27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 KASIM 1997 PERŞEMBE OLAYLAR VE GORUŞLER Türkiye Müzelik Olmamalı Prof. Dr. ERDOGAN SORAL A ydınlık bir geceydi, Is- raet Paşa'yı gördüm dü- şümde. Hoş bir sohbetti aramızda geçen. O her zamanki gibi sevecen ve cana yakındı. Paşamıza "REFAHYOL'un" manfetlerini anlatı- yordum. REFAHYOL bir sözcükte sim- geleniyordu: "Rant" Rant, para üzerinden havadan para ka- zanmaktı. Paşa, Refah'in başındakini ta- nıyor, YOL'un ucundaki kadını merak ediyordu. Kadının ve erkeğin amacı Rant'ı.. Amaç'ta birleşenler kullanacak- lan araçta aynlıyorlardı. Medyaya göre kadın, araç olarak "süahıve maryayT seç- mişti. Susurluk hurdasında yaşarrunı yi- tiren bir katil ve kaçakçı zanlısını "Dev- let için kurşun atan da kurşun viyen de kahramandır" diye tanımlıyordu. Tarikat tutkunu adam Türk halkjnı din için "d- hada çağınyordu." Devleti avuçlannın içinc almadan rant kapraaralanrmyordu. Oysa rant için ûretime ya da soyguna ge- reksinim vardı. Birikiın ancak bu yollar- dan biriyle sağlanabilirdi. Üretim olma- dan sağtanan birikim, toplumun cebinde- kini ya da gelecekteki beklentisini kendi içindeki bir azmlığa devretmesi demek- ti. Birikimle de iş bıtmiyordu. Birikimle harcama arasında bir kıvamın oiuşması gerekiyordu. Kapitalizmin yayılma yılla- nnda bu işlev piyasa ekonomisinin doğal işleyişinden beklenmiş, fakat bu yetme- mişdevletin yönlendirici elininekonomi- ye değmesı gerekmiştir. Kadınla erkeğin devleti ele geçirmek istemesi boşa değil- di... Devlet ele geçtikten sonra birikimin biçimine, ranünrçeriğineonlar karar ve- recekti. Bu tutku salt onlara özgü değil- dir. Temsüi demokrasi'nın işlemediği top- lumlarda bu tutku otarşik yapılı siyasal partilerin ortak saplantısıdır. Gelişmenin aydınlık ufııklanna sanayileşme rûzgâ- nv la ulaşmaya çalışanlar yabanıl (vahşi) kapitalizmi içlerine sindirdikten sonra bi- rikimle harcama arasındaki dengesizlik- ten kaynaklanan daha büyûk acılara kat- lanmak zorunda kalmışlar, bu acılan akıl- cılıkJa aşmışlardır. Yirminci yüzyıl, akılcılığın metafizi- ğe karşı utkusuyla sonuçlanıruştır. Ne ya- zık ki bu değerlendirmeyi yeni yüzyıla azgelişmiş olarak girmeye çahşan ülke- miz için yapmak olanakh değildir. Tüı- kiye 1980'lerde sanayileşmenin ûrünü kapitalist gelişmenin yerine, parasal libe- ralizmden kaynaklanan yabanıl kapita- lizmin dikenli yollannı seçmiştir. Sana- yileşmekten bu yıllarda vazgeçmiştir. Pa- ra basarak ve dışa borçlanarak sağlanan rantlann küçük bir kısmı sanayiye ve ta- nma giderken, büyük bölümü alaturka "küreseBeşmeye" gitmiştir. Ülkenin bü- yük kentlerinde yeni "bahçe şehirierin" surlan yükselirken, gecekondu batakJık- lan hızla genişlemiştir. Paşamız, enflasyon parasmın, devlet içinde yuvalanmış çeteler tarafmdan ül- kenin tümüne yayılmış mafyalara dağı- tıldığına inanmaİc istemiyordu: "Hziın zanunumzda değü şuna buna para dağıt- mak. bazı önemli yatmm projelerini ger- çekleştirmek için kaynak istediğimizde önceT.C. Merkez Bankasu sonra Hazine, enflasyon olur diye karşınuza çıkariardL Devietin parası zorunlu yatınmlara yet- mediği için hüzün duyardık." Onlar on yılda ülkeyi demir ağlarla örerken, ülke- mize çağ atlattıklanru söyleyen üç tarikat tutkunundan en kumazı. Türkiye 'yi özel bankalar, aracı fınans kurumlan ve döviz büfeleri ağıyla örüyordu. Devlet bu ku- rumlardan aldığı borçlan yüksek faizler- le yine onlara ödüyordu. Bu kurumlar dünyada bir örneği bulunmayan kararna- me ile korunuyordu. Naslı bir koruma ise(!)... Bankalann topladıklan para top- lumun parasıydı. tnsanlar yüksek faizlerin çekiciliğiyle duran ve dönen vahklanm TL'ye ya da dövize dönüştürüp bu bankalara yatın- yorlardı. Bu sahte mutluluk zinciri halkın boynuna sanlmıştı ve onu son yolculuğu- na taşıyacak eşrefsaatinin gelmesini bek- liyordu. Türkiye'ye çağ atlatan üçlünün en kur- nazını elinden tutup devletin üst katlan- na taşıyan kişi, üçlünün en deneyimlisiy- di. Paşa bu zatı tanıyordu. Ama YOL'un ucundaki sanşın kadını merak ediyordu. Onu da ülkenin başına dert eden kişinin bu deneyimli zat olduğunu öğrenince üzüldüğünü fark ettim. Kanımca bu ada- mın, ülkesinin başına bu tür çoraplan öre- cek kadar bilgisiz ve babaerkil olduğuna inanmak istemiyordu. Kadın, çetelerle rant peşinde koşarken Susurluk olayı patlak veriyordu. Bu ola- yı paşamıza aynntılanyla aktardrm. Yü- zü renkten renge giriyordu. Dudaklan tit- riyordu. Sonra ağır ağır ve kısık bir ses- le "Bu otay haadan, hocadan dahaönem- Bdu-" dedi. Bileşik kaplar kuramındaki ilişkiler ağını yaîın bir biçimde dile ge- tirdi. Kuvay-ı lnzibatiye çetelerini anım- samış gibiydi. REFAHYOL'un giderek artan dengesizliği toplumu tedirgin et- mişti. Cumhuriyeti kuranlar daha fa2İa dayanamadılar ve seslerini yükselttiler. Bu gür ses REFAHYOL'un gitmesine. ANASOL'un gelmesine yetmişti. Sevgi- li paşamızuı gözleri donuklaşmış, sararan yüzünde çektiği acınm izleri belirginleş- mişri. "Kim var bu ANASOL'un başın- da?" Tanımazsınız paşam, Karadenizli genç bir adamdır. kısa aralıklarla üç kez başbakan olmuştur. Sanşın kadınla sür- dürdüğü koltuk kavgasmda, ana muhale- fet lideriyken çeteler tarafindan fena hal- de dövülmüştür. Birinci ve ikinci başba- kanlıklan zamanında pek bir şey yapma- mıştı. Acaba bu kez ne yapar? Paşa bir bilge edasıyla başını salladı: "Ustası ne yaptrysa onu yapar" dedı. "ANASOL'un sol ucuna gelince çok sevdiğiniz eski genel sekreteriniz >r ar. Acaba o ne yapar" diye sordum. "Daha önce ne yapoysa onu ya- par" dedi. Gülümsedi. Gülüşünde hüzün vardı. Uzaklaşıp gitti. Karanlık bir geceydi. Gazeteci. başba- kana enflasyon hakkında düşündükleri- ni soruyordu. "Enflasyon devletin iç borç- lanndan ka>naklanmaktadır. Bu borçlar ödenmeden durdurulamaz. Borçlan öde- yeceğiz. Nasıl nu? Dıs ülkelerden daha çok borç alacağız. Borçianmayla ve we\- leştirme gelirleriyle iç borçlan silecegiz." Dış ülkenin önünün açıldığıru ve ülkeye daha çok sıcak paranın girdiğini varsaya- lım. Finans kurumlanna akan bu döviz- ler TL'ye dönüştürüldüğünde para ara artacak, dolaşımdaki para miktan şişe- cektir. Bu artışın enflasyonist etkisi aca- ba nasıl silinecektir? Başbakana verilen reçetede büyük bir olasılıkla iki araç öne- rilmiştir. Kamu tasarruflannı arttınpT.C. Merkez Bankası'na çekmek. açık piyasa işlemlerine ivme kazandırarak dolaşım- daki fazla parayı süngerlemek. Bunun için Kamu tktisadi Teşekkülleri'nin (KİT) ürettikleri mallann fıyatlan ser- best bırakılacak, buna karşın yatınmlan durdurulup cari harcamalan alabildiğine kısılacaktır. Buönlemin iki talihsiz sonu- cu olur; KİT'lerin tümüyle ölüme terk edilmesi, serbest fiyat uygulamasıyla halkın iliğine kadar soyulmasıdır. Bunlar bilinmeyen uygulamalar değildir. Başba- kanın ustası, çağ atlatan üçlünün en kur- nazı, benzer politikalan uygulamış ve Türk ekonomisini batırmıştır. Şimdi Ka- radenizli genç adam aynı yolda aynı kul- van kullanmaktadır. Başbakanın aklına şimdiye kadar devletin almadığı dolaysız vergileri almak, vergi kaçağını önlemek gibi köklü önlemler gelmiyordu. Ranti- yelerin parasını ödemekten başka bir şey düşünmüyordu. Vergi almayı ANA- SOL'un ucundaki yaşlı adam da düşüne- mezdi. Böyle bir şey kendisinden bekle- nemezdi. CHP'nin söyleminde ise toplu- mun mallannı satarak rantiyelere borç ödemek gibi uygulamalara karşı koymak, birilkeolmaktan çıkmışh. Konsolidasyo- nu değil düşünmek, düşlemek bile iste- miyorlardı. Onlar da rantın tadını almış- lardı. Gazeteci sormaya devam ediyordu: Susurluk olayını aydınlatacağuuza inanı- yormusunuz? Başbakan: "Sanmrvtırunı. Çünkü MecnVten gerekli desteği âlacağh ma inanmıyonım. Bu destek iki önemli yasanın çıkması için zomnludur. Birinci- si dokunulmazhklann sınırlandınlması yusasıdır. tldncisi Susurluk olayma kanş- üktan sonra pişmanlık du>-an ve biklikle- rini açıklamava hazır olan kimselerin af- finı sağlayacak pişmanhkyasasıdu*. Bu iki yasanın Mecüs'ten çıkabiİeceğini ummu- vorum.'' Başbakan Susurluk olayını ara- bada bulunan dört kişinin sorunuymuş gibi algılıyordu. Böyle olunca Susurluk kazası, adi bir suçu işlemeyi tasarlayan dört kişiden üçünün bir rastlantıyla tra- fık kazasmda ölmesi ve birinin kurtulma- sıydı. Ölenlerin cezasını zaten Tann ver- mişti. Ölümden kurtulanı da yargı ceza- landırdığında sorun çözülmüş olacaktı. Susurluk olayında başka boyutlar ara- mak, yargısız infazlan, silahlı soygunla- n sorgulamak, boşuna harcanmış bir ça- ba olurdu. Uykuya dalmış. yirmi üç yıl öncesine uzanmıştım. Anadolu'da karlı birkış gü- nü. yüksek bir ovadan vadiye iniyordum. Her taraf karla kaplıydı. Dere yatağında bir büyük ateşin başında yan çıplak in- sanlar ısınıyordu. Giyinmiş sayılmazlar- dı. Türkiye modern çağla, ilkçağı birlik- te yaşıyordu. Biz de kalkınma planlan hazırlıyorduk. Bu yazgı mutlaka değiş- meliydi. Değişmezse ne olurdu? Ülkem- deki ormanlann tümünün yandığım, erozyonla topraklannın denize aktığını, sulann çekildigini, tanmın bittiğini. bu- laşıcı ve ölümcül hastalıklann yayıldığı- nı, elektriğin tükendiğini ve sanayinin durduğunu, bir korku fılmini izler gibi soluyordum. Uzaklardan giderek yakla- şan bir gürültü duyuyordum. Havada, yüksekten uçan kartal sürüleri gibiydi- ler. Denizdeki balıklar kadar çoktular. Sanki üzerimize bir şeyler atıyorlardı. Pa- ra sandım fakat değildi. Para olsaydı, bankacılar, tefeciler, büfeciler sokaklara dökülürlerdi. Gelenler yeni dünyalılardı. Müzelik saydıklan bizlere, leblebi. fin- dık,fisnk,dut kurusu ve keçiboynuzu atı- yorlardı. Bağırarakyattığımyerden firla- dım. Korku ve dehşet içindeydim. Bu bir korkunç rüyaydı. Gerçek olamazdı. Ama rüyalar yorumlanırlar. Biz de bu rüyayı çok uzakiara gitme- den Türkiye'nin son iki yıl içinde, eko- nomisinde ve sosyal yaşantısındaki geliş- melere bakarak ve de devletin resmi ve- rilerine dayanarak yazılanmızda yorum- lamalıydık. ARADABİR YETKİN AKOZ SODEV fSosyal Demokrusi Vakfı) Genel Sekreteri Sol Nerde? Hep söylüyorum: Türkiye uzunca bir süredir kendi aklıyla yönetilen bir ülke olmaktan çıktı. Ak- lı "iğdiş" edildi. Başkalannın kendine göre verdi- ği akılla yönetiliyor! Olup bitenler böyle bir yargı- ya duraksamasız vardınyor kişiyi. Hertıalde ülke- mizin en büyük atıhmı sorunlar karşısında çözüm- leri kendi aklıyla üretmesi olacak. Devlet gemisi yıllardır, devlerin ülkesinden esti- rilen "küreselleştirme ve özelleştirme" kasırgala- rının önünde sürüklenip gidiyor. Devlet önce ken- di kurumlarını çökertip çalışamaz hale getiriyor. Sonra da özelleştirip, özelleştirmeye övgüler dü- züyor. Ne yazık ki sosyal demokrat ya da demok- ratik sol olduğunu söyleyen partilerde, kendi çö- zümlerini üretmekten uzak aynı akıma kapılmış sürükleniyor. Dümensiz ve pusulasız. Bize ne oldu böyle? Bir düşünün bakalım, biz ne zamandan beri "Bu düzen değişecektir!" di- yemiyoruz? Sol, devrimci ya da evrimci olmaktan çıktı mı? llericiliği, çağdaşlaşmayı, ülkeyi daha uy- gar bir yaşam biçimine taşımayı, geleceğin yol açıcısı olmayı kör karanlıklara mı bıraktı? Dünya- da sosyal demokrat sol büyük kitlelerin oyunu alıp iktidara tırmanırken ya da gücünü daha da pekiş- tirirken biz neden yerimizde saymayı başan san- maya kalkışıyoruz. Büyüyemiyoruz. Toplumsal ha- reketin umudu, sürükleyici gücü olamıyoruz. Bü- yümenin bütün koşulları var. Yok olan solun ütop- yası, solun ideolojik çerçevesi, somuta indirgen- miş projesi ve bu oluşumların arkasında kararlılık- la duracak liderleri, kadrolan... Sosyal demokratlar, eğer "emek ağıriıklı kitle partisi" olacaklarsa, yoksul sınıf ve katmanlann sorunlarını öncelikle çözecek partiler olacaklarsa ortaya çıkıp çözüm üretmek zorundalar. Bu, med- ya gülü olmanın, yaldızlı sözler söylemenin, çev- reye gülücükler saçmanın ya da "biz olmasak..." diye övünme payı çıkarmanın dışında birdönüşü- mü gerektiriyor... Sosyal demokrat çözümler üretmenin ipuçlan- nı ise sorunların içinde bunalan kitleler her gün ve- riyor. Yürüyüşler. mitingler, seminerler, açıkotu- rumlar, korsan gösteriler; üniversitelerin, bilim adamlannın iletileri, çarşıda pazardayurttaşın söy- ledikleri ülkenin atan kalbi. Dinlense ya! Çözüm- ler üretilse ya! Bu toplumu kucaklayacak, kardeş- çe yaşanacak bir ülke yapacak programı, projesi sunulsa ya! Ne algıladığını gösterebiliyor ne bir gerçekçi çözüm sunabiliyor. Sonra da oturup, ni- ye oy alamadığını, niye küçüldüğünü soruyor. Ken- disinin dışında yanıtlan arıyor. Tam bir kısırdöngü. Yeniden yapılanmayı tartışmaya açmanın tam zamanı. BEYOĞLU 3. AŞLİYE HUKUK HAKJMLİĞİ'NDEN 1997/428 Davacı Hüseyin Demirel tarafindan davalı Beyoğlu Nüfiıs Müdürlüğû aleyhine açılan gaiplik davasında: Piripaşa Mah. Madrabaz sokak No: 30 Hasköy / Be- yoğlu ISTANBUL adresinde ikamet eden Seynur Demi- rel'in gaip olduğu bıldirildiğinden adı geçen şahıs hakkın- da bilgisı olanlann ilan tarihinden ıtibaren 1 yıl içersinde bilgi \ermeleri veya bu süre içinde gaip'in mahkememize müracaat etmesi ilan olunur. 19.11.1997. Basın: 54117 ANKARA GA\T«MENKUL SA1TŞ İCRA MÜDÜRLÜĞÜ'NDEN GAYRİ3VIENKULÜN AÇIK ARORMA İLANI'NIN TAVZİHİ DosyaNo: 1996/103 Talimat Satılmasına karar verilen Ankara, Keçiören ilçesi, 19 Mayıs Mahallesi 30950 ada 3 parselde 2. kat 9 no.lu mes-* kenin satış ilanında satış günleri 19.1.1998 ve 29.1.1998 olarak ilan edilmiş ise de: 2. satış günü tatile rastlaması nedeniyle satış saatleri bâki kalmak kaydıyla satış günleri 2.2.1998 ve 12.2.1998 olarak değiştirilmiştir. rlan olunur 20 11.1997. Basm: 54182 însan Hakları, Insan Davranışlan ve Kültürümüz... MEHMET Y. YAHYAGİL Marmarn • nsan haklan, bir terim olarak bu gezegen- I deki her bireyin fıziksel, düşünsel ve top- lumsal varlığının bağımsız bir birim olarak benimsenmesi anlamındadır. Günümüz sos- yal bilimcilerinin üzerinde yoğunlaştığı "in- san davranışlan'' genelde Aristo'nun, do- ğum anında "boş bir levhaya" (a tabula rasa) ben- zettiğVinsan,beyninin, çevresiyle oluşturdttgu iliş- ki kurma kaüplan ve oluşum süreciyle ilgilenmek- tedir. Klasik ve edimsel (operant) koşullanmanın öncüleri olan Pa\1w ve Skinner'den. KeUe> ya da Fao ve Fao'ya kadar ortaya atılan tüm öğrenme ve bireyler arası etkileşim kuramlan, sonuç olarak in- sanoğlunun davranışlannı psikolojik özelliklerine bağlı olarak kişilik yapısı, bilişsel (cognitive) ka- pasitesi ve içinde olduğu toplumsallaşma sürecini belirleyen temel öğelerle açıklamaktadır. Sosyali- zasyon (acculturation) olarak da bilinen ve insan- lann yakın çevreden (aile) başlayarak, özellikle eğitünlerini kapsayan bu süreçte kazandıklan bil- giler ve içinde bulunulan çevTenin kültürel norm- lan. sözü edilen "boş bellek bandım" doldurmak- ta ve birey, yetişkin bir insan olduğunda "koşullan- duıfamş" bir organizmaya dönüşmektedir. Kendi- si, onu saran dış dünyayı belli boyutlardan algıla- yan ve yorumlayan bir varlık haline gelmekte ve tepkiler vermeye başlamaktadır. Dolayısıyla, bire- yin çevresiyle etkileşiminde rasyonel ve "değişhne açık" davTanışlarda bulunabilmesi, onun sağlıklı bir kişilik yapısı ve bilimsel (eleştirel, sorgulayan) bir düşünme kapasitesine sahip olmasıyla müm- kundür. Bunun birinci koşulu da kendisine toplum- sallaşma sürecinde bilişsel yeteneklerini geliştir- meye ağırlık veren, her türlü 'dogma'dan annmış bir eğitim ve öğretim almasıdır. Tersi durumda bi- rey, kendisini içinde bulduğu kültürel ortamın "ka- hplanna" göre toplumun belirlediği ceza ve ödül- lendirme mekanizmalanyla koşullanacak ve ben- liğini bulacaktır. Burada da en önemli etken, tüm dünya insanJan için "dinsel" kurallardır. Bütün din- lerin ve öğretilerin "en gefişmiş, düşünebilen yara- nk" olarak nitelediği "insan", içinde yaşadığımız zaman diliminde inanç duygusu ile ait olduğu inanç sisteminin toplumsal yaşama dair kurallannı artık sorgulama durumundadır. Çünkü inanç duygusu Üni. Atatürk Eğitim Fak. Öğretim Görevlisi bireyseldir vebugünün insanı artık farklı ırksal, et- nik, dinsel ve kültürel gruplardan öbür insanlarla ortak bir yaşamı sürdürmek ve karmaşık sosyal ilişkilerkurmak zorundadır. Gerçekte, dinsel olsun ya da olmasm tüm öğretiler insanlann birbirleriy- le sağlıklı ilişkiler oluşturmalannı emrermektedir. Hıristiyan dûnyası bu yolda, "reform" hareketiyle başlatnğı gelişmu "kutsal değeriere" saygısım yi- tirmeden sürdürebilmiştır. Üahi olmayan dntlfcrin etkisindeki kimi Uzakdoğu ülkeleri. örneğin Ja- ponya, öz kültüriindeki "ortak yaşam ideaUerini" modern iş yaşamına yansıtabildiği için başanlıdır. Yine bunun içindir ki Japonya "toplam (bfitünsel) kaliteyönetiminde" ömek ülkeolabilmiştir. Ne ya- zık ki sınıfta kalan tslam dünyasıdır. Kendisini, ka- tı dinsel yorumlardan anndıramayan din adamlan ve günümüzün dini politize etmede ustalaşan siya- sal liderleri; "insanuı değerini" hep ön planda tu- tan ve ona "düşünmeyL, adi] olmayı" öptleyen Is- lam dinini, kimi siyasal ve terör örgütlerinin kal- kanı durumuna getirmiştir. Büyük bir kültür mirasına sahip Türkiye Cum- huriyeti, I923'ten bu yana kendi temel taşlan du- rumundaki alt kültür çevrelerini, etnik gruplar ve azmlıklarla yapılan yüzyıllann amalgamını önem- li ölçüde bozmuştur. Bir dünya kenti olan Istan- bul'a, "İslambol" yakıştırması bunun soyut bir öne- ğidir. 6/7 Eylül 1955 olaylanndan başlayarak birTürk- Islam sentezi oluşturma gayretkeşliğinin, Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayan farkJı "aidiyet" grupla- nnı toplumsal yapıdan dışlaması, kültürel yapısıy- la ihşkisini de koparmaya çalışması bu alandaki so- mutömeklerdir. (Bkz.: "İstanbul'diDiyarbakır'da Azahrken''Yekla,BelgeYay.,Istanbul, 1996)Onun içindir ki ülkemiz bugün kültürel açıdan yenilik üretemeyen, çevresine ve birbirine karşı acımasız, yaşam kalitesini "para" ile ölçen, büyük çoğunlu- ğu profesyonelleşememiş bir toplum olarak girdi- ği İusırdöngüde çabalamaktadır. Mirasını devral- dığımız Osmanlı kültürünün yarattığı estetik değe- ri yüksek minarelerin yanına, günümüzde din dışı amaçlarla da inşa edilen eğreti, garip boyalı mes- cit ve camiler mi; cumbalı konaklann yerine diki- len "nıhsuz" binalar mı; yoksa giderek yok olan el sanatlannın postmodem uygulamalannı aklından geçirmeyen ya da buna karşı koyan "zümiyet" mi günümüz kültürünü yansıtmaktadır? Belli sanat çevrelerinin, eğitimli insanlann çeşitli alanlardaki başanlannı ayıracak olursanız, bu ülke insanlan- nın çoğunluğu kültür adına günlük aktivitelerden aile yaşamına, giyim-kuşamdan ev döşemesine ya, da boş zaman değerlendirmek için kendine özgü neler üretebilmiştir? Bu sorunun yanıtının olum- suz olduğu, her kesimden ve görüşten insanlann kültürümüzün "yozlaşmasında" birleştikleri ve yi- ne de Türk kültürü dışındaki öğeleri de anlamsız- ca dışlamaktan ya da Türkleştirme çabasından bel- lidir. İnsan Haklan Orgütü'nün Türkiye'yi "_kesin- likle umutsuz gönneyen. ancak insan haklan res- mini gölgeti olarak niteleyen" Türkiye Raporu'na bakınca ürpertı duvTnamak kolay olmamaktadır. 1994 yılından itibaren "ortadan ka\bolan" insan sayısındaki artışla başlayan gelişmeleri. Av. Zeki Okçuoğlu, Av. Eşber Yağmurdereli'nin dikkat çe- ken yaşamöyküleri ve tüm başına gelenlere karşın gülümseyebilen bir genç kızın (Döne Taiu) anlat- tıklanyla süren ve Intemet aracılığıyla wwwjım- nestyorg. adresinden ulaşılabilecek bu rapor için sadece "düşündürûcü" demek. sanmm "tepkisiz kahnaktan" pek de farklı bir davranış olmayacak- tır. Bu bağlamda geçen eylül ayı sonurıda Diyarba- kır'da yapılan "Uhıslararası Demokrasl Hukuk\c İnsan Konferansı" sonrasında düzenlenen gecede, kendisine "İslama yazar" unvanı yakıştır(ıl)an, teknik gelişmeler dışuıda hemen her toplumsal ye- niliğe, bu arada ancak ve "zorla" başlatılabilen bir sekız yıllık eğitim sürecine de karşı olan A. Dili- pak'ın, insan haklan çerçevesinde "_kadm-erkek el ele kol kola halay çekilmesini" kınaması(!) başlı başına bir anekdottur. (Ze>nep Çuhaa Ayaz'ın ha- beri; Yeni Yüzyıl, 02.10.1997) Böylesine bir dü- şünce sistematiğini geliştiren ve bunu destekleyen- lerin gerek insan haklan, gerekse kültürel yapılan- ma adına bu ülkeye "ne kazandırabUeceği" soru- su, açıktır ki zaman kaybıdır. Bu ülkenin aydınlan; unutmayalım kı yolun ba- şındayız ve bızim insanlanmızın "kadınh erkekli el ele, gönül gönüie bûükteak)eri için" uğrasa de- PENCERE Su ve BalıkMao Zedung söylüyor: "Suda balık olacaksın." - Kime söylüyor bunu?.. Gerillaya!.. Savaş tarihinde gerillanın özel bir yeri var; Çin ve Vietnam, 20'nci yüzyılda bu tür savaşın büyük la- boratuvarian oldular: General Giap, 'Süper Güç Amerika'y\ bu yöntemle dize getirdi. Ancak gerilla savaşı, yalnız asker işi değil... Sonsözhalkta!.. Gerilla, halkın desteğini alamazsa, alacağı sonuç srfıra sıfır elde var sıfır. • Asker, 24 gazeteciyi aldı, Güneydoğu'ya götür- dü, dağ bayır, kent, köy dolaştırdı. Anlattı ve gösterdi. Gazetecilerin yazdıklarından çıkan ortak sonuç ne? Özet: PKK tutunamadı!,. Bütün yazılann harmanından oluşan son yargı, - kimi yazar kekelese de- başka bir şey değil. Asker bir de duyuru yaptı: "Biz görevimizin üstesinden geldik, ama bun- dan sonra sıra sivillerde... • Silahlı Kuvvetler'i alkışlayalım, Güneydoğu hal- kını kucaklayalım. Halk, PKK'nin tüm baskılanna ve korkulanna kar- şın gerilla savaşının suyu olmadı... Olsaydı, asker başanya ulaşamazdı._ PKK'Iİ balık olamadı... Olsaydı, başanya ulaşırdı... Çıplak gerçek bu!.. • Denebilir ki: 'Asker halka baskı yaptı, köyler boşattıldı, mez- ralardaki insanlar göç ettirildi.' Doğrudur... Savaş koşulları bu!.. PKK ne yaptı?.. Savaş koşullarını da aştı, canavarlık yöntemleri- ni uyguladı, bebeklere kıydı, suçsuz insanlan kur- şuna dizdi, otobüs dolusu yolcuyu gözünün yaşı- na bakmadan öldürdü; kadın, çocuk, yaşlı, genç demeden yoketti... Yine de Güneydoğu halkı PKK'nin içinde yüze- ceği suya dönüşmedi... Halk, PKK'yi tutmadı. Gerisi palavra!.. • Güneydoğu, Milli Misak'tır, Anadolu'dur, Türki- ye'dir, hepimizindir... Peki, büyük kent meyhanesinde Kürtçülük ya- pan entel, halkçılık mı yapıyor?.. Yoksa Anadolu halkının birbirini kımnası için barışı mı kundaklı- yor?.. Entel türünün 'yen/mandac/'lannehaltedi- yoriar?.. Bu toprağın gençlerini birbirine kırdırmak için abuk sabuk, ipsiz, sapsız ideoloji üretmekle va- kit öldürüyorlar. Güneydoğu'da PKK'nin içinde yüzüp kulaç ata- cağı su yok; baraj gölü var. GAP'la çoğalan göllerin sulan, ölüme değil, ha- yata yönelik damlalardan oluşuyor. Anadolu insantnn geleceği, su damlası gibi ay- dınlık olacak... vam! TEŞEKKÜR Geçirdiğim ani bir rahatsızlık nedeniyle kaldınldığım SSK Istanbul Eğitim Hastanesi Kroner Yoğun Bakım Ünitesi'nde büyük ilgi ve yardımlarını gördüğüm klinik şefi Uzm. Dr. MECDİ ERGÜNEY, Dr. EMEL ERGÜNEY Dr. METİN TELLİ, Dr. MUHAMMED BENZET'e hastane personeline yürekten teşekkür ederim. ATİLLA ÖZTÜRK KAYSERİ 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ Sayı: 1994/579 esas Davacı Fatma Şahın vekili tarafindan davalılar: Arzu- man Çoban. Yaşar Çoban, Nuriye Çoban, Hafize Çoban ve Kıyabiye Çoban aleyhlerine açılan nüfus kayıt tashihi davasında. davalılann rüm araştırmalara rağmen açık ad- resleri tespit edilemedığinden adı geçenlerin 18.12. 1997 günü saat 09.00'da mahkememizde hazır bulunmalan ve- ya kendilerinı bir vekille temsil ettirmeleri, aksi takdirde durusmalann yokluğunda devam edileceği hususu ilanen tebliğ olunur. 27.10.1997 Basm: 50955 DinozoRH A F T A L I K M İ Z A H D E R G İ N İ Z Kan basmcım düzenler, şekerl düşürür, pekligi giderir. ÇlKTl AKDAĞMADENİ KADASTRO MAHKEMESİ'NDEN DosyaNo: 1997/56 Esas Davacı Orman tşletme Müdürlüğu tarafindan da- valı Yusuf Sezgin aleyhine açılan kadastro tesbitinin iptali davasının yapılan açık yargılaması sırasmda ve- rilen ara karan gereğince; Akdağmadeni ilçesi Muşali Kalesi köyünde yapı- lan kadastro çalışmalan sırasında Muşali Kalesi köyü Sanoğlak mevkiinde 146 ada 39 ve 147 ada 1 parsel- lerin davalı adma tesbit gördüğünü, bu nedenle yapı- lan tesbitin iptali ile tasınmazlann orman adına tesci- line karar verilmesini talep etmiş, davalı Yusuf Sezgin adına çıkartılan davetiyenin tebliğ edilemediği ve açık adresi de tesbit edilemediğinden dava dilekçesinin Basın ilan Kurumu Müdürlüğü'nce ilanen tebliğine karar verilmiştir. Davahnın 11.12.1997 günü saat 9.00'a müsadif bu- lunan duruşmaya gelmediği veya bir vekil ile temsil edilmediği, ibraz etmek istediği belgeleri ibraz etme- diği takdirde tahkikat ve yargılamaya yokluğunda ba- kılarak hüküm kurulacağı ilanen tebliğ olunur. Basm: 51782 KEMENTAŞ PANJUR LTD. ŞTİ İNGİLİZCE BİLEN Mütendisfik 2. smıfta okuyan Okul Dönemi Part-îime Ymn Ri-rme çaiışabiecekeleman aramyof. Tel: 0212. 225 09 91 KRİSTAL KUAI, Enver Topaloğlu çıktı No 27 Y^ınlan ŞİŞLİ 3. SULH HUKUK MAHKEMESİ'NDEN 1997/1051 Esas 1997'1088 Karar Maçka Cad. Fahriye Apt. 25/13-lstanbul adresinde ikamet etmekte olan mahcur Ha- va Evalin Şosterman'a kızı Sonya Şosterman'ın mahkememizin 23.10.1997 tarih 1997/1051 Esas. 1997/1088 karar sayılı ilamı ile vasi tayin edilmiş olduğu hususu ila- nen febliğ olunur. 23.10.1997. Basın: 54062 .ŞAHİN T , METIN _ EMRE Tr KEMAL AYDIN KARATAŞ SALTIK KAPLAN A l-ACIUI NA« EYLEDILER 2-YABA.Na 3-SLDA BAUX VAN GİDER 4-MARIIETTEN MAHKUM OLAN smîlMEM Nî HAIDIR tBILMEM ŞU FELEĞ1N B 1-YANDIRI> ORŞUN 2-HASTA DtŞTÜM 3-BTN DERD1M V\R İD1 4-DINLEYIN AĞALAR Î-BEN FELEĞI GÖRDÜM fr-SARAY YOLU * Plak Yapım TEL: 0212. 527 52 61 FAX: 0212. 513 50 87
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle