05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13 EKİM 1997 PAZARTESİ OLAYLAR VE GORUŞLER 75. yıldönümünde Başkent Ankara... HUSEYİN ATABAŞ A nkara. tarih boyunca Doğu ile Batı arasında bir köprü işlevi gör- müş, o nedenle de za- man zaman çatışmala- ra, savaşlara tanık ol- muştur. Banşa kavuştuğu dönemlerde dışa açılarak gelişmeye çalışmış, kan- şık dönemlerde Kale içine çekilerek bir "sığınak kent'" olarak varlığını sürdür- müştür. Dışa açılmanın en parlak döne- mini ise 15. yüzyılda Ahîler zamanın- da yaşamış. Çünkü Ahîler'i toprak mül- kiyeti değil. tecimsel etkinlikier daha çok ilgilendiriyordu. îşte bu nedenlerle, tarih boyunca bir üretim, bir ticaret merkezi görüntüsü vermesine karşın, kent olarak beklenen gelişmeyi gösterememişti. Ancak Cumhuriyet'le birlikte başkent Anka- ra'nın planh birbiçimde yeniden kurul- ması çabalannın başlaması. yalnız ül- kemizde değil, dünyada da önemli ge- lişmelerden bindir. Kuşkusuz bu çalış- malar yalnız Ankara'nın degil. cumhu- riyetçilik ilkesinin özü olması gereken demokrasiye uygun olarak. tüm ülke- nin bayındırlık sorununu da çözmeyi amaçlıyordu. Genç Türkiye Cumhuri- yeti'nin başkentliğine soyunan bir Ana- dolu kasabası olan Ankara ışte bu ama- cın öncelik ve önderlik hakkına sahip- ti. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ön- cüliiğünde geliştırilen tasanlarla 1927 yılında açılan bir yanşma sonucu, An- kara'nın kentsel planlama işi Alman kentbilimcı HermannJansen'e venldi. Başlatılan çalışmalarla. "Kentbilimde 1950'lere kadar dünyada örnek bir ye- ri bulunan Ankara'nın başkent seçil- mesiyie yurt düzeyinde dengeii bir yer- leşme politikasının ilk adunı da abbyo- du." (Prof, Fehmi Yavuz), "Farklı kül- tfir etkinliklerinin >apümasını sağlayan yapüarla kentin donahlması öngorülü- yor; geniş buharlam la. yeşil alanlany- la ve Osmanlı kent dokusundan tümüy- le ayn bir planlama anlayışıyia yepyeni bir kent kuruluyordu."(Prof. MeteTa- pan) Ankara'nın planlanması ve planla- maya uygun olarak kentleşmesini sağ- lamak için bır örgüte de gereksinim vardı kuşkusuz. Bu nedenle ve yine Atatürk'ün yönlendirmesiyle 1928 yı- lında, Içişlen Bakanlığı'na bağlı "An- kara Şehri Imar Müdürtüğü" kuruldu. Önceleri vali-belediye başkanmın, valilikle belediye başkanhğının aynl- masından sonra belediye başkanmın başkanlığındaki "Imar tdare Heyeti" tarafindan yönetilen bu kuruluşun özel statüsü. 1985 yılında yürürlüğe giren imar yasası ile ortadan kaldınldı. An- kara bugün öteki kentlerimize göre da- ha uygar bir görünüm veriyorsa, bunu o özel ilgiye. yanı yine o ilgiyi sağla- yan Atatürk'e borçludur. Bugünse, hepsi bir yana, Kızılay alanına dikilen çirkin "Kızıiay Rant Binası", Ata- türk'ün ruhunu son derece rahatsız edi- yordur. Çok daha çirkin hesaplar uğruna An- kara üzerinde oynanan oyunlar ise he- pimizi tedirgin ediyor. Orneğin. kent kültüründen ve kentlilik bilincinden pa- yını alamamış olanlar. Ankara kentini çevTe yoluna dönüştürdüler. Bir anda salkım saçak gökdelenlerle doldurarak. o güzelim Dikmen Vadisi Projesi'ni, bitrneden "bitirdilerr Atatûrkçfi dfişünce akılcıdır Uygarlığı bir bütün olarak düşünen- ler, daha Kurruluş Savaşı sürerken An- kara'yı toplumsal (sosyal) ve eğitsel kurumlarla binalarla donatmayı tasar- lıyorlardı. 1922 yılında kurulan Anka- ra Halk Kütüphanesi çağdaşlaşmaya verilen önemin ilk göstergesidir. Bu- gün ise Ankara. çirkinlik ömeği yapı- larla birlikte, "dinsel mimari" örnekle- ri ve kurumlan ile dolduruluyor, yıpra- tıhyor. Yıpratma olayı, yalnız fiziksel olarak değil, ilgili ilgisiz her olay kul- lanılarak sürdürülüyor. Orneğin Zeki Müren'in ölümü bile bahane edilerek. Mustafa Kemal Ata- türk'e dil uzatıUyor. Halkın yumuşak duygulan okşanarak, köktendincilik Cumhuriyet'in göbeğine oturtulmak is- teniliyor. Oysa. hangi dinsel ve düşün- sel görüşten yana olursa olsun, Türki- ye Cumhuriyetı vatandaşı olup da Ata- türk'e dil uzatmanın mantığını anlamak olanaklı değildir. Çünkü Atatürkçü dü- şünce akılcıdır. Arapça "din" sözcüğü- nün anlamı da "akıl yürütme, hüküm vermelyargılama''dır. Yani. insanlann düşünüp taşındıktan, düşüncelerinı ye- niden us süzgecınden geçirdikten son- ra bağlanacaklan inancı seçmiş olma- lan gerekir. Durum bu iken, insanlan yaşadıklan dünyadan kopuk bir körlü- ğe taşıma çırpınışlannın altında, din duygulannın ötesinde başka nedenler aramak gerekir. Din gereklerinin yerine getirilmesi için uısanın özgürlüklerine sahıp olma- sı da gerekJi koşuldur. Bugünün koşullan içinde Atatürk'ü eleştirmek kolaydır! Ne ki. Ulusal Kur- tuluş Savaşımızm üzerine kurulan ya- pılanmanın kökeninde çok önemli ya- şamsal değerler varken, onlann örgüt- leyicisi Mustafa Kemal Atatürk'ün dünya görüşü ve yaptıklan, yapıtlan or- tadayken. saldınlann onun kişiliğine ve aile yaşantısına varacak bir noktaya gelmesi, tam anlamıyla bilgisızlık, bi- linçsizlik ve duyunçsuzlukla (vicdan- sızlıkla), kara yobazlıkla açıklanabilir. Burada sözü edilen, tanh bilgisinden yoksunluktur. Özellikle belirli bir kesi- me seslenen, dedikoducu, popülertanh kitaplanndan beslenen görüş, dogma- tik ve skolastik din inancı ile birleşin- ce Atatürk'ün çağdaş ve laik yönseme- lerine saldınlıyor. Servüer de bizimdir! Bugünkü duruma durup dururken ve bir anda gelinmediğini de anımsatmak istiyorum. Yaşanılan pervasızlığın ne- deni, demokrasi diye diye, demokrasi- nın altyapısını oluşturanlann birer dik- tatör gibi gösterilmesi, laiklikten veri- len ödünler ve tam bağımsızlık ilkesi- ne düşüriilen gölgedir. Giderek, ulusal bağımsızlık anlayışı- nın yerine, ümmet anlayışını geçerli kılmak istiyorlar. Bu yolda, insanlan- mızın yaşama sevincini yok etmek için ömeğin, Ankara'nın en işlek bulvarla- nndan biri olan Gazi Mustafa Kemal Bulvan üzerine servi ağaçlan diktiri- yorlar. Servilerin oraya dikilme emrini verenler, akıllannca. insanlara ölümü, öte dünyayı anımsatmak istiyor, Anka- ra'ya "dinsel" bir görünüm vermeye çalışıyorlar!.. Ama bilmiyorlar kı, ser- viler "yalnız ölümü değil, bu dünyayı, yaşamı, yaşama dair şeylerL." de anım- satır bize. Yeşilinden, gölgesinden ya- rarlandığımız "servüer de bizün"dir. Bugün 13 Ekim 1997, Ankara'nın Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti olu- şunun yetmiş beşinci yıldönümüdür. Bu mutlu gün Ankara'da mehter marş- lan ilekutlanıyor!.. Cumhuriyetin getirdiği kazanımlan tepe tepe kullananlann neyin peşinde olduklan belli!.. Bu durum karşısında; cumhuriyeti- mizin devamı, demokrasimizin yetkin- leşmesi, ülkemizin ve insanımızın esenliği için, çağdaşlaşma savaşımını dünkünden daha kararlı bir biçimde sürdürmemız gerektiğini düşünüyo- rum. SSK Yönetiminin Anatomisi Av. Dr. CENGİZ ABBASGİL S osyal Sigortalar Kuru- mu'nun kuruluş yasasında birinci maddede. kurumun özel hukuk hükümlerine tabı, mali ve idari bakım- dan muhtar (özerk) bir devlet kurumu olduğu yazılıdır. Bu açık yasa hükmünün ne dereceye kadar hayata geçirilebileceğini yine 4792 sa- yılı aynı yasanm hükümlenne göre ir- deleyelim. Bakalım bu açık yasal ku- ral işleyebilir mi? Gerçek bır özerklik sağlanabılir mi? Yasa, ikınci maddesinde kurumun or- ganlannı şöyle belirlemiş: Genel mü- dürlük kuruluşu, yönetim kurulu, ge- nel kurul. Şimdi gelelim bu organlann oluşturulmasına. Yasanın dördüncü madde hükmüne göre genel müdür ile yardımcılan (beş kişi) Çalışma ve Sos- yal Güvenlik Bakanı'nın önerisi üze- rine müşterek karar ile tayin olunur. Yani, genel müdür ve yardımcılan, si- yasal erkin kafa yapısına ve istencine göre yapılanacaktır. Doğaldır ki ona göre de bağımlı ola- caktır. Yine aynı yasanın onuncu mad- de hükmüne göre yönetim kurulu, ge- nel müdürün başkanlığında altı kişiden oluşmaktadır. Bunlardan ikısı Çalışma Baka- nı'nın. biri Dış Ticaret Müsteşarlı- ğı'nm bağlı olduğu devlet bakanımn önerileri ile ortak kararla atanmakta- dırlar. Yani gene siyasal erkin ve onun seçimi behrleyici olmaktadır. Yönetim kurulunun geriye kalan üç üyesi ise iş- çi. emekli ve işvereni temsilen kuru- mun genel kurulu tarafindan seçilerek belirlenmektedir. Genel kurul ise şöy- le oluşturulmakta: Malıye, Sağlık, Ça- lışma. Sanayi bakanlığı. Hazine Müs- teşarlığı, Devlet Planlama Müsteşarlı- ğı, Yüksek Denetleme Kurulu'ndan bi- rer temsilcı. Yükseköğretim kurumlanndan gö- revlendirilen beş öğretim üyesi. En çok işçi ve işvereni temsil eden işçi ve iş- veren kuruluşlannca seçilecek ellişer temsilci. Aynca en çok üyesi bulunan işçi emeklisi kuruluşu tarafindan da gösterilen on temsilci. Bütün bu sayı- lanlann bir araya gelmesi ile genel ku- rul meydana gelmektedir. Genel kurulun oluşmasını hükme bağlayan yasanın on ikinci maddesin- de, genel kurulun üç yılda bir yapıla- cak toplantılannda başkanlığın Çalış- ma Bakanı veya göstereceği kişide ola- cağı da belirlenmiştir. Görevi ise yasanın on dördüncü maddesinde görüleceği gibi, görüş bil- dirmek, Çalışma Bakanı isterse istişa- ri mahiyette karar almak, işçi işveren ve emekli yönetim kurulu üyelerini seçmekle sınırlıdır. Anlaşılan o ki yönetim kurulunun üç üyesini belirlemeden öte etkin bir gö- revi yoktur. Kaldı ki bu görevin de ne dereceye kadar yeterli ve geçerli oldu- ğu kuşkuludur. Zira, her ne kadar bir tek işveren kuruluş varsa da işçi kesı- minde üç kuruluş bulunmaktadır, hep- sinin de azımsanmayacak üyesi bulun- maktadır. Bu durumda sadece birine temsilci gönderme hakkı tanımak demokratik temsil ilkesini zedeleyeceği gibi, hak- sızlık da olmaktadır. Diğer taraftan emeklilerin temsilinde de sayısal hak- sızlık söz konusu olabileceği gibi, tem- silci gönderen kuruluşun da yeterliliği tartışmalı olabilir. Bütün bunlar bahse değer. Gelelim asıl konumuza. Böyle bir yapıdaki yönetimden. ya- rarlı ve büyük işler nasıl beklenebilir. lpleri siyasi erkin elinde olan bir yöne- tim kurulu, görevi sadece görüş bildir- mek olan bir genel kurul. İstendiği ka- dar yasanın birinci maddesinde, kuru- mun özel hukuk kurallanna bağlı ma- li ve idari bakımdan muhtar (özerk) bir kurum olduğu yazılsın. Bunun yazıldı- ğı gibi olması için siyasi erkin etkinJi- ğinin ortadan kaldınlması, özerkliğin gerektirdiği ortamın yaratılması gere- kir. Bunun için de. öncelikle bu yöne ilişkin yasal değişikliklerin yapılması zorunludur. Yoksa siyasi erk temsilci- lerinin insaf ve dürüstlüklerine sığın- maktan başka çare görülmemektedir. Kurum özerk bir yapıya kavuşturulma- dıgı sürece, son olarak DlSK'e bağlı on üç sendikanın haklı olarak seslendirdi- ğı gibi "SSK yönetimi rahat bırakıl- sın" feryatlan sürüp gidecektir. CUMHURÎYETTEN OKURLARA ORHAN ERİNÇ Yolsuzlukla Savaşımda Hangi Noktadayız? Susurluk olayının ilk günlerinde yolsuzlukların önlenmesi konusunda büyük bir savaşıma tanık olmuştuk. Politikacısıyla, bürokratıyla, yazarı-çi- zeriyle hemen herkes görünürde yolsuzluklarıp peşine düşmüştü. Sonunda, geleneklere aşırı de- recede bağlı toplumlarda yaşanan gerçek bizde de yeniden oluştu. Yolsuzlukla savaşım yerine, yolsuzluğa karşı hoşgörü göstprme eğilimi ağır bastı. Şu anda ülkemizde birtek uyarı ve tepki ey- lemi var. Yurttaş Girişimi'nin "Sürekliaydınlıkiçin bir dakika karanlık" eylemi. Aslında yolsuzluk yalnızca ülkemizde değil, tüm devletlerde yaşanan başlıca sorunlardan biri. Bu nedenle yolsuzluğun ancak toplumsal saydamlık- la engellenebileceği görüşünde olanlar örgütler oluşturdular. Aralarında Türkiye'de örgütlenen Toplumsal Saydamlık Hareketi Derneği'rim de yer aldığı 93 ülkedeki örgütler Peru'nun başkenti Lima'da bir arayageldiler. "8'inci Uluslararası Yolsuzlukla Sa- vaş Konferansı "nın sonunda 11 Eylül 1997 günü yayımlanan "LJma Beyannamesi"n\ hazıriadılar. Beyannamede, ulusal ve uluslararası düzeyde- ki yolsuzlukların etkileri konusunda şu sonuca va- rıldığı açıklandı: "Yolsuzluğun; Toplumda ahlak sistemini yozlaştırdığına, Fakir ve muhtaç gruplann ekonomik ve sosyal haklannı ihlal ettiğine, Demokrasiyi temelinden sarstığına, Uygar toplumun temeli olan hukukun üstûnlü- ğü ilkesini alt üst ettiğine, Kalkınmayı geciktirdiğine, Toplumları, özellikle fakirleri serbest ve açık re- kabetin yararlanndan mahrum ettiğine inanıyoruz." Yolsuzlukla savaşım için kamu ve özel her ku- ruma, özel sektöre, tek tek kişilere düşen görev- ler de beyannamede yer alıyor. Aralarında yapılabilirliği Türkiye için de olanak- lı olanlar var. Ancak bir önlem önerisi var ki, insa- nın umutlannı kırıyor: "Yolsuzluktan sabıkalı kişi- lerin politik makamlara ve kamu güvenliği ile ilgi- li yerlere atanmalannın önlenmesi." Beyannamede basına düşen görevlere de yer verilmiş: "Bağımsız bır yazılı ve sözlü basın esastır. Fa- kat etkin bir basın için haksız yere rahatsız edil- meme, bilgialma hürhyeti (gerek vatandaş gerek basın için) ve endişeleri dile getiren doğru beyan- ları susturmada kullanılmayan yasalara ihtiyaç vardır. Basının rolünü oynayabilmesi için hükü- metleri, sivil toplum örgütlerini ve özellikle yine basını da şartlann oluşması için birlikte çalışma- ya davet ediyoruz. • Arkası 15. Sayfada ..IM>.' •• .. B i z i d u y u y o r l a r m ı a c a b a ? Türkiye'nin güvenilen, tercih edilen sigorta şirketi olduğumuzu... Türkiye İş Bankası'nın bir kuruluşu olarak sağlam temeller üzerine kurulduğumuzu. Geleceğin Sigortası ile her yıl binlerce emekli yarattığımızı... Kişiye Özel Sağlık Sigortası ile uygun seçenekler sunduğumuzu... Bugüne kadar sigortalılarımıza verdiğimiz sözleri tuttuğumuzu... Türkiye'yle birlikte büyürken, Türkiye'de bir güveni büyüttüğümüzü. Aslında bütün işimizin onlara mutlu, huzurlu, sağlıklı bir gelecek hazırlamak olduğunu... \ h i s s e d i y o r l a r g a l i b a ANADOLU HAYAT "Türkiye I; Bankası kurulu;udur
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle