhlanmaımiş. Ikinci basımda düzeltmiştim bu yan- lışı. Nâzım ilePiraye'yi hazırlarken, ama- cım özellikle Nâzım'ın şiiri ile yaşamı arasındaki iç içeliği vurgulamak, aşk gi- bi yoğun duygularuı çarşı pazar mantı- ğıyla değerlendirilemeyeceğini göster- mekti. İnsanlann Nâzım'aboşu boşunaçek- tırdıkleri acilann derinliğini anlamala- nnı, oynanan küçük oyunlann ne büyük yıkımlara yol açtığını görmelerüıi isti- yordum. Büyük bir aşkı deyimleyen şiirlerle, o şiirlerin arkasındaki yaşam gerçekle- nyle, basımevinde çalışanlardan başla- yıp okuyan herkesi cok etkilemişn Nâ- zım ile Piraye. Bu arada bir eleştirmen arkadaşım, ne yapmak istediğimi anlamamış, "Mektupbrazgefince,ş&rieridoidur- muşsuntttaba",demıştı. Mektuplar az olur mu!.. Mektuplar bir çanta dolusu!.. Piraye ölünce hepsi nasıl olsa yayım- lanacaktı... • Nâzım'ın on yedi yıl boyunca çeşitli cezaevlerinden Piraye'ye yazdığı mektuplan Memet Fuat derledi. Piraye'nin yıllardır bir tahta çantada sakladığı, 'yoğun bir duygusallık içeren ve birçoğu başlı başına bir çığlık' olan mektuplar iİci cilt olarak Adam Yayınlan'ndan yayımlanacak. Burda yeni bir sanat öğrendim 7Martl934 Kancığım, Kancığım, zarfının üstündeki posta damgasından 5 ta- rihli olduğunu anladığım mektubunu aldım. Sana bir tane değil birçok pulsuz mektupgönderdim. Fakat pulsuz mek- tuplar geç geldiği ve gittiği için daha almamış olacaksm. Şunlan ahnca bana yaz. Pipomu, tütünü, tulumu çoktan aldım. Tulumu giyiyo- rum. senden geldiği senin eliennin arasmdan geçtiği için sana dokunmuş gibi oluyorum. Pipoya dolduruyorum tü- tânü, eski güzel günlerimizi ve gelecek kavuşma saadeti- ni basık tavana doğru yükselen, kokulu, mavi dumanJann arasından görüyorum. Senmeğerse nasılher şeyimmişsin benim... Seni sevmek benim içimde, topragı, suyu. güneşi, hayaü vefîkri sevmek- le birbirine kanşö. Sen ciğerlenmdeki nefes, gözlenmde- ki ışık, kalbimdeki çarpınü ve beynimdeki düşünce gibi- sin. Neyi düşünsem, seni düşûnüyorum. Neyi görsem, se- ni görüyorum. (...) Ben burda yeni bir sanat öğrendim. Karakalem, büyük, oldukça benzeyen portreler yapıyorum. Ne tuhaf şey, me- ğerse bende resim istidadı varmış... Derhal senin fotoğra- findan birresmini yapıp sanagönderirim. îstersen, banase- nin sevdiğin benim fotoğraflanmdanbirisini gönder. Ken- di kendimin resmini, kocaman yapıp sana göndereyim. "Ben öldükten sonra ne isterseniz ya- pın, yaşarken olmaz", diyordu... Öİdüğünde, onun için bir şeyler yap- ma isteğıni yeğinlikJe duyduğum gün- lerde, mektup çantasmı önüme almış, yeniden okumaya başlamıştım. Çoğu ta- rihsizdi, ama zarflannda tarihler vardı. Yıllara göre ayınlıp bağlanmıştı büyük çoğunluğu. Bu işı annemın günü gününe yaptığı- nı sanmıyorum. Herhalde sonradan otu- rup okuyarak. içindekılere göre sırala- mıştı mektuplannı. Yer yer güvensizlik duyuyordum. Bir- takım kanşıklıklar vargibiydi. Mektup- lann zarflan değişmiş de olabilirdi. Hepsini baştan sona okuyup, notlar alıp, kullanılan kâğıtlara, kalemlere, daktilolara, daktılo şeritlenne bakarak daha sağlıklı sıralamak gerekiyordu. Çok güç bır ış... (...) . Derken 1996'run son günü bir soiu- num yetersızliği... Kendimden geçtiğimde hastanede ol- masam, hemen yofun bakıma almasa- lar, "gübnek,ağtemak bfttiço- cuğum_'' On beş gün sonra burnum- dan oksıjene bağlı eve döndü- ğümde iİci şey vardı kafamda. Sonuna çok yaklaştığım ço- cukluk. gençlik anılanmı, Göl- gede Kalan Yıüar'ı bitirmek, bir de çantadaki mektuplan derleyıp toparlamak... İyi kötü çalışmaya başlayın- ca, fazla zorlanmadan birinci- sini kotarabileceğime inanı- yordum, az kalmıştı, ama ikin- cisini yapabilecek gücü gör- müyordum kendimde. Ne yapsak diye yayınevin- dekilerle bırlıkte kara kara dü- şünürken SemihGümüş'ün bir arkadaşı, Bdgiıı SunaL bu gö- zümde büyüdükçe büyüyen işi üstlenebileceğini, mektuplan gelıp bizim evde, benim dene- timırnde yazacağmı söyledi. (•••) Piraye'nin yaptığı sıralama- ya, kuşkuya düşsek de, pek do- kunmadık, yeri belirtilmemiş, dışarda bırakılmış bazı mek- tuplann yerini bulmaya çalış- tık,o kadar. Yer yer sıralamada birtakım yanlışlar olduğunu düşünebi- iirsiniz. Bize de öyle geliyor. Bazı bölümlerde çok tedir- gin olduk. Ama bunlan içerik- tekı ipuçlanna bakarak düzeltmeye ça- lışırken her şeyi büsbütün kanştırmak- tan da korktuk. Elinizdeki mektuplann birçoğu başlı başına bir çığlık... Yoğun bır duygusal- lık içeriyorlar... Varsm sıralamalan biraz bozuk ol- sun... Bu iki kitaptakiler, Nâzım'ın Pira- ye'ye yazdığı mektuplann hepsi mi? Çantadakilenn hepsi... Belki bir gün başka yerlerden de bir şeyler çıkar, bilemem. Kimi dostlannın, sanatçı mektuplan- nı. anı olarak saklamak üzere, yürüttük- len çok görülmüştür. Başkalannın elinde de Nâzım'ın Pi- raye'ye yazdığı bırkaç mektup olabilir. Ben, bildiğinız gibi, yıllardu-, anne- min koruduğu, sakladığı Nâzım Hik- met'le ılgılı her şeyı okurlara ulaştırma- ya çalıştım. De Yayınevjinrie başlayan bu özel görev, Adam Yaymlan'nda so- nuna yaklaşû gibi... Herkese sevgiler... Kitabuı önsözünden 15 Ocak 1902'de doğan Nâzım Hikmet Ran, 3 Haziran 1963'te Moskova'da yaşanuıu yitinnişti Sen benden daha iyişairsin 933/10/15 Sevgiliî Bütün bir uykusuz geçen geceden sonra sana bu mektubu sabah sabah yazıyorum. Oğlumla beraber çıka- np gönderdiğiniz resim uyutmadı beni. Niçin uyutmadı? Bu "niç»ı''e cevapvermek için baştan başa bir şi- ir kifabı yazmak lazım. O kitap gü- nün birinde yazılacakür. Şimdi mu- hakkak olan bir şey varsa bütün bir gece uyuyamadığımdır. "Bana aşk mektubu gönder'' di- yorsun. Şımdiye kadar gönderdikle- rimin çoğu neydi zaten. Sen benim gözlerimin içine bakarak bir kerre olsun, "Sea seviyoruın,'' dememiş- sindir. Ben, her yerde, her zaman, yıldızlı bir denizin üstünde, çam ağaçlı bir balkonda olsun, karanlık, yalnız senın gözlerinin ışılüsmı gör- düğüm ılık bir odada. bir hapısane- nin görüşme yerindeolsun, mektup- la olsun, mektupsuz olsun, nesirle olsun, şiirle olsun, içimden her ge- lişte sana, "Seni seviyonnn," demi- şimdir. "Ben aşk mektubu >a/masını be- ceremedinı. Sen yaz da bana modei olsun." diyorsun. Senin aşk mektu- bun harikuladeydi. Buranın ölçüsüy- le, böyle bir mektup için üç sene ya- tılır billahi... Zati sen benden daha iyi şairsin. sen senden çok daha de- rinsin, yavrum. Ben belki daha sa- natkânm. Benden emin olman beni öyle bahtiyar, öyle mağrur kıldı ki... Bir binbir gece şehrinin altın kakmalı kapılanndan muzaffergirmiş bir es- ki zaman kahramanı gibi hissediyo- rum kendimi. Kancığım, Yakında gözlerinin içinde kendi- mi boylu boyunca seyredebileceğim galiba. Evet işin bir galibası var. Me- sele şu: Gazetelerboyuna siyasi mahküm- lar serbest bırakılacaklardır, deyip duruyorlar. Halbuki ben siyasi mev- kufum. Şim«ü sen hemen tevkifha- nede Avni Beye, Cumhuriyet Hayat Ansiklopedisi'nde Sabiba Hamma, Akşam'da Avni'ye telefon et ve siya- si mevkuflann vaziyetini öğren. Me- sela bizimle aynı zamanda Adana'da tevkif edilenlerin mahkemesi bitti, şimdi onlar siyasi mahkûmlar. Hal- buki biz hâlâ siyasi mevkufuz. Tele- fonlanmn ve süratle bu hususta öğ- rendiklerinüı neticesini bana derhal telgrafla bildir... • • • Sevgilim benim... Hesap ettim, i- ki gün sonrasenden aynlalı tam 7 ay olacak. 7 ay! Dile kolay! Biriciğim! Verdiğim müjde, müj- delennmûjdesidir benim için. Bütün insanlann yüzüne karşı: Işte benim kanm! diyebilmek zevki... Biz yıl- dızlann, tabiatın şahitliği ile evlene- li yıllaroldu. Şimdi de insanlann ka- ranyla evleneceğiz. İlk düğünümü- zü bir gecenin açıkJığuıda yaprmştık. Yalnız ikimizdik. fkincisini Lala'da yapanz ve dosüanmız da yanımızda olur. Mektubunu ve telgrannı beklıyo- rum. İçimde bir galiba var. Bu gali- banın silinmesi senin elinde. Seni kucaklanm, kucaklanm, ku- caklanm. Nişanbn ODAK NOKTASI AHMET CEMAL GATA'nın Sessiz ve Onurlu Yüzleri... Erich Maria Remarque ın dünya çapında ün kazanan ve Birinci Dünya Savaşı'nı konu alan "Ba- tı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok" adlı romanında, eserin baş kişısinin sonu şu çarpıcı cümleyle nok- talanır: "7978 ekiminde vurulup öldü; o gün, bü- tün cephe boyunca öylesine sakin ve sessizdi ki ordu raporu yalnızca batı cephesinde haber ver- meye değeryeni bir şey olmadığı cümlesiyle ye- tindi." Adı ister savaş ister başkaca bır şey olsun, in- sanlann sürekli ölmelerine ya da başkaca yıkım- lara uğramalanna yol açan bır olay, ondan doğru- dan etkilenmedikJerini sananlann bağışlanabilme- si olanaksız umursamazlığı yüzünden bir kez gün- lük yaşamın doğal bir parçasına dönüşünce, olan- lan yalnızca izlemekle yetinmek, buna karşılık iz- lenenlerin arkasındaki insanlaria, acı çeken insan- larfa iletişim aramayi düşünmemek, tüyler ürper- tici bir alışkanlık olup çıkar. Tıpkı bizim, son yıllarda Güneydoğu'dan ağır yaralı olarak dönenler karşısındaki genel tutumu- muzgibi... Sanki o insanlarla ilgilenmek, onlara sevgi ver- mek yalnızca orduya düşen bır görevmış gibi, san- ki onlar, sabah gidilip akşam dönülen "normal" gö- revlerin insanlarıymış ve bir kez ölme ya da yara- lanma görevlerini yerine getirdikten sonra, artık kayda değer bir yanları kalmıyormuş gibi o\an\an yalnızca izlemekle yetinir olduk. Oysa gönül isterdi ki türiü haklar konusunda ge- rektiğinde onca karartı davranıp tepki gösteren si- vil toplum kuruluşlan, bu ülkenin parçalanmama- sı uğruna vücutlannın şu ya da bu parçasından, görebilme, dokunabilme, işitebilme, yürüyebilme haklarından gözlerini kırpmadan vazgeçebilmiş bu gazilere, ara sıra bile olsa giderek ya da onla- ra birkaç satır yazarak en azından bir yürek sıcak- lığını iletsinler. "Bu yaptıklarınız bizim içindi, bu ül- ke içindi, ama bakın, eksilen uzuvlannız yerine gelmese bile, biz sevgimizle yanınızdayız" desin- ler; bunu hissetmekle yetinmeyip, bir el tutuşuy- la, bir gülümsemeyle onlara doğrudan iletebilsin- ler! Daha doğrusu, iletebilsek.. çünkü çok yakın za- manlara kadar ben de bu bilinçsiz umursamazlar- dan biriydim. Ta ki televizyonu belki öteki akşamlara göre bi- raz daha dikkatli izledığim bir akşam, Murat Ca- ner"in yüzüyle karşılaşmama kadar. 1998'in eşiğindekı o akşam. Büyük Millet Mec- lisi Başkanı Sayın Hikmet Çetin'ın GATA'yı (An- kara'daki Gülhane Asken Tıp Akademisi'ni) ziya- retiyfe ilgili haberi izliyordum. Çetin bedeninin ya- nsı felçli bir gaziyle konuştu. Yatağa bağlı olan bu genç yüz, yaşama gücünü yitirmediğini söyledi. "Yalnız hayallerim biraz farklı olacak" dedi, "bun- dan böyle tekertekli koltuğa bağlı olarak hayal ku- racağım." O zaman adını henüz bilmediğım bu genç asker, şür de yazıyormuş. Hikmet Çetin'e okuduğu birkaç dizesiyle, günün birinde memle- ketinele ayak sesterinin belki de yine duyulabile- cegi umudunu dile getirdi. Gece geç saatlerde, adını bilmediğım o insana bir mektup yazdım. Mektup yazmayı yıllardır bı- rakmıştım. O güne kadar kim bilir kaç Murat Ca- ner'i yalnızca izlemiş olmanın derin utancıyla ye- niden başladım. Mektubumun bır yerinde şöyle dedim: "Çok sevgili kardeşim, biliyorum, şiirinle aslında bir gün ayaklarınla yeniden yere basabil- menin umudunu dile getirdin... Adam gibiyaşa- mak, nedir aslında. Hayatta bellı birduruşu olmak, dimdik olabilmek değil mi? Hayatta durabtlmek, insanın yalnızca ayaklanyla başarabileceğinin çok ötesinde birşeydir, seninkigibiumut gerektihr, se- ninki gibi cesaret gerektirir, hayata senin gibi ba- kabilmeyi gerektirir." Ertesi gün mektubumu adını henüz bilmediğim bu sevgili dosta nasıl ulaştırabileceğimi öğrenmek için GATA'ya telefon ettim. Karşıma çıkan nazik bir yetkilinın tavsiyesi üzerine komutanlığa da bir mektup yazıp iki mektubu birden faksladım. Geçen hafta perşembe günü öğlen vakti üniver- sitedeki odama girerken GATA'dan arandığım ve bir telefon numarası bırakıldığı söylendi. Bana ve- rilen kâğıtçıkta bır de ad yazılıydı: Murat Caner. Te- levizyondaki o yüzün sahibinin adı buydu. Hemen telefona sarıldım. Kendi açtı. Yaşamımda daha önce benzerini yaşamadığım o konuşmayı bura- da anlatabilmem olanaksız. Mektubum, komutan- lığın büyük duyarlıhğı sayesinde yerine ulaşmış. Bundan böyle yazışacağız. Yakında ziyaretıne de gideceğim. Insan, hayatında hiç görmediği birini özleyebilir mi? Ben Murat Caner'i o konuşmamızdan beri çok özledim. Peki nedir bana onu bunca özleten? Yoksa bugün ayaklanmı bulunduğum yere rahat- ça basabilmemi, onun yitirdiklerine borçlu oldu- ğumu bilmek mi? Murat Caner ve ötekiler, şimdi sankı daha bir ko- caman olmuş insanlıklannın sessiz onuruyla, dim- dik durmaktalar. Çünkü onlar, adam gibi yaşama- nın ne demek olduğunu, hiçbir şeylerini yitirme- miş olanlardan çok daha iyi biliyoriar. Bizlere, on- lan çoğunlukla izlemekle yetinenlere gelince, yap- mamız gereken tek şey, "daha önemli işlerden" ötürü hep ertelediğimiz bir şeyi, sevgi vermeyi bundan böyle hiç ertelememek ve sevgiyi daha bir cömertçe eyleme dönüştürmek. Cazcı üonel Hampton'a Avustupya'dan Kültiir Ödiilii • KültûrServisi- Avusturya'nın en önemli Kültiir Ödülü Amerikalı caz efsanesi Lionel Hampton'a verildi. Avusturya Cumhurbaşkanı Thomas KJestil pazartesi akşamı Viyana'da düzenlenen ödül töreninde 89 yaştndaıci Hampton'ı yaşayan en büyük 'swing efsanesi olarak' nitelendirirken ünlü sanatçı da törene katılanlar için bir konser verdi. BUGUN • AKSANAT'ta saat 12.30"da lazerdıskten VVynton Marsalıs caz dinletisı yer alıyor. • tFSAK'ta saat 18.30'da Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencı çalışması sergisı izlenebıhr. • BAKIRKÖY BELEDfYE TÎYATROLARI Yunus Emre Kültür Merkezi'nde saat 20 30'da Gelin Dokunalım ısimli oyun izlenebilır. • İSTANBUL DEVLET OPERA \T. BALESt AKM'de saat 20.00'de Adriana Lecouvreur'ü sahneliyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle