03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 EKİM 1997 PERŞEMBE OLAYLAR VE GORUŞLER Sevr'i Yırtıp Atmışken. Prof. Dr. ÇETİN YETKİN Boğazlara Özerk Yönetim Şartmış! 3 Ekim 1997 günlü Milliyet'te Rahmi Koç'un "Boğaziara Tek Yönetim Şaıt"başlığıal- tında bazı açıklamalan ya- yımlandı. Rahmi Koç'un bu açıklamalannı "Acaba ben mi yanhş anlıyonım" diye birkaç kez oku- dum. Hayır,yanjışanlamamıştım. Koç. gerçekten de "İstanbul ve Çanakkale boğazlannın tek bir idare alünda top- larunası gerekiyor. Özerk bir kuruluş is- tiyoruz, Devleti ikna etmeye çahşacağız" diyordu. Bunlar, onun kendi sözleri. Demek ki Koç'a göre: 1 - Tekelden yönetilecek olan Boğaz- lar özerk olmalı, 2- Bu özerkliği kabul etmesi için de devletin "ikna" edilmesi gerekir. Açıkça anlaşıldığına göre, bu "özerk- Bk", "flcna" edilecek devlete karşı ala- cak. Başka bir deyişle. Boğazlar, Tür- kiye Cumhuriyeti Devleti'nin egemen- liğinden, "özerk" olmalan ölçüsünde çıkacak. Boğazlar açısından Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin egemenliği sı- nırlandınlacak. Bu öneri gerçekleşecek olursa kuşku- suz, özerk yönetimin, işin doğası gere- ği, kendi yönetim kadrolan, memurla- n, konıma görevlileri, araç gereçleri, bütçesi, amblemi, bu amblemi taşıyan bayrağı da olacak. Dahası var... Çünkü, şu sözler de yi- ne Rahmi Koç'un: "Eğerbunu yapabi- lirsek..... Birleşmiş Milletler bünyesini- deki International Marilime Organiza- iton'a-tekbirnıuhatapoiacaktııf Bun- dan da yine açıkça anlaşılıyor ki bu özerk yönetim, uluslararası ilişkilerde bulunma hak ve yetkisi ile de donatıl- mış bulunacak. Yani, bundan böyle, Türkiye Cumhuriyeti'nin Boğazlar böl- gesi ile ilgili uluslararası ilişkilerini, bu özerk yönetim yüriitecek, bu bölgeyi ülke dışında o temsil edecek. Zaten Rahmi Koç bu açıklamasını "İşin çok çetrefîl bir uluslararası hukuk boyutu da var" sorusunu yanıtlarken yapmış bu- lunuyor.Rahmi Koç, her ne kadar, Bo- ğazlar özerk yönetiminin amacının "de- nizlerin temiz tutulması" olduğunu be- lirtiyorsa da aynı zamanda şunu da söy- lüyor: "BizmademkiYunanlılarlaenin- de sonunda bir masaya oturup bir an- laşmaya varacağız ve mecburuz da var- maya, bu tür organizasvonlarda bir ara- ya geüneliyiz; içli dışb olmalıyız, sorun- lanmızı arilatmalryız. onların sorunlan- nı dinkmelryiz ve muşterek bir hareket tarzı tespit etmetiyiz." Aynca, sayın işadamının açıklama- lanndan ve "Karadeniz'de Kriz Sem- pozyumu"na katılanlann kimliklerin- den de hiçbir kuşkuya yer vermeyecek bir biçimde görülüyor ki Boğazlar öz- erk yönetimi "uluslararası" bir nitelik taşıyacak. Yönetiminde Türkiye Cum- huriyeti Devleti vatandaşlannm yani sı- ra başka devletlenn vatandaşlan da ör- neğin Yunan vatandaşlan da yer alacak. Kurulması planlanan bu uluslararası Boğazlar özerk yönetiminin Türki- ye'nin dış ilişiklerinde ve ulusal güven- İik anlayışında köklü değışiklikJere yol açacağının bilincinde olan Rahmi Koç yinediyorki: "DışişleriBakanugı'nagi- deceğiz, askertere gideceğiz, devlet \e as- keri erkâna anlatacağız bunu, ikna ede- ceğiz—" Ve ekliyor: "(proje)™ kanun olarak MecKs'e gittiği zaman herhangi bir tepki gelmemesini arzu ediyoruz." Bütün bunlar ne için? Boğazlar'daki deniz trafiğini düzenlemek ve çevre kir- liliğini önlemek için!.. Ne var ki Rahmi Koç'un bu açıkla- malannı okuyunca. önce ister istemez Sevr Antlaşması'nın Boğazlar ile ilgili hükümlerini anımsayıverdim. Orada da Boğazlar uluslararası bir yönetime ve- riliyordu; ayn bütçesi ve bayrağı ola- caktı. Sonra, SevT'de Türk ulusuna ve devletine biçilen kefenden kurtulabil- mek için, nice şehıtlerimizin kefensiz gömüldüklerini düşündüm. Evet, Lo- zan'da yeniden ulusça yaşam hakkımı- zı dünya âleme kabul ettirebilmiştik, ama orada da "Boğazlar'ın tabi olacağı usule dair mukavelename"de yer alan hükümleri içimize bir türlü sindireme- miştik. Emperyalist devletler, iş Boğaz- lar'a gelince buralan Türkiye Cumhu- riyeti Devleti'nin tam egemenliğine bı- rakmaya bir türlü yanaşmamışlardı. O günün koşullan altında, nasıl Hatay'ın anavatana katılmasını sonraya bırak- mışsak, bu konuyu da geçiştirmek zo- rundaydık. Bu "mukavelename"de yer alan ve bir türlü içimize sindiremediği- miz hükümlerin başında da belirli iş- levleri olmasına karşın kurulacak olan "uluslararası komisyon"du. Bu neden- le, uzun diplomatik uğraşlar ve girişim- ler sonucu 1936 yılında "Montrö Söz- leşmea" ile bu hükümler kaldınlacak ve Boğazlar üzerinde Türkiye'nin -banş dönemınde Boğazlar'dan geçecek ge- miler bakımından yine bazı kısıtlama- larolmakla birlikte- tam egemenliği ta- nınacaktı. Boğazlar bölgesi artık asker- den anndınlmış değildi, o uluslararası komisyon kaldınlmıştı. Montrö Sözleşmesi'nin eksik, aksa- yan ve olumsuz yönleri yok mudur? Kuşkusuz var. Kaldı ki bu olumsuzluk- lan Boğazlar'da karşılaşılan kazalar or- taya kouyor. Ancak. çözüm bu durumu "aşmak"tır, yoksa geriye gitmek değil. Çözüm, banş döneminde de Türki- ye'nin yükü, tonajı bakımlanndan. han- gi geminin, Boğazlar'dan geçip geçe- meyeceğine karar vermesini, deniz tra- fiğini dilediği gibi düzenleyebilmesini sağlamaktır. Başka devletleri ve uluslararası kuru- luşlan işin içine kanştırmakla Boğaz- lar'daki trafik sorununa ve Karadeniz'in kirlenmesine bir çözüm bulunacağı sa- nılıyorsa çok büyük bir yanılgı ıçine dü- şülüyor demektir. Çünkü, bir kere, Tür- kiye'nin deniz trafıği açısından tüm uyanlanna aldınş etmeyenler, o başka uluslardır. tkincisi, Karadeniz'i kirle- tenlerin başında da yine o başka uluslar gelmektedir. Bunlan anlamak ve anlat- mak kolay da anlaşılması güç olan, Bo- ğazlar'a özerk uluslararası yönetim ku- rulması ile Karadeniz'in kirlenmesinin nasıl önlenebileceğidir. Anlaşılması da- ha da güç olanı. Ege Denizi'ni bize ka- patarak Çanakkale Boğazı'ndan Akde- niz'e çıkmamızı engellemeye çalışan Yunanistan'ın ya da Yunan vatandaşla- nnın bu Boğazlar özerk yönetiminde neyi "yönetecek" olduklandır! Rahmi Koç'un bu açıklamalannı doğrusu yadırgadım. Yadırgadığım bir başka yargisı da çevre kirliliğinin önlen- mesinde din adamlannın kamuoyu oluşturmalan nedeniyle onlardan ya- rarlanmamız gerektiğini söylemesi. Çünkü, din mistık bir olgudur; dinsel inanç, deney dışıdır ve bu nedenle de bi- limin mihenk taşına vurulamaz. Doğa- sı gereği dogmatiktir ve yazgıcıdır. En büyük yaptınmı da "günah" kavramı- dır. Bilımsel bir uğraşa bu öğeleri kat- tığınız an, çıkmaz bir yola girersiniz. Ve hele, Rahmi Koç'un dediği gibi, çevre konusunda "fetva"lardan yardım umulması, Türkiye Cumhuriyeti Devle- ti'nin temeli olan Atatürk ilkelerine bü- tünüyle aykındır. Rahmi Koç'un aynca, Fener Rum Patrikhanesi ile ilgili bir de dileği var; diyor ki, "Patriğin _ müthiş bir gücü \-ardir ve bizim bu gücü kendi lehimize çevirmemiz lazundır." Sanınm, biraz- cık olsun gerçekçi olmak gerek. Ama Koç, sözlerini bir de şöyle sürdürmüş: "Onun için ben Heybeli'deki ruhban okulunun da derhal açılmasuıa ve yeni patrikkr yetiştirilmesine taraftanm." Rahmi Koç'un bu dileklerinin de "Bo- ğaziar'a tek yönetim şart" başlığı altın- da yer alması. gazeteci Nilüfer Kuyaş'ın bu konuda ona soru sorması üzerine ol- muş. Yazının başlığını da kuşkusuz Rahmi Koç koymuş değil. Ne var ki bu sorunun sorulmasmın nedeni de, Koç'un önemli katkılanyla gerçekleş- tirilen "Karadeniz'de Kriz Sempozyu- mu"na, patriğin de katılmış ve sempoz- yumda Boğazlar konusunun da ele alı- narak uyanda bulunulmuş olması. Ne olursa olsun, amaç ne denli "çev- reci" olursa olsun, Boğazlar konusunun böyle bir anlayışla ele alınmış, işin içi- ne egemenliğimizi kısıtlayacak ve geç- mişin olumsuz anılannı çağnştıracak dileklerin katılması, Fener Rum Patri- ği'nden medet umulması üzücüdür. Uzücü olmasının temelınde bulunan an- layış ise yine Rahmi Koç'un şu sözle- rinde anlatımını bulmuştur: "Bizim de memlekete, en iyi pazarlamayı ne vapı- yorsa o tarafa eğflmemiz lazım." Ülke sorunlannın "pazarlamacı" bir anlayış- la ele alınmaması gerektiğini söyleme- ye bilmem gerek var mı? Çağdaşlaşmaya Yeni Boyut RAHMİ KUMAŞ u devleti kuran Ata- türk, daha Sakarya Savaşı sıra- lannda, ül- kenin öğretmenlerini top- layarak onlann görüşleri- ne başvurmuştur. Eğitrm ve ögretimin önemini Ata- türk gibi anlayan başka yö- neticilerimiz ne yazık ki olamamıştır. İsmet Inö- nü'nün Hasan Âli Yücel'le eğitime yaptığı katkımn kökleri de Atatürk'ün dev- leti kurarken biçimlendir- diği eğitim düzlemine da- yanır. Bu eğitim anlayışı- nın temeli, yaşamda bili- mi kılavuz almaktan geçer. Açıkça laik bir eğitimi, devletin yürütmesi anlayı- şı topluma egemen kılınır. Eğer bugün Mustafa Ke- mal'in kurdugu cumhuri- yet Ingiltere'de Cron- well'ın. Fransa'da Jako- benlerin gerçekleştirdiği cumhuriyetin sonucuna uğramamış, sürekli olmuş- sa; bunun temelinde eğiti- min (dolayısıyla kamu ya- şamının) laikleştirilerek tek bir elden yürütülmesi- nin büyük payı vardır. UNESCO'nunl997yıIm- da anılmasmı karara bağ- ladığı önemli kişilerden olan Hasan Âli Yücel'in Eğitim BakanlığVna (Ma- arif Vekaleti) geldiği yıl- larda, 194O'lı yıllann ba- şında ülkede büyük oran- da üç yıllıküköğretim var- dı. Hasan Âli Yücel, ilko- kul çağındakileri okutacak öğretmenleri yetiştirmek için Köy Enstrrûlerini kur- manın yanında, iikokulla- n tümünü de beş yıllık eği- tim ve öğretim yapılan ku- nım dunımuna getinniştir. Böylece zorunlu ilköğre- tim süresi beş yıl olmuştur Türkiye'de. Ancak Ikinci Dünya Sa- vaşı bitiminde bugünkü bakanlığı kuran yeni Ma- arif Vekaleti yerine Milli Eğitim Bakanlığı'nı kuran Yücel, ne yazık ki "milli- ci" olmamakla suçlanacak ölçüde bir haksızlığa uğ- ramıştır. Evet bugünkü ba- kanlığı "Milli Eğitim Ba- kanhğı" diye adlandıran Yücel'dir ve o TC'nin ilk Milli Eğitim Bakanı'dır. Savaşm bitiminde Batı ülkeleri toparlanmaya baş- lamışlar, öyle ki tnsan Haklan Evrensel Bildirge- si'ni kabul ederek eğitimin en önemli insan hakkı ol- duğunu evrenselleştirmiş- lerdir. Bu arada devletin çocuklara vereceği eğiti- min niteliği yanında. süre- sinin de artfjnlması gün- deme gelmiş ve eğitbili- min verileri ışığında zo- runlu ilköğretim süresi se- kiz yılın üstüne çıkanlmış- ür. Devletin yurttaşını okur-yazar yapması anla- yışımnyerersizliği, Batı'yı daha ileride bir eğitim ver- meyi planlamaya yönelt- mıştir. Açıkçası Batı, tkin- ci Dünya Savaşı sonrasın- da zonmlu eğitimin süresi- ni arttırma yoluna gitmiş- tir. Bugün Batı ülkelerinde ulaşılan durum şöyledir: Ülkemizın en yoğun ilişki içinde bulunduğu Alman- >-a'da ve komşumuz Yuna- nistan'da zorunlu eğitim süresi dokuzyıldır. Zorun- lu eğitim süresini on yıl olarak Fransa, lspanya ve Belçika'da görmekteyiz. Benelüks devletlennden Hollanda ve Lüksem- burg'da on bir yıl olarak karşımıza çıkmaktadır zo- runlu eğitim süresi. Avru- pa'da yalnız ttalya'da bu süre sekiz yıl olarak görül- mektedir. Demek ki Avru- pa ülkeleri çocuklannı beş ya da altı yaşında eğitime bağlı tutuyor ve bu^üre se- kiz ile on bir yıl arasında sürmektedir. Bu sürenin kesintili mi yoksa kesinti- siz mi olduğu, Türkiye'de kopanlan yaygaralardan ötürü sorulabilir. Avrupalı için böyle bir soru anlam- sızdır. Elbette eğitim ke- sintisiz olur. Ülkeyi akıl- dan, büimden uzaldaştınp dinci bir ortama çekmeyi isteyenler, kendi karanlı- kanlayışlannı egemen kıl- mak için ortahğı toza du- mana katmaktan kaçınma- KÖSEYlBU £S ÇEÇMEIC O TARKAN DENİZ maktadırlar. Oysa yukandaki çö- zümlemeden de anlaşıldı- ğı üzere Avrupa elli yıl ön- ce zorunlu eğitimin süresi- ni uzatarak neredeyse on yıl yapmıştır. 1973'teçıka- nlan bir yasa ile biz de zo- runlu eğitimi sekiz yıla çı- karmaya başladık. O za- man da bu yasa 12 Mart dönemindeki askerlerin et- kisiyle çıkanlmıştır. Bu- gün de askerlerin etkisiyle böyle bir yasa çıkanlmış- tır. Bu konuda aydınlann ve eğitim kunıltaylannın katkılannı yoksamaya ola- nak yoktur elbette. Bu da eskiden ben ülkeye yeni- likleri askerlerin getirdiği gerçeğini bir daha doğru- lamaktadır. Milli Güvenlik Kurulu'nun işi zorunlu eğitim süresini belirlemek midir diye şaşırmaya git- mek bir aymazlıktır. Çünkü ülkeyi yöneten- ler. siyasetçiler, üstlerine düşen sonımluluğu yerine getirmedıler. Siyasetçiler, ülkeyi yönetenler? "Bizbu ülkenin çocuklannı zorun- lu eğitimden en az sekiz yıl geçireceğiz'" dediler de ge- neraller "Hayır! Bu ola- maz. Askeri ortaokulları kapattırmayız" mı dediler. Böyle olsa o zaman asker- ler eleştiriyi hak ederlerdı. Oysa askerler askeri orta- okullan çok önceden ka- patmaya karşı koymadılar. Inönü'nün ya da başka ulusal kahraman subayla- nmızın yaşamöykülerini okurken karşılaştığımız Kuleli Askeri Lisesi'nin ortaokulu çoktan kapatıl- mıştır. Askerler bunu top- lumu askerlikten, subay- lıktan soğutma olarak gör- mediler. Ama ne zaman imam-hatip liselerinin or- ta bölümü kapatılacak, o zaman "imam-hatip lisele- ri kapatılıyor" diye yalana başvurulacak. Bu sahteci- lik gazetelerle, televizyon- larla halka yutturulmak is- tenecek. Yiğitçe imam-ha- tiplerin orta bölümü kapa- tılıyor denmiyor da bu okullar kapatılıyor deni- yor. Bu durumda ülkemiz- de sekiz yıllık zorunlu il- köğretimin kesintisizliği-^ ne karşı çıkanlann bir ya- lancılar kümesi olduğu or- taya çıkmaktadır Toplumu etkilemek için yalana baş- vurmaktan kaçınmayan bu kesime şunu demek iste- rim! Kendilerinin atalannın yanlışlan. aymazlık ve sapkmlıklan sonucu Ba- tı'nın bulduğu basımevi bu ülkeye iki yüz eDi yıl sonra geldi. O zamandan Ata- türk'ün yeni yazıya geçti- ği 1928 yılına dek geçen iki yüz yıllık süre içinde oruz bin Idtap basılmışken 1928-1944 arasında geçen on altı yılda bu sayıda ki- tap basılmıştır. Işte bu ba- şan şimdiki düzeniyle elde edildi. Eğer imam-hatiplerde egemen kılınıp, oradan da topluma egemen kılınmak istenen Arap abc'si daha doğrusu elifbe'si benimse- nirse toplumun nasıl bir karanlığa gömüleceğini varsayım olarak düşünün. Çünkü bu ülkeye o eski ya- zıyı egemen kılmaya hiç kimsenin gücü yetmeye- cektir. Ülkede yasalan TBMM koyar elbette. Bu TBMM'den çıkan zorunlu eğitimi sekiz yıla düzenle- yen yasa yeterli değildir. 1982 Anayasasf na zorun- lu din dersi yazarak laikli- ği ezip geçen 12 Eylül ge- neralleri, aymazlık ve sap- kınlık içinde bulunmuşlar- dtr. Ama bugün din eğiti- mini Diyanet Işleri Baş- kanlığı'na verip cumhuri- yetin en büyük eğitim atı- . lurunı gerçekleştirdijini söyTemek de bir aymazlık- tır. Eğitimin nasıl olacağı yönünde. ülkedeki eğitim bilimleri fakülte dekanla- nyla oturup konuşması ge- reken hükümet, ilahiyat fa- kültesi dekanlanyla bulu- şuyor! Önce hükümet ne yapmak istediğini kendi kendine ıyice belirlemeli- dir. Sekiz yıllık zorunlu eği- timi tüm ülkede 1997- 1998 öğretim yılında uy- gulamaya koymak, devlet için bir görevdir. Işıktan korkan yarasalar gibi bu uygulamadan korkan siya- setçiler olacaktır. Çünkü onlar aydınlık Türkiye'nin siyasetçileri değildir. On- lar bu ülkeye çağdışı salta- natı, hilafeti ve Arap yaşa- yışını getirmek isteyenler- dir. Eğer devlet bu uygula- mada başansız olursa o za- man bu kesimin istediği olur ki bu da ülkeyi karan- lığa getirmek demek olur. Bunun için devlet bu yön- de başanlı olmak zonında- dır. AKS PENCERE Bu Diizen Değişmezse Ülke Cehennemleşir... Piyasada hızlı kulağı kesiklerin diline bir sözcük pelesenk oldu: - KâğıtL Yalnız kulağı kesikler mi di banka müdürünün bile parlıyor. Ne kâğıdı bu?.. "Devlet kâğıdı!.." "/câö/f"diyorlar?..Cid- "kâğıt" derken gözleri Sokaktaki yurttaş "mektup kâğıdı, tuvalet kâğı- dı, iyi hal kâğıdı, gazete kâğıdı" dışındaki kâğrtlar- la pek uğraşmaz; bir de bilse bilse kâğıt parayı bi- lir. Ne var ki "devlet kâğıdı" kâğıt parayı çoktan sol- ladı. Nedir devlet kâğıdı?.. Köşe yazısının raconuna uyması için nasıl anlatmalı?.. Devletin, üstünde 100 bin, 500 bin, 1 milyon ya- zan kâğıtları yok mu?.. Devlet bu kâğıtlan piyasa- ya sürerken yurttaşa ne güvence veriyor: - Bu kâğıdın üstünde benim imzam var!.. Yurttaş vergi mi verecek, elindeki kâğıtla borcu- nu oder; çarşı pazarda alışverişini yapar, isterse pa- rasını bankaya yatınp faizini alır; ama adına "Türk L/ras/"denilen kâğıdın değeri enflasyon yüzünden hızla düşüyor. Devlet bu durum karşısında ne yapıyor?.. • Devlet bir kâğıt daha çıkanyor ki bu da ülkenin varsılları, zenginleri, ensesi kalınlan, kodamanlan, trilyonerteri için... Bu kâğıt başka kâğıt!.. Bu kâğıdın üstünde de 1 milyon, 100 milyon, 1 milyar gibi rakamlar var; ama bu kâğıdın değeri - kâğıt paranın tersine- enflasyonla düşmüyor; dev- let güvence veriyor: Bu kâğıdı alan kulağı kesik, be- lirli bir süre sonra üstüne yüksek faiz eklenerek ço- ğalan parasını geriye alacak; yani paradan para ka- zanacak... Devletin kâğıt parasının değeri düşüyor... Devlet kâğıdının değeri yükseliyor. • ' • Denebilir ki: - Canım, "malumu ilam"dan gayn ne var bun- da?.. Dünyanın öteki ülkelerinde de devlet gerek- tiğinde hem kâğıt para, hem de adına senet de- nilen bono, tahvil gibi kâğıtlar çıkanr... Doğrudur... Ancak bizde devletin kâğıt oyunu anadan doğ- ma kumarbazın kâğıt oyununa döndü; sermayeyi kediye yükledi devlet, parasal ekonomide kâğıtla oynadıkça borçlandı; hasta kumarbaz; evini, bar- kını, ceketini, pantolonunu, kansını, kızını kumar masasında oyuna sürer; bizim devletin de namu- su elden gitti; vannı yoğunu hiçbir zaman kazana- mayacağı bir kumara yatınyor. • '<:'• Piyasada kâğıt paranın değeri düştükçe, devlet kâğıdının değeri arttıkça, herkes "paradan para kazanmaya" yöneldi; kazığı yiyen halk sayısal lo- todan medet umuyor; ama bankalar, hold(ngleca ştrketter, devlet kâğıdıyla oynadıklan için hep3S- zanıyorlar, r -* Devlet çoktan iflas etmış; ama iflas bayrağtnı çev kecek yerde bayrağın sopasıyla halkı kazıklayıp bu düzeni yürütmeye çabalıyor... Bu düzen yürümez... Bu düzen iflas etti... • Devlet vergi salamıyor... Vergi salamayan devtet, devlet değildir; para ba- balannın bostanında korkuluktur. Bu düzen değişmeli!.. Eğer bu düzen değişmezse, yann bugünleri ara- nz, ülke cehennemleştikçe cehennemleşir. ADRES DEĞİŞİKLİĞİ Av. Mustafa Özkan KÖKÇELİ Yeni Adresi: İstiklal Cad. Engen Han No: 65 K.3 Taksim Tel: 0 212 292 38 83 Bir yürek de sîzin katkınızla çarpsın TÜRK KALP VAKFI 19 Mayıs Cd. No: 8 Şişli/İSTANBUL Tel: (0 212) 212 07 07 (pbx) 10 Hat I Pir ve konukları her Perşembe Türkiye ekonomisini ve İ dünya borsalarını değerlendiriyor. EKONOMI DUNYASI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle