19 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28EYLÜL 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 CRAMOFON İCNESİ Zeliha Berksoy la söyleşi SELİM tLERİ A yaspaşa'nın yokuşlannda A bir apartman. Bir pazar /W günü. Eski Ayaspaşa'dan £ J yen ' zamanlar ancak yeni / I onanmlar, insaat eklenti- ^ . m lenyle geçebilmış. Zeliha Berkso): "Sola sap,aşağıda sağda büyük bir ağaç göreceksin_* demışti. Aşağıda ağaclar sonbaharla bir kez daha baş ba- şa kalnorlar. Her dönemeçte esinti bir kez daha sonbahar! Ama primadonna Semiha Berksoy'la Zeliha Berksoy'un evinegırergirmezbu sonbaharbirdenbire gürlük olup çıkıyor. Dörtbiryanda resimler, hepsi etkileyici. coşumcu ve çarpıcı, hepsi Semiha Berk- soy imzalı. Eşya, art deco'dan kalma, 40'Iardan sonra yeni möble buraya uğ- ramamış. Sevgili Zeliha'nın köpeği be- ni bırkaç kezyâlıyor. bol bol öpüyor. Be- yazda külrengi çiçekli, figürlü. porselen kayık tabakta -besbelli- pek leziz, çiko- latalı, balbademli bisküviler. Sanatın \e görgünün izleri onlarda bile hissolunu- yor. Söyleşiye başlamadan önce prima- donna Semiha Berksoy harikulâde lcıya- feti.göz kamaştıran tavnyla bir geç ant- re yapıjor, yıldızlannı bütün ışıldattık- tan sonra Zeliha'yla beni baş başa bıra- kıyor. Beş on gün sonra Matmazel Julie baş- layacak. Asiye Nasıl Kurtuhır'dan bu ya- na unutamadığımız Zeliha Berksoy'u iz- leme fırsatı bulacağız. Matmazel Ju- lie'nin yazannı ve bizdeki sönük tarih- çesini Bençet NecatigiL Açık Deniz Kıyı- sında'nın giriş yazısında şöyle dile geti- rir: "22 Ocak l~849'da Stockholm'de do- ğup 14 Mayıs 1912'de yine orada ölmüş Fsvec yazan August Strindberg'i bize ü- kin Vluhsin Ertuğrul tanıttı. Strind- berg'in Baba isimli üç perdelik dramı, 1936-1937 tiyatro mevsiminde, İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda ikince defa temsil edilmiş, ayrıca kitap halinde çıkmışb." Ne yazık bu çabanın pek arkası gel- mez. Tiyatro tarihinm en büyüklerinden Strindberg'in kımi oyunlan dilimize çev- rilmiştir ya, Açık Deniz Kıyısında -unu- tulmaz bir roman!- dışında, öteki güçlü romanlan yayıncılanmızaçekici gelme- miştir. Matmazel Julie'ye gelince; ama bunu artık Zelıha'ya soruyorum: u Ne- den Strindberg? Ve bu zor eseri?.." - Strindberge'e hayran olmamak ola- naksız. Bir dönem o: Ibsen zaten başlı başına bir okul, Çehov, tabii Puşkin... Yıllar-yıllar önce, ben Berlin'deyken ba- zı önemli tiyatro adamlan Matmazel Ju- lie'yi salık verdiler. Eseri okumamıştım. Ama böyle üst öste okuma önenleri ge- lince okudum ve çok sevdim. Ama ınsan istediği şeyleri hemen yapamıyor, koşul- lann bir araya gelmesi gerekiyor; demek ki şimdiymiş sırası. "Sen, birdenbire, yapımla da ilgilenen insan oldun.-" - Bu konuda TOBAV büyük yük aldı üstümden, açıkçası. Tiyatro kurmak de- meyelim buna, bir vakıf çerçevesinde ba- zı projeleri gerçekleştirmek girişımi. "Isteseydin yenkkn bir ödenekli ya da özel tiyatroda çalışabilirdin_~ -Şimdı her tiyatronun kendi bırreper- ruvan, kendi bıroyun seçimi var. Ben de bazı projeleri bir an önce gerçekleştir- mek, bazı rolleri bir an önce oynamak is- riyorum. Brechften Strindberçj'e "Yaygın seyircin seni bir Brecht oyun- cusu olarak tanryor. Brecht'le Strindberg arasındaki bağı nasıl kuruyorsun? Mat- mazelJulie'yi nasıl yorumlamamız gere- kir?'" - Strindberg bir geçiş dönemi yazan. Bununla birlikte olaylara bakışında ge- çiş dönemindeki sosyal sıkıntılan. gele- cek kaygısını hemen kavramak müm- kün. Strindberg zaten dâhi bir yazar. Böyle bir yazann toplumun dışında kal- masına. kendi dönemine tanıklık etme- mesine imkân yok. Strindberg bütün bunlara çok geniş bir perspektiften bakı- yor. Bir sınıfsal çatışma var. aristokrasi- nin çöküşü var. Aynı unsurlan biz Çe- hov'da da görüyoruz. Sonra Ibsen ve Strindberg'de kadın öz- gürlükleri, kadın meselesi var. Ama hep- si kendi sınıflan içinde bir realitenin üze- rinde duruyorlar. Mesela Julie tamamen yitip gitmeye mahkûm bir sınıfin nöro- tik kadını. Ama mesela Ibsen'ın Nora'sı daha başka; Nora direnmeyi sürdürebi- liyor. Nora aklıyla çözebiliyor; Julie ise intihara giden bir kadın. Matmazel Ju- lie'yi tam bir kişilik bocalaması açısın- dan yommluyoruz. Feodal yapının. ka- dın-erkek çatışmasının derin etkilerini göstermek gerekiyor. Julie asla bir alt sı- nıfin, aşağıdan yukanya gelen bir sını- fin bilincinde değil. Bunu nişanlısından öğreniyor, bütün insanlann eşit olduğu- nu fıkrini ve nefret ediyor. Ne var ki şöy- le de bir özlemi var: Sık sık söylüyor: Yalnızlık. Onu ölüme götüren yalnızlık... "Şimdi bildigim kadanyia Matmazel Julie çok zor bir oyunu Strindberg'in, belki de en zor oyunu. Genelde tiyarro denince sulusepken işlerin öne çıkartıldı- gL değerli çalışmaların göz ardı edildiği bugünkü ortamda böy le bir oy unla seyir- ci karşısına çıkmak Zeliha Berksoy 'u en- dişelendirmivor mu?" - Selim'ciğim, bilmiyorum, beni işte bir otuz senedir böyle şeyler hiç endişe- lendirmiyor. Ben daima kendi bildıgimi okuyorum, daha doğrusu inandığımı, ol- ması gerekeni yapıyorum. Bilmem ne kadar kazançlı, ne kadar zararlı çıkıyo- rum. Tiyatroya çok romantik bir yakla- şımım olduğu için, aslında moral açıdan ben zararlı çıkmıyorum... Strindberg biz- de çok az oynanan bir yazar. öte y andan. Strindberg'in tiyatro tarihindeki çok önemli yeri artık tartışılamaz. Bu kadar derinlikli bir yazann bu kadar derinlikli bir oyunundan seyirci mutlaka etkilene- cektir dıye düşünüyonım. "Sanınm kadın seyircinin ilgisi daha yoğun olacak-." - Kadın seyirciler şununla karşılaşa- cakJar: Kadının bir yerde, kadın-erkek ilişkisinde biryalnızlığı var. Bazı kadın- lar bunu belki kendi yalnızlıklan olarak görecekler ama, değil; doğa farklılığın- dan gelen bir yalnızlık. Beraberlikte er- Hayatın böyle nı görünce w • y ^ en daima m J kendi ğ ~\ bildiğimi J-*J okuyorum, daha doğrusu inandığımı, olması gerekeni yapıyorum. Bilmem ne kadar kazançlı, ne kadar zararlı çıkıyorum. Tiyatroya çok romantik bir yaklaşımım olduğu için, aslında moral açıdan ben zararlı çıkmıyorum. • y ^ ahalı m J yapımlar m yerine daha JL yüzük taşı oyunlar, az kişili oyunlar tercih etmek durumundaydım. Ama bir Üç Kuruşluk Opera'da oynamak isterdim. Yanlış anlaşılmasın: Herşeye rağmen hiçbir pişmanlık yok içimde. Oynadığım oyunlardan mutlu oldum, inandığım işler yaptım, her rolümü huşu içinde oynadım. keğin başka hedefleri de oluyor: kadın. yaşamasını sevgiye odaklıyor. O anlam- da büyük bir çatışma söz konusu. Bu ça- tışma seyirciyi adamakıllı düşündüre- cektır. Aynca çatışma sonrasının sızısı, sızın- tısı etkileyici gelecektir. Tabii bu arada aristokrasinin ne kadar nörotikleştiği. çö- küşe giden yolda daha da marazi, daha da karamsar oluşu şiddetle vurgulan- makta... Hyatro ve romantiznı -Demin dedin ki, tiyatroya her zaman romantik yaklaştım... Bu romantizm na- sıl başladı sence? Tabii aileden. annen- den gelen tutku.^ 7 " - Tiyatro çevresinde olmamın büyük etkisi var. Çocukluğumdan ben tiyatro- dan çok büyük zevk alırdım. O zaman- lar gördüğüm oyunlann, izlediğım ope- ralann. her şeyin izleri hâlâ bende cap- canlıdır. Oyun seyretmek beni büyüler- di. Annemin konserlerini hıç unutamam. Sonra dört buçuk yaşındayken, Shakes- peare'in Yanlışlıklar Komedyası'nda kendim sahneye çıktım... "Ne hissertin o zaman?" - Ne hissettım biliyor musun, sana doğruyu söyleyeyim. büyük bir insan- mışım gibi hissettim kendımi. Yanı me- sela yirmi yaşındaki genç bir insan gibi. Her şeyin bilincinde olarak sahneye çı- kıyordum. Dramatik bireda taşımam gerektiğinı. sey irciye bir oyuncu gibi yaklaşmam ge- rektiğinı bilıyordum. O beş yaştan on beş yaşıma kadar tiyatroya çıkabilmek için büyümem gerektiğinı, beklemem gerek- tiğini düşündüm sadece. Tiyatro olacak- tı, bu muhakkaktı. Ve ben, duygulanm- da, bir aktristim, küçük bir kadındım... Ondan sonra Cadı Kazanı'nda o>Tiadım, konservatu\ ar, eğitim, DevletTiyatrosu, Berlin. yıllar, sonra Asiye Nasıl Kurtu- lur ve gerisi... Romantiğim, çünkü ben bazan şartları görmem. Bir şe>e kendı- mi tutkulandırdığımdabenım için olmaz diye bir şey yoktur. Bunu gerçekleştir- mek uğYuna her şeyimi feda edebilınm. Ama öyle ama şöyle. bata çıka yapanm. Demek ki romantizm bu; çünkü koşul- lan görmüyorum, gelecekte neler olabı- leceği ilgimi çekmıyor. sadece perdenin açılması.. onu görüyorum. "Peki bu tutumun sana ne kazandırdu senden ne götürdü?" - Bana varlığımı kazandırdı. Benden hiçbir şey alıp götürmedı. "Ama başka girişjmlerle. sözgelimi da- ha varuldı bir hayat kurabilirdin.-" - Aa tabii. ama ben bunlan kazanç di- ye görmüyorum. Daha popüler yollara gıdebilirdim. Asiye zamanında şarkıcı- lık teklifi bilealdım. Beni Lalezar'da şar- kı söylerken, tuvaletlerle düşünebiliyor musun... O zaman belki zengin olacak- tım ama kendim olamayacaktım. Bana yabancı gelen bir dünyaya girecektim, şu anda da bir kenarda oturuyor olacak- tım... -Çok daha konforlu bir evde tabii—'*1 - Evler, yazlıklar, otomobıller fılan ve ruhsuz! Ruhu olmayan bir insan! Bunu seçmek aklımdan bile geçmedi. tek bir gün. ~Ne \ar ki toplum bugün a>nı nokta- da değiL Sınıf atlamak için her yol mü- bah. Böylesi bir dinamizm değişikliğini nasıl yorumluyorsun?" - Biz skolastik bir terbiyeden geçtik. Bugün öyle değil. Yalnız gençlerde bir burukluk. mutsuzluk görüyorum ben. Hepsinde şu rahatsızlığı görüyorum: Ya- şam onlan, hepsini doludizgin akıntıya, bir şelâleye götürüyor: ben de kıyı kıyı tersin tersin vürüyorum. en azından dur- maya çalışıyorum Bılinçsiz olanlar akıntıya sürüklenmevi başan sayıyorlar. biraz bilinçli olanlaro haksız kazanç. kö- şeyi bir an önce dönme yollannın orta- sında vicdanen huzursuzluk duyuyorlar, o tiyatro. sanat saygısı \ icdanlannı rahat- sız ediyor. Ettiği sürece de umut kapısı açık. Inanılmazbirburukluk. Gerçekol- mayan, sahte olan bir şeyin varlığını al- gılıyorlar. u Ya bilinç taşunayanlar?" - Şimdi burada seçimler söz konusu. Bir yanşve bir satış söz konusu. Tabii bu yanşta yok satmaya, saçma sapan işler yapıp, aptallık sergileyip yok satmaya mecbursun. Birtakım beyinler sırf bu ış için seni yönlendiriyorlar. ICitleleri aptal- lığa kanalıze edeceksin... Buna kanar- san, bu yolda gidersen. tabii bunun be- delini sana güzel ödüyorlar. Çünkü sen de aynı suç ortaklığına gı- riyorsun. Seni tavlamak için bin çeşit im- kân sunuyorlar: hele sen birde karşı saf- taysanbedeledurdurakyok... Bubirse- çim meselesi. Ayrıca ben yalılanm, evlerim, apart- manlanm olmadı diye bir an bile hayıf- landığımı hatırlamıyorum. Ben dünya- nın en zengin insanından mutluyum. Zenginlenn hayatlanndaki hırs, alkol. yalnızlık. intihar. uyuşturucu. bende sa- nat. tiyatro, sahne... Ben hayatın bunlar. böyle olmadığını görünce şaşınyorum asıl. Asıl güzelliklerden yoksun yaşanıl- masına şaşıyorum. "Kendi yaşamına döniip baktığında, istediklerini ne ölçüde gerçekleştirebil- din? Gerçekleştiremediklerinin sebeple- ri senden mi kaynaklanıyordu?** - Koşullardan kaynaklandı. Bir defa ben uzun yıllar belli bir seçim yaptım: Daha çok sosyal. politik tiyatroyu yeğ- ledim. Sonra Brecht şansonları söyle- dim. Yani keyfime göre hareket ettim. Ama mesela Shakespeare, Moliere, Çe- hov oynamak isterdim, oynayamadım. Bazı müzikallerde oynamak isterdim. ol- madı. Bir yerde başına buymkluğu seçince, koşullarını da ona göre ayarlamak duru- mundasın. Pahalı yapımlar yerine daha yüzük taşı oyunlar. az kişili oyunlar ter- cih etmek durumundaydım. Ama bir Üç Kuruşluk Opera'da oynamak isterdim. Yanlış anlaşılmasın: Her şeye rağmen hiçbir pişmanlık yok içimde. Oynadığim oyunlardan mutlu oldum. inandığım iş- ler yaptım, her rolûmü huşu içinde oy- nadım. "Şu andaki Türk tiyatrusunu nasıl de- ğerlendiriyorsun?" - Şöyle diyebilirim: Çizgisi açısından büyük birbelirsizlik var. Çarpık çurpuk gidiyor, zikzaklar çiziyor. Çok sıkıntılar, bunalımlar var; özellikle özgün bir pro- je yapamamanın bunalımlan var. Ben her şeyin izleyicinin talepleriyle, maddi meseleyle açıklanabileceğine inanmıyo- rum. Izleyiciye dört dörtlük sunduğu- nuzda en ağır. karmaşık bir proje de ilgi toplar. Bence bir idealizm yokluğu söz konusu. Aktörler, dublajdı. reklamdı. başka yollarda. Sağlıklı ilişkiler kurula- mıyor. Tiyarronun üstüne sanki ölü top- rağı serpilmış. Günübirlik ışlerle yetini- liyor. Herkes çok yakınıyor, ama dizi- den, televizyondan. dublajdan uzaklaş- mıyor. Bunu da eleştırmek istemiyorum, çünkü hayat şartlan zorluyor olabilir. Ama babaannemin çok sevdiğim bir sö- zü var: 'İnsan istediği gibi olur*. Bu yüz- den kimsenin yakınmaması gerekiyor. Bir arpa boyu... "Dizidedik,televizyon dedik»Tele\iz- yon için ne düşünüyorsun?" - Televizyon kanallannda olup biten- lerin insanımız üstünde eskisi kadar et- kilı olmadığını sanıyorum. Büyük bir bıkkınlık söz konusu. Ne oldu onca se- viyesizlikten sonra, toplum dejenere ol- maya başladı. insan ruhu o kadar büyük yaralaraldı ki. tepki veriyor. Televizyon- larbir arpa boyu yol dagıdemiyor. Insan- lar hem ruhsal yaralanışın bunal ımını ya- şıyor, hem de havanda döv üldüğünü his- sediyor. Insana adapte edilen muazzam köşe dönmeler, bunu akılcılık saymalar, kahramanlık saymalar, işini bilirlik sayıp kendim dev aynasında görrneler. Kısaca- sı korku verici birboşluk. Öteyandan ya- zarlann, sanatçılann binlerceyıllık biri- kimine alternatif oluşturabıleceklerinı sanmalan da boş hayal. Sürekli değiş- kenlik, ama en küçük derinlik yok. Ha- ni bazı oyuncular için tamamen değişti derler, ne yapmış. saçının rengıni sanya boyamış. elbisesinin yakasını daha aç- mış, gözüne renkli mercek takmış, gel- gelelim aynı beyinsizlik sürüp gidiyor, işte onun gıbı. Neresı yenılenmiş? "Biz tekrar güzel konulara, iç açıcı ko- nulara dönelim. Semiha Berksoy 'un kızı olmak nasıl bir duygu? Anneni inanıl- maz bir enerji birikimi kabul edersek, ondan nasıl etkilendin?" - Semiha Berksoy'un kızı olmak zor- lu bır şey... Önce bunu söylemeliyim. Ben. Türk operasının ilk primadonnası- nın kızıyım. Büyük anılar, büyük olay- lar söz konusu. Annem iki defa Devlet Operası'nı kuruyor. Birincisinde, 1934'te geliyor, Atatflrk'ün büyük önem verdiği Ozsov operasında oynuyor. Bir de 1941 'den sonra Carl Ebert'le'biriikte kurucular arasında yer alıyor. 41 'de An- kara Konservatuvan'nda öğrenciler var, profesyonel opera sanatçısı yok. Profes- yonel iki kişi var: Biri NurettinTaşkıran, öbürü Semiha Berksoy. Carl Ebert bu iki kişiyle yola koyuluyor. Yani annem hem bir tarihi şahsiyeti ifade ediyor. hem de kendi mesleğinde gerçekten bir 'dKa'. Yurtdışındaki çalışmalannı da gözönün- de tutarsak. zorlu bir iş, çünkü Semiha Berksoy'un karşısında ayakta durmak kolay değil. daha doğrusu ımkânsız... "Âına bir övünç sebebi de_." - Elbette. Ama böyle bir şeyin yanın- da durmak ne kelime, karşısında durmak bile korkunç. Yalnız hemen ekleyeyim, yanında şu da var: Belki de benim bu ka- dar romantik olabilmemin ana unsuru, temel sebebi o. Semiha Berksoy. O ro- mantizmin kalıtım olduğuna inanıyo- rum. Cesareti annemden almışırn. gözü- pekliği. Sanata inanç, sanatla mutlu ol- mak, bu kadar sanat için yaşayabilmek Semiha Berksoy'un yanında olmakla çok ilıntili. Böylesi bir varoluşun nede- ni Semiha Berksoy. "Evet, ben de gekliğimdcn beri bakı- nıp duruyorum: E\in her taratindan ya- raticılık nşkırıyor. Şu resimler, portreler, çarşaf üstüne yağlınoyalar, şu plastik mankenin başındaki hasır şapka \e riiL şifon... Ortam olarak müthiş. Yalnızca böyle bir dünyada yaşamak bile insanı zenginleştirebilir." - Gayet tabii... Ben bu ortamda yaşa- mayı yadırgamıyorum. tam tersi. hayatı böyle zannediyorum. Sonra, demin söy- lediğim gibi, başka bir ortamda bulunun- ca yadırgıyorum, şaşınyorum, sürünün içindekı siyah kuzu yavrusu gibi hisse- diyorum kendimi. Ve o dünyalar tuhaf geliyor. Taptışmalann ötesi "Senin zaman zaman tartışmalann ol- du. kurumlarla. insanlarla. Mücadelele- rin oldu. Ama aslında insan Zeliha çok daha farklı bir kimlik değil mi? Dahayu- muşak, daha_" - Çocuksu... "Bunlann çok ötesinde bir Zeliha Berksoy yok mu? Demek ki koşullar in- sanı mücadeleierde zaman zaman yük- sek sesle konuşmaya mecbur ediyvr." - Mecbur ediyor tabii. Çünkü sorun kişisel değil. O tartışmalar hep mesleki- dir. O tarttşmalarda bazan art niyet gö- rüyorsun, bazan birtakım ilişkiler denge- si içinde senın haksız yere masaya yatı- nldığmı görüyorsun, yani işin içinde sa- mimiyetsizlik oluyor. Samimiyetsizlik olunca kriterler değişiyor. O zaman iş ciddiye biniyor, varlığınla, dünyaya ba- kışınla ayakta kalma mücadelesi başlı- yor. Yoksa birtakım küçük çekiştirmeler beni ilgilendirmiyor. Objektivite yıttp ta- rafgirlikler başlayınca, ister istemez tu- tum değiştiriyorsun. "Peki, sana çok teşekkiir ederim bu söyleşi için Zeliha." Böyle dedim ama, hemen aynlmadım ana-kız Berksoy'lardan. Semiha Berk- soy son Amerika sergisıni, Almanya yol- culuğunu anlattı. Haber niteliği taşıma- yan pek çok yersiz bılgilendirme basın- da yer alıyor da, yılmaz bir sanat savu- nucusu olan Semiha Berksoy'un şu son sergilerinden, gezilerinden pek söz açıl- madı, galiba hiç söz açılmadı.. Sokağa çıktığımda sonbahar büsbütün bastırmış. Havanın daha da erken karar- dığı günlerde Matmazel Julie başlaya- cak. Birtiyatrocoşkusuylabekliyoruz.... ODAK NOKTASI AHMET CE>1AL Batılı Düşünen Aydın ve Din Kurumu... Zaten hiç unutamadığım bir olayı, son günlerin ay- dın tartışmalan çerçevesinde bir kez daha anımsadım. Bir yıiı aşkın bir süre önce, o zamanlar editör olarak çalıştığım yayınevine telefon eden üniversitelı bir genç, benden randevu isteyerek önemli bır konuyu benim- le tartışma gereğini duyduğunu söylemiştı. Kararlaş- tırılan günde, randevusuna tam saatinde gelen bu genç. yayınevince çıkanlan bır derginın son sayısın- da yer alan bir yazıdan söz ederek. bana şu hiç unu- tamadığım soruyu sordu: "Ben, şu anda üniversite- de okuyan, bilime inanan, ilerde de bılim yapmak is- teyen bir insanım. Ama aynı zamanda Müslümanım ve dinimin gereklerini de olabildığince yenne getiri- yorum. Başkalarının hangi inançta olduklan ıse beni, insan olarak kaldıkları sürece ilgilendirmiyor. Sizce benim dınine bağlı bir insan olmam, aydın olmamı en- geller mı? Bu yüzden hemen sağcı diye sınıflandınl- mam, laiklikle ve bu sınıflandırmayı yapanlann aydın olma iddialanyla bağdaşabilır mi?" Bu soru, Türkiye'de yaşayan ve "düşündüğü" sa- vında olan herkesin hesaplaşması ve yanıtını arama- sı gereken bir sorudur. Hele o ünıversıte öğrencisı gencın, ülkemizde böyle bır soruyu sorma gereğini du- yan ilk ve son insan olmadığı gerçeği de göz önünde tutulursa... Kavramlann diliyle konuşmak, düşünceleri açık bi- çımde anlatabılmek bakımından hiç kuşkusuz yarar- lıdır. Ama kavramların diliyle konuşalım derken. kimi zaman kavramları, gerçeklıkle bağlarını zayrflatacak, belki de koparacak noktalara itip konuşmalanmızı ora- da sürdürürsek, kendımizi, daha ayırdına bile varama- dan, izleyicilenn çoktan, terk ettikleri bırsalonun sah- nesınde bulabilıriz. Birincil işlevi gerçekliği elden bırakmamak olan ay- dın insan, içinde yaşadığı toplumda varlığı ve etkisi yadsınamayacak kurumlan görmezlikten gelmeye ça- lışırsa, o topluma ilışkın olarak, öngördüğü hedefleri ve olması gerekenlen, sanki bazı kurumlan hiç yok- muşçasına ortaya koyarsa, elde edebileceği teK so- nuç uygulanabilir olmaktan uzak düşünceleri nedeniy- le kendi toplumuna yabancılaşmasıdır. Bu bağlamda hiç kuşkusuz kendını belli bır kitleden yadatoplumdan "saymama "gibi bırtutum da söz ko- nusu olabilir. Ama bu. kesinlikle oznel bir tavırdır ve o tavn takınanı bir anlamda' sanki" o toplumdanmış gi- bi konuşma hakkından yoksun kılar. Öte yandan aydın kişinin kendisınin dine inanması ya da inanmaması, yalnızca onu ilgilendirebilecek bir konudur. Buna karşılık aynı kişinin toplumsal bağlam- da düşünce üretirken, din kurumu yokmuşçasına ta- vır alması ya da inançları paylaşanları şu ya da bu bi- çimde sınıflandırmaya kalkışması, biraz yukarda sö- zünü ettiğim yabancılaşmadan başka bır şey değildir. Özellikle Batılı aydın gibi olmaya soyunanlar için ya- nıtının verilmesı kesinlikle gerekli olan soru şudur: Acaba Batı'da yaşayan aydınlar, genelde örneğın Hı- ristiyanlık karşısında nasıl birtutum almışlardır? Bu ay- dınlar -yine genelde- nüfusunun neredeyse tamamı Hıristiyan olan toplumlarda, yaşamalarına karşın, din kurumunu görmezlikten gelmeyi ılericiliğin bir gereğı mi saymışlardır? Yoksa, inanç bağlamında kişisel tu- tumları ne olursa olsun, toplumsal düzlemde çözüm- lemelere giriştikleri anda once Hırıstıyanlığı yadsına- maz bir toplumsal gerçek sayıp duşünsel çabalannı böyle bir çıkış noktasına göre mi yönlendirmışlerdir? Bazı yanlış anlamalan onlemek için hemen belirte- lim: Bu çıkış noktasıyla söylemek ıstediğim. ömeğin aslında dine inanmayan bır kişinin, sırf toplumsal bağ- lamdaki düşüncelerine etkınlik kazandırabılmek için dine inanıyormuş gibi gozükmesı değildir. Böyle bir sahtekârlık, toplum açısından düşünülebılecek en sa- kıncalı tutumdur. Benim vurgulamak istedığim nokta, iç dünyasında dinsel inançlan paylaşmayan kişinin bile, yaşadığı toplum üzerine düşunmeye koyuldu- ğunda din kurumunu o toplumun ayrılmaz bir parça- sı niteliğiyle göz önünde bulundurmasının. bilimsel düşünme biçiminin gereği olduğudur. Düşünce serüveninın dunü ve bugunü bağlamında Batı'ya baktığımızda, kendilerinin ateist olduklannı açıkça soyleyen aydınların bile içinde yaşadıkları top- lumun bilimsel çözumlemelerini, din kurumunu yad- sımaksızın, dinsel inançlan paylaşanlann tümünü de olumsuz s/nıflandırmalann kalıplanna zorla sokmak- sızın yaptıklarını, böylece çıkış noktalarını bütünüyle gerçekliğın, başka deyışle. ıçinde din kurumunun da etkın olduğu bır toplumun temelıne oturtabildiklerinı görüyoruz. Çıkış noktasındakı bu gerçekçılik, berabe- nnde bir başka gerçekçi tutumu, başka deyişle, bil- giyle beslenen yorumlann ışığında, dinsel inançlann ılerlemeye engel olmayacağını. olmaması gerektiğıni kanrtlamak diye özetleyebıleceğimiz bir tutumu geti- rir. Batı'nın Hıristiyan toplumlannda bu tutumun yerleş- miş olması, Hıristiyan dininin ilerlemeye Müslüman- lıktan daha açık olması değildir. Tam tersine Hıristiyan- lık, geçmişine bakılacak olursa, her zaman Müslü- manlıktan çok daha fazla dogmalarla dolu olmuştur. Eğer Batı'nın aydınları Hıristiyanlığı zaman ıçersinde sözü edilen dogmalardan genış olçude arındırmayı başarabilmişlerse bunun nedeni. yine geniş ölçüde, o aydınlann yola çıkmazdan önce gerek Hıristiyanlı- ğa. gerekse İHıristiyanlığın toplumdaki etkinliğine iliş- kin çok geniş bilgi edinmişliklerinde, bu bağlamdakı bilgi dağarcıklannı genişletmek için hiçbir çabadan kaçınmamış olmalannda aramak gerekir. Şimdi sözümü. ortaya ülkemız açısından birkaç so- ru atarak noktalamak istıyorum: Acaba Batılı düşün- mek, ilerici olmak isteyen Türk aydını, genelde çıkış noktalannı böyle mı aramıştır? Türk toplumuna ilişkin çözümlemeleryapmagırişimlerinde, İslam dininin ya- pısı ve bu toplumdaki etkınlıği üzerine ne ölçüde bil- gi edınme gereksınimıni duymuştur? Yoksa kendini ül- kemizde hemen her zaman ve her alanda gösteren ay- dın tembellığının bır sonucu olarak, din konusunda da bilgi edinme çabaları yenne. ıçeriği sınanmayan kav- ramlara sığınmak mı yeğlenmiştir? Bence ne ölçüde Osmanlı, ne ölçüde cumhunyet- çi olduğumuz ya da olmadığımızı tartışmazdan önce yukardaki sorulara doğru yanıtlar bulmak, özellikle son yıllarda yoğunlaşan din bağnazlığına doğru tanı- lar koyabılmek açısından da çok, ama çok önemlidir! Iron Maiden'ın Lübnan konseri BEYRUT(AA)- Ingıliz rock topluluğu Iron Maiden'ın Lübnan konseri yetkililer tarafından yasaklandı. Konserin organizatörü Nagi Baz. Lübnanlı yetkililerin 11 Ekim'de verilecek konseri. "grubun ıntihan teşvik ettiği" gerekçesiyle ıptal ettiğim açıkladı. Güvenlik birimlerinin haksız yere "şeytani" diye nıtelendirdikleri yüz kadar grubun adı bulunan bir listeye sahip olduklarını belirten Baz. yetkililerin de bu gruplann albümlerinin satışlannı yasakladığını. müziklennin dihlenmesine ızın \ermediğini \e gruplann Lübnan'a gelişlerini engellediğini kaydetti. Bilındıği gibi Nirvana'nın solistı Kurt Cobain'in ıntihannın ardından. Lübnan'da çok sayıda genç ıntıharetmışti. Yetkılıler. Iran'dan ve Suudı Arabistan"dan vize alabılen Iron Maıden üyelerinin. şeytanın adına konuştuklan ve gençlere zehır aşıladıklan gerekçesiyle ülkeye gıremeyeceklerinı belirtıyorlar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle