25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 AĞUSTOS 1996 CUMA 14 KULTUR Yılmaz Güney, Şerif Gören, Zeki Ökten, Ali Özgentürk, Erden Kıral ve diğerleri FARUKGUNALTAY Türk sinemasının gelişimı içınde Yıl- maz Güney'in özel bir yer işgal ettiği açıkça ortadadır. Önemi sadece tarzına ya da kışiliğinin çeşitli yanlanna bağlı değildir. Gerçek bir sinema serüvencisi olan Güney öykü yazan, senaryocu, po- pülerbiroyuncu. gerçek bir star, prodük- tör ve yönermen olmuştur ama sinema- >a 70'İi yıllarda damgasını vurmasının :ek nedeni cesareti, siyasi angajmanı, in- >an hayatının duy arlı manzaralanna açıl- •na kararlılığı gibi özel nitelikleri ya da bunlann doğurduğu sonuçlar değil. ay- aı zamanda onu bazen örnek olmaktan cok uzak, uygunsuz davranışlara sürük- leyen kusurlandır. Bir Robin Hood Yılmaz Güney herşeyden önce halkın bağnndan çıkmış. büyük bir sinema ve hayat tutkusuyla ilerlemiş olan. yaşadı- ğı dönemin ortay a çıkarmış oldugu bır kahramandır; bunun karşılığında. o da sankj çagdaş Türkiye'nin Robin Hood'u olmayı düşlercesıne topluma ıçinde ken- dıni görebileceğı bırayna uzatmıştır... Bu bağlamda çağını ve özellikle de kendi neslinden bazı sinemacılan etkile- mişti. Ama yine de acaba sinematogra- fik alanda onun eserini sürdürmek için onun yolunda ilerleyen müntlenn etra- finda döndüğü bir usta olduğunu söyle- yebilir miyiz? Bu olgulara uymayan bir bakıştır. Bunu ifade etmek onun eserinin önemini ya da Türk sinema tarihinde oy- namış oldugu rolü ve yerini azaltmaz Yılmaz Güney'in gıkergâhını esasen se- naryocu (çoğu zaman bu alandaki çalış- ması bitmiş bir biçime ulaşamayıp konu veöyküoluşturmaklakısıtlıdır),oyuncu. prodüktör ve yönetmen olarak yaptıkla- n oluşturur Bu güzergâh boyunca siya- si sansüryüzünden birçok kez hapse gir- miştir. Bu onun enerjısini kıramamış ama, çok güvenıJir olmayan kışilerle te- mas etmesine neden olmuştur. Belki de dostlannı ve hayranlanni üzen şaşırtıcı, hatta kuşkulu davranışlannm nedenleri- ni burada aramak gerekır... Türk sinemasında bir pencere Ardında bıraktığı iz, çeşitlilik göster- digi kadar karmaşık ve özgündür. Geri- yedönüpbakıldığında, "Umut"tan "Du- var"a uzanan sinematografik yapıtı he- terojendir. Filmlerinin bazılan zamana karşı koyamamakta, ama bazılan da ade- ta birer kılometre taşı, güçlü birer yara- tı olmayı sürdürmektedir. Ilk filmi de son filmi de böyle filmlerdir. "l/mut", ne Türk sinemasının ne de yeni bir ekolün kurucusudur. Umut da- ha çok toplumun ve halkın kaygılannı gözeten siyasi bır angajmana dayanan sinematografik biryakla$ıma açılan pen- ceredir. Yanı bir muhalefet sinemasıdır ve bu sinema belirli ölçülerde tıcari Yeşilçam sinemasının kalıplanna sırt çevirir. Bu pencere. yaratıcı sineması gibı yenı yol- lann keşfedilmesıni sağlavacak ve Şerif Gören, Zeki Ökten, AÜ Özgentürk. Er- den KıraJ gibi Yılmaz Güney'e ve bir- birlerine hiç benzemeyen ya da Ömer Kavur ve YavuzOzkan gibi daha da fark- lı birçok sinemact. herbiri kendi tarzın- da. bunlan deneyeceklerdir. Öziemle andığımız Onat Kutlar "L'mut r 'un Türk sınemasındaki yerini gayet net bir biçimde belirlemiştir: "l'mutile bir ilkyolaçılmış oldu. L'mut'ta ilk kez klişe olmayan köylii kahramanlar ve köy gerçelderi görüldü. Bu, toplumsal sorunlara açık bir sinemanın gelişmesini sagladığı gibi bu sinemanın natüraJizm ile realizm arasjnda bir yerlerde sıkışıp kal- ması ve yerikn feodal geleneklere belirli bir hayraniık u>andırma riskini de taşı- yordu." (1) Hatta şunu da ekleyebılıriz: Vönetmenin kısiliğindekı çelişkilerden ileorman T T 1 V*/ e aktan bakıidığında, Batılı sinema eleştirmenleri için Türk sineması isimsiz bir marka gibiydi. Medyatik kolaylık adına Yılmaz Güney bu sinemanın seçkin markası ilan ediidi ve ağaç ormanı gizlemiş oldu... Açık seçik bir biçimde bir kez daha söyleyelim, Yılmaz Güney'in gerçek konumunu yerine oturtmak onun layık oldugu yeri yadsımak değildir. Güney'in sinematografik bir ekol ya da akımın ustasmdan çok devinime yol açan bir tetik olduğunu anımsatmakta yarar vardır. Yılmaz Güney, Şerif Gören, Zeki Ökten, Ali Özgentürk ve diğerlerine gelince. Ağaç, ormanı, özellikle de bu isimlerin araJanndaki ortak noktalan gizlememelidir. birini oluşturan bu feodal geleneklere duyulan hayranlığın gündelik yaşamın dav ranışlanna da yansıması nski de var- dı. Yılmaz Güney 'in bunca insanı etkile- mesinın ve büyülemesinin nedeni "L'mufun getirdiği ve özgür. çeşitli ve farklı bir bakısın yönelebileceğı yeni uzamlan ortaya çıkaran verimli açılma- dır. Böylece çok sayıda sinemacı kişisel bir tarza yönelme olanağını buldu. Gü- ney aynı zamanda cesareti, siyasi angaj- manı ve maruz kaidığı haksız ve acıma- sız baskı nedeniyle de çekicıydi. zaten bu baskı hayatının bazı aniannda onu hata yapmaya itti. Bu yüzdendirki. Şerif Gö- ren ya da Zeki Ökten gibi birçok sinema- cı dayanışma ve kardeşlik adına ona eş- lik etmiş ve dogrudan ya da Ali Özgen- türk ve Erden Kıral gibi daha uzaktan destek olmuşlardır. Zaten hepsi Atıf Yd- maz'ın asistanı ya da yardımcısfyken ta- nışmıştır. Erden Kıral da Yılmaz Gü- ney'in yerini iyi tanımlıyor."Tüm bu si- nemacılar l'mut'ta göriiİen o at arabasın- dan inmiştir. Biz hepimi/ o faytondan in- dik. Yılmaz Güney sinemamıza çok bü- yük bir enerji getirdi ama, ardında bir ekol brrakmadı. Ve yazık ki daha çok kendi sinematografik dünyasını gelişrir- mek. popüler bir sinema, halk sineması diye tanımlayacağım bir sinema oluştur- mak derdindeydi. Sinemanın biçemini belirleven anlarmak istediğivdi. Biçem ile içerik arasında karşılıklı bir etkileşim \ardı._ İştc tam o sıralarda bizim sinema- mız Avrupa'ya açılmaya başladı. Ama Avrupa'da şöyle bir denklem kuruldu: Türk sineması - Yılmaz Güney." (2). Erden Kıral"ınsöyledigi,karmaşık bir gerçekliğe Batı'nın kaba hatlı, koruma- cı. rahat ve tembel yaklaşımına dayanan olguyu özetlemektedir ne yazık ki. Uzaktan bakıidığında. Batılı sinema eleştirmenleri için Türk sineması isim- siz bir marka gibiydi. Medyatik kolaylık adına Yılmaz Güney bu sinemanın seç- kin markası ilan ediidi ve ağaç ormanı gizlemiş oldu... Açık seçik bir biçimde bir kez daha söyleyelim, Yılmaz Güney'in gerçek ko- numunu yerine oturtmak onun layık ol- dugu yeri yadsımak değildir. Güney'in sinematografik bir ekol yada akımın us- tasmdan çok devinime yol açan bır tetık olduğunu anımsatmakta yarar vardır. Ormanda Güney'in güçlü kişiliği ve cesareti bir- çok sinemacıyla işbirliği yapmasını sağ- ladı. Başta ŞerifGören olmak üzere. Gö- ren. Güney'le yedi sene boyunca önce kurgucu, sonra asistan olarak çalıştı, Gü- ney ısrarla onunla tüm sene için anlaşı- yor böylece varlığının vazgeçılmeznite- liğini kabul ediyordu. "Umut". "Umut- suzJar". "Ağıt", "Acı". "Arkadaş"ve "Bir Çirkin Adam" filmlerinde Gören, Güney'in asıstanlığını yaptı. Kurgucu olarak Güney'in filmlerinin vurgulu ve yoğun bir tempoya sahip olmasına kat- kıda bulundu. bu da Gören'e göre, mo- tordenilene dek birkaralama halinde ka- lan senaryo y üzünden teknik dekupaj ve çekim planının zayıf noktalarını denge- lemiştir. Yılmaz Güney'in üst üste hapse gir- mesi nedeniyle. onunla dayanışma adı- na Gören yönetmenliğe başlamıştır. Ilk filmi. Güney"ın senaryosunu bitırecek zamanı bulamadıgı bır öyküsünden yo- la çıkan "Endişe"dir. Yenıden hapse gı- ren Güney. Erden Kıral'dan " \ b r tasa- nsını çekmesinı ıster. ama on yedı gün- lük çekimden sonra görüş aynlıklanndan ötürü Kıral tasanyı bırakır. Şerif Gören tasarıyı sürdürmey ı kabul eder ama, senaryosu karalama halinde olan öykünün baş kahramanlarını on bir kışiden dört kişıye ındirir. Film hepımi- zin bildigi başany ı elde eder. 1982 y ılın- da Cannes Fılm Festıvalı'nde Altın Pal- miye ödülleri verilirken. \ılmaz Güney çekiminherbirplanınıhapıshanedenyö- netmış olduğunu ileri süren, akıldan uzak efsanenin pınltısıyla ortaya çıktı. Filmin medyada promosyonunu sağla- mak gibi kuşkulu nedenlerle yaratılan bu yapmtı uzaktan yönetim ya da telesi- nema dıye özgün bir anlayışa yol açtı! Uluslararası basın tarafından sinemacı olarak çalışması elinden alınan Gören de o zamanlar açıkça yönetimde olan aske- ri baskının ılgısinemazharoldu. "YoT'un senaryocusu ve prodüktörü olan Gü- ney'in de Gören'in adını anmamış ol- ması sinematografik bır ekol ya da akı- mın ustası olmak gibi birderdinin olma- dıgını kanıtlıyordu. Durum daha çok telif hakkı ve final cutuygulamalannınŞarkusulübirörne- gini sergiliyordu. Halen 45'ten fazla fıl- me, ki bunlann bazılan vasat bazılany- sa hak ettiklerı ılgıyı görmemis olan ha- rikulade filmlerdir ("Kan". ~Dcrman". ~Be>oğlu'nun Arka Yakası"). ımzasını atmış olan Şerif Gören'in ızlediğı yol, onun tam bır Mnemacı ve Yılmaz Gü- ney'den bağımMZ. çeşitlilik taşıyan bir eserin yaratıcısı olduğunu gösterıyor. Aynı durum "Sürü'"\e "Düşman"dışın- da "Ses" ya da •*Pehli\an"ve "Da\acr gibi çok heyecan \erıcı filmler gerçek- leştirmış olan Zeki Ökten ıçın de i:eçer- lidir. Öyleyse Yılmaz Güney. Şerif Gören. Zeki Okten. Ali Özgentürk ve diğerleri- ne gelince. Ağaç. ormanı, özellikle de bu isımlenn aralarındakı ortak noktalan gizlememelidir. bu ortak noktalarşunlar- dır: Önce hepsı Atıf Yılmaz'ın asistanı olmuştur, sonra hepsı tutkuyla tican sı- nemadan kaçmaya çalışarak bir yaratıcı sineması yoluna girmiştir. sansür karşı- sında kardeşçe oldugu kadar karmaşık, gergin, çelişkıli, yani tek kelimeyle pa- radoksal (tıpkı yaşam gibi) bırdayanış- mayı paylaşmıştır. özellikle de polisiye. siyasi ve toplumsal güçlüklere rağmen herbin kendınce. ınatla sinema tutkusu- nu yaşamak tutarlıiığını göstermıştir. Bugün. en güçlü kişilige sahıp olan Yıl- maz Güney artık yok. Layık oldugu yer bir bütiın olarak duruyor. Dığerlen ken- dilerince çelişkıli, çeşitli, bazen görüş aynlıklan taşıyan sinema mtkulannı sür- dürüyorlar, dağınık birdeğışimın sancı- lany la kıvranan bır ülkenin toplumsal ve ekonomik sıkıntılanna göğüs gererek. (1) Contreplongee dergisisayı 13 Mart - Nisan 1989. (2) Contreplongeedergisisa\i. 19 Mart 1990 'Ölüm kadar güzel, günah kadar çekici' Kültür Servisi - Fransa'nın. y ıllandıkça güzelleşen şaraplan kadar ünlü yıldızı Catherine Deneuve. geçen ayiarda düzenlenen 49. Cannes Film Festivali'nin gözde simalan arasındaydı. Deneuve, festivalin yanşma filmleri arasında yer alan. ünlü yönetmen Andre Techine'in yönettiği 'Les \bleurs' (Hırsıziar) adlı filmde. kız öğrencılerinden binne aşık olan bir felsefe profösörünü canlandınyordu. Fransa'nın güzellik sembolü Deneuve, kariyerinin dönüm noktalan arasında yer alan bu rol ile, sinema dünyasının ilgisini yenıden iizenne çektı. Eleştirmenler. 53 yaşındaki ünlü oyuncunun lezbiyen birögretmeni canlandırmasını 'cesur bir seçim' olarak değerlendınrken Deneuve. "Film, bir kadının hemcinsiyle vaşadığı aşkın öyküsü.. Benim için önemli olan nokta, bunun bir aşk övküsü olnıas/ydı. Kadın, bir erkeğe de âşık olabilirdi. Bunda yadırganacak bir şey göremiyorum" diyor. Ancak. Fransız basınında, ünlü oyuncunun lezbiyen eğilimler taşıdığına dair haberlerin çıkması Deneuve'ü çok rahatsız ediyor: **Bu filmin bir parçası. Böyle olduğumu düşünüyorlarsa diledikleri başlığı atsınlar ama bir gazetenin ilk sa\ fasında. korkunç bir uçak kazasının fotoğraflannın hemen yanında kırmızı büvük harflerle 'Deneuve lezbiyen!' başlığını görmeve dayanamıyorum. Bu benim için çok ucuz bir tarz". Deneuve. son olarak 'Ma Saison Preferee'' (Sevdiğim Mevsim) ve 'Les Voleurs'(Hırsıziar) adlı filmde birlikte çalıştığı yönetmen Andre Techine ile çok iyi bir ekip oluşturduklan düşüncesinde. Bir filmde rol almayı kabul ederken canlandıracağı karakterden çok, birlikte çalışacağı vönetmenin önemli olduğunu söylüyor Deneuve. Fransız sinemasının bu güzel, hüzünlü yüzü bugüne dek 70"i aşkın filmde rol aldı. 'Gündüz Güzeli'nin y önetmeni Luis Bunuel. onu 'ölüm kadar güzel, günah kadar gizemu" dıye niteliyor. Deneuve ise, sinemada çizdiği gizemli, soguk, güzel kadın tiplemesı üzerine şunlan söylüyor: "Insanlann beni yaklaşılmaz olarak görmesini istemiyorum. Belki onJar için bir semboi olabilirim ama her zaman onlardan biriydim_ Yenilikçi yönetmenlerle çalıştım, çizgi dışı karakterleri canlandırdım ama yanına yakJaşılmaz bir insan olduğumu sanmıyorum. Sakin bir yapım var fakat buzlar kraliçesi de değiiim" Catherine Deneuve. 1991 yılında Oscar ödülü alan 'Indochine'de birlikte çalıştığı yönetmen Regis Uârgnier ile yeni bir proje üzerinde çalışıyor. Gelecek yıl ise Şilili yönetmen Raoul Ruiz iie yeni bir film yapmayı planlıyor. Başarı Tarkan'm, başarısızbk Ertegün'ün ZEYNEPSAVGI Ahmet Ertegfin'ün Bod- rum'daki evindeyiz. Bu yaş- lı Bodrum evi ilk kez bu ka- dar çok gazeteciyi birarada ağırlıyor. Günübirlik tstan- bul'dan Bodrum'a özel uçak- la getirilen basın mensupları evin arka bahçesinde yeşil- likJer arasında sakin bir or- tamda konuşmacılan bekli- yor. Ancak aramızda bir kişi hiç de sakin değil. İçinde bu- lunduğumuz organizasyo- nun ve daha nicelerinın başa- nlı yaratıcısı Ahmet San, ko- nuşmacılan beklerken, bu kez de kameramanlan ve fo- toğraf muhabirlerini rahat çalışmalan için organize edi- yor. Çekmek istedıkleri gö- rüntüler için pek çok kez gü- rültü çıkarmış magazin bası- nı, nasılsa bugün Ahmet San'ın söylediklerine harfiyen uyııyorlar. Ne de olsa bugünkü konuşmacılan Türkiye'nin, tuva- lete gitmesi bile olay olan. fazlasıyla medyatik sanatçısı Tarkan ve Atlantic Records gibi dev bir müzik şirketinin sahibi Ahmet Ertegün. Bu iki ismi yanyana gelmelerinden doğacak sonuç ise herkes için merak konusu... Çok geçmeden basın toplantısı başlıyor. Ah- met Ertegün, Tarkan , Ahmet San ve istanbul Plak'ın sahibi Mehmet Söğütoğlu yerlerini alı- yorlar. Medya mensuplan sorulannı sorarken. eskiden oldugu gibi Tarkan"ı köşeye sıkıştırma- ya çalışmıyorlar. Az da olsa tuzak özelligi taşı- yan soruların hiçbiri anında yanıtlanmıyor. Ah- met San hemen Tarkan'a dönüyor, mikrofon uzaklaşıyor ve biraz sonra Tarkan soruyu yanıt- lıyor. Üzerinde çalıştıklan projenin önemli oldugu ortada. Hiç bir şeyin planladıklannın dışına çık- masını istemiyorlar. Hem zaten magazincilerde artık Tarkan'a askerlik, aşk yaşamı ya da genel toplum kurallan üzerine soru sormaktan şimdi- lik vazgeçmiş görünüyorlar. Toplantı sırasında Tarkan'ın önümüzdeki yıl- larda ABD'de çıkaracağı albümle ılgili bilgi alı- yoruz. Türkçe çıkardığı üç albümden sonra şim- dı de İngilizcesöyleyecek Tarkan. Üçy ıl gıbı bır sürede hazırlanması düşünülen albüm için dün- yanın pek çok yerinden gönderilen parçalar Ah- met Ertegün'ün önderliğinde ınceleniyor. Ame- rika müzik piyasasinda bır yabancının yer edın- mesınin zorluğunun farkında olan ekıp. projenin başan kazanması için girişilen hummalı çalışma- da: Arif Mardin, Eric Clapton, Rolling Stones, Boyz To Men gibi isımlerie çalışmayı planlıyor. Ancak bu isimler bile, Ertegün'ün. albümün ba- şansı konusunda kesin bıryorum yapmasını sağ- lamıyor. Yine de insanın aklına Ertegün gibi uluslararası müzik piyasasında önemli yere sa- hip biryapımcınınböylesibırprojeyı gerçekleş- tirmeye karar verirken risk payını en aza indir- gemiş olması gerektiği geliyor. Ertegün. Tarkan'ı piyasadaki kalıplaşmıştürlerden farklı bırşekıl- de lanse edeceklerini ve çalışma beğenilmezse bunun sorumluluğunun sanatçıda değil kendile- rinde olacağını söylüyor. Her fırsatta Türk olmaktan gurur duyduğunu ve Türkçe söylemenin de kendisi için vazgeçil- mez olduğunu yineleyen Tarkan ise "kendisini var eden Türk dinleyicik'ri'nın ağzına bir par- mak bal çalmayı ihmal etmıyor: Üç ay ıçinde Mehmet Söğütoğlu'nun yapımcılığında çıkacak L'ç yıl gibi bir sürede hazırlanması düşünülen albüm için dünyanın pek çok yerinden gönderilen parçalar Ahmet Ertegün'ün önderliğinde ınceleniyor. Bu çalışmada; Arif Mardin, Eric Clapton. Rolling Stones, Boyz To Men gibi isimlerk çalışmayı planlıyor. Ancak bu isimler bile, Ertegün'ün. albümün başansı konusunda kesin bir yorum yapmasını sağlamıyor: "Tarkan bizim çalıştığunız sanatçüarın en iyileri arasında. Eğer albüm başanlı olmazsa bu bizim kabahatimiz, Tarkan'uı değü." (Fotoâraf DEVRİM BARÂN) olan dördüncü albüm! Tüm hazırlıklan tamam- lanan bu albüm çıktıktan sonra Tarkan Ameri- ka'ya dönüp uzun vadeli yeni arayışlannı sürdü- recek. Basın toplantısına katılan tüm konuşmacılann birleştikleri fıkir: bir sanatçının dünyaya sesle- nebilmesi için. (yetenegin yanı sıra). kendi kül- türü dışındakı kültürleri yaşaması. özümsemesı. farklı külrürlerden sanatçılarla birlikte çalışma- sı. ufkunu genışletmesı ve bu gelışım süreci için- de dünya müziğini ruhunda hissetmeyı öğrenme- si gerektiği. Konuşmacılann hemfikirolduklan başka bir noktaysa Tarkan'ın şu anda bır dünya sanatçısı olma yolundakı süreci yaşadığı... Ah- met Ertegün bu süreci şöyletanımlıyor: "Tarkan Amerika'da birçok müzik tiiriinü inceiiyor ve uf- kunu genişletiyor. Esin ve esinlenmek stüdyoya girmekten daha önemli. Ruhu ve uyumu anlamak gerekli..." Oysa Tarkan'ın gerçek anlamda bir dünya sa- natçısı oldugu toplantının sonunda zaten belli ol- muştu. Çünkü Bodrum Hayvanseverler Derneği yaranna önümüzdeki günlerde bır konser ver- mek istediğinı de açıkladı. Dünyaya malolmuş pek çok sanatçının. çevre ve temiz toplum ıçın çalışması gerektiğinin bilıncıne varmıştı Tarkan. AYDINLANMA EMRE KONGAR Şosyal Demokrasinin Önlenemez Yükselişi Türkiye çok hızlı değışıyor. Değerlerdeki, inançlardaki ve en önemlisi beklenti- lerdeki bu karşı konulmaz ve süratli değişim, mevcut siyasal ve hukuksal yapıyı da zorluyor. Bu değişımi kımse önleyemeyecek. Çünkü bu değişımin ardında iki muazzam güç var: Globalleşme ve kentleşme. • • • Böyle büyük değişim dalgalan yaşayan toplumlar- da üç ana tepki oluşur. Birinci tepkı mevcut yapıdan çıkar sağlayanların ve bu yapıya alışanların oluşturduğu tutuculuktur. Ikincı tepki, değişim sürecınin yarattığı kargaşanın ve belirsızliğin çözümünü. geçmiş yapılarda arayan- ların oluşturduğu reaksıyonerlıktir. Üçüncü tepkı. sorunlan, ilerıye dönük çağdaş çö- zümler üreterek aşmak ısteyenlerin oluşturduğu de- ğişimcilıktır. Bu üç tepkının birbirlen karşısındaki göreli güçleri- ni ise genel olarak halkın, özel olarak ise örgütlu ve örgutsüz. çeşitli grup, kesım ve sınıfların beklentileri belırler. • • • Cumhuriyet'in kuruluş döneminde henüz gelişme- miş olan çağdaş sınıfların yerine toplumsal ve siyasal dinamiği belirleyen gelenekçi-liberaJ cephe ile devlet- çi-seçkincı cephe artık ışlevlennı yıtirmiş ve dağılmış- tır. (Bakınız Türkiye'nin Toplumsal Yapısı adlı kitap.) Doğal ve normal oluşum. bu cephelerin işlevlenni sınıfların ve sınıfları temsil eden siyasal partilerin yük- lenmesidır. Nitekim, ANAP ve DYR tutucu tepkileri, Refah re- aksıyoner tepkileri, DSP ve CHP'de değişimci tepki- leri temsil eder görünmektedir. Bu partilerin. oluşan tepkılen "temsilettiğini"değil, "temsil eder goründüğünü" söylüyorum; çünkü hiç- biri ideoloji, orgüt, kadro, eylem ve soylem açısından tutaıiı bir görünüm verememektedir. • • • Türkiye'de bugün reaksiyoner ve tutucu güçlerın ya da bu güçleri temsil eden partilerin ne sorunları çöz- mesi olanaklıdır, ne de halkın beklentilerıne yanıt ver- mesi. Işte bu nedenle yazımın başlığını "Sosyal Demok- rasinin önlenemez Yükselişi" koydum. Ben hem Türkiye'nin, hem de sosyal demokrasinin, bugünkü bunalımı atlatacağına ınanıyorum. Belki bi- raz zaman ve enerji kaybı olacak, ama mutlaka sos- yal demokrasi bu toplumda yenıden umut haline ge- lecek. • • • Pekı sıyaset bu "önlenemez yükselışe" nasıl yanrt verecek? İki sol partinın bırieşmesi, anlarnsız, yararsız, uste- lik de olanaksızdır. Liderlerın değişmesi de mümkün görünmemekte- dir. Ne kalıyor elimizde geriye? 1) Partilenn örgütlenme ve işleyış modelleri değış- tirilebilir. 2) Ülke sorunlarını çözmeye yönelık, değişimci programlar üretılebılır. Bu iki alan bır "manevra çerçevesı" çızer, ama ana sorunu çözmez. Çünkü ana sorun solpartılerie kamu- oyu arasındaki 'guven bunalımı'dır. Kamuoyu (hem genel olarak. hem de "partililer" anlamında) karşısında özü sözü bir, eylemı ve söyle- mi tutarlı, inandmcı ve uygulanabilir çözüm önenleri sunan liderier ve kadrolar beklemektedir. Hatta "bek- lemenin" de ötesınde, partileri buna zorlamaktadır. Inandıncılık vegüven, gerek kişisel, gerekse toplum- sal ve siyasal ilışkilerde. çok zor kazanılan, ama çok kolay yitirılen duygulardır. Sol siyasetin bugünlerde ışı zor, yolu uzun, ama go- revi kaçınılmazdır. Türkiye'ye iyi teşhis koymak ve bu teşhis ile önce demokrasinin sonra da solun kesişme noktalannı sap- tamak gerekmektedir. Ben kendi payıma, gelecek hafta böyle bir yazı yaz- mayı planlıyorum. Not: Türkçeyı en güzel kullanan TRT dahıl, bütün kanalların haber bültenlerinde, "icraatlar" dıye bır söz- cuk kulaklarımı tırmalıyor. "lcraat" Arapça kökenli bir kelimedir ve zaten çoğuldur. "İcraatlar" dıyenler, "ic- ralarlar" gibi garıp ve yanlış bir sözcük üretmiş olu- yor. Bu uyarım, medya mensuplarından çok, Türkçe- yi bilen bilmeyen politikacılara. Çünkü bu hata, genel- likle pohtıkacıların konuşmalan dogrudan aktanldığı zaman yapılıyor. BLGUN Evrensel Kültür Merkezi'nde bugün saat !9.00'da S.Spielbera'ın 'Mor Yıllar' adlı filmi izlenebilir. (243 08 03-06)" Sahaf Kültür .Merkezi'nde saat 17.00'de F. Schafftier'in ünlü filmi 'Kelebek' aösterilecek. (414 75 73) Taranta Babu Kültür ve Sanat Merkezi'nde bu akşam saat 19.30-21.30 arası 1400 yıl sonra dünyamıza gelen son peygamberin öyküsünün anlatıldığı 'Son Peygamber' adlı tiyatro oyunu izlenebilir. (235 28 59) K Ü L T Ü R • Ç İ Z İ K KAMİL MASARACI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle