03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 ARALIK 1997 SALI 10 KULTUR PORTAL DtKMEN GÜRÜN Ankara Deneme Sahnesi 41 yaşında1955 yılında, Ankara"da Gazi Lısesı gençlenn (Münip Şenyücel, Aydın Erdem, Erol Kardesed) ti- yatro aşloyla bir araya gelmeleriyle başlayan bir coş- ku 1956'da Tiyatro Sevenler Gençlik Cemiyeti adı altında demekleşir ve Deneme Sahnesi'nin ılk oyu- nu Motaere'ın "Cimri'sı sahnelenir. Zafer Ergin, Er- kan \ üceL HaKl Ergun, Köksal Engür. Rüştü Asya- h ve daha pek çok sanatçı sahneye ilk adımlannı An- kara Deneme Sahnesi'nde atarlar. 1956-1997: Deneme Sahnesi bugünlere hıçbir ku- ruma sırtını dayamadan üyelerinin desteği ile gelmiş. Çizdiği yoldan ödün vermediği gibi laboratuvar an- layışı ile cıddi araşiınnalara yönelmiş. 1967-68 se- zonunda başlatılan dramatik köylü oyunlan araştır- malan bugün de sürmektedir. Bu araştırmalar An- kara Deneme Sahnesi'nin sanatyönetmeni olan Prof. Dr. Nurfaan Karadağ'a göre değişik konularda çok önemlı çalışma alanlan ortaya çıkartmıştır. Bu alan- lardan bir tanesı tiyatronun yaygınlaşması için öz ve biçim olarak zengin bir kayııakoluşturmalandır. Biz de Nurhan Karadağ ile söyleşimizi bu zenginlikler Ü2erinde geliştırirken Deneme Sahnesi'nin tarihçe- sine de kısaca değındik. NURHAN KARADAĞ - Ben Deneme Sahne- si'nin 3. kuşağıyım 1964'te, benim gırdiğim dö- nemde YılmazOnay,NihatAsyatagibi sanatçı1ar ora- da oyun sahneye koyuyorlardı. O sıralarda Anka- ra'da özel tiyatro olarak sadece Meydan Sahnesi var- dı. Ilk Brecht oynayan, Carnus, Sartre, Tardieu oy- nayan ve Ankara seyircisine bu yazarlan tanıtan bir ekipti Deneme Sahnesi. Yapılan iş amatörtıyatronun üstûnde bir ışti. Zamanla. Devlet Tiyatrolan'nın sah- neleri çoğalınca, özel tiyatrolar açılmaya başlayınca Deneme Sahnesi kendine farklı bir çalışma alanı bul- du. Amatörlüğün getirdiği özgür olma niteliği ile öncü niteligini yan yana getırerek yeni çalışmalara yöneldı. Yaşar Kemal'ın 'Yer Demir Gök Bakır'ını alarak özgün bir oyunhaline getirdi; 'Uzun Dere'.Ni- hat Asyah'nın oyunlaştırdığı ve Yılmaz Onay'ın yö- A nettiği bu çalışma Uluslararası Nancy Festivali'nde Brezilya ile birlikte Büyük Ödül'ü paylaştı. Güngör Dümen'in aynı adlı eserinden esinlenerek Münip Şenyücel'in yazdığı 'Ayak Parmaklan' da uluslara- rası platforrrüarda maıısiyonlar aldı. - Dramatikköytüoyunlan üstüne çahşmalar ne za- man başladı nasil bir gelişim gösterdi? NURHAN KARADAG - Ben Ankara Üniversite- si Tiyatro Bölümü'nde 'seyüük oyunlar' dediğimiz dramatik köylü oyunlanyla tanıştım. llkin çok cazip gelmedi bana bu oyunlar, ama zamanla gördüm ki seyirlik oyunlar Türkiye için önemli bir olgu. Araş- tırmalara yöneldim. Deneme Sahnesi olarak bütün Türkiye'yi içine alan çok geniş bir anket kampanya- nkara Deneme Sahnesi'nin sanat yönetmeni Prof. Dr. Nurhan Karadağ, Deneme Sahnesi'nin 3. kuşağı. Çizdiği yoldan ödün vermediği gibi laboratuvar anlayışı ile ciddi araştırmalara yönelen Deneme Sahnesi özgün projeler üretiyor." Oyun çıkartma geleneği Anadolu'nun neredeyse bin yılhk geleneğidir. Alevi- Bektaşi kültürü içinde saklı cem törenleri de bu anlamda bir başka hazinedir. Biz bu doğa-din ritüellerini alıp, sanatsal platforma çektik. Alevi-Bektaşi kültürünü sanatsal bakışla günışığma çıkarttık. Sunduğumuz bu güzellik, dünya insamna hem düşünsel platformda hem de güzel insan oluşturma platformunda gerekli." sına giriştik. O çalışmalar daha sonra oyuna dönüş,- tü. Bu arada Ünal Akpmar'ın 'Bozkır Dirögi' üze- rinde çalışmaya başladık. Zor bir süreçti, çünkü sah- ne ûstünde olmayan şek yoktu; ağaçlardan tutun at- lara, keçilere kadar. Hepsi de aksiyonun içinde, oyun- dan çıkartmanıza olanak yok. Üzerinde çok dûşün- dûk ve sonunda sorunun seyirlik oyun ûslubuyla çö- zülebileceği karanna vardık. Gerisi çorap söküğü gibi gitti. Bu oyun bence hâlâ Türk tiyatrosunun önemli örneklerinden biridir. Halk Tiyatrosu için model bir çalışmadır. -Deneme Sahnesiolaraksizin 'söyleşih tiyatro' ca- hşmalannız var. Bunlardan söz eder misiniz? NURHAN KARADAĞ - Anadolu kffltür köken- Kııygı :jLy mini)ult\ mutiıdıtkanıa vesimKültür Servisi- Albert Bitran. ılk kez kap- samlı iiç sergı ile Tûrkıye'de Sanatçımn bü- yük boy tuvalleri Aksanat'da, baskılan Fran- sız Kültür Merkezi'nde ve küçük boy kağıt- lan Galen Nev'de sergıleniyor. Çahşmalan- nı Paris'te sürdüren Albert Bitran ile Fran- sa'da yayımlanan Verso dergisınde yapılan bir söyleşiyı sunuyoruz. VERSO-ŞuandaMontparnasse'dakiatöl- yenizde olduğumuza ve çevremiz günümüz resminizden ömekkrle dolu otduğuna göre, söyleşimize günümüz resimlerinizle başlaya- hm: Son tablolaruuzda yeni bir iztek belirdi- ğini düşünüyorum. ALBERT BİTRAN-Son tablolanm kemer izleği üzerine biçımlenmiştir. Çocukluğum- da, babamla sık sık tstanbul'un kemerleri al- tında buluşurdum. kemerlenn içinde varlık- lann ve nesnelerin düz görünmesi her defa- sında büyülemişti beni. Bir ressam gözü içm eşsiz bir dürtü. öyle değil mı? Kemer Akdeniz uygarlığmın belır- gin bir özelliğıdir. temelin- de çembenn içerdıği daire- nin alanına eşit karesel bir alan yaratmayı amaçlayan büyülü denklem yatar. - Kemerin ko>ıı geomet- rik biçinü var. Ama bir de gri renkler var, hemen he- men her yapıtuuzdakemer- lerin siyahıyla rekabet eden grüer var. her defasuıda si- yah kopup aradan griyeyer veriyor. BİTRAN - Tablolanmda hep kopan bir şeyler vardır. Matematikçi bir arkadaşım bir gün kapalı bir dizge (tablo) içerisinde ke- sinlikle başka bir kapalı dızge fbütün bir ke- mer) elde edemeyeceğımi kanıtlamıştı. Res- sam kesinlikle bir yol açmak zorundadır ve bu konuda ulaştığı sonuç ancak ruhunu tat- min ediyorsa, gözünü de tatmin edecektir. Kemerin biçimi kesik, kopuk olmalıdır, yok- sa bilinen bir biçimin önemsiz bir aynnhsı olarak görünür göze. VERSO - TabJolannızuı ortaya çıkmadan öncesözcükkrte biçimJenemejeceği açıkçaor- tada. Ama olabildiğince özgür bir biçimdebir kezortayaçıkölarmı en ufak bölümkrininbi- k -hatta buna süinmiş, sizin devişintde orta- dan kaidınlmış. ama hâlâgörünen bölümler de dahil- zorunlu, kaçuulmaz olduğunu gör- mek şaşutıa doğrusu. BtTR.\N-Umanmhepsi zorunludur, çün- kü bir tablo göze eksiksiz olarak hitap etme- lıdır. Eğer tam değilse, yeniden yapmak ge- rekir. Ortadan kaldmlan bölümlere gelince, onlar da resmın öğeleri olmalıdır; hatta bun- lara görünüşte becenksizlikten diyeceğimiz kimi hatalar da dahildir. Benim aradığım şey, hepimızın üstadı Ve|asquez'in dersine göre, mutlu serbestliklerdir VERSO - 1949'da, virmi y^ındaj ken gel- miştiniz Paris'e. O dönemdeki durumu ken- di gözkmlerinide aktarabüir misiniz? BİTRAN -Beni şaşırtan, yüzyılvn başında ortaya çıkan büyük sanatçılann Pans'te bile hâlâ tam anlamıyla tanınmış olmamasıydı. 1946'da Pkasso sergısı büyük bir skandalla, beraberinde de "Picasso'yu indirin" sloganı- nın yayılmasıyla son bulmuştu. Dubuffet gi- bi 1943'te sergisibaşansızhğa uğrayan \ e ya- n karanlığa gömülen yeni yetme dehalardan söz etmeyeceğım bile. Gerçeküstücülük dü- şünsel bakımdan heT alanda egemendi, bu da benim kuşağımdan genç soyut ressamlann işini kolaylaştırmıyordu. Iki kutup arasmda kalıyorlardı. Klee ve Mondrian. Soyutlama 1949'da Paris'te önemli bir hareketolarak gö- rülmüyordu, ömeğin -ne kadar seçıci olsa da- Mayıs Salonu'ndaki soyutlannsayısıpek faz- la değildi, burada daha çok gerçeküstücüle- re ya da Picasso ve Matisse'e rastlardınız. Bu, ünlü eleştirmen QaudeRoger-Marx'\nbağı- ra bağıra soyutlann usa ve figürasyona (be- tıleme) döneceği zamanı beklediğini bildir- • "Ressam kesinlikle bir yol açmak zorundadır ve bu konuda ulaştığı sonuç ancak ruhunu tatmin ediyorsa, gözünü de tatmin edecektir. Içimde her zaman bir resim yapma isteği olduğunu düşünüyonım, bu isteğin içinde bir yerlerde de resme karşı gelme isteği yaüyor." diğı dönemdir. Işte o dönemde DemseRaj gi- bi bırinin çıkıp özellikle geometrik soyutla- maya aynlmış birgaleri açması içinbüyük ce- saret gerekiyordu; a>Tiı cesaret daha sonra Je- an PoDac'a aynı bıçımsel soyutlamayı savu- nurken de gerektı. Tabiı birde o güne dek re- sim olarak kabul edilen hemenhemen her şe- yi bir yanabırakan Amerikan resmi vardı; so- >utlann gıderek yayılan buresme karşı diren- mesi de gerekiyordu. "Nüanslar hesaplan- maz" demişti tam olarak MothervveU. elbet- te bu, söz konusu ressamm ve ötekı Amen- kalı ressamlann eşsız şeyleryapmadıklan an- lamma gelmez ama başından bu vana etkile- ri ve öğretimleri çok kötü sonuçlara yol açtı. '50'li yıllann sonuna inarulmaz bıçımde tek biçimli. benim sızıcı dıye nitelendırdiğım "uluslararasbtrsoyııtiaımrylagırildi. Arro- •yn ve Recakati gibi siyasal fıgürasyon sa- natçılan "6O'lı yıllarda bu bunaltıcı tek bıçimlileşme- ye tanık olduğumuz biçim- de şiddetle karşı çıkmakta haklıvdılar. Aynı bıçimde pop-artçı Amenkalılar da, çalışmalannıpek ilginç bul- masam da soyut dışavurum- culuğun çıkrnazlanna tepki göstermekte haklıvdılar. " VERSO - Sanınm pop- arün ûâ ilgitendirmemesi- nin nedeni tarihsei gelişimi- nin yalmzca resim alanıııda olmamasL BtTRAN-Haklısınız.Si- ze her ressamın başına ge- lebılecek ve benim de başı- ma gelen bir mucizeyi an- latmak istiyorum. Bir gün pastel resim yapmak ıstemiştim. önce yağ. pastel ve fiizen kanşvmıyla öylesıne bir tas- lak yaptım, ondan sonra resmı fıksatıfle sa- bitledim. Sonra ikıncı bir pastel boyayla res- min üzennden geçtim ama bu kez sabitleme- dim. Daha sonra eleştirmen Jean-Dominique Rey. bilmeden Degas yönetımını bulduğumu gösterdi bana! Biçimsel bakımdan daha ön- ceden ortaya çıkmış, hatta özellıkle kendısi- nin ortaya çıkardığı bir seye karşı gelmek zo- rundakalsa da, bir ressam için tarihe geçtiğı- ni görmek nasıl bir mutluluk, anlatamam. .AJI- cak bu karşı gelme zorunlulufunun, sanatta- kibilmemhangı gelişmeyle hiçbir ilgısi yok- tur. Resmin bir tarihi olduğunu vurgulamak istiyorum.Tarihin tarihsellikle. yalancıbir sü- rekli tekamül gerektiren şu ünlü 'Şön ver- me" anlayışıylayerdeğiştınnişolmasınaçok üzülüriim. VTiRSO - XIX. yüzyıh XX. yibpfU bağ}a- yan yıllarda avangardlann doğal bir biçimde birbirlerini izlemesi dahasonra yapay birzor- lamava dönüştü; demek istediğiniz bu mu? Buarada kinıisanatçüannda buznriamadan kurtulup zaman içinde, kendi dönemlerinde- ki avangardlan alava alarakyahnlıklannı ke- sinledikleri bir gercektin Örneğiıı Bacon ve Balthus. Bununla beraber, bu sanatçılann flk çabşmalaruun pekügi görmediği dedoğrudur. BİTR\N - En azmdan Bacon için, ilk ça- lışmalannın ılgi görmediği doğru değildir. '50'li yıllarda Larcade onun yaptığıportre- lerden oluşan bir sergi düzenlemişti. Ozellik- le sıyah fon üzerindeki kafalar benim çok il- gimi çektı. Soyutlann birçoğu, ben de onlar- dan binydim, Bacon'da bır resim tınısı, ilgi- lerini çeken "başkatürlü" bir müzik olduğu- nu anlatmıştı hemen. VERSO - Geometrik soyut döneminizden sonra üslubunuzu değistinmeye nasıl karar verdiniz? BİTRAN - O sıralar "Le NouveJ Observa- teur"de yazan eleştirmen CharlesEstknne'in büyük etkisi oldu. I954'te Denise Rene'de resımlerimi sergilemiştim, doğrusunu söyle- mek gerekirse, gerçekten de geometriktim, Estıenne şöyle demişti bana: "Bu kafayla bu resmi yapmavı sürdûremezaniz.'' \TiRSO -: Bu kafavla" mı? BİTRAN - Aynen böyle dedi! Geometrik soyutlamanın çoktan klasıkleştiğini. dolayı- sıyla artık bittiğıni ve benim ondan uzaklaş- mam gerektiğini söyledi bana. Başka yerlere yönelmemi sağlayan odur; biryığın yolculuk ve arayış sonrasında bir şeyler bulmaya baş- ladığımda. 1957'de ise şunlan yazmıştı: "tn- sanpekâlâBitran'ınyaprjğı gibi Mondrian ve Malevitch arasındakalanyansaböigeden ç>- kıp, dışandan görüknyaşamla hiçbirilgisi ol- mayan bir yaşama itişkin büyük biçimlerin canlandjgL önceden tasarianan hiçbir scyin Albert Bitran'ın geometrik soyutiamadan vazgeçmesinde bir eleştirmen etkili oimuş. yer almadığı ahinsel bir boşlukta bulabilir kendüıL" Aslında bu doğru, önceden tasar- ladığım hiçbir şey yoktu; resmimi büyük öl- çüde onun sayesınde geliştirdim. Zaten ge- ometrik soyutlamayı bir yana bırakmakla yi- ne biçimsel bir ressam olmuştum. Bence bi- çim resmin düşüncesidir, ondan vazgeçeme- yiz. Böylece 1957'de "knralaz'' soyutlara bütün bütüne karşıt olan "biçimsel'' soyut ressamlar arasma katıldım. VERSO - Eleştirmen olarak sizi etküeyen biri ounuş. Peki öteki ressamlar arasında ay- nı öküdc si/i dkikyon bir ressam oldu mu? BITRAN-Buaynışey değil. Renoir'unşu sözünü duymuşsunuzdur: "Başkalannın yap- tığıresimkribeğenseydim. kcndimresimyap- mazdım,'' Yapıtmı çok beğendiğım bırçok ressam var elbette, ama hepsi de benden çok uzakta: Sözgelimı Corneille Damian ile ya- kın arkadaşız, ama bu benim çalışma biçimi- me etkj etmez... Resmimde çağdaş ressamla- nn etkisi olduğunu düşünrnüyorurn doğrusu. Resim benimle benim aramda bir iş. Kendi- me, gençliğime bir sanatçı olduğumu kanıt- lamak ıstiyordum. Biliyorum, bu çok çocuk- ça. Ama böyle işte. Kendi kendime bir sanat- çı olduğumu kanıtlamak istıyordum. Sanat- çımn konumunun bulanıklığı bu olsa gerck. Olduğunu bildiği şey olma yolundadır hep! VERSO-Sözdeöİümününduyunılmasuı- dan sonra resmin gereknüğinin tanığtvdınız beUdde. BİTRAN- Doğru. Onlara Malevitch'in re- sim dünyasımn smrrlannı zorladığını düşüne- rek beyaz üstüne beyaz kullanarak devam edebilecek olduğunu anlattım. Tabii Male- vitch resmin sonuna geldiğini fılan soylemi- yordu. Tersine, böyle bir düşünceyi kabul et- medi. Resme yeniden başlamaya kalkıştı. \r ERSO-Yasiz? BİTRAN- İçimde her zamanbir resim yap- ma isteği olduğunu düşünüyonım, bu isteğin içindebir yerlerde de resme karşı gelme iste- ği yatıyor. Ressam içinde böyle bir istek ol- madan ilerleyemeyeceğini bilir. Bazen öyle bır öğe katanm ki resme, tabloyu "sulandı- nr", amakaçınılmaz biçimde gerekli olduğu- nu düşünürüm o öğenin. Belki de öyle sulan- rruş kötü bir tablo, ıçımde bir başkasmı biraz daha iyisini yapma isteği oluşturacak diye. Her koşulda. konu olarak ya da uygarlığımı- zın kurucu göstergesi olarak tablodan vazge- çilemeyeceğinıdüşünüyorum. Resim yapma- yı öğrendiğimden bu yana inanınm buna, hat- ta yanm yüzyıldır önemli ve ünlü insanlardan resmin kaçınılmazbiçimde ölmüş olduğu sa- vını duya duya da güçlendi bu inancım. lerinin dramatik malzeme için uygun malzemeleri- ni ahp nasü işleyebiliriz, geliştirebiliriz ve halkın kendi kültürüne ilişkin nasıl bir tiyatro oluşturabili- riz diye düşündük. Buradan yola çıkarak uzunbir dö- nem halk kültürününmalzemesini yani seyirlik mal- zemeyi alıp, hem biz kendimiz yazarak hem de ya- zılmış olanı dönüştürerek 'söyieşüitiyatro'podyumu- nu da bu işın içine katarak -sahne sonlan ya da sah- ne başlannda, oyun bitiminde seyirciyle doğrudan söyleşerek- izleyicivi düşünsel olarak oyunun içine sokmaya çalıştık. Zor bir çalışmaydı, ama önemli bk yerlere gelebildik. Hatta Başar Sabuncu'nun 'Zenv berek' oyununu da bu anlamda değerlendirdik. Be- nim 'Gerçek Kavga", 'TkaretOyunu',Gülşen Kara- kadıogtu'rıun 'Asis'i de 'söyleşiK tiyatro' ürünleridir. - Deneme Sahnesi'nin özgür projeler üretmesi, bu çabşmalan dramatik köylü oyunlanndan yola çıka- rak gerçekleştirmesi çok önemli Bu açıdan Kültür Bakanhğı'ıun desteklemesi gerekli bu araştırmalan, çahşmalan. Yanılmryorsam, son zamanlarda çok az da olsa proje bannda maddibir katkı aknıuz bakan- bktan. Bu yü durum nedir? NLRRÂ.N KARADAĞ - Bır belgemiz eksik diye alamadık. -Dramatikköylü oyunlanve AnadoluritüeUeriüs- tüne araşormalara, köklü çakşmalara yönelen tiy at- rolannuz yok. Türk tiyatrosunun evrensel boyutlan yakalamasınmyoUanndanbiridebutürçalışmalar- dan geçmiyor mu sizce? NLiRHAN KARADAĞ - Çeşitli örneklerle kanıt- ladık, uluslararası platformlara taşmdıgı zaman bu tür çalışmalar hem ham haliyle hem işlenmis, haliy- le inanılmaz derecede etkileyici, değiştirici, dönüş- türücü oluyorlar. Binlerce yılhk Anadolu küllürü içinde yeşeren dramatik köylü oyunlan bugünün sa- natçtsınm gözüyle işlendiğinde hem kendi seyirci- mizi hem de Avrupalı seyirciyi çarpan bır kimliğe sahip. Yannın tiyatrosu bu özellikler üstüne ve çok keyifli bir biçim de kurulabilir. - Nedir bu özellikler? Az önce sözünü ettiğiniz 'Oyun çıkartma' geleneginin öte- sinde yararlanılabilecek da- ha çok başka zenginlikler var muhakkak. NLRHAN KARADAĞ- Oyun çıkartma geleneği Anadolu'nun neredeyse bin yılhk geleneğidir. Alevi- Bektaşi kültürü içinde saklı cem törenleri de bu anlam- da bir başka hazinedir. Dü- şüncesınin temelinde insan. güzel insan, olgun insan, kâ- mil insan yatan bu dinarruk felsefe içinde Anadolu top- rağı bu insanı tüm güzelliği ile birlikte yaşatrruş. Sadece düşünce-felsefe anlammda t dejil;renk, gjy§wia n & mü- zik, ezgı... Neredeyse bütün sanat dallanm içeren bır bi- çimde ama dinsel nıtelikte görünüşün ardında hayat vermiş. Biz bu doğa-dm n- tüellerini alıp sanatsal plat- forma çektik. Alevi-Bekta- şi kültürünü sanatsal bakış- la gün ışığına çıkarttık. Ça- lışmalanmız hem inançlan farklı Türk seyircısi ıçın et- kili oldu, hem Türkçe bıl- meyen yabancı seyırci için. Gördük ki sunduğumuz bu güzellik dünya insamna hem düşünsel platformda hem güzel insan oluşturma platformunda gerekli. - Tiyatromuza kaynakhk edebilecek çok zengin bir alan asondsL NURHAN KARADAĞ - Zengin ve işlenmeyi bekle- yen bır alan. Yıllardır işle- memişiz. Yaşam biçimleri- nin değişmesi bu kültürübi- raz uzakta bırakmış. Kültür kendini yenileyememış. Bir de. tarih boyunca yasaklan- rruş. Günümüzde de aynı şey olmuş. Bence yasaklara gömülmesinin biryaran ol- muş. bozulmamış. Ama bunun zaran da ol- muş tabiı: yaşama biçimle- rinin değişmesiyle binlerce yılhk gelenek giderek unu- tulmaya başlamış. Bu çağın sanat arayışlannda bu veri- ler bize önemli kaynak teş- kil edecek diye umuyoruz. Bu ürünlerebu inançla gidı- yoruz. - Az önce bu kültürün kaybolup gitmeye yüz ruttu- ğundan söz ettiniz. Bu alan- da Deneme Sahnesi'nin ça- nşmalan olumhı ama yeter- li değiL Sizce bu konuda ne- ler yapılmahdır? Neler ya- pılrvor? NURHAN KARADAĞ- Alevi-Bektaşi kültürünün araştınlması ve korunması için Ankara Üniversitesi Rektörlüğü bir araştırma merkezi kurdu. O kurumun içinde ben de çalışacağım. Köln ve Bonn'da bu anlam- da bir akademi ve bir ensti- tüsü var. Buralarda Türkler- le birlikte yabancılar da ça- lışıyor. Son zamanlarda bu değe- ri ortaya çıkartmak için bı- limsel kurumlaşmalar hızla yayılıyor. Bizler, bilime, sa- nata gönül verenler, her ko- şuldan insan yaşamını gü- zelleştirici ürünlenmizi çoğaltarak sürdüreceğiz. Dramatik köylü oyunlan da dünya insanı için bu anlam- da inanılmaz bir hazine değerindedir. YAZt ODASI SELİM İLERİ Şiirler Arasında Sevgili Feride Çiçekoğlu'nun incelikli Istanbul dergisi için 'Istanbul yazarian'ru evirip çevıriyor- dum belleğimde. Halid Ziya'dan Hüseyin Rah- mi'ye, Tanpınar'a bir gelgitteydim. Sonra bir ara 'Istanbul şairteri' dedim; öyle ya, örnekse Tahsin Nahid. Bugün okunmayan, unu- tulmuşTahsin Nahid birzamanlar 'Adalarşairi' di- ye tanınırmış. Bize daha yakın Istanbul şairteri arasında Orhan Veli herhalde başı çeker. Birkaç kuşak "Istanbul'u Dinliyorum"\a yetinmiştir. Baktım, hemen hemen bütün antolojilerde yer alıyor bu şiir. "Istanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı..." Ama hangi Istanbul? Orhan Veli hafıften esen yelden, yapraklardan, ağaçlardan sözaçıyor. Son- ra "uzaklarda, çok uzaklarda" çıngırak sesleri be- liriyor, "Suculann hiç durmayan çıngıraklan"! Ne- rede? Işitebiliyor musunuz, işitebilir misiniz artık. Istanbul'un sesleri ortasında kuşlar, kanat çırpış- lan geçiyor. Gökyüzüne açılan kent, bir de baki- yorsunuz, Oıtıan Veli'nin dizeleriyle birlikte deniz- lerde geziniyor ve dalyanlarda ağlar çekiliyor. Bu- günün Istanbullusu 'da/yan' sözcüğünden bile ha- bersiz belki. Istanbul'un sesleri ortasında Kapalıçarşı "serin serin" konuşuyormuş. Vardı öyle günleri Kapalı- çarşı'nın, sıcak, bungun yazlarda, girerdiniz, ansı- zın serinlik yüzünüze üfürürdü. Mahmutpaşa "cıvıl cıvıl"m\ş. Bugün de gürül- tüsüne, gümbürtüsüne diyecek yok, ama cıvıltısı erimiş-erimiş, sanınm hazin birçığlığadönüşmüş. Satıcılann ve alıcıların derin geçim kavgası oralar- da daha çok hissolunuyor. Orhan Veli avlulardan güvercin, doklardan çe- kiç sesleri alımlıyor. Orhan Veli hemen yakm geç- mişinin anılan içinde loş kayıkhaneye, deniz şıpır- tısını, su fışırtıstnı duyuyor, bir yalı görür gibi olu- yor. Lodos uğuldamış, şimdi dinmiş de uğultusu- nun son izleri seslenmekte. Yosma geçiyor, elinden gül düşüyor. Yosmaya söz atmalar, şarkılar, burası belki de Beyoğlu'dur. Nihayet fıstık ağaçları arkasından "Beyaz biray doğuyo"... O beyaz ay yalnızca şıirde geçmemiş, Istanbul peyzajlannda bazan karşımıza çıkıyor. Avni Li- fij'de, hatta Hamit Görele'de öylesi görünümler bugün gönül yakıyor. Orhan Veli'nin az berisinde Oktay Rrfat: "Pem- be Yalı." Bu şiin Memet Fuat'ın Çağdaş Türk Şi- iri Antolojisi'nde okuyuncaya kadar ya hiç okuma- mışım, ya da dikkatsizce okuyup geçmişim. "Pembe Yalı", ellilerde yazılmış. Diyor ki: "Rumelihisan'nda Orhan'ın mezan I Ne gittim ne gördüm gitmek de ıstemem I Taze ekmek bir parça beyaz peynir I Şimdi olsa şuracıkta rakı içer I Denize mi bakar kim bilir." Beş dızede bir yaşama biçimi, bir hayat seçimi çiziliyor. Istanbul'un bugünkü et lokantalı, kebap- çılı, balık lokantalı rakı sofrası dünyasından epey uzak, epey alçakgönüllü, yalın bir yaşama biçimi. Oktay Rrfat nhtımdan suya atlamak istiyor, pem- be yalıya doğru yüzecek... Bir adım daha geçmişe döneyim: Zrya Osman Saba "Istanbul" şiiriyle. Onun gördüğü Istanbul minarelerden, evlerden, yoldan mı örülü? Iskele- den kalkan vapur Boğaziçi'ne sesleniyor. "Mavi sular üstünde yine I Bembeyaz Kızkulesi." Bembeyaz Kızkulesi şimdi kendi kendine haya- lete dönüşüyor. Ziya Osman'ı 'Beyoğlu' özlemı sannca Tünel'in de kokusu çıkageiiyor. Tünel'de o tuhaf kokuyu hepimiz ne çok duymuşuzdur. Acaba o koku bu- günün Istanbullusuna bir şeyler söyleyebiliyor mu? Bu şiirleri okudukça donakalıyor insan, tıpkı Is- tanbul'u daha dün tuvale geçirmiş ressamlann eserlerine bakakaldığı gibi. Hepi topu kırk elli yıl içinde 'dile getirilmiş' Tstanbul'dan iz kalmadığı ayırt ediliyor. Evet, hepı topu kırk elli ytl içinde olup bitmiş hepsi, bu Istanbul yıkımı... Yeryüzünde ve yüzyılımızın tarih bilincinde pek az tarihi şehrin başına gelebilecek bir yıkım bu. Çok aci vermesi gerekirken üzerinde bile durmu- yoruz. Takvimde İz Bırakan: "Her şey yerli yerinde; bir dolap uzaklarda I Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan, I Bir şey- ler hatırlıyor belki maceramızdan I Kuru güz yap- raklan uçuşuyor rüzgârda." Ahmet Hamdi Tan- pınar. Dario Fo, ödül konuşmasın Stockholm'de gerçekleştirtfi • Kültür Senisi-1997 Nobel Edebıyat Ödülü'nü kazanan İtalyan yazar Dario Fo, cumartesi günü Stockholm'de yaptığı konuşmasında, Bons Yeltsin'in oyunculuk özelliklerinden bahsetti. Fo. konuşmasında. "Ikimizi karşılaştınnca Yeltsin daha iyi bir oyuncu. Orkestralan yönetiyor. sarhoş ve ölü takliti yapıyor, halk da bunu inanıyor" dedi. Çarşamba günü 7.5 mılyon kronluk ödülünü alacak olan Fo, "Bazen aynada kendime bakıyorum ve kendi kendime gerçekten Nobel Ödülü'nü kazanıp kazanmadığımı soruyorum. kanm da bana gülüyor" diye konuştu. Fo. a>nca Ispanya'da bölücü Eta örgütüne karşı alınan kanunlara, Amerika'da kadmlann hapsedılmesine ve ttalya'daki mahkeme uygulamalanna karşı olduğunu belırtti. Fo. îsveç hakkmda ne düşündüğü sorusunu ise ''îsveç'nın sıkıcı olduğunu söylüyorsunuz. .\ncak ben çok iyı Isveçlilerle tanışma olanığı buldum" diye yanıtladı. Caz piyanisti Eugene Cicero öldü I Kültür Servisi - Romanv a doğumlu ünlü caz piyanisti Eugene Cicero yaşamını yitirdi. "Altın Eller" olarak anılan sanatçı 57 yaşındaydı. Son 10 yıldır Zürih'te yaşayan sanatçı ilk grubunu 18 yaşmdayken kurmuştu. Klasık caz sanatçısı olabilmek içm ülkesını terk edip Almanya'ya giden sanatçı daha sonra Japonya ve Güney Afrika'da da yaşadı. Brahms'ın elyazması satıldı I Kültür Senisi - Brahms'ın pıyano ve klarnet için yazdığı sonatlardan oluşan ıki elyazması Sothebys'de 750 bin dolara ÇYaklaşık 150 mil'yar lira) satıldı. Richard Mühfeld'in varislen tarafmdan satışa sunulan el yazmalannı bır Ingilizin aldığı açıklandı. Elyazmalannın çoğunu yok eden Brahms bu iki sonattan oluşan bölürnü, kendısine ilham veren klarnet sanatçısı Richard Mühfeld'e vermişn. Brahms, Mühfeld'le 1891 yılında, beste yapmavı bıraktıktan bir yıl sonra tanışmıştı. Mühfeld'in duygulu performansından çok etkılenen Brahms, tekrar müzığe dönerek Opus 120-1 \e 2 numaralı sonatlan besteledi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle