Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 9 EKİM 1997 PERŞEMBE
OLAYLAR VE GORUŞLER
Sevr'i Yırtıp Atmışken.
Prof. Dr. ÇETİN YETKİN
Boğazlara Özerk Yönetim Şartmış!
3
Ekim 1997 günlü Milliyet'te
Rahmi Koç'un "Boğaziara
Tek Yönetim Şaıt"başlığıal-
tında bazı açıklamalan ya-
yımlandı. Rahmi Koç'un bu
açıklamalannı "Acaba ben mi
yanhş anlıyonım" diye birkaç kez oku-
dum. Hayır,yanjışanlamamıştım. Koç.
gerçekten de "İstanbul ve Çanakkale
boğazlannın tek bir idare alünda top-
larunası gerekiyor. Özerk bir kuruluş is-
tiyoruz, Devleti ikna etmeye çahşacağız"
diyordu. Bunlar, onun kendi sözleri.
Demek ki Koç'a göre:
1 - Tekelden yönetilecek olan Boğaz-
lar özerk olmalı,
2- Bu özerkliği kabul etmesi için de
devletin "ikna" edilmesi gerekir.
Açıkça anlaşıldığına göre, bu "özerk-
Bk", "flcna" edilecek devlete karşı ala-
cak. Başka bir deyişle. Boğazlar, Tür-
kiye Cumhuriyeti Devleti'nin egemen-
liğinden, "özerk" olmalan ölçüsünde
çıkacak. Boğazlar açısından Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin egemenliği sı-
nırlandınlacak.
Bu öneri gerçekleşecek olursa kuşku-
suz, özerk yönetimin, işin doğası gere-
ği, kendi yönetim kadrolan, memurla-
n, konıma görevlileri, araç gereçleri,
bütçesi, amblemi, bu amblemi taşıyan
bayrağı da olacak.
Dahası var... Çünkü, şu sözler de yi-
ne Rahmi Koç'un: "Eğerbunu yapabi-
lirsek..... Birleşmiş Milletler bünyesini-
deki International Marilime Organiza-
iton'a-tekbirnıuhatapoiacaktııf Bun-
dan da yine açıkça anlaşılıyor ki bu
özerk yönetim, uluslararası ilişkilerde
bulunma hak ve yetkisi ile de donatıl-
mış bulunacak. Yani, bundan böyle,
Türkiye Cumhuriyeti'nin Boğazlar böl-
gesi ile ilgili uluslararası ilişkilerini, bu
özerk yönetim yüriitecek, bu bölgeyi
ülke dışında o temsil edecek. Zaten
Rahmi Koç bu açıklamasını "İşin çok
çetrefîl bir uluslararası hukuk boyutu da
var" sorusunu yanıtlarken yapmış bu-
lunuyor.Rahmi Koç, her ne kadar, Bo-
ğazlar özerk yönetiminin amacının "de-
nizlerin temiz tutulması" olduğunu be-
lirtiyorsa da aynı zamanda şunu da söy-
lüyor: "BizmademkiYunanlılarlaenin-
de sonunda bir masaya oturup bir an-
laşmaya varacağız ve mecburuz da var-
maya, bu tür organizasvonlarda bir ara-
ya geüneliyiz; içli dışb olmalıyız, sorun-
lanmızı arilatmalryız. onların sorunlan-
nı dinkmelryiz ve muşterek bir hareket
tarzı tespit etmetiyiz."
Aynca, sayın işadamının açıklama-
lanndan ve "Karadeniz'de Kriz Sem-
pozyumu"na katılanlann kimliklerin-
den de hiçbir kuşkuya yer vermeyecek
bir biçimde görülüyor ki Boğazlar öz-
erk yönetimi "uluslararası" bir nitelik
taşıyacak. Yönetiminde Türkiye Cum-
huriyeti Devleti vatandaşlannm yani sı-
ra başka devletlenn vatandaşlan da ör-
neğin Yunan vatandaşlan da yer alacak.
Kurulması planlanan bu uluslararası
Boğazlar özerk yönetiminin Türki-
ye'nin dış ilişiklerinde ve ulusal güven-
İik anlayışında köklü değışiklikJere yol
açacağının bilincinde olan Rahmi Koç
yinediyorki: "DışişleriBakanugı'nagi-
deceğiz, askertere gideceğiz, devlet \e as-
keri erkâna anlatacağız bunu, ikna ede-
ceğiz—" Ve ekliyor: "(proje)™ kanun
olarak MecKs'e gittiği zaman herhangi
bir tepki gelmemesini arzu ediyoruz."
Bütün bunlar ne için? Boğazlar'daki
deniz trafiğini düzenlemek ve çevre kir-
liliğini önlemek için!..
Ne var ki Rahmi Koç'un bu açıkla-
malannı okuyunca. önce ister istemez
Sevr Antlaşması'nın Boğazlar ile ilgili
hükümlerini anımsayıverdim. Orada da
Boğazlar uluslararası bir yönetime ve-
riliyordu; ayn bütçesi ve bayrağı ola-
caktı. Sonra, SevT'de Türk ulusuna ve
devletine biçilen kefenden kurtulabil-
mek için, nice şehıtlerimizin kefensiz
gömüldüklerini düşündüm. Evet, Lo-
zan'da yeniden ulusça yaşam hakkımı-
zı dünya âleme kabul ettirebilmiştik,
ama orada da "Boğazlar'ın tabi olacağı
usule dair mukavelename"de yer alan
hükümleri içimize bir türlü sindireme-
miştik. Emperyalist devletler, iş Boğaz-
lar'a gelince buralan Türkiye Cumhu-
riyeti Devleti'nin tam egemenliğine bı-
rakmaya bir türlü yanaşmamışlardı. O
günün koşullan altında, nasıl Hatay'ın
anavatana katılmasını sonraya bırak-
mışsak, bu konuyu da geçiştirmek zo-
rundaydık. Bu "mukavelename"de yer
alan ve bir türlü içimize sindiremediği-
miz hükümlerin başında da belirli iş-
levleri olmasına karşın kurulacak olan
"uluslararası komisyon"du. Bu neden-
le, uzun diplomatik uğraşlar ve girişim-
ler sonucu 1936 yılında "Montrö Söz-
leşmea" ile bu hükümler kaldınlacak ve
Boğazlar üzerinde Türkiye'nin -banş
dönemınde Boğazlar'dan geçecek ge-
miler bakımından yine bazı kısıtlama-
larolmakla birlikte- tam egemenliği ta-
nınacaktı. Boğazlar bölgesi artık asker-
den anndınlmış değildi, o uluslararası
komisyon kaldınlmıştı.
Montrö Sözleşmesi'nin eksik, aksa-
yan ve olumsuz yönleri yok mudur?
Kuşkusuz var. Kaldı ki bu olumsuzluk-
lan Boğazlar'da karşılaşılan kazalar or-
taya kouyor. Ancak. çözüm bu durumu
"aşmak"tır, yoksa geriye gitmek değil.
Çözüm, banş döneminde de Türki-
ye'nin yükü, tonajı bakımlanndan. han-
gi geminin, Boğazlar'dan geçip geçe-
meyeceğine karar vermesini, deniz tra-
fiğini dilediği gibi düzenleyebilmesini
sağlamaktır.
Başka devletleri ve uluslararası kuru-
luşlan işin içine kanştırmakla Boğaz-
lar'daki trafik sorununa ve Karadeniz'in
kirlenmesine bir çözüm bulunacağı sa-
nılıyorsa çok büyük bir yanılgı ıçine dü-
şülüyor demektir. Çünkü, bir kere, Tür-
kiye'nin deniz trafıği açısından tüm
uyanlanna aldınş etmeyenler, o başka
uluslardır. tkincisi, Karadeniz'i kirle-
tenlerin başında da yine o başka uluslar
gelmektedir. Bunlan anlamak ve anlat-
mak kolay da anlaşılması güç olan, Bo-
ğazlar'a özerk uluslararası yönetim ku-
rulması ile Karadeniz'in kirlenmesinin
nasıl önlenebileceğidir. Anlaşılması da-
ha da güç olanı. Ege Denizi'ni bize ka-
patarak Çanakkale Boğazı'ndan Akde-
niz'e çıkmamızı engellemeye çalışan
Yunanistan'ın ya da Yunan vatandaşla-
nnın bu Boğazlar özerk yönetiminde
neyi "yönetecek" olduklandır!
Rahmi Koç'un bu açıklamalannı
doğrusu yadırgadım. Yadırgadığım bir
başka yargisı da çevre kirliliğinin önlen-
mesinde din adamlannın kamuoyu
oluşturmalan nedeniyle onlardan ya-
rarlanmamız gerektiğini söylemesi.
Çünkü, din mistık bir olgudur; dinsel
inanç, deney dışıdır ve bu nedenle de bi-
limin mihenk taşına vurulamaz. Doğa-
sı gereği dogmatiktir ve yazgıcıdır. En
büyük yaptınmı da "günah" kavramı-
dır. Bilımsel bir uğraşa bu öğeleri kat-
tığınız an, çıkmaz bir yola girersiniz.
Ve hele, Rahmi Koç'un dediği gibi,
çevre konusunda "fetva"lardan yardım
umulması, Türkiye Cumhuriyeti Devle-
ti'nin temeli olan Atatürk ilkelerine bü-
tünüyle aykındır.
Rahmi Koç'un aynca, Fener Rum
Patrikhanesi ile ilgili bir de dileği var;
diyor ki, "Patriğin _ müthiş bir gücü
\-ardir ve bizim bu gücü kendi lehimize
çevirmemiz lazundır." Sanınm, biraz-
cık olsun gerçekçi olmak gerek. Ama
Koç, sözlerini bir de şöyle sürdürmüş:
"Onun için ben Heybeli'deki ruhban
okulunun da derhal açılmasuıa ve yeni
patrikkr yetiştirilmesine taraftanm."
Rahmi Koç'un bu dileklerinin de "Bo-
ğaziar'a tek yönetim şart" başlığı altın-
da yer alması. gazeteci Nilüfer Kuyaş'ın
bu konuda ona soru sorması üzerine ol-
muş. Yazının başlığını da kuşkusuz
Rahmi Koç koymuş değil. Ne var ki bu
sorunun sorulmasmın nedeni de,
Koç'un önemli katkılanyla gerçekleş-
tirilen "Karadeniz'de Kriz Sempozyu-
mu"na, patriğin de katılmış ve sempoz-
yumda Boğazlar konusunun da ele alı-
narak uyanda bulunulmuş olması.
Ne olursa olsun, amaç ne denli "çev-
reci" olursa olsun, Boğazlar konusunun
böyle bir anlayışla ele alınmış, işin içi-
ne egemenliğimizi kısıtlayacak ve geç-
mişin olumsuz anılannı çağnştıracak
dileklerin katılması, Fener Rum Patri-
ği'nden medet umulması üzücüdür.
Uzücü olmasının temelınde bulunan an-
layış ise yine Rahmi Koç'un şu sözle-
rinde anlatımını bulmuştur: "Bizim de
memlekete, en iyi pazarlamayı ne vapı-
yorsa o tarafa eğflmemiz lazım." Ülke
sorunlannın "pazarlamacı" bir anlayış-
la ele alınmaması gerektiğini söyleme-
ye bilmem gerek var mı?
Çağdaşlaşmaya Yeni Boyut
RAHMİ KUMAŞ
u devleti
kuran Ata-
türk, daha
Sakarya
Savaşı sıra-
lannda, ül-
kenin öğretmenlerini top-
layarak onlann görüşleri-
ne başvurmuştur. Eğitrm
ve ögretimin önemini Ata-
türk gibi anlayan başka yö-
neticilerimiz ne yazık ki
olamamıştır. İsmet Inö-
nü'nün Hasan Âli Yücel'le
eğitime yaptığı katkımn
kökleri de Atatürk'ün dev-
leti kurarken biçimlendir-
diği eğitim düzlemine da-
yanır. Bu eğitim anlayışı-
nın temeli, yaşamda bili-
mi kılavuz almaktan geçer.
Açıkça laik bir eğitimi,
devletin yürütmesi anlayı-
şı topluma egemen kılınır.
Eğer bugün Mustafa Ke-
mal'in kurdugu cumhuri-
yet Ingiltere'de Cron-
well'ın. Fransa'da Jako-
benlerin gerçekleştirdiği
cumhuriyetin sonucuna
uğramamış, sürekli olmuş-
sa; bunun temelinde eğiti-
min (dolayısıyla kamu ya-
şamının) laikleştirilerek
tek bir elden yürütülmesi-
nin büyük payı vardır.
UNESCO'nunl997yıIm-
da anılmasmı karara bağ-
ladığı önemli kişilerden
olan Hasan Âli Yücel'in
Eğitim BakanlığVna (Ma-
arif Vekaleti) geldiği yıl-
larda, 194O'lı yıllann ba-
şında ülkede büyük oran-
da üç yıllıküköğretim var-
dı. Hasan Âli Yücel, ilko-
kul çağındakileri okutacak
öğretmenleri yetiştirmek
için Köy Enstrrûlerini kur-
manın yanında, iikokulla-
n tümünü de beş yıllık eği-
tim ve öğretim yapılan ku-
nım dunımuna getinniştir.
Böylece zorunlu ilköğre-
tim süresi beş yıl olmuştur
Türkiye'de.
Ancak Ikinci Dünya Sa-
vaşı bitiminde bugünkü
bakanlığı kuran yeni Ma-
arif Vekaleti yerine Milli
Eğitim Bakanlığı'nı kuran
Yücel, ne yazık ki "milli-
ci" olmamakla suçlanacak
ölçüde bir haksızlığa uğ-
ramıştır. Evet bugünkü ba-
kanlığı "Milli Eğitim Ba-
kanhğı" diye adlandıran
Yücel'dir ve o TC'nin ilk
Milli Eğitim Bakanı'dır.
Savaşm bitiminde Batı
ülkeleri toparlanmaya baş-
lamışlar, öyle ki tnsan
Haklan Evrensel Bildirge-
si'ni kabul ederek eğitimin
en önemli insan hakkı ol-
duğunu evrenselleştirmiş-
lerdir. Bu arada devletin
çocuklara vereceği eğiti-
min niteliği yanında. süre-
sinin de artfjnlması gün-
deme gelmiş ve eğitbili-
min verileri ışığında zo-
runlu ilköğretim süresi se-
kiz yılın üstüne çıkanlmış-
ür.
Devletin yurttaşını
okur-yazar yapması anla-
yışımnyerersizliği, Batı'yı
daha ileride bir eğitim ver-
meyi planlamaya yönelt-
mıştir. Açıkçası Batı, tkin-
ci Dünya Savaşı sonrasın-
da zonmlu eğitimin süresi-
ni arttırma yoluna gitmiş-
tir. Bugün Batı ülkelerinde
ulaşılan durum şöyledir:
Ülkemizın en yoğun ilişki
içinde bulunduğu Alman-
>-a'da ve komşumuz Yuna-
nistan'da zorunlu eğitim
süresi dokuzyıldır. Zorun-
lu eğitim süresini on yıl
olarak Fransa, lspanya ve
Belçika'da görmekteyiz.
Benelüks devletlennden
Hollanda ve Lüksem-
burg'da on bir yıl olarak
karşımıza çıkmaktadır zo-
runlu eğitim süresi. Avru-
pa'da yalnız ttalya'da bu
süre sekiz yıl olarak görül-
mektedir. Demek ki Avru-
pa ülkeleri çocuklannı beş
ya da altı yaşında eğitime
bağlı tutuyor ve bu^üre se-
kiz ile on bir yıl arasında
sürmektedir. Bu sürenin
kesintili mi yoksa kesinti-
siz mi olduğu, Türkiye'de
kopanlan yaygaralardan
ötürü sorulabilir. Avrupalı
için böyle bir soru anlam-
sızdır. Elbette eğitim ke-
sintisiz olur. Ülkeyi akıl-
dan, büimden uzaldaştınp
dinci bir ortama çekmeyi
isteyenler, kendi karanlı-
kanlayışlannı egemen kıl-
mak için ortahğı toza du-
mana katmaktan kaçınma-
KÖSEYlBU
£S ÇEÇMEIC
O TARKAN
DENİZ
maktadırlar.
Oysa yukandaki çö-
zümlemeden de anlaşıldı-
ğı üzere Avrupa elli yıl ön-
ce zorunlu eğitimin süresi-
ni uzatarak neredeyse on
yıl yapmıştır. 1973'teçıka-
nlan bir yasa ile biz de zo-
runlu eğitimi sekiz yıla çı-
karmaya başladık. O za-
man da bu yasa 12 Mart
dönemindeki askerlerin et-
kisiyle çıkanlmıştır. Bu-
gün de askerlerin etkisiyle
böyle bir yasa çıkanlmış-
tır.
Bu konuda aydınlann
ve eğitim kunıltaylannın
katkılannı yoksamaya ola-
nak yoktur elbette. Bu da
eskiden ben ülkeye yeni-
likleri askerlerin getirdiği
gerçeğini bir daha doğru-
lamaktadır. Milli Güvenlik
Kurulu'nun işi zorunlu
eğitim süresini belirlemek
midir diye şaşırmaya git-
mek bir aymazlıktır.
Çünkü ülkeyi yöneten-
ler. siyasetçiler, üstlerine
düşen sonımluluğu yerine
getirmedıler. Siyasetçiler,
ülkeyi yönetenler? "Bizbu
ülkenin çocuklannı zorun-
lu eğitimden en az sekiz yıl
geçireceğiz'" dediler de ge-
neraller "Hayır! Bu ola-
maz. Askeri ortaokulları
kapattırmayız" mı dediler.
Böyle olsa o zaman asker-
ler eleştiriyi hak ederlerdı.
Oysa askerler askeri orta-
okullan çok önceden ka-
patmaya karşı koymadılar.
Inönü'nün ya da başka
ulusal kahraman subayla-
nmızın yaşamöykülerini
okurken karşılaştığımız
Kuleli Askeri Lisesi'nin
ortaokulu çoktan kapatıl-
mıştır. Askerler bunu top-
lumu askerlikten, subay-
lıktan soğutma olarak gör-
mediler. Ama ne zaman
imam-hatip liselerinin or-
ta bölümü kapatılacak, o
zaman "imam-hatip lisele-
ri kapatılıyor" diye yalana
başvurulacak. Bu sahteci-
lik gazetelerle, televizyon-
larla halka yutturulmak is-
tenecek. Yiğitçe imam-ha-
tiplerin orta bölümü kapa-
tılıyor denmiyor da bu
okullar kapatılıyor deni-
yor. Bu durumda ülkemiz-
de sekiz yıllık zorunlu il-
köğretimin kesintisizliği-^
ne karşı çıkanlann bir ya-
lancılar kümesi olduğu or-
taya çıkmaktadır Toplumu
etkilemek için yalana baş-
vurmaktan kaçınmayan bu
kesime şunu demek iste-
rim!
Kendilerinin atalannın
yanlışlan. aymazlık ve
sapkmlıklan sonucu Ba-
tı'nın bulduğu basımevi bu
ülkeye iki yüz eDi yıl sonra
geldi. O zamandan Ata-
türk'ün yeni yazıya geçti-
ği 1928 yılına dek geçen
iki yüz yıllık süre içinde
oruz bin Idtap basılmışken
1928-1944 arasında geçen
on altı yılda bu sayıda ki-
tap basılmıştır. Işte bu ba-
şan şimdiki düzeniyle elde
edildi.
Eğer imam-hatiplerde
egemen kılınıp, oradan da
topluma egemen kılınmak
istenen Arap abc'si daha
doğrusu elifbe'si benimse-
nirse toplumun nasıl bir
karanlığa gömüleceğini
varsayım olarak düşünün.
Çünkü bu ülkeye o eski ya-
zıyı egemen kılmaya hiç
kimsenin gücü yetmeye-
cektir.
Ülkede yasalan TBMM
koyar elbette. Bu
TBMM'den çıkan zorunlu
eğitimi sekiz yıla düzenle-
yen yasa yeterli değildir.
1982 Anayasasf na zorun-
lu din dersi yazarak laikli-
ği ezip geçen 12 Eylül ge-
neralleri, aymazlık ve sap-
kınlık içinde bulunmuşlar-
dtr. Ama bugün din eğiti-
mini Diyanet Işleri Baş-
kanlığı'na verip cumhuri-
yetin en büyük eğitim atı-
. lurunı gerçekleştirdijini
söyTemek de bir aymazlık-
tır. Eğitimin nasıl olacağı
yönünde. ülkedeki eğitim
bilimleri fakülte dekanla-
nyla oturup konuşması ge-
reken hükümet, ilahiyat fa-
kültesi dekanlanyla bulu-
şuyor! Önce hükümet ne
yapmak istediğini kendi
kendine ıyice belirlemeli-
dir.
Sekiz yıllık zorunlu eği-
timi tüm ülkede 1997-
1998 öğretim yılında uy-
gulamaya koymak, devlet
için bir görevdir. Işıktan
korkan yarasalar gibi bu
uygulamadan korkan siya-
setçiler olacaktır. Çünkü
onlar aydınlık Türkiye'nin
siyasetçileri değildir. On-
lar bu ülkeye çağdışı salta-
natı, hilafeti ve Arap yaşa-
yışını getirmek isteyenler-
dir.
Eğer devlet bu uygula-
mada başansız olursa o za-
man bu kesimin istediği
olur ki bu da ülkeyi karan-
lığa getirmek demek olur.
Bunun için devlet bu yön-
de başanlı olmak zonında-
dır.
AKS
PENCERE
Bu Diizen Değişmezse
Ülke Cehennemleşir...
Piyasada hızlı kulağı kesiklerin diline bir sözcük
pelesenk oldu:
- KâğıtL
Yalnız kulağı kesikler mi
di banka müdürünün bile
parlıyor.
Ne kâğıdı bu?..
"Devlet kâğıdı!.."
"/câö/f"diyorlar?..Cid-
"kâğıt" derken gözleri
Sokaktaki yurttaş "mektup kâğıdı, tuvalet kâğı-
dı, iyi hal kâğıdı, gazete kâğıdı" dışındaki kâğrtlar-
la pek uğraşmaz; bir de bilse bilse kâğıt parayı bi-
lir. Ne var ki "devlet kâğıdı" kâğıt parayı çoktan sol-
ladı.
Nedir devlet kâğıdı?.. Köşe yazısının raconuna
uyması için nasıl anlatmalı?..
Devletin, üstünde 100 bin, 500 bin, 1 milyon ya-
zan kâğıtları yok mu?.. Devlet bu kâğıtlan piyasa-
ya sürerken yurttaşa ne güvence veriyor:
- Bu kâğıdın üstünde benim imzam var!..
Yurttaş vergi mi verecek, elindeki kâğıtla borcu-
nu oder; çarşı pazarda alışverişini yapar, isterse pa-
rasını bankaya yatınp faizini alır; ama adına "Türk
L/ras/"denilen kâğıdın değeri enflasyon yüzünden
hızla düşüyor.
Devlet bu durum karşısında ne yapıyor?..
•
Devlet bir kâğıt daha çıkanyor ki bu da ülkenin
varsılları, zenginleri, ensesi kalınlan, kodamanlan,
trilyonerteri için...
Bu kâğıt başka kâğıt!..
Bu kâğıdın üstünde de 1 milyon, 100 milyon, 1
milyar gibi rakamlar var; ama bu kâğıdın değeri -
kâğıt paranın tersine- enflasyonla düşmüyor; dev-
let güvence veriyor: Bu kâğıdı alan kulağı kesik, be-
lirli bir süre sonra üstüne yüksek faiz eklenerek ço-
ğalan parasını geriye alacak; yani paradan para ka-
zanacak...
Devletin kâğıt parasının değeri düşüyor...
Devlet kâğıdının değeri yükseliyor.
• ' •
Denebilir ki:
- Canım, "malumu ilam"dan gayn ne var bun-
da?.. Dünyanın öteki ülkelerinde de devlet gerek-
tiğinde hem kâğıt para, hem de adına senet de-
nilen bono, tahvil gibi kâğıtlar çıkanr...
Doğrudur...
Ancak bizde devletin kâğıt oyunu anadan doğ-
ma kumarbazın kâğıt oyununa döndü; sermayeyi
kediye yükledi devlet, parasal ekonomide kâğıtla
oynadıkça borçlandı; hasta kumarbaz; evini, bar-
kını, ceketini, pantolonunu, kansını, kızını kumar
masasında oyuna sürer; bizim devletin de namu-
su elden gitti; vannı yoğunu hiçbir zaman kazana-
mayacağı bir kumara yatınyor.
• '<:'•
Piyasada kâğıt paranın değeri düştükçe, devlet
kâğıdının değeri arttıkça, herkes "paradan para
kazanmaya" yöneldi; kazığı yiyen halk sayısal lo-
todan medet umuyor; ama bankalar, hold(ngleca
ştrketter, devlet kâğıdıyla oynadıklan için hep3S-
zanıyorlar,
r
-*
Devlet çoktan iflas etmış; ama iflas bayrağtnı çev
kecek yerde bayrağın sopasıyla halkı kazıklayıp
bu düzeni yürütmeye çabalıyor...
Bu düzen yürümez...
Bu düzen iflas etti...
•
Devlet vergi salamıyor...
Vergi salamayan devtet, devlet değildir; para ba-
balannın bostanında korkuluktur.
Bu düzen değişmeli!..
Eğer bu düzen değişmezse, yann bugünleri ara-
nz, ülke cehennemleştikçe cehennemleşir.
ADRES DEĞİŞİKLİĞİ
Av. Mustafa Özkan KÖKÇELİ
Yeni Adresi: İstiklal Cad.
Engen Han No: 65 K.3 Taksim
Tel: 0 212 292 38 83
Bir yürek de sîzin katkınızla çarpsın
TÜRK KALP VAKFI
19 Mayıs Cd. No: 8 Şişli/İSTANBUL
Tel: (0 212) 212 07 07 (pbx) 10 Hat
I Pir ve konukları
her Perşembe
Türkiye ekonomisini ve
İ dünya borsalarını
değerlendiriyor.
EKONOMI DUNYASI