Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
7 ŞUBAT1996 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
ALLECRO EVİNİLYASOĞLU
Müziğin görselliği/görselliğin müziğiTürkiye "de "Müzik, müzisyeıı
nedir" diye sordugunuzda genel
olarak. insanlar, kJiplerde gördük-
leri kişileri, televizyon ekranla-
nnda boy gösteren pop sanatçıla-
nnı, onlann özel yaşamöyküleri-
ni anlatacaklardır. Müzik. işitme
duyusuna seslenmekten öte gör-
sel duyularla beslenen bır sanat
dalı halini almtştır. Candan Erçe-
tin'in sandalyeye ters orurduğu
şarkı ne kadar çok konuşuldu'
Şarkıdaki modal yapı mı, kabare
yaklaşımı mı, çokseslı dokunun
derinliği mı, ritmik düzen mi han-
gisiydi tartışılan? Özellikle san-
dalyeye ters oturmasıydı. Önem-
li olan hareketolayı. Mirkdam'a
sordular. nereye koşuyorsun?
"Rejisör istedi diye koşuyorum.
Koş dediler bana." İşte bu kadar
Şarkının sözleriyle. öyküsüyje,
temposuyla ya da ritmiyle hiç ıl-
gili değılse de Mirkelam koşiu
Akıllarda kalan da onun koşrru-
sı oldu. Kulağınızdaki müzik ıse
bu görüntünün gündemde olduğu
sürece kalıcılıgını koruyacak.
Sonra sabun köpügü gibi yok ola-
cak.
Dünyanın her yerinde ve tari-
hin herdönemınde ciddi müziğin
yanı sıra popüler müzik, eğlence
müziği deyeralmıştır. Cıddi mü-
zik zaman zaman bu hafıf olarak
nitelenen müzikten esin kaynagı
bulmuştur. Hafifmüziklercanlı-
lık, renk ve boyut katarlar insan-
lann dünyasma. Bunun yanı sıra
her ülkede ciddi müziği gelenek-
selleştirmek için kurumlar sefer-
berdir. Müzikbilimci, araştırma-
cı ve besteci yetiştirmek için cid-
di eğitimi erek edinmiş kurum-
lardır bunlar. Ne yazık ki ülke-
mizde ciddi müziğe hizmet veren
kurumlanmız işi ciddiye alma-
mış durumdalar. Genelde birkaç
yıl konservatuvar okumuş. biraz
solfej öğrenmış kışıler piyasada-
ki kolay para kazanma yollannı
tutuyorlar. Konservatuvarda ka-
lanlar ıse daha mezun olmadan
solistik kariyer ya da kadro soru-
nunun karabasanına hazırlanıyor-
lar. tcracılann ötesinde kaç araş-
tırmacı yetiştiriliyor, kaç kuru-
mun müzikbilimcisi bugün Türk
müziğini irdeleyen araştırma ya-
pıyor? Ama her kesimdeki müzik
adamımız yozlaşmadan yakını-
yor, kolaya kaçan müzikten, aslı-
nı unutan gelenekten dem vuru-
yor, dizını dövüyor.
Elektro org ilk ortaya çıktığı
yıilarda varlıklı ilkokullar man-
dolinlen ve blokflütlen bır yana
bırakjp velilerden elektro org al-
masını ıstemişlerdi. Buböylede-
vam ediyor. Halen pek çok öğ-
renci evine de bu aleti alıp kolay
yoldan orkestra yaratıyor, kendi-
ni biraz da besteci gıbı duv umsu-
yor. "Çocuğumuza elektro org
mu yoksa piyano mu alsak" soru-
suyla çok karşılaşıyoruz. Pıyano-
nun kalıcı değeri ile elektro orgun
uçucu değeri birleştinlmış du-
rumda. Bugünün koşullanndakı
elektro orglar henüz sentetık ses-
leri üreten. doğada var olmayan
birtınıyı sunan aletler. Yannınki-
lermutlakadeğişikolacak. Bilgı-
sayar dünyasının becerileriyle
doğal sesi de bu müzıkte duyaca-
ğız. Her neyse, nota biien bilme-
yen, biraz ntim duygusu olan
herkes elektro orgdan bır şeyler
üretti. Mutlu da oldular. Ilişme-
yin, mutlu olsunlar. Ancak ciddi
ve kalıcı sanat yapıtlanyla bu tür
müziğin bağdaştınlması sonuçta
işin tümüyle hafifletilmesine yol
açmakta. Örneğin çok büyük
emeklerle hazırlanmış bır belge-
sel ızliyorsunuz. Yıllar sürmüş
çekimi. Ne çok eleman çalışmış.
Sonra o çok değeri ı görüntülenn.
o çok edebi metnın altına birkaç
saat içinde öylesı yüzeysel bır
elektro org müziği yerleştirilmiş
ki, gen kalan tum emek hatıtk-
yip uçmaya başlıyor.
Telev ızyon belgeselleri ve mul-
tivizyon şirketleri her şeyden ön-
ce ekonomik nedenlerle itibaret-
tiler bu sentetik müziğe! Öyle ya
kocaman bır orkestraya çaldıra-
cağına tek kışıyle olayı çözebılı-
yorsunuz. Ya da var olan bir
CD'nin müziği için biravuç telif
ödemek yerine özgün müzik baş-
lığı altında bir kalemden (gönlü-
nüzden ne koparsa) ödeme yapı-
venyorsunuz. Son günlerde rast-
ladığım ikı ciddi örnek bu konu-
da düşündürücü olmamız gereğı-
ni bir kez daha ortaya çıkardı.
HABITAT'ın tanıtım projesine
katkıda bulunmak için, Istan-
bul'un değişik dönemlerine iliş-
kin CD'lerden derlediğim müzi-
ği bir multivizyon için hazırla-
mıştım. Multivizyonu göriince,
başına ve sonuna eklenen synthe-
sizer müziğine inanamadım. Bir
başka dikkatimi çeken örnek de
Anadolu Uvgarlıklan belgeselı
oldu. TRT-2'de pazartesi gecele-
ri yayımlanan birdizı. Yine onca
görsel ve edebi çaba bır çırpıda
eklenmiş bir elektro org ile nasıl
da hafiflemiş! Bu durumda mü-
zik, görsel sanatı besleyen, zen-
ginleştiren bir öğe olmaktan
uzaklaşıyor, üstelik dığer sanat
dallannı da ucuzlaştınyor.
Ciddi müzik sorunlanmız
Değer yargılanmız ne tür zıt-
lıklar içinde döneniyor. Bir yan-
da pop müzik sanatçılanmız İûsa-
cık bırikimlerine karşın toplumun
idolu oluvenyorlar; ürettiklen
müziğin dayanılmaz hafifliğinde
suskunlugumuzu koruyoruz. Öte
yanda yıllannı ciddi müziğin ın-
celiklerine adamış sanatçılanmı-
zı kulağın zor aynmsadığı aynn-
tılarda eleştiriyoruz. Zaman za-
man okurlanmızdan uyan alınz
-Hafıf müzik, TV'deki müzikler
almış başını gidiyor, siz hâlâ bun-
ca ciddi çaiışan insanı kılı kırk ya-
rarak eleştiriyorsunuz. Kaç kişi
gidiyor ki hafta sonu konserleri-
ne? Yazdığınız yazı kaç kişiye ses-
leniyor? Oyle büyük uçurum var
ki kolay müziklerle ciddi müzik
arasında! Ciddi müziğe yaşamını
adamış herkesi alkışlamalıy ız"
deniyor. Oysa ciddi sanatçının,
cıddi kurumlann görevi de bura-
da başlıyor. Onlann en ufak ay-
nntıya kadar gözetmesi, hiçbir
yutturmacaya kaçmaması, nite-
lıkten ödün vermemesi gerekıyor.
Kolayın lüksüne haklan yok.
'Blues'a
yeni solıık:
Ben Harper
• Ben Harper, yann Ankara'daki
Saklıkent. cuma günü Cemal Reşit Rey
Konser Salonu konserinin ardından 10 ve
11 şubatta Çubuklu Hayal Kahvesi'nde
konserler verecek.
EYÜPİBLAĞ
Arka arkaya izledığimiz John Hammond, Duke
Robillard \ e Michael Hill's Blues Mob konserlerinin
ardından dünyanın pek çok yerinde son yıllann en
etkileyıci genç sanatçılanndan biri oiarak kabul edi-
len Ben Harper'ın Türkiye tumesi de başlıyor.
Aslında Ben Harper'ın müziğini kategorize etmek
kolay değıl. Içınden geleni olduğu gibi çaldığını söy-
leyen sanatçının akustık eğılimiyle bırleşen bu ruh
halinın sonucu şaşırtıcı oluyor çoğu zaman. Blues.
folk, hip-hop. funk, reggaegibi tarzlann izlerine her
an rastlanabiliyor. Kendisi "Müziğune şu ya da bu
isim konulmasından hoşlanmıvorum. Her anımı mü-
ziğiıııe veriyorum. Vfüzikle yaşıyorum >e bunda da
şaka etmıyorum'" dıyor.
Dışavurumcu tarzı ve mesaj veren parçalannı din-
leyenler. Ben Harper'ın bu kadar genç olduğunu an-
ladığında şaşınyorlarmış ılk yıllarda. Ancak etkile-
yıci olan bir şey daha var, o da ıster sahnede. isterse
stüdyoda olsun. 27 yaşındaki bu genç adamın sesi,
akustik gitarlan, müthiş parçalan ve müzik aşkıyla
etrafina tahrik edici bir elektnk yayıyor olması. Bu-
na en az dört bin kişi tanık olmuştu geçen konserin-
de. Açıkhava Tiyatrosu'nun üzen sanki görürunez bir
fanus ile kaplanmış, sahneden dışanya binlerce volt-
luk bir enerji yayılmış ve ayakJanan binlerce izleyi-
cinin enerjiM ile birleşen müthiş bir trans hali yaşan-
mıştı. Olağanüstü kanzmatik yeteneği ile seyirciyi
ıpnotize eden Ben Harper, blues. folk, regaae, funk,
hip-hop tarzlannın hepsinı kendi potasında eritiyor
ve bence adı ancak önümüzdekı yıllarda konabile-
cek yepyeni bir tarz yaratıyor. Kucağına aldığı.
1920'lerden kalma Weissenborn gitanyla eski tarz
peygamber havasına bürünüyor \e müziğiyle peşın-
den binlerce kişiyi koşturuyor. Bir kısım eleştirmen
"Onun gitan ile vokal düzenlemeieri ve toplumsal
eşhsizlik temalan. 70*lerin Cat Stev ens' ı ile Arrested
De\ elopment'ın sanki bir ara>a getirilmişi gibi bir his
uyandınyor" şeklınde konuşuyor. Aslında Ben Har-
per'ın ülkemızdekı rurnesi ona karşı duyulan ilgının
en büyük kanıtı. Bu geleceğin büyük kuyrukJu yıl-
dızını bır kez daha çıplak gözle görme ımkânını de-
ğerlendirmek için geç kalmayın. Major Müzik Or-
ganızasyon'un organıze ettığı turnedeki ılk durak
yann Ankara'daki Saklıkent, 9 şubattaki Cemal Re-
şit Rey Konser Salonu konserinin ardından 10 ve 11
şubatta Cubuklu Hayal Kahvesi'ndekı konserlennın
olanaklar dahılinde tümünün ızlenmesı gerektiğine
inanıyorum.
İDSO'nun geçen haftaki konuklan baba-oğul Galati'ler ve tedirgin btr opera kurumu
Müziğîn doruğuna ıdaşan dinleti
ÖNDER KÜTAHYALI
İZMİR- İDSO, 2-3 şubat
tarihlerindekı hafta sonu
dinletilerinde. baba-oğul ikı
sanatçıyı, sef Ilarion.ve kemancı
florin fonescu-Galafi'lcn konufc
etti. Programın solo yapıtı, Niccolo
Paganini'nın re majör bırinci keman
konçertosuydu ve yorum soluk
kesiciydi.
Florin Ionescu-Galati, Bükreş'te
doğdu ve küçük yaşta babası ile
kemana başiadı. Öğrenıminı.
Brasov Müzik Okulu ile Bükreş.
Akademısrndeyaptı. On yaşında
dinleti yaşamına giren sanatçı.
1989'daltalya'daStressa
Uluslararası Keman Yanşması'nda
birincılık ödülü ve altın kupa aldı.
Şu anda Braşov Filarmoni
Orkestrası'nın solocusudur.
Sanatçının tekniği kusursuz; her
şeyı doğal bir akışla yapıyor.
Boylece ortaya. heyecan veren bir
seslendirme çıkıyor. Bence
çalışındaki en ilgi çekıci yön,
flajöle seslerde, özellikle bunlann
kısa ya da çift sesli olanlannda yayı
özenle kullanması ve kemandan
değişik tınılar etde etmesıdir.
Bu dinletide, Paganinı gibi şaşırtıcı
bir bestecinin bile müzikal
çalınabildiğinı yeniden gördük.
Bırinci bölümün (Allegro
maestoso) ve Rondo'nun teknik
kesımlerinde baş döndüriicü hızlara
ulaşılırken. lirik yerlerde çarpıcı
gürlük zıtlıldanyla yaratılan
romantık bır müzik vardı. Sanatçı,
Paganinı ile şarkı söylemeyi
başardı Seslendirmenın dıkkatı
çeken bir yönü de kemancı olan ve
oğlunun ne yapacağını ıyı bilen
llanon lonescu-Galati'nin hiç
aksamayan \e iyı tınlayan bir
orkestra eşliğıni
gerçekleştirmesıydi. Sanatçılar,
kesilmek bilmeyen alkışlara
teşekkür etmek için önce Monti'nin
ünlü Çardaş'ını, değişik bir orkestra
düzenlemesiyle seslendirdiler;
ardından da gitar-keman ikilisi
olarak Kreisler'in en sevılen
parçalanndan ikisini çaldılar.
Dinletinin ilk yapıtı Ferit Tüzünün
"EsintUer"iydi. Yorum dorucuydu;
ancak son bölüm fazia hızlı
alındığından, birliktelik yeterince
sağlam olamadı. Trompet solo da
ilk duyuluşunda temiz değildi.
İkıncı yanda Beethoven'in op. 67
do mınör beşinci senfonısi vardı.
Büyük bestecinin yazgı ile
savaşımı, zaman zaman teslimıyetı
ve göz kamaştıran utkusu. başanyla
yansıtıldı. Pianolar tül gibi
crescendolar derinlikli. vurgular ise
etkılıydi. Şefin bırinci bölümde ve
finale de esnek tempolar alması,
yorumun dramsal gücünü arttırdı.
Bu hafta orkestranın üfleme
çalgılan güzel tınladı. Beethoven'in
geliştinm yaptığı yerlerde sanatçı
güzel renkler elde etti. fDSO, bu
güzel dınletiyi 4 şubatta Bursa'da
dayineledi.
Dokuzuncu senfoni ve Izmir
operasuıın sonınlan
Geçen hafta lzmir'de, Beethoven'in
dokuzuncu senfonisi de vardı. Izmir
Devlet Opera ve Balesı'nin 31
ekımdeki gala ile programına aldığı
yapıtı, ancak 30 ocaktaki
Tarihi Elhamra Sineması, 1982'den bu yana İ/mir Devlet Opera ve BaJesi'ne evsahipliği yapıyor.
seslendirmede dinleyebıldım.
Orkestrayı Nezih Seckin
yönetiyordu. Solocular, soprano
Hüha Gündüz, mezzo soprano
Belgin Tufan, tenor Huseyin Genç
ve bas Alpaslan Mater'di; koro şefi
ise Caner Ruhselman'dı.
Kusursuz çalan genç bir orkestraya.
oldukça iyi söyleyen soloculara ve
koroya karşın içerikteki heyecan,
dinleyicıye yansıtılamadı; ancak bu
ünlü yapıtta sadece notalar bile
müziksevere umudu ve yürekliliği
aşılar. Ben de salondan aynlırken
Izmir operasının sıkıntılannı
düşündüm ve umutlandım; ama
alanında, Güney Deniz Saha
Komutanlığı'nın yanında bulunan,
1958'de başlanmış fakat 25 yıl kuru
inşaat halinde bekletilmiş olan
tıyatro binasının yıkılması, onun
yerine çağdaş bir opera binasının
yapılmasıydı.
Bir süre sonra "Yeşil İzmir Mavi
Körfez" sö> lemı bahane edilerek,
Kültür Bakaniıgf nın bu arsası
parka dönüştürüldü ve projeler suya
düştü. Geçen yıllar içinde yönetıme
gelen her iki belediye başkanı.
Sayın Burhan Özfatura ve Sayın
Yüksel Çakmur. opera binası
yapımı konusunda istekli
arihsel Elhamra Sineması, 1979'da restore edilmiş. 21
Ekim 1982'de îzmir Devlet Opera ve Balesi perdelerini
açmış ve Türkiye, üçüncü opera kurumunu kazanmıştı.
Opera hızla gelişip Elhamra yetersiz kalınca, bir proje
yanşması açılarak çağdaş bir opera binasının yapılması
amaçlandı. Ancak. Kültür Bakanlığf nın arsası parka
dönüştürüldü ve projeler suya düştü. Bir kent için operanın
gurur kaynağı sayıldığı, hem işlevsel hem de anıtsal bir
değer taşıdığı düşünülmedi. Artık Türkiye'nin üçüncü
büyük kentine yakışır bir opera binası gerekiyor.
acaba gerçek nedir? Operamızın
içinde bulunduğu tarihsel Elhamra
Sineması, 1979'da restore edilmiş,
1981-82 sanat mevsiminde Ankara
ve İstanbul'dan gelen konuk
topluluklar burada temsıl vermışti.
Ardından. 21 Ekım 1982'de İzmır
Devlet Opera ve Balesi perdelerini
açtı ve Türkiye, üçüncü opera
kurumunu kazanmış oldu. Hiç
kuşkusuz. opera hızla gelişecek ve
Elhamra yetersiz kalacaktı. Bu
bakımdan dönemin Valısi Sayın
Hüseyin Ögütceıu 1983'te bır proje
yanşması açtı ve kazanan üç yapıt,
Elhamra'nın fuayesınde halka
tanıtıldı. Güdülen amaç, Konak
göründüler; fakat kuruma
merkezden uzak yerleri önerdiler.
Bır kent ıçın operanın gurur
kaynağı sayıldığı. hem işlevsel hem
de anıtsal bır değer taşıdığı
düşünülmedi. En uygun yerler.
Basmane'deki eskı Santral garajı ile
üüzelyalı'daki eskı troleybüs
deposuydu; ama belediye, onlan
vermeye razı olmadı.
İzmir Kültür Müdürlüğü'nden
verilen bilgiye göre son durum,
merkezden epey uzakta bulunan
Bayraklı'daki arsa ile Konak"taki
Kültür Bakanlığı arsasının takas
edilmesı ve bınanın Bayraklı'ya
yapılması önensidır; fakat
belediyenin bu öneriye olumlu yanıt
vereceği kuşkuyla karşılanmaktadır.
Operamızın sorunlannı, kurumun
dramaturgu Sayın Serdar Ongurlar
ile konuştuk. Sanatçının anlattığına
göre kurum sıkıntı içindedir. Fuaye,
aynı zamanda bir bale stüdyosudur;
büyük dekorlar da burada boyanır.
Çalışma ve soyunma odalan
sağlıksızdır. Ongurlar şöyle diyor:
-Elhamra sahnesinin iki portal
arası 11 metredir; derinlik olarak da
6 metredir. Bunu çarptığımız zaman
66 metrekarelik bir sahne ortaya
çıkar ve yeterli değildir. Birçok
Avrupa ülkcsinde böyle salonlar
var; fakat bunlarda. küçük çapta
operalar yapılıyor. Böylece biz,
repertuvar seçiminde zorlanıyonız.
Koroyu değeriendiremiyoruz. BaJe
sahnelendigi zaman sekiz adım
üzerine kurulan koregrafikr dört ya
da beş adıma düşürülüyor.
Bizim. 80'e yaklaşan eseri 1982'den
bu yana sahnelememiz ve genç
kadronun özverisi sayesinde
İzmir'de operayı ve baleyi
yaygınlaştırma çabalanmız, sanınm
takdire şayan bir olay. Şu anda, 414
kapasiteli salonda biiet bulma
güçlüğü çekiliyor; çünkü artık
bilinçlenmeye başiadı gençlik ve
Türkiye'nin üçüncü büyük kentine
yakışır bir opera binası gerekiyor.
Bunun için kamuoyunu. sanafçılan,
sanatseverleri, bilim adamlannı,
öğrencileri, ogretmenleri, kısaca
herkesi göreve çağınyorum. Görev
hepimizin: çünkü sanatı hepimiz
paylaşıyoruz." Venedik'in ünlü
Teatro Fenıce'si, 1792'deve 1836'da
iki kez yanıp yeniden yapıldıktan
sonra 29 ocak pazartesi günü
üçüncü kez kül oldu. Bır gün sonra
Italyan hükümeti. binanın yeniden
yapılması için 12 mılyon dolar
tutannda ödenek ayıracağını
dünyaya duyurdu. Izmir
Belediyesi'nin. İzmır Valılığı'nin ve
Kültür Bakanlığı "nın ışi, bundan
çok daha kolay. ama çok daha
anlamlı ve tarihseldir.
DUŞUNCEYE SAYGI
MEMET FUAT
Yitmek
Bir ınsan nasıl yiter, ne olduğu, nerede olduğu bi-
linmez, ortadan silinip gıder, yok olur?
Ölüm dışında?..
Herkes her zaman sevdıkleriyle, yanı başında olmak
istedikleriyle birlikie yaşamıyor. Çeşitlı nedenlerle bır-
birimize uzak düşüyoruz. Ama bır selam, bır mektup,
bır resim, bır gelıp gıtme, kısa ya da uzun bır buluş-
ma yaşamın yarattığı aynlıklann özlemini azıcık olsun
dindinyor.
Şöyle durumlar da var:
Biri istiyor bırtikte yaşamayı, öbürü istemıyor, boğu-
luyor o birttktelıkten, bır yolunu Dulup kaçıyor, ızını yok
ediyor.
Genellikle baskıcı aılelerae görülür bu tür kaçışlar.
Çocuk anasını babasını ya da kalabalık bır aıleyse, aı-
lesinı bırakıp ortadan yok olur. Çok ıstedığı bır şey en-
gellenmiştir, özgüriuklerı kısıtlanıyordur, evde diıiık dü-
zenlik yoktur, aşağılanıyor. onuru kınlıyor, dovulüyor-
dur.. daha sıralanabilır...
Belki de çocukta bır dengesızlik söz konusudur:
Kötü alışkanlıklar edmrn ştır. aılesinın hoş karşılama-
yacağını düşündüğü ışler yapmak ıstıyordur.
Kendi seçimiyleevındenkaçıpyıten, ne olduğu, ne-
rede olduğu bilinmeyen. ortadan silinip gıden, arka-
da bıraktıklarına göre yok olanlar hiç de az değıl.
Ama yaşamın ayrılmaya zorladıklan ya da ne oldu-
ğunu bile anlamadan bırbırinden kopardıkları çok da-
ha fazla.
Bır şairtanımıştım. Derlı toplu bır insan. Bır köy ço-
cuğu. Okumuş, oğretmen olmuş, kente yerleşmiş,
kendıne bır yaşam kurmuş. Bu arada aılesınden uzak
kalmış. Kardeşlennın sayısını bıletam olarak bılmiyor-
du. Belki de korkuyordu sorumluluğu yüklenılemeye-
cek kadar kalabalık aılesıne fazla yaklaşmaktan.
Gençliğimde Attunızade koşkünde gördüğüm kara
saçlı, kara kaşlı, kara gozlu ufak tefek bir kadının ise,
değil ailesı, kimliği bile bellı değildi. Küçükken Guney-
doğu Anadolu'dan getırılmış, kımsesiz bır çocuk ola-
rak yanaşmalar arasında buyumuş, Osmanlı gelenek-
leri çerçevesınde evlendirilmış, ama baba ocağı say-
dığı köşkle ilgisıni hiç kesmemışti. Adı Salı ıdi, herkes
oyle çağınrdı. Buna karşılık kımlığınde Münire yazı-
lıydı. Robenson'un Cuma'sını çağrıştırdığı ıçın me-
rak eder soruştururdum: Salı adını kimin koyduğunu
bilen yoktu. "Munıre" ıse kimlik çıkartmak gerektiğın-
de uydurulmuştu.
"Kimliği yoktu, sonradan bız çıkardık" derdı köşkun
hanımı.
Güneydoğu Anadolu'dan getirıldıği bellıyse de bu
kara saçlı, kara kaşlı, kara gözlü kadının Kürt mü, yok-
sa Ermenı mı olduğu bılinmiyordu.
Kim bilir hangi çatışmadan arta kalmış bir çocuğu
iyi yürekli bırileri alıp istanbul'a getıımışlerdi. .
Bir yerlerde yaşadıklan duşunülen yitiklerden baş-
ka, bir de yaşamadıkları, öldürülduklerı duşunülen yı-
tikler var.
Örnekse Bosna'da her gun yenı bır toplu mezar bu-
lunuyor. Değış tokuşla gen gelen tutsakların yakınla-
rınca kucaklanışları ıse nasıl bır belırsızlik içinde bek-
lendiklennı açıkça gösterıyor. Yitıklık olüme öylesine
yakın...
Bırakın Bosna'yı, yıllardır savaş gormemış bır ülke-
de, Turkıye'de, her hafta Galatasaray Lisesı onunde
toplanan ınsanların çılesı nedır? Kım, nasıl açıklaya-
bilir boyle bır şeyı? Analar yıtık çocuklarını anyoıîar,
•çocukları sag mı, ölü mü, öğrenmek ıstıyorlar. Safcjr
ıseler neredeler? Ölu ıseler mezarları nerede?
Devletı herkesın devletı olarak tanımlayanlar, ulke-
mizi yönetenler bu sorulara yanıt vermek zorundadır-
lar. Sokaklar yürümekle aşınmaz, yuruyun ıstedığınız
kadar diye tepede oturamazsınız. O insanlar sıze gö-
revinizi anımsatmak ıçın, harekete geçmenızı, hakla-
rını aramanızı istedıklerıni göstermek için yüruyorlar.
Herhangı bır dilekçeye bile belli bır süre içinde ya-
nıt verme sorumluluğu var. Çaresiz kalıp sokaklara
dökülmüş analar nasıl gormezlıkten gelınır?
Yitik msanlarla ılgılı en ağır suçlama ıse guvenlık
güçlerinin gözaltına aldığı bazı kımselenn ortadan yok
oldukları suçlaması...
Bir gazetecının polıslerce dövülerek öldürulmesi-
nın dava konusu olduğu bır ortamda boyle bır suçla-
ma sıradan demeçlerle geçıştırılemez...
Gözaltına alınmıştı, alınmamıştı, almıştık ama son-
ra bırakmıştık... Ya da tam tersını söyleyen, onu en son
şurada gördüm, burada gördüm dıyen birtakım tanık-
lar...
Bunlar hiçbir ınandıncılığı olmayan, havada kalan
sözlerdir. Ortada yıtik bır ınsan varsa onu bulmak ya
da başından geçenlerı, belgelere dayanan, güvenilir
araştırmalarla ortaya çıkarmak gerekır. Söylenenler
kamuoyunu ınandırmalıdır.
Bir devletin saygınlığını yönetıcilerinın davranışlan
belirler...
Galatasaray Lisesı'nın önü bayağı aşındı...
Ünlü orkestra şefi
Gavazzeni öldü
Kültür Servisi - Italyan
orkestra şefi. besteci, eleştir-
men v e yazar Gianandrea
Gavazzeni, doğduğu kent
Bergamo'da önceki gün 87
yaşında öldü. Dünyaca ünlü
müzisyen için bugün Mila-
no'daki La Scala Tıyatro-
su'nda birtören gerçeİcleşti-
nlecek. Italyanlar, bır dığer
ünlü müzisyenlerını, 1957
yılında yaşamını yitıren Ar-
turo Toscanini'yi de aynı
şekılde uğurlamıştı. Ro-
ma'daki St. Cecılia Miızik
Akademısf nde eğıtım go-
ren Gavazzeni. 1920'lıyılla-
nn Roma sanat ortamında tı-
yatro ve edebıyatla da uğ-
raştı. Uluslararası arenada
pek bilinmeyen yapıtlan or-
taya çıkarmasıyla tanınan
ünlü müzisyen, özellikle
1900"lü yıllann ttalyan mü-
zigı konusunda uzmandı.
1944 yılında La Scala Ope-
rası'na giren ve burada ça-
lıştığı 20 yıl içinde 80'e>a-
kın operada orkestra şefliği-
ni üstlenen Gavazzeni. çağ-
daş yorumlanyla da kendıne
özgü bır ısım edınmıştı. Ga-
vazzeni'nın cenaze törenin-
de. Rıccardo Mutı'nın yö-
netımınde Beethoven'in
"Eroka" senfonısi seslen-
dırılecek Orkestra >cfı \1u-
tı. "Ögretmenimi/i. büy ük
bir ınü/isveni > itirdik"
dedı.