05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 AĞUSTOS 1997 SAL1 10 KULTUR SAHNEDEN AYŞEGÜL YUKSEL Menüeketîn orta yeri tiyatroBizım tiyatro geleneğimiz, gül- dürüye dayalıdır. Genellikle de ti- yatroya; gülmek, eğlenmek. hoş- ça vakit geçirmek için gideriz. Ya- şam ciddi, tiyatro eğlencelik. Oy- sa güldürü insana kendini seyret- meyi, kendine gjlmeyi öğretir. Tiytaroya yetennc<• gitmediğimız için kendimizi seyretmeyi de öğ- renememışızdır. Tıpkı sahnedeki oyun kişileı ı gibi gerçek yaşamda da zaman zaman "gülünç" du- rumlara dilştûğümüzün bilincine bıle varmayız. Tiyatromuzun yıldızlan güldü- rü yazarlandır. Toplumca ve bi- reyler olarak sunduğumuz zengin malzemeyi değerlendinr onlar. Aziz Nesin'den Haldun Taner'e, Ferhan Şensoy'dan Yılmaz Erdo- £an'a bır dolu usta. bizı bize sey- rettırirler bıkıp usanmadan. Ne- dense hiç ders almayız. Oysa ken- di kendimize gülmeyi bir öğren- sek, hem bırbirimizi sevmeye ve hoşgörmeve başlayacağız hem de toplum içındekı zorunlu ilişkileri- mizde, aksaklıklan daha kolay gö- rüp düzeltebıleceğiz. lşte size Ankara'mn sıcak yaz günlennde yaşadıklanmdan bir- kaç kesit. Biraz Nesin'ce, biraz Ferhan'ca... Maaşımı aldığım bankanın gö- r^vlisi bayan telefonda avaz avaz bağınyor: "Makineden fazla para çekmiş- siniz. nasıl yaparsınız!" (Maaşı başka şubeden almıştım. tki haf- ta geçti. hesabı doğrultamamışlar anlaşılan.) "Makine niye verdi, öyleyse? Hesaba teüf ücrt'ti yattı sanmıs- tun" diye dıkleni; orum. "Sizin telif ücretiniz o kadar yüksekolamazki" dıverek üste çı- kı>or. Farkındayım, "ek-ders" üc- retiyle "telif" ücretını kanştınyor, ama tepem atmış, yokuşa sürüyo- rum: "Siz hep müşterilerinizin hesap- larındaki paralar hakkında fildr mi yürütürsünüz?" Gereksızbiratışmaortamı içın- de. muhabbetimiz absürd boyuta velken açıyor. Gizlı hesaplarda aklanan kara paralann kulaklan çınlasın... Benim gariban maaşı veren belli. alan belli, bir yere ka- çacak halimiz de yok... ••• Ama ya kaçarsam... îşte bir "yeşü pasaport yenileme" öykü- sü... Eskı yeşil pasaporfum en az 10 yıllık. Çeşıtli ülkelere ve ülkeme nice anlı şanlı giriş çıkışlar yapmı- şım bu emektar dostla. 1996 Ekim'inde yurtdışından Atatürk Havalimanrna "•giriş" yaparken uyanlıyonım: "Resmin üsründeki soğuk dam- ga soluk. üst üste iki kez basılmış. bir daha >urtdtşına çıkışuıızda zorluk çıkarabilirler, ilk fırsatta değiştirin." Bir hafta sonra Susurluk olayı patlamaz mı! (Adam keramet sa- hıbiymiş meğer.) Artık işin şaka- • Tiyatromuzun yıldızlan güldürü yazarlandır. Toplumca ve bireyler olarak sunduğumuz zengin malzemeyi değerlendirir onlar. Aziz Nesin'den Haldun Taner'e, Ferhan Şensoy'dan Yılmaz Erdo- ğan'a bir dolu usta, bizi bize seyrettirirler bıkıp usanmadan. Nedense hiç ders almayız. Oysa kendi kendimize gülmeyi bir öğrensek, hem birbirimizi sevmeye ve hoşgörmeye başlayacağız hem de top- lum içindeki zorunlu ilişkilerimizde, aksaklıklan daha kolay görüp düzeltebileceğiz. rum; kader arkadaşjanm beni de- li sanıyorlar. Haksız sayılmazlar. Adım çağnlıyor. Bu kez pasaport var. ama dosya kayıp. Zabıt tuta- caklar. Elimdeki üçüncü başvuru belgesıni pişmiş kelle gibi sınta- rak şak diye bankoya indiriyorum. Pişti! N'eredeyse akraba olduğu- muz görevlilerin hayran bakışlan altmda damga özürsüz, yeni yeşil pasaportumu alıp, başkent karan- lığına ışınlıyorum kendimi... "Kader utansuır diyorum içim- den. Herkes Çattı olamaz ki! ••• Bankaya girerken banka polisi tarafından gögusleniyorum: "Kapalıyız, görmüyor musun sı yok, adına kara çalmmış, üste- lık de damga özürlü "emek- tar"dan vazgeçeceğiz. Yaz gelıp de havalar ısınınca onlarca imza- h ve mühürlü belgelerimizı hazır edip, saatlerce sıra bekledikten sonra basvuruyu yapıyoruz. Or- tada "çoğuT bir durum var, çün- kü o günlerde Anadolu'nun heT yanmdan akın akm Ankara'ya ge- liniyor yeşil pasaport ıçm. Görev- lıler "izdiham"dan şaşkın, işi "azar"a vurmuşlar. Aynca sanki pasaport dairesinde "gülümseme yasağT var. Başvuru belgelerimız tıtizliklikle inceleniyor. Bırinin onayladığı "yetkili imzayı" öteki beğenmeyebilıyor. Hepimız (bi- rinci, ikinci ve üçüncü dereceye hak kazanmış devlet memurlan) "potansiyel suçlu" psikolojisi ıçınde, titreyerek bekleşip duru- yoruz. En korkuncu, pasaportu alaca- ğınız gün. Başvuru sıra numara- sıyla yapıldığı için alışmışsınız pasaport tesliminde de öyle yapı- lacak sanıyorsunuz; hemen birnu- mara çekıyorsunuz. Sizden daha deneyimhler uyanyor: "Boş yere çekmeyin, isinüe ça- ğınyoriar." Kım inanır. Yanm saat sonra oradan buradan ısım bağınlması- na başlanıyor. Yüzkişıdarbirko- ridorda müthış bır ıtışme balesi yaparak sesin geldiği yönde bir oraya bır buraya savruluyor. Isim- ler duyulamıyor, çünkü hepimiz bir ağızdan konuşuyoruz. Üstelık benim bir adım da Tülin. Bu adla seslenseler. dönüp bakmam. Gel gör ki artık tepeden tımağa Tülin kesilmişim. "GiiBn", "Bumin", hatta "Hüsamettin" deseler ben orada. elimde -her ihtımale karşı- sıkı sıkıya tuttuğum aptal sıra nu- maramla... Elbırliğiyle yaşadığımız "sa- laklaşma süreci"nin ilk saatinin sonlarına doğru, "Ayşegül" diye çağınyorlar beni. Pasaport hazır, ama son imzası atılmamış, çünkü daha önce beğenilen "yeüdü im- za" sırkülere uymuyoımuş. Hay- di, sil baştan. Ertesı gün sıfırdan başlayarak olusturduğum yeni başvuru bel- gemi tez götürüp teslim ediyorum ki akşama pasaportu alayım. (Bu arada son imzası atılmamış yeni pasaportumu ucundan bir kez da- ha görüyorum.) Akşam oluyor, koridorda yeni bir yüz kişi. Elle- rinde birer sıra numarası. (Ne bil- sinler!) Bu kez ben uyanyorum onlan: "Boş yere çekmeyin, isimle ça- ğınyorlar." Beni kımse takmıyor. Bir bil- dikleri olduğu düşüncesiyle, an- cak zekâmın epeyce gölgelen- mekte olduğunu da için için duya- rak gidip ben de bir sıra numara- sı alıyorum. lonesco gibi bir yaza- nn düş gücünden uzaya firlatılıp da pasaport dairesıne zorunlu iniş yapmış bir absürd oyun karakte- rine dönüşmekteyim. Rolüm bel- li. Aynı itişme balesi ve aynı bağ- nşma korolan... Gelgelelım bu kezne "Ayşegül"çığnştırması var, ne de u Tülîn." Televızyonda "Ya- lan RüzgârT başlamış. Vladimir ve Estragon akşam karanlığında buluşup Godot'yu beklemeye ko- yulmuşlar, benim pasaporttan eser yok. Umutsuzca aranıyor ve bulunamıyor. Öğle vakti gözüm- le görmüştüm oysa. Mağduriyet durumum ses duvannı aştığı için artık kimse azarlamıyor beni. (Ya da görev lılerin yorgunluktan kım- seyi azarlayacak hali kalmamış.) "Tetikçi" ya da "kurye" olmadı- ğım da anlaşıldı ama ne çare! Söz üstüne söz. Ertesi gün alacağım. Ha gayret, başvuru belgesi ka- pı kapı dolaşılarak üçüncü kez ha- zırlatılıyor. Akşam, üçüncü bir yüz kişiyle aynı sahne ve tabloda- ki rolümü oynamak üzere buluşu- yorum. Bu kez sıra numarası çek- mıyorum, itişme balesi ile bağnş- ma korosuna da katılmıyorum. Artık ne Ayşegül umurumda ne de Tülin. 'endi kendıme güiüp duruyo- "Ben bütün bankalalann öğle tatili saatierinj bUemem, Kapıya yazmamışsınE." "tşte ben söylüyoruın ya!" "Olur mu öyle şey. Ya kapıyı ki- lhleyin. ya da yazın.'" "Sana kapalıyız dedim. "Müşteriyie böyle konuşul- maz." Ağız dalaşı süredursun. ben ge- n gen. adam ıleri ilen sokağa çık- mışız. herkes bize bakıyor. Birden bu eğitilmeyi sevmez, çok öfkeli gencin belinde (soygunculara kar- şı) dolu bir silah taşıdığını anım- sadım. Biraz daha itışırsek, olur a kım vurduya gidiveririm. Kendi- mi agzının payı verilmış bir "usul ve adab budalası" gibi hissederek kalabahğa kanştun. ••• Aynı günlerde kızım tenha bir bankada. o bankaya yatınlan pa- ranm makbuzuna eşlik edecek bir form doldurmaya soyunmuş. lş- güzar veznedar tarafından uyanl- mış: "Hanımefendi,buradaofor- nıu doldurmak vasak.'" (Belli ki "yasak" o anda icat edılmış.) Aklına gelmışse de "Peki, han- gi formu doldurmak yasak değiL" Ferhan'ca sorusunu sormamış kı- zım: "Beyefendl bu yasak nerede yazıy'or" diye karşı çıkmış. "Her şe>i yazacak değiliz ya" biçimindeki özlü yanırı alınca. dut yemiş bülbüle dönmüş. Öyle ya, bankada form doldurulur mu hiç? "Eşeklere Mahsustur" mu yazsın adamlar? ••• ilj ""rı " Manavdan fasulye alıyorum. Parayı ödemeye içeri girdim. Bir de baktım, üç iri kıyım manav ele- manı, güreş tutmuşlar. Şakalaşı- yorlar mı kavga mı ediyorlar bel- li değil. Bir tanesinin balık tezgâ- hından bıçağı kapmasıyla benim dışan firlamam bir oldu. Kapıda elime fasulyeyı tutuşturan çocuğu azarladım: "Bu ne rezalet! Ortalık \erde birbirlerine giriyoıiar, kimse al- dırmıyor. Size yakışır mı?" Çocuk boş boş yüzüme baktı. Yakışır, yakışır. güzele ne yakış- maz! • • • Tiyatro yazarlanmızın kanımı- zı yerde bırakmayacağına inanı- yorum... TÜRKİYE'NtN İLK KADIN SERAMtK SANATÇISI Füreya Koral'ı yitirdik Kültür Ser\isi - Türkıye'nın ilkkadın seramık sanatçısı Füre- ya KoraL 8"? yaşmda tedavi edil- diği Osmanoğlu KJiniği'nde dün saat 13.00'te kalp ve solunum yetmezliği nedenıyle yaşamını yitirdi. Koral'ın cenazesi. yann Dolmabahçe Bezm-ı Âlem Vali- de Sultan Camıi'de kılınacak öğ- le namazından sonra Büyüka- da'da aile mezarlığında toprağa verilecek. 2 Haziran 1910 yılında lstan- bul 'da Büyükada'da doğan Füre- ya Koral, Şakir Paşa'nın torunu, Halikarnas Balıkçısı'nın. ressam FahrûnnisaZeid'inveo>Tnabas- kı sanatçısı Aliye Berger'in ye- ğeni Kurtuluş Savaşı askerlerin- den General Emin Koral'ın kızı olan Füreya Koral, ikinci evlili- ğini Kıhç Ali'yle yaptı. 1935-38 yıllan arasında Atatürk sofrala- nnın tanığı oldu. Notre Dame de Sion Lisesi'ni bitirdikten sonra Darülfünun Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nde eğitim gö- ren sanatçı. 1940-44 arasında 'Vatan' gazetesinde müzik eleş- tinleri yazdı. 1946'da tedavi için gittiği Lozan'da seramik çalış- malannabaşlayan Koral, Paris'te ünlü seramik sanatçısı Serre ile çalıştı. AJTII dönemde taşbaskıyla da ilgilendi ve yaptığı taşbaskılan 1951 'de Paris'te sergiledi. Bu dö- nem yapıtlarında hat sanatından ve Türk işlemelerinden ızler gö- rünen Füreya Koral, Türkiye'ye döndükten sonra çini sanatından esinler taşıyan duvar panolan yaptı. Doğu sanatının soyut arüatım Koral'ın cenazesi yann Büyükada'da toprağa verilecek. biçimleri üzerinde duran Füreya Koral, yapıtlannda soyut öğele- rin yanı sıra gerçeküstücü ve za- man zaman da yerel niteliklere yönelerek Doğu ve Batı sanat bi- çimlerini başanlı birbileşime u- laştırdı. 1981 'de Kültür Bakanlığı Ödülü'nü aldı, 1986 - da Sedat Sı- mavi Vakfı Görsel Sanatlar Ödü- lü'nü NeşeErdok'lapaylaştı. Fü- reya Koral, seramikten heykel ve nesnelerindışındaTürkiyecie ilk kez. çok büyük boyutlu, mıman panolar gerçekleştirdi. Harbiye Ziraat Bankası, Başak Sigorta, Ankara Ulus Çarşısı'ndaki du- var panolan (1962), Istanbul Ma- nıfaturacılar Çarşısı'ndaki duvar panosu (1969), Istanbul Divan Pastanesi'ndeki duvar panosu, bu alandaki önemli yapıtlan ara- sında. 1992 yılında, 40. sanat yılı do- layısıyla Ege Seramik tarafından bir kitabı yayımlanan sanatçı, birçok ulusal ve uluslararası ödül aldı Bilkent 4. Uluslararası Anadolu Müzik Festivali başladı Yunus Emre Uen insanlığa sesleniş YUNUS EMRE (AA) - Yunus Emre. Bilkent Anadolu Festivali'nin ilk konserinde, yüzyıllar son- ra yine Anadolu'ya "merhaba" dedı. Bilkent 4. Uluslararası Anadolu Müzik Festivali, pazar akşa- mı Mihaliççık'ın Yunus Emre Beldesi'nde başladı. Açık havada verilen konserin ilk dakıkalannda çöken kara bulutlarla sanatseverlerde heyecan ya- ratan yağmurlu hava, korkulduğu gibi konser süre- since devam etmedi. Kötü hava nedeniyle sanatse- verlere dağıtılan san yağmurluklar ise konser ala- nında ilginç bir görüntü oluşturdu. Ankara'dan Yu- nus Emre Oratoryosu için kalkan tren ve otobüsler. Mihahççık' ın ünlü halk ozanı Yunus Emre'nın adı- nı taşıyan şirin beldesindekı konser için uzun bir yol katetti. Bilkent Akademi ve Senfoni Orkest- rası'nın, Grorgi Robev tarafından ha- zırlanan Bulgaristan Devlet Flarmonı Korosu ile birlikte verdiği konseri, Çin asıllı Amerikalı orkestra şefi Julian Shew yönetti. Konserde, Adnan Say- gun'un 1946'da bestelediği "Yunus EmreOratoryosu'' seslendirildi. Yunus Emre'nin dizelenni, Gölge Gül Şeke- ramber, Pekin Kırgız ve Ayhan Baran, Cemaüye Kryıcı seslendirdi. Yöre halkının ilglsi Konseri ,\nkara'dan gelen sanatse- verlerin yanı sıra Yunus Emre Beldesi halkı da ilgiyle izledi. Konserin ilk no- talan ile birlikte konser alanına gelen yöre halkı. Yunus Emre'nin ev sahip- liğini yaptığı şirin beldede Bilkent Or- kestrası'nı ağırlamaktan mutluydu Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatlan Fakültesi Dekanı ve Genel Sanat Yönetmenı Prof. Dr. Ersin Onaydaböylesine bır konseri düzenle- mekten kıvanç duyduklannı kaydetti. Müziğin tüm insanlık tarafından bir banş sembolü olduğunu bclırten Onay, "Evrensel banş ve dostluk cağnsı Yu- nus Emre ile sanatsevvıiere ulaştL Ne mutlu bize" diye konuştu. Festivahn, tema ve bu temalann geçtiğı mekânlan bir araya ge- tirmeyı amaçladığını anlatan Onay, bu yıl festiva- lin, 1 Eylül'de, Dünya Banş Günü kutlanırken, in- sanlık ve banş çağnsını Beethoven'ın "9. Senfoni- si" ile yapacağmı söyledı. Festıvalin, Türkiye'nin tarihi zenginliklerini, doğal güzelliklenni de tanıt- mayı amaçladığını ifade eden Onay, bu nedenle E- fes, Bodrum, Zelv e Vadisi gibi çok turist çeken yer- leri seçtiklerini \'urguladı. Festivalin "Müzüdi bir roman gibi" ortam yaşatmayı hedeflediğini belir- ten Onav. "Bakmız burası küçük bir yer ama bü- yük şehüierde bile konser salonlannda bu kadar iz- İe>ici bir arayagelmiyor. İşte müziğin, işte festivalin güzelliğibu"dedi. Bilkent Festıvali, 20 Eylül'e ka- dar Türkiye'nin çeşitli yerlerinde sürecek. İlk konser Yunus Emre KüUiyesi'ndeydi. (Fotoğraf: AA) YAZI ODASI SELİM İLERİ Nişantaşrnda Bir Konak Evin İlyasoğlu'nun Cemal Reşrt Rey / Müzik- ten Ibaret Bir Dünyada Gezintiler kitabını adeta se- vinçler duyarak okudum. Bir yaşamöyküsü kitabı mı bu, roman mı, bir müzisyenin değerlendirilişi, anlatı, anılar toplamı, hangisı? Belki de hepsi. Yazarın kendisi şöyle diyor: "Biyografıier aslında çatık kaşlı kitaplardır. Oy- sa Cemal Reşit Rey gibi bir sanatçının biyografi- sini katı kurallara bağh, soğuk bir çerçeve içinde düşünemezdim. Bu nedenle biraz da öykücülük süslemeleri kullanarak onu kitabımın kahramanı yaptım." Evin llyasoğlu iyi ki kullanmış 'öykücülük süsle- meleri'ni. Yalnız Cemal Reşit Rey yaşamakla kal- mıyor bu kitapta; imparatorluğun çöküşünden Cumhuriyet dönemine, seksenli yıllara kadar mü- zik-sanat çevreleri, siyasal hayatın kültür üzerin- deki izdüşümleri, kaybolan büyük aile görüntüle- ri, bir bestecinin çevresindeki her şey sayısız ay- nntıyla karşımıza çıkıyor. "Şair Nigar'da Bir Konak" bölümüyse, eski Is- tanbul kentsoylu yaşamını tek başına belgeliyor. O yılların Şair Nigar Sokağı'nı Günsel Kopta- gel'in tanıklığı dile getirmekte. Bugün mimarisi, yaşama biçimi, görünümü o kadar degişmiş so- kakta, bakın kimler yaşamış: Bir defa Rey ailesi, onların bir konağı varmış. Sonra Türk hikâyesinin gizli ustası Esendal, Abidin Dino'nun ailesi, Fet- hi Okyar, Fatma Aliye Hanım... Fatma Aiiye Hanım herhalde ilk kadın romancı- mız. Rey ailesinin konağı usul usul belirecek: Dar bahçe, iki kanatlı büyük ahşap kapı, taşlan yenik merdiven; ben her nedense bu konağı ille bir son- bahar yağmurunda görüyorum. Dıştan bakıldığında, hele yağmurdan dolayı, kasvetli bir ortam. Bahçedeki yeşerti çoktan sa- rarmış. Konağın dış yüzü de karank belki. Ama içe- ride bir şenlik dünyası yaşanıyor. Faruk Yener, güleryüzîü yaşlı emektar hanım- ların kapı açışlannı hatırlıyor. Bazen de tertemiz gi- yimli bir uşak açanmış kapıyı. içeriye girer girmez konak birdenbire büyürmüş. Tabii merdivenlergıcırdarmış, sofadayaprak bir halı serili dururmuş. Eşya eskimiş ama görkemli. Istanbul'un birçok eski evinde o eşyayı görmüş- lüğüm var: Alaturka yaşama biçimiyle alafranga- lığı hiçbir zorlamaya gerek duymaksızın birieştire- bilmiş bir dünyanın eşyalandır bunlar. Kitaplan da saptıyoruz konakta: Fransızca yüz- lerce cilt, sonra bütün bir Edebiyat-ı Cedide Kü- tüphanesi, Tanzimat dönemi yazarlan... O eski ai- lelerin okuma iştahası oldum bittim büyüler beni. Çocukluğumun geçtiği Kadıköyü'nün evlerin- de, ellili yıllarda bile, birçok kitap, birçok roman yan yana dururdu. Şimdi düşünüyorum da, o kitapla- n öylece görmüş olmam, ilk okuma arzulanmın da sebebi değil miydi? Rey ailesinin konağında toplu okumalar da olur- muş. Örnekse Sappho okunuyormuş, herkes Sappho'nun kahramanlanndan birine bürünüyor- muş. • -^ Konakta yemekler iki tarz pişiyor: Alafranga da- mak için ve eski usul. Örnekse, karnıbahann hem beşamel soslusu yapılırmış, hem kıymalısı. Çer- keztavuğu, enginar, suböreği konağın sofrasında pek sevilen yemekler arasındaymış. Yemekten sonra herkes kendi dünyasına dönü- yor: Bir odada iskambil oyunları oynanıyor, Ekrem Reşit Bey kendi odasına çekilip kitaplarına, eser- lerine karışıyor, Cemal Reşit bir müzikaline çalışı- yor, sözgelimi Alabanda revüsüne... Çocukluğun- da Nişantaşı'ndaki bu konağa gelmiş olan Idil Bi- ret, her odadan birilerinin çıktığını, sofalarda biri- lerinin dolaştığını, merdivenlerden birilerinin inip çıktığını hatırlıyor. Bunlar hepsi, Istanbul büyük ailesinin son dö- neminden mutlu sahnelerdir. Ne var ki, değişen ha- yat koşulları, daralan maddi olanaklar, eski düze- nin git git sona erişi 'büyük a/'/e'nin varlığını orta- dan kaldıracaktır. Şair Nigar'daki konak da nere- ye kadar direnebilir ki? Önce sokakta apartmanlar belirir. Bazı konak- lar art arda yıkılır. Istanbul'un birçok semtinde ol- duğu gibi, ayakta kalmaya çalışan o eski evler git git ıssızlaşır, emektarlar ölür, bazı emektarlar ayn eviere çıkmak zorunda kalır, aslında büyük aynlık- lar yaşanır ve bir gün her şey biter. Geriye ufarak apartman salonlanna sığınmak zorundaki birkaç parça eski eşya kalır. Faruk Yener "koca piyano"yu kafese konmuş bir panter... "yaşlı birpanter" gibi hatırlıyor... Ben, Evin İlyasoğlu'nun eserinden hepi topu bir- kaç sayfayı özetlemeye çalıştım size. Bu değerti eseri mutlaka okuyun. Takvimde İz Bırakan: "Ve kısa bir süre sonra eşyalar dağılır. Yasemin apartmanındaki Cemal Bey'in dairesine çok sev- diği Melekyerteşir." Evin llyasoğlu, Cemal Reşit Rey, Yapı Kredi Yayınlan, 1997. biterıtette rezervasyon bfflyop • Kültür Servisi - 30 ülkeden 600 sanatçının katıldığı Yapı Kredi Sanat Festivali bilet rezervasyonunuzu İnternet'le, Superonline'ın elektronik yayını SuperSite'den bu akşam saat 20.00'ye kadar yaptırabilirsiniz. Rezervasyon formunu doldurduktan sonra onay düğmesine basarak rezervasyon işleminizi birkaç dakika içinde tamamlamanız mümkün. Internet adresi: http:/'VwAv.superonline.com/yksanatfest "Pnozac Toplumu" • Kültür Servisi- Uetişim Yayınlan'ndan yeni çıkan "Prozac Toplumu" adlı yeni kitabın yazan Elizabeth Wurtzel. Modern toplumun insanı depresyona, deprsyonun da ilaçlar ve uyuşturucuya sürükJediği günümüz ortamında, alt-orta sınıftan New Yorklu Yahudi bir genç kızın yaşam mücadelesini anlatıyor kitap. Prozac Toplumu, modern psikofarmolojinin hemen hemen tüm imkânlannı deneyen Wurtzel'in kişiliğınde ABD'nin çağdaş sosyal yapısından bir kesit sunuyor okuyucuya. BUGUN • RUMELİ HİSARI KONSERLERİ kapsamında saat 21 00'de Sibel Can dınlenebılir. • tDtL KÜLTÜR MERKEZİ nde saat 15.00'te "Beyaz Diş" isimli film ızlenebilir. • BİLKENT 4. ULUSLARARASI ANADOLU MÜZİK FESTİVALİ kapsamında Ankara Bilkent Konser salonu'nda saat 21.00'de BSO ve BDFK yer alıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle