23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1 AĞUSTOS1996PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 UYCARLIKLARIN İZİNDE. OKTAY EKİNCİ Akçakoca'nm'SevgiSofi~ası'ndabarış,dostlukvehoşgöriikültürüvardı... Diapolishep "Akça" kalmakistiyor... AKÇAKOCA - Bu >ıl "ikincisi" dü- zenlenen Akçakoca Turizm ve Fındık FesthalTnın en çok ılgi çeken etkinlik- lerinden bınsı de .Muhtarlar DerneğTnce eerçekleştınien "Sevgi Sofrası" şöleniy- di. Bolu'nun Karadeniz kıyıstndaki bu gii.ze] \e lanhı ılçesıne bağlı 43 köyün muhtan. LğurluveYeniceköylerınınor- taklaşa kullandıklan nıesire alanında Akçakocalılara ve festival konuklanna "mahaJli vemekler" ıkram ettıler. Yöre- nın ünlü "şifalı suyunu" ıçerek yemek- leri tatmaya başlayanlar, önce "karala- hana dolması". sonra "hamsi kaygana- sı". derken "lazböreği'" \e ardından da "fasuheli karalahana dövmesi" ile şöle- nı iürdıirerek yine Akçakoca'nm ünlü tatl ısı "melengüçceği" ile bu eşsiz etkin- liğe "doyasıya" katıldılar. Bu arada elbet- teki ki "mısırekmeğiııi'*de ıhmal etme- dıler \e "finali" ıse yeniden şifalı suyla tamamladılar. Hoşgörü kültürû Sevgi sofrasının yoğun ilgi çekmesi. aslında sadece Karadeniz yemeklerinde- ki "•çekicilikten" ötürii değildı. Festiva- lin aiil sahıbı olan Akçakoca Belediye Başkanı ErolSolak, K.aradeniz'in hemen tüm doğal güzellıklerinı bırarada ve ina- nılmaz bır yoğunlukta barındıran bu eş- siz dağ köylerinı de tanıtmak istemişti. Bu nedenle Muhtarlar Derneği'ylede bir tür "HABITATortaktığT kurarak halkı ve konuklan otobüslerle "dağjaruı ara- sındaki orınanlık eennete" taşımıştı. Bu cennetın orta bahçesınde düzenlenen et- kınliğin "yemek iizerine tatlı" y erine ge- çen "söyleşi" programında ise ulu ağaç- lann altında tartışılacak konu "hoşgörü" olarak belirlenmişti. Nitekım. sevgı sofrasının kurulduğu ve festivalin yapıldığı mesire alanının "tapulu sahibi" olan Yenıce Köyü Muh- tan Münir Kutiuata.hem köylülerin hem de tüm yöre halkının yıllardır bu büyük bahçeyı pıknık alanı olarak kullanmala- nnı hep "hoşgörii" ile karşılayarak söy- leşide ele alınan bu ınsanlık erdeminin belkı de en anlamlı örnegını seruilıyor- du. Benzer şekılde derneğin başkanı \e Paşalar Köyü Muhtarı Nurerrin Pazmant ise aynı söyleşiden önce yaptıgı konuş- mada. Akçakoca'nın 43 köyünün hemen tûmünün "dağarkası^köylerolduğunu, bu nedenle de sevgi. dostluk ve dayanış- manın, "köklü bir hoşgörü külrürü" ile bu dağlann arasında sonsuza dek yaşa- yacağını vurguluyordu... Aynı isimle 2000 yıl Aslmda Akçakoca, yine sevgi, dost- luk, dayanışma, ve hoşgörüyü "kendi öz- gün tarihinden taşıyarak bugünlere dek getiren" bir Karadeniz yerleşmesi ola- rak da nam salmıştı. Dalgaların "ak köpükler" saçarak "parlak kayalara" coşkuyla tırmandık- lan antik "Diapolis" kenti, Osmanlı dö- nemindeki "Akçaşar" kentinden başka biryerdeğildi. O Akçaşar ki zamanla adına "Akçaşe- hir" denmişti, Cumhuriyet döneminde deyine kendi tarihinin ünlü Osmanlı be- yi Akçakoca'nm adını alarak uygarlık serüvenınin 2000. yılında da "kültürel sürekliliğinden" ödün vermemişti. Kentin tarih içersindeki tüm adlanna ilham kaynağı olan "akça kavalar". aynı anda doğal plajian da dalgaJara karşı koruyoriar™ Akçakoca'da dev bir öğretmenevi inşaah, tariheve doğaya saygısızlığın da yine dev bir ömeğini oluşturuyor. Duyariı öğretmenler ise öğrencilere anlattıklan çe\re bilineivle "çelişen" bu yapıya kaygıyla bakıyorlar. (Fotograflar: OKTAY KİNCİ) T"~^v iapolis, antik Yunancada "parlak / I şehir" anlamına geliyor. Bu alımlı J~*s kent admın ilham kaynağını ise Karadeniz'le kucaklaşan "akça kayalar" oluşturuyor. Osmanlı döneminde aynı sözcük "Akçaşar" adıyla sürdürüldü. Sonra "Akçaşehir"e dönüşen tarihsel adlandirma 1934'te de "Akçakoca" oldu. Şimdi bu güzel kıyı beldemiz, 2000 yıllık uygarlık serüvenini aynı duyarlılık içinde sürdürmek istiyor... Akçakoca'nın geieneksel ahşap e\ leri. 1950'lerde olduğu gibi yeniden pansiyonculukla yaşatılabilir... Çünkü eski Grek dilinde "dia" sözcü- ğü "parlak"* anlamına geliyordu. M.Ö. 650 yılında Yunanistan'ın Megaris böl- gesinden gelerek bu kenti kuran Koko- nes kabilesine "Parlakşehir" (Diapolis) adı için ilham kaynağı olan "güâuik" ise. akça kay alarla kucaklaşan beyaz kö- püklerin, akşam güneşindeki o göz ka- maştıncı parlak görüntüleriydi. Nitekimyüzyıllar sonraCenovalı kor- sanlarda bugün bile kentin en güzel kö- şesini süsleyen "Ceneviz Kalesi"nı 1200'lü yıllarda ışte bu akça kayaların üzenne inşa ettıler. Bizans dönemi bo- yunca Diapolis adıyla anılan kent. Os- manlı'yla bırlikte de yine aynı adını bu kez "yeni diliyle" sürdürdü. Akçako- ca'nın eşsiz doğası ve tarihsel kişilığı. farklı kültürleri "aynıisimlekucaklayan'' hoşgörüsüyle bugünlere dek geldi... Pariak kayalann t kara belasf O gün dağlann arkasındaki sevgi sot- rasına varmadan önce. bu tarih ve dost- luk kentınin akça kayalannı bir kez da- ha seyretmek için yine Ceneviz Kale- si'neugruyoruz. Karadeniz'in kıyıya vuran dalgaları bu kez sakin v e hatta "karalar bağlamış" gibi de sanki yas tutuyorlar. Gözümüzü koyu mavi sulardan yeşil yamaçlara doğru kaydırdığımızda bu ür- pertıci durgunluğun yine "ürpertici ne- denini" de sanki görür gibi oluyoruz. Birkaç yıl önceki Park Otel'ın lstanbul üzorıne çöreklenmesine benzer bir şe- kilde, "dev bir inşaat" Akçakoca"nın da güzelim kıyı kuşagında daha da "ezki* birkütleyle yükseliyor. Hemen önünde- ki Diapolis'in akça kayaları ıse sanki başlarını eğmişlercesine Karadenız'e dogru sokulup "korkuyorlar".- Dev inşaatın önüne geldiğinuzde. ta- belasindaki bilgilerden "MUİİEğitim Ba- kanlığı'nın öğretmene\i inşaan" olduğu- nu öğreniyoruz. Tanhe ve dogaya karşı böylesıne bü- yük bır saygısızlık için şimdıye dek "40 milyar lira" harcandığı, ancak ödenek bittiğınden inşaatın da yanm kaldığı söy- leniyor. Hoşgörü panelinde, Akçakoca'ya kar- şı bu en büyük "hoşgörüsüzJük örneği- nin" nasıl ruhsat aldığını sorduğumuz- ' da ise "projesinin bakanlıkçaonavlandı- ğı"yanıtını alıyoruz. Böylesineduvarsiz bır öğretmenevinde. cefakâr ögretmen- lenmızin kente veakçakayalaraolan sev- gi bağlarını "nasıl siirdürebilecekieri'" yönündekı sorumuz ise elbette ki yanıt- sız kalıyor... Akçakoca'da turizm kültürü aslında "yanmyüz\illık'*birgeçmişe sahıp. Tür- kiye henüz Ege ve Akdeniz'ı keşfetme- den çok daha önceleri, bu kentin ınsan- ları "pansiyonculuğu" başlatmışlar. Av. FerhatAkgûnvearkadaslarının 1949yı- lında kurduklan "Akçakoca Turizm Der- neğT bu anlamda ülkemizin belkı de ılk sivil toplum örgütü. Ev lerinı pansıyon olarak tunznıe aç- mak için yine Akçakoca âsığı bıravukat olan Mirhat Özkök'ün önderliğinde ça- hşmalara başlayan dernek üyeleri, kenti tanıtmak için dönemın ünlü yazarlarını da "geieneksel ahşap evlerde" konuk et- mişler. Bu özgün evler, bugünde Akçako- ca'nın özellikle Cumhuriyet ve Hacıyu- suflar mahallelerini süslemeyı sürdürü- yorlar. 1926'daki büyük yangından sonra ye- niden ve yine eski mimari kimliklerıy le ınşa edilen geieneksel ahşap evlerın "düzgün ve bakımlı bahçeleri içersinde" yeralması dikkatimızi çekıyor. Av. Ferhat Akgün. böy lesı bir şehircı- lik düzeyinin 1928'lerdeki planlı yerleş- me çabasından kaynaklandığını anlatı- yor. Dönemin Belediye Başkanı Lütfii Gören'in yangından sonraki imarplanı par^elasyon uygulaması. "yöreseİ mi- mariık üriinleriyle çagdaş kent düzeni- nin" eşıne az rastlanır bır uy umlu bera- berliğini Akçakoca'ya cumhuriyetin da- ha ilk yıllannda armagan etmiş. Evet. Akçakoca "öğretmenevine rağ- men" yine de bır çok güzellikieny le hâ- lâ Akçakoca. Türkiye'de tunzm olayını daha 1950'li yıllarda "pansivonculukla*' başlatarak bu alanda öncü sayılan Akçakoca'nın güzel ve aydınlık insanları artık yolunuzu göz- lüyorlar. Hem Ankara'ya hem de İstanbul'a otomobılle sadece "2.5 saat" uzaklıkta olan bu şırin ilçemizde yazın Karade- niz'le, yaz ve kış >ılın tüm aylarında ıse tarih ve dogayla kucaklaşabilirsiniz. Ancak "küçük" bir koşulumuz var. Tatil ve turizm denilince artık yagmayı ve "betoniaşmayi" anlamadan ve Diapo- lis'i de sonunda Marmara, Ege ve Akde- niz'in bugünkü "betonpolis"lerine ben- zetmeye kalkışmadan... Fotoğrafevi 'nin ağustos gezüeri • Fotoğrafevi, yaz aylannda yurtiçinde gerçekleştirdiği gezilerin ardından, sonbaharda Iran, Pakistan, Hindistan, Nepal, Mısır, Sudan ve Kenya gezilerine hazırlanıyor... Kültiir Servisi - Fotoğrafevi'nin agustos ayı gezıleri hızlı başlıyor. 'Trekking", haftalık gezıler ve 'Cherland' gezilenvle doğa ve fotoğraf tutkunlanna renkli bir program hazırlayan Fotoğrafevi'nin bu ay yapılacak günübirlik doğa geziîeri şöyle: 4 ağustos pazar günü Sankayalar / V'alov-a, iç içe vadilerin oluşturduğu görsel zenginlik içindeki dere kıyısında ve orman patikasında yürüyüş yapabilırsiniz. 11 ağustos pazar günü. Manay ır Köyü / Dikenli. orman içindeki dere kenannda y ürüyüşten sonra. şelale v e gölette yüzme olanağının elde edilecegı gezı Şıle çevresinde yapılıyor. î 0-11 ağustos Manayır Köyü / Dikenli, iki günlük çadır konaklamalı gezıde kamp malzemelennızı Fotoğrafevi sağlıyor. 18 ağustos pazar. Maden Deresi / Adapazan. Karasu yakınlanndaki dere kıyısında yürüyüşte eski altın madenleri. mağaralargezilecek. dilerseniz şelale içinde yüzme olanağınız da var. 25 ağustos pazar. Üvezpınar/ Sudüşen Şelalesi. orman içi patikalarda ve çalılar arsındaki yürüyüşten sonra Sudüşen Şelalesi'ne vanlıyor. Fotoğrafseverler için ılginç olanaklar sunuluyor. 1 eylül pazar, Erikli Yaylası gezisi. Samanlı Dağlan arasında Erikli "Yaylası ve Bilgesu Şelalesi'ne yürüyüşten oluşan bu ılginç gezı sırasında. çevredeki bitki örtüsü hakkında bilgi edinebilirsinız. Fotografevi'nin Bajram Geziîeri 29 agustOJ-1 eylül arasında yapılıyor. Bayram programında, Toros-Bolkar Dağlan'nda trekking. Kapadokya'da fotoğraf kampı ve Bafa Gölü- Heraklia geziîeri yer alıyor. Haftalık gezılerde ıse 10-17 ağustos arasında Kaçkar Yaylalan. 10-18 agustos arası Akdeniz Doğa Gezisi. 17-25 ağustos arası Trans Kaçkarlar ve yine 17-25 ağustos arası Kayaköy Fotoğraf Kampfna katılabilirsinız. Fotoğrafevi'nın 'tatil programı' ise oldukça ılginç gezilerden oluşuyor: Ağustos ve eylül aylannda. Kaçkar Yaylalan'nda konakJama şansına sahip olacağınız geziler her hafta tekrarlanacak. 24 ağustos-1 eylül tarihleri arasında, Ölüdeniz \e çevresındekı kıyılann kuşbakışı izlendiğı patikalarda yürüyüşler ve deniz keyfıyle dolu Kelebekler Vadisi gezisi, kaçınlmaması gerekenlerden. 10-18 ağustos arası Meke Krateri, Taşkale ve Köprülü Kanyon'u içeren programın sonunda, Olimpios'ta deniz kıyısında konaklanacak. Fotoğrafevi 17-25 ağustos arası, 'Artvin yaylalanndan Kaçkar'ın doruklanna' ulaşan zorlu bir geçiş gerçekleştirecek. Kaçkar Geçişi'nde zirveye ulaşma şansınız da var. 31 ağustos-8 eylül tarihleri arasında Gençtur işbirliğiyle gerçekleştirilecek olan Uluslararası Kapadokya Kampı'na katılabilirsiniz. Fotoğrafevi'nin beşincı kez gerçekleştireceğı Overland kıtalararası karayolu gezilerinde ıse ekimde İran, Pakistan, Hindistan, Nepal. kasımda Nepal, Hindistan, Pakistan, İran. ocak-şubat 19Q 7 'dc ıse Surhe, Ürdün, Mısır. Sudan ve Kenya eezileri >er alıyor. Fotoörafev r (0 2*12 251 05 66 - 245 40 08)" Cumartesi Anneleri'nin dramı iki kitapla belgelendi 6 Bir gece geldiler, götürdükleri yüreğiındi...' • Cumartesi Anneleri'nin ve toplum olarak hepimizin yaşadığı bir dram, Iletişim \e Insancıl Yayınlan'ndan çıkan iki kitapla okura sunuldu. Her iki kitap da Cumartesi Anneleri'yle yapılan söyleşilere ve fotoğraflara yer veriyor. Kültür Servisi-"Onlan 'anneler' diye anıyoruz, ama analar, babaİar ve eşlerden oluşan ve - ne kadar utanç verici - giderek kalabalıklaşan bir topluluk onlar" dıyor Berat Günçıkan fletişim Yayınlan'ndan çıkan "Cumartesi Anneleri" adlı kitabında. Gazetemız yazarı Berat Günçıkan'ın. 2-10 Haziran tanhleri arasında Cumhuriyet"te yayımlanan "Cumartesi Anneleri" başîıklı yazı dizisinde çıkan röportajlannın derlemesinden oluşan kitapta. Eunas Eren'ın Hayrettin'ini. Fatma Bahçeci'nin İsmail inı. Hanını Tosun'un Fehmisinı ve arayışı \e hızla yiten ümitlenn ardından yükselen hesap soruş gözler önüne serilivor Gazetemiz muhabirlerinden Erzade Ertem'in fotoğralan eşliğinde verilen röportajlarda "kayboluş' öykülerı hiç de esrarengiz olmayan ayrıntılarla sunuluyor. Kıtap aynı zamanda okuru kendi duyarlılığını sorgulamaya yöneltıyor. Berat Günçıkaıı "Cumartesi AnnelerPnin önsözünde şöyle diyor: "Galatasaray 'da oturmalannı yasaklayanlara, ellerindeki kırmızı karanfili suç sayanlara. coplayanlara, gözaltına alanlara da bir söyleyecekleri var elbet, ama kırgınlıklan bizlere, yani GÖRMEV ENLERE, DIA'.MAVANLARA, SLfSANLAR.A..^_) Görmedik onlan, hâlâ da görmüyoru/.Ovsa duyulsun istiyorlar vcsleri. Başka anneler ağlamasın diye, başka anneler 'mezarsız' kalmasın diye.Onlar. olmayan suçların cezasını bizler adına ödüyorlar._" Cumartesi Annelen ile ijgılı bu ay bır kıtap daha çıktı. Aydan Oztürk'ün In^ancıl Yavınları. Siir-Deneme dizisinden çıkan "Cumartesi Anneleri- Anımsamaıun Zaferi" adlı kitabının önsözü RagıpZarakolu'nun 18-21 mayıs tarihleri arasında Demokrasi Gazetesi'nde yayımfanan "Lüsemburg'dan Güniimüze Kayıplar' adlı dizi yazısından alınmış. (Citapta Oztürk'ün şiır ve denemelen Cumhuriyet ve Evrensel gazetelen muhabirlerinin belge fotoğrafları eşliğınde okuyucuya sunulmuş. Öztürk kitabında şöyle sesleniyor okuyucuya: "ZalimrSetmeyi anlayamamış bir yabancıdır kendine.Annenin bir parçasını öldürebilmek çocukluğunu harırlayamayanlann belleksiz ölüşleridir." ODAK NOKTASI AHMET CE>L4L Biitün Ölümlere Karşı mıyız? Son zamanlarda ölüm orucundan ölenlerin sayısı arttıkça, bu bağlamdaki duyarlılık da -haklı olarak- yoğunlaştı. Bu ölümlere karşı çeşitli biçimlerde tep- ki gösterenler, başkalarını, kimi zaman da bütün bir toplumu -yine haklı olarak- bu ölümler karşısında ye- terince duyarlı olmamakla suçladılar. Vanlan noktada, kamuoyunda bazı ölümlerin ne- den ötekilerden daha çok ya da daha az yankılandı- ğını irdelemek, toplumumuzun ruhsal yapısını çö- zümleyebilmek için zorunludur. Çünku toplumumu- zun gerek bugün içinde bulunduğu, gerekse ilerde varacağı konumları sağlıklı biçimde saptayabılmek, onu gelecekte daha ınsanca yörüngelere oturtabil- mek, ancak böyle bır çözümlemenın sonuçlarının ışı- ğında başanlabilir. O zaman ilk yapmarmız gereken, bir an için bugü- nün sınırları dışına çıkıp şu temel soruları sormaktır: Acaba Türk toplumu, Türk kamuoyu geneide ya da doğal bir eğilim olarak öldürülenler ve ölenler kim olursa olsun, öldürmelere ve istenseydi önlenebile- cek ölümlere karşı yeterince duyarlı mıdır? insan ya- şamı bu toplumda karşısında "bütün akan suların durduğu" bir ölçüt müdür? Öldürülenlerin ve isten- seydi önlenebilecek ölümlerle ölenlerin ölümlerine - ölenler kim ve hangı kamptan olurlarsa olsunlar- kar- şı çıkma bağlamında, toplumda bır consensusa va- nlmış mıdır? Olaylara 'polıtık' ya da 'eleştırel' bak- manın 'ınsanca' bakmayı asla dışlamaması gerektı- ği yolunda bir bılınç yerleşmiş mıdır? Öldürülenin ve ölenin son çözümlemede ölümün kendisini kanıtla- maktan başkaca bır ışlevının olamayacağı, yeterin- ce anlaşılmış mıdır? Yoksa bütün bunların yerine, toplumumuzda on yıllardır sürdürülen yanlış yönlen- dirme sonucu yerleşen, aklm ve insan olmanın ge- reklenni çoğu kez hiçe sayan bir "polıtık kılma' eyle- mı, insanoğlunun ölme ve öldürme karşısında takın- ması gereken doğal tavrı da mı etkilemıştir? Yoksa bu toplumda, insan yaşamının değerını her şeyin öl- çütü diye benimsemenin yerinı. bazı öldürmelere ses çıkarılmayabileceğı, bazı ölümlerin daha 'sessız'ge- çiştirilebilecegi, dahası o günkü 'po//Wca'gereği, ye- rine göre 'sessiz' geçiştirılmesı gerektiği yolunda bır anlayış mı almıştır? Bölünmelerin, karşı saftan olanlann ya da öyle ol- duklan varsayılanlann ölümlerinı 'ölümden saymama' noktasına varıldığı toplumları bekleyebilecek tek yaz- gı, bundan böyle insan değerlerıyle ılintisız bir ortam- da yaşamaktır. Şu ya da bu ınançla 'bazı' ölümleri ötekıler kadar önemsemeyen. onemsememeyi 'po- litika' gereği bulanlar. kendi onemsedıkleri ölümlerin de başkalarınca umursanmamasına hazır olmak du- rumundadırlar. Ölümü böylece sınıflandıran toplum- ları insan toplumları diye adlandırmayı sürdürmek ise doğrudan ınsanlık kavramına yöneltılmiş korkunç bir aşağılamadır. Bilindiğı gibi özellikle uzun süren savaşların yol aç- tığı en büyük yıkım, insanları ölüme alıştırmasıdır. Bu yıkımın en korkunç yanı, etkısini savaştan sonra da sürdürmesıdir. Çünkü bellı bir süre öldürmelere ve ölümlere alıştınlmış olanlar, Stefan Zvveig'ın yerın- de deyişiyle, savaş biter bıtmez, bir düğme çevrilmiş- çesine. yeniden savaştan önceki insan değerlerine gerı döndürülemezler. Bu durum, insan değerlerini önemsemeyen polıtik kılma eylemlen ıçın de geçer- lidir; günün birınde yanlışlığın ayırdına varılması, bir- birinin can düşmanı kesılmiş kampların yeniden in- sana dönmelerıne yetmeyecektir. Hangi nedenle olursa olsun, başkalannın yaşamı- nı umursamama noktasına gelmış olan insan, ken- disi bunun bilincinde olmasa bıle artık bütünüyle ya- şamın kendisini umursamama noktasına varmıştır. V/e bu noktadaki bır ınsanın 'bazı 1 ölümler karşısında tepki göstermesi, ne yaşamı ne de insanı ve insan- lığı savunmak adına inandırıcı olabılır. Evet. bugün toplum olarak bulunduğumuz nokta- da ve bunca acı olayı yaşarken, ınsanlığımız adına kendimize sormamız gereken soru, şudur: Bizler, bü- tün öldürmelere ve istenseydi önlenebilecek bütün ölümlere karşı mıyız? Bu soruya hıç çekinmeden, gecikmeden ve içgüdüsel olarak kocaman bır 'evet'le yanıt veremediğimiz sürece, yaşam ve ınsan- lık adına yürüteceğımiz bütün savaşımlarımız yenil- giyle sonuçlanacaktır. Çünkü herkesin yaşama hak- kının dokunulmaz sayılmadığı bir toplumda, dokunul- maz olan hiçbir yaşam yoktur; ölümleri, umursanan- lar ve umursanmayanlar diye sınıflandırma alışkan- lığını edinmiş bir toplum. yaşamın kendisini bır bü- tün olarak yadsıyor demektir. Daha önce de alıntılamıştım: Fransız yazarı Mauri- ce Rostand'ın Birıncı Dünya Savaşı'nı konu alan ün- lü "Öldürdüğüm Adam" adlı oyunu, savaşta oğlunu yıtırmış olan bır Fransız annenin şu sözüyle noktala- nır: "Ben, kendımı savaşta çocuklannı yitırmiş olan Alman analanna, hiçbır şeylerini yitirmemiş olan Fransız analara olduğumdan daha yakın hıssediyo- rum." Bütün yaşamlan savunmayı ilke olarak benim- sediğimiz gün, tek tek öldürmelere ve ölümlere kar- şı çıkışımız, hiç kuşkusuz daha etkili ve daha inandı- rıcı olacaktır. Atilla Atalay'ın kitapları Kültiir Servisi- Atilla Atalay'ın daha önce yayımlanmamış iki kitabı, Uyuyamadığım ve Düşkovalayan tek kitap halinde iletişım Yayınları'ndan çıktı. Atalay. düşkovalayanlık'ı şöyle tanımlıyor: "Düşkovalayanlık. "borsa brokerlıği'.' knovv hovv advisorluğu". "creatif menagerlık". c'isco-bar' işletmeciliği. kanal sahıpliğı gibi günümüzün "ın" mesleklennden değil... Oldum olası 'out' Üstelık sosyal güvencesı filan da yok.Düş diye kovaladığınız şey. bazen sızi de önüne katıp kovalavan bır kâbus çıkabiliyor... Ama gene de keyifli ve heyecanlı." 'Baykuşun Adımı Söylediğini Duydum' Kültür Servisi - Margaret Craven'ııı Kızıldeıılılerın yaşayış biçıminı büyük bır sadelikle unlattıgı romanı 'Bayku>un Adımı Söylediğini Duyduın'. Sel Yayıncılık'tan çıktı. Dilek Yaprak Erdem tarafmdan dilimıze kazandınlan kıtap okuyucuyu günümüzün kemikleşmış 'beyaz adam' egemenlığıni sorgulamaya çağırıyor. BUGUN RUMELİHİSARI KONSERLERİ kapsamında saat 21:00'de Bülent Ortaçüil konsen ızlenebilir. (265 80 22"- 265 42 36ı V ILDIZ DIŞ KARAKOL BİNASI Ftkinlikleri kapsamında saat 18.30'da Lstanbui Büyüksehir Bejediyesı Şehir Planlama Müdürlüğü'nün 'Deprem \c (stanbul için Vaklaşımlar' ba>iıklı bır söyle^ısi yer alıyor. (227 69 10-11) İFSAKetkınlikleri kapsamında saat 19.00 ve 20.00'dc Murat Monus'un hazırladığı "Doğa" başîıklı dia L'österisı ızlenebilir. (243 14 01) SAHAF Kİ LTİ R MERKEZİ etkınlıklerı kapsamında İlhami Mısıroğlu'nıın katılacağı müzik solıbctı s;ıat 19.30'da.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle