23 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
.14 EYLÜL 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 GRAMOFON İĞNESİ SELtM tLERİ Attilâ ffiıanla Otuz Yd......Belkide otuz yılıaşkın bir zaman di- limi. Çünkü Sisler Buhan'yla ne zaman karşılaştığımı çok açık seçik hatırlayamı- yorum. Yani hangi tarihte. Yoksa mev- sim, şimdiki gibi ayazını sürdürüyor. Taksim'den Galatasaray'a doğru yü- rüyenler. altmışlı yıllara geri dönerlerse yüzümüz Tünel yönünde, sağ koldaki küçük camekânh, dar kapılı kitapçıyı gözlerinin önüne getırebilirler: Ma- dam'ın kitapçısı. Madam, daima siyah- lar giyer, saçlan daima kırçıl kocakan topuzudur. Yûzü asık, dudaklan ve elle- ri titrek: kendini kitaba. edebiyata ada- mış görünür. Dükkândan içeriye adım atmanıza izin vermez, aradığınız, istedi- ğinız her kıtabı içeridekı dehlizden ken- di bulup getirir. Kendısine bazan oğlu yardım eder. Oğlu da anne gibı ufak tefek, çelimsiz, sözümona daha güleryüzlüdür. Oğul ki- mileyin, özellikle yaz günleri. dar kapı- da durur. soluklanır. Sonra bu oğul iki- de birde ortadan kaybolur. Cıhangir'de kitaba meraklı son hanımlann istihbara- tına bakılırsa, Madam'ın kitapçısında gizlidolaralışverişleri filan daolmakta- dır. "...Polis basmış, Madam'ın oğlunu götürmüş—"' denır. Ablamın yan ders yılında oku>iip öze- tinı çıkaracağı roman. Yakup Kadri'nin Yaban'ıdır. Yaban, koskocaman Kitap Sarayı"nda bile bulunamamış, sonra tav- siye üzerine gidilmiş. Madam'ın kitap- çısında çarçabuk ele geçinlmiştir. Dar kapıya asıli cep kitaplanndan bi- rinde. tam o sıra fark ediyorum, sisli bir bulvar. sislere karışmış ışıklar kapak ilüstrasyonu olup çıkmıştır. Ablam cilt- li Yaban"ı kanştınrken. o kitaba dalıp ka- lıyorum Attilâ İlhan / Sisler Bulvan. Ama o an Attilâ adını bey lik alışkanlık- la Atillâ okuyorum. (Bu yanlış okuma- nın öyküsüne az sonra değineceğim.) Sisler Bulvan.. bir roman! Mutlaka roman olmalı. Şiir sanatın- dan o kadar nasipsizim ki. ders kitapla- nmızdaki manzumeler bir ölçek heye- canlandırıyor. babamın Namık Ke- mal'den. Tevfik Fikret'ten okuduğu ez- bere dizeler -hep de aynı dizeler- bende kesin bir bıkkınlık uyandırmış. Bir roman: Sisler Bulvan!... Adı bile bin çeşit macera uyandınyor. Gidip ge- liyorum. Taksim-Tünel. Tünel-Taksim; nihayet harçlığımı elden çıkarmak paha- sına Sisler Bulvan'nı ediniyorum. Dedi- ğim gibi, ayazlı, soğuğu içe işleyen bir kışgünü. KoşaradımCihangir'e. evimi- ze dönüvorum. •Atillâ İlhan'ın Sisler Bulvan romanını okuyacağım; bir an ön- ce okumalıyım. Bu satırlan yazarken yıllar, dönem ya- vaşça beliriyor, bir otuz üç otuz dört se- negeçmışolmalı. Galatasaray Lisesi'nde öğrenciyim. edebiyatı sürükleyici ro- manlar sanan. derslerinde başansız. ada- makıllı sıkılgan, içine kapanık. hayli tu- tuk biröğrenci. Sisler Bulvan'ndan bir- denbıre şiirler dökülüşüyor ve hayal kı- nklığı çıkageliyor, bastırdıkça bastınyor. Ama çok kısa bir süre! "Son yokunun adı~. w Paramı sokağa attığım kanısıyla sav- rulmuşken. kitaba adını vermiş şiir. duy- gumda ve imgelemimde fırtına yaratı- yor: "elinin arkasında güneş dunıyordu / aylardan kasımdı üşüyorduk / ağacın biri bulvarda ölüyordu / şehrin camlan ka\gısız gülüyordu / her köşe başında öpüşüyorduk" Hemen şu dizelerle Aksaray'ı. Lâle- li'yi, bütün o semtler silsilesini alımlı- yordum. O zamanlar annemin halası Ne- zihe Haia Laleli 'de oturduğundan, biz de sık sık gidip geliyor, şehrin bu yöresin- de yeniyle eskinin tuhaf kaynaşmışlığı- na her defasında kapılıyordum. Cadde- de o zaman için yeni, modern yapılar. derken git git, ara, arka sokaklarda hâlâ kafesli.cumbalı.birbinneyaslanmışah- şap evler. Attilâ ilhan'ın ünlü şiiri "Sis- ler Bulvan ", kitap kapağındaki ilüstras- yon söze dökemediğim o kapılıp gidişe birer yorum getirmişti. Bu şjin üst üste kimbilir kaç kez oku- dum. Oylesıne heyecanlanmıştım ki, ilk dizelerden sonra durakalıyor. gerisini, şi- irin bütününü aralıklarla okuyabiliyor- dum. "Sisler Bulvan" sevdiğim ilk şiir oldu. Attilâ tlhan. kitabınm yeni basımla- nnda şiirin öyküsünü kaleme getirdi. Sislerin sanp sarmaladığı bulvarı Pa- ris'te sananlar olmuş. Gerçekten de öy- le: Daha 1970'lerde okuryazar, hatta şi- ire düşkün bazı dostlanm "Sisler Bulva- n"ndan ezbere dizeler okurlar, nedense "yenikapı'da bir tren vardı"dizesini at- layıp, Paris tutkulanndan söz açarlardı. Oysa Attilâ tlhan şövle yazıyor: "bu pek ünlü şiiri çoğu paris'te yazdı- ğımu adı geçen buKarın paris bulvarla- nndan birisi olduğunu sanır. öyle değil- dir, şiiri paris dönüşü, lâleli'de. şair nigâr sokağı'nda emekli öğretmen melâhat ha- nım*ın e\ inde panshon kalırken vazdım, atatürk bulvan üzerinde. o zaman giin- seli pastanesi diye bir pastane vardı, ak- şamlan oraya diişer. sonbahar sisleri ba- sıp sokak lambalan puslu puslu yandı mı, yürüyerek taa atatürk köprüsü'ne kadâr inerdim.-" Işte "Sisler Bulvan"ndan başlayan yüksek gerilim bütün kitaba yayılıyor. Attilâ İlhan'ın gergin şiirlerinde bir ma- cera yolculuğuna çıkıyordum. Bu şiirle- rin dile getirdiklerini tam anlayabilmiş, duyumsamış mıydim diye sormamak ge- rekir. Elbette anlayamamış, duyumsa- mamıştım. Yalnız bambaşka bir dünya- da yol aldığımı sezinlemekteydim: "son yolcunun adı attilâ ilhan'dı / mi- vopru kısa boylıı bir adamdı / dosru vok- tu yalnızlığı vardı /yan makinasıyla bin- mişti / bizimle konuşmaktan çekinmişti / gözlerini görseniz korkardınız / polisten kaçıyor derdiıüz/bir cinayet işlemişti der- diniz / halbuki kendinden kaçıyordu" Gıtmek duygusunun böylesine yoğun dışa vurduğu bir şiir. akıllara durgunluk vericı evcüliğime karşın. bende derin iz bırakacak; yıllar yılı, ikide birde, gitmek. kendimden kaçmak. her şeyden uzaklaş- mak tutkusuyla kavrulacaktım. Sısler Bulvan'nın hemen ardından edinip oku- duğum Ben Sana Mecbunım'daki şiirler, Sokaktaki Adam romanındaki kişilerde hep çıkıp gitmiyorlarmıydı!.. Izmir'e mektup yazmakHer özlemin. her edimin çocuklukta yansıması oluyor. Günün birinde, cılız verimli gezi edebiyatı- mızm ilginç eserlerinden Abbas Yolcu'yu oicur oku- maz, Attilâ İlhan'daki maceracı ruh gizini açıklaya- caktı: "Çocukluk yıllarımın hemen her günü .va da ço- cuk dergilerinin \ahut çocuk romanlannın esrarlı sahifelcrindc saklıdır: îşte Hazretı Süleyman gibi kurdun kuşun dilinden anlayan Dr. Dollıtle. îşte Mango >ıldızının hilâl vüzlüzalim imparatoru Ming. Îşte kıvircık perçemiyle Pire Nun. Ve sonra bütün o eski dostlanm: Murat Reıs'in oğlu, Kaptan Grantın çocuklan. Billy Bones. Goril Avcılan. Benonbirya- şımda adım adım dünyayı gezivordum." Üstelık zalim imparator Ming'i. hele Murat Re- ıs'in oğlunu ben de çok canlı hatırlayabıliyordum. Bunlar, ablamın. dayımın kitaplanydı. o kitaplarda- ki kahramanlardı. Kitaplar. evlerden evlere taşın- mış. bana kadar ulaşmıştı. Denizlerde kalyonlarda yol alınmış bu romanlar, gezegenlerde yıldızlarda hüküm sürmüş bu maceralar, besbelli. bir ikı kuşa- ğı alabildığine etkılemış. Artık Galatasaray Lısesı'nin kondorlarmda. ede- biyata meraklı üç beş arkadaş Attilâ İlhan"dan bol bol söz açıyorduk. Dahası. arkadaşımız Ahmet Kaptan, İzmir'den mi ne, Attilâ İlhan'ı. ailesıni tanıyor, yan doğru, yan düşsel bilgiler veriyordu. Attilâ İlhan şi- irinde bellekler yormuş bazı genç kadınlar. bizim Ahmet Kaptan'ın devşirdiğı bılgilere bakılırsa, şiir- lere geçmiş fılan filan hanımlardı. Sonra Ahmet'in kuzini bir genç kız, "Sisler BuK'an" şairine deli gi- bi âşıktı ve arkadaşımız bu aşkın pencerelerini ade- ta günü gününe gözetlıyor. bize de aynntılanyla ak- tanyordu. Hayranlık duyduğum başka şairler, yazarlar da vardı elbette. Sözgelimi Yakup Kadri'nin Hep O Şarkı romanını okumuş. çarpılmıştım. Sözgelimi Behçet Necatigil'in ders kitabımızdaki "Kır Şarkı- sı" şıirinden etkilenmiş. bütün Necatigil şiirlerinı ezberlemeye kalkışmıştım. Ama Ankara'da yaşadı- ğını öğrendiğim Yakup Kadri'ye yazmak, ya da Is- tanbul'da, Beşiktaş'ta oturduğunu bildiğim Necati- gil'e gitmek aklımdan geçmemişti. Ben İzmir'e. Attilâ İlhan'a mektup yazmak isti- yordum. Ahmet Kaptan nihayet adresi vermiş, ad- resin doğruluğundan kuşkulanmakla birlikte, say fa- lar dolusu yazmıştım. Neler yazdım? Ne istiyor- dum? Hepsi zamana kanştı; çıkaramıyorum. Herhal- de Çolpan tlhan'dan söz açtım. Çünkü Çolpan İlhan hayranıydım, dergilerden. gazetelerden bütün fotoğ- raflannı keser. özel biralbümde saklardım. Herhal- de yazar olmak istediğimi. romanlar karaîadığımı. hikâyeler çizıktirdiğimi yazmıştım. lnanılırgıbi değil, ama Attilâ İlhan yanıtladı. Kim- bilir kaç gün okul kitaplanm arasmda gezdirip dur- duğum mektup, o yeniyetme okuru yüreklendırivor; her şey iyi hoş da Attilâ İlhan diyor kı. bir de adımı doğru yazsaydın, Atillâ değil. Attilâ... Yanıtı yanım- dan ayırmıyorum, iş o satırlan okumaya gelince, yü- züme ateş basıyor... Dediğim gibi, Attilâ Bey'e mektuplaryazıyorum. Sokaktaki Adam'ın yağmurdan. geceden, neon ışık- lardan söz açan sayfalannı okuyorum. Kurtiar Sof- rası'nı o karanlık Beyoğlu sahnelerıyle okuyorum. Ama Zenciler Birbirine Benzemez'ın arka, son say- falannda yer almış söyleşideki romanı merak ediyo- rum: "1945'te, hâlâ günün birinde bitirecegime inandı- ğım, üç beş ciltlik bir roman dene>ine giriştim: Sa- adet Hepimize Mahsustur adını taşıv^n bu eser, ta- mamen toplumsal bir roman olacaktı." Gramofon İğnesi'nin bu yazısı, şüphesiz, Attilâ İl- han'ın sanatına ilişkin bir yordam arayış yazısı de- ğil. Anılar arasında bir gelgit yazısı. Bununla birlik- te Attilâ İlhan romanının okurda bıraktığı etkiye de- ğinmek isterim: Sokaktaki Adam'dan bugüne, Atti- lâ İlhan romanı çok geniş bir yelpazede. dönemlen. toplumsal ve bireysel sorunlan, psikolojik sarsıntı- lan. tarihsel hesaplaşmalan irdeledi. 'ToplumsaJ ro- man' özellıkli bu çaba. bir yandan da bireyseli göz- den ırak tutmadı. Şiiri ölçüsünde, romanındada. At- tilâ İlhan okurunu etkiledi. Daha 1953'te şunlan söy- lemiş: "Esasen, sanatçı söyleyecek bir lâfı olan bir vatan- daştır. Diveceğini şiir olarak diyebili>orsa şiir olarak der; ama olur ki söylemek istediği şiir sanatının çe>- resini aşmak egilimindedir, o da rutar, bu eğiüme uya- rak ronıana. piyese, ne bilevim, senanova gider." 6O'lı yıllardan unutamadığım iki fürk filmi var: Biri Yer Elini lstanbul, ötekısi Rifat Diye Biri ilkin- de, Tanju Gürsu, Çolpan İlhan'a diyor ki: "Sendede bir gözler var, bir başka IstanbuL." İkincisinde Öz- can Tekgül, şaşırtıcı bir sadıst. elinde kırbaç: Türk sinemasının alışılagelmış vamp kadınından başka bir düzleme sıçramış. Bu fîlmlenn senaryolannı At- tilâ flhan. takma ad kullanarak yazmış. Ver Elini İs- tanbul'un Sirkeci. Tepebaşı otelleri. oralarda ömür tüketen bazı insanlar belleğimde yaşayageldi... Nihayet 1970 yazında Boğaziçi'nde bir lokanta- da Attilâ İlhan'la tanışıyorum. Yada 1971. Kalaba- lık bir masa; Sadri Alışık, Çolpan İlhan, Attilâ Bey. eşi Biket İlhan, Sevda Ferdağ, daha başkalan da var. Aziz dostum, ağabeyim Sadri Alışık'ır>cömert sof- ralanndan biri bu. Attilâ İlhan'la Biket ya Izmır'den. ya Ankara'dan gelmişler, bir süre tstanbul'da kala- caklar. Şiirlerin serüvenci Abbas Yolcu'su. alafranganın vealaturkanm bütün ınceliklenni bilen. alçakgönül- lü, gençlere içtenlikle açık, biraz da ingiliz nezake- tini ve ölçülülüğünü taşıyan kişiydi. O zamanlar bo- yuna öyküler yazıyordum. Öykülerden söz açtım; bazılan yayınlanmıştı. Attilâ Bey okumak istediği- nı söyledı. Îşte, usta-çırak ilişkimiz böyle başlamıştır. He- men o dönemler, Attilâ Bey, Ankara'da Bilgi Yayı- nevi'nin editörü oldu. Nazü Eray'ın Pınar Kür'ün, daha başka yazarlann ilkyapıtlannı oyayınladı. Bil- gı Yayınevi'nin sahibi Ahmet Tevfık Küflü, edebıy- atımıza yeni yazarlar kazandırmaktan sanınm mut- luydu. Dostluklann Son Günü. Attilâ Bey'in editörlüğü çerçevesinde yayınlandı. Armağanlara. ödüllere tuhaf bir uzaklık, hatta öfke duyuyordum. Yayıneviyse. armağanlara katılmayı kabul edersem kitabımı basacağını belirtmişti. Attilâ Ağbi. genç yazarlann öyle çarçabuk itirazcı davranmalannın çıkar yol olmayacağı görüşündeydi. Sait Faik Hikâye Armağanı'nı Dostluklann Son Günü kazansın diye. konuyu hiç konuşmamış olmamıza karşın biliyorum ki, özel çaba harcadı. Bu kitap, beni okur çev resiyle tanıştıran ilk kitabım oldu. Aklımda hayli kıncı ödül töreni. Pera Palas'taki saatler, sonraki akşam yemeği bunca yıl sonra bile bir buhran gibi üstüme çöküyor. Attılâ İlhan'ın unutamayacağım sözlerinden biri o ?.ksamın ertesinde: "Çoğu zaman üç beş kişi için yazdığımızı samnz. onlar bizi okumazlar. Asıl seslcndiklcrimiz, hiçbir zaman tanımayacağımız. başka üç beş kişidir." ' 70'li yıllan 80'li yıllara bağlayan dönemde, bir yaz sonu, Attilâ İlhan'la birkaç gün Beyoğlu'nda. Galata'da, Tepebaşı'nda. sonra -o sıralar çok sevdiği- Boğaziçi'nde, Emırgân'da, Rumelihrsan'nda dolaştık. Maçka Oteli'nde kalıyordu. Maçka Oteli'nde bir akşamüzeri 'campari' içtiğimizi hatırlanm. "Ne alkoL ne başıboş serüven, ne aylaklık, cinsellik sanatçı için çıkış yoludur", demişti. "sanatçı ömrünün sonuna kadar disipiîn içinde Dü111 çalışmak, ürermekle, bir tek bununla kendi kurtuluşunu sağlavabilir.." Galiba Attilâ Ağbi'nin uyansıyla aralıksız çalışıyorum. Bütün hayatım boyunca da. yalnız. yazdığım yazı ıstediğimce sürebildiğinde mutlu oldum. Ankara'ya gidişlerimde Bilgi Yayınevi'ne uğramak. Attilâ İlhan'ın çabşma odasında oturmak, anlattıklannı dinlemek başlı başına bir sevinçti. Bu sevinci gölgeleyen, Sevgi Soysal'ın ölüm haberi olmuştur. Yine Ankara'daydım; en çetrefil sorunlara bile bir ucundan umut aşılayan Attilâ Ağbi, Sevgi Soysal'ın ölümü karşısında adeta gülümseyişini kaybetmişti. Hüzünlü bir yazısında duygulannı dile getirmiştir. O yıllar sık sık Ankara'ya mektup yazdım. Attilâ İlhan'dan kısa, uyancı, özlü yanıtlargeldi. Yazdıklanmı okudu, her defasında destek oldu. Okumamı önerdiği kitaplar bana aynca kılavuz olmuştur. ilkeci edebiyat anlayışına sahip şair, romancı, deneme yazan Attilâ tlhan, editörlüğünde çok geniş bir perspektifi gereksinmiştir. Bilgi Yayınevi'nin 1973-1980 arası yaytnlamış olduğu kitaplar tanıklık ediyor. Çok değişik edebiyat anlayışlannın yazarları bu dönem aynı yayınevinde buluşabildiler. Genç yazarlann profesyonelleşebilmesi için imkân saölandı. 1977 de Böyle Bir Sevmek, 'ezberimizde tuttuğumuz şiir'geleneğine son halkalardan biridir: "ne kadınlar sevdim zaten yoktular / yağmur gherlerdi sonbaharia bir/ azıcık okşâsam sanki çocuktular / bıraksam korkudan gözleri sislenir / ne kadınlar sevdim zaten yoktular / böyle bir sevmek görülmemiştir*\.Ve kitabın iç kapağında Attilâ flhan'ın elyazısıyla: "ömrümüzü bir suç gibi ayarlamadık mı / ağır bir hüküm giyer gibi öleceğiz"— Şiirde elli yû 80 sonrası Attilâ Ağbi İstanbul'a yerleşti. "Üçüncü Şahsın Şiiri"ndekı Maçka'da oturuyordu artık. Gerçi Maçka o eski Maçka değildi ama, Attilâ tlhan'ın sokağında geçmiş günlerden bir şeyler hâlâ esip durmaktaydı. Seyrek görüştüğümüz yıllardı. 91 'de Çolpan'la Sadri Ağbi'nin Kanlıca'daki yazlıklannda sevgili Attilâ İlhan şiirde elli yılını doldurmak üzere olduğunu, öyle herhangi bir şey, sıradan bir şeymişçesine söyledi. Argos dergisine şunlan yazmıştım: "Attilâ İlhan'la sövleşiyorduk, yaz'dı: Ekim avında şiirde elli >ılı >aşamış olacağını söyledi. Bunu bir ö\ ünç konusu sayarak değil. sessizce, konuşmanın genel akışı içinde dile getirivor; şiire elli \ ılını adamış olmaktan artı bir şey ummuyordu. Sözü kesenkes bireyseldi. "Attilâ İlhan, çağdaş edebiyatımızın en önemli >azarlaruıdan biri. Kuşaklar boyu etki bırakmış şiûierinin vanı sıra romanlan, eleştirileri, siyasal vazılaru tartışmalan, polemikleri, gezi notlanyla Türk okuruna ses vöneltmiş. Dahası, Türkiye'de yeni okurların yetişmesini sağlamış. "(~) Bunca birikim ve çabayla sürdüriilmüş elli vılın sonunda Attilâ İlhan için Türkiye hangi kutlamalara hazırlanıyor? Yaşayan edebivat ustalarunızın hangisi için Türkiye çapında kutlamalar dü/enlendi?" ilk şiir "Balıkçı Türküsü",Yeni Edebiyat gazetesinde. 1 Ekim 1941 tarihinde çıkmış. Behçet Necatigil. sözlüğünde böyle saptıyor. Demek ki bu ekim şiirde elli dört yıl. Milliyet Sanat dergısi. Kitap dergisi. Hürriyet gazetesinde Doğan Hızlan hatırladılar: Attilâ ilhan 1925 yılında doğdu. Cumhuriyet'te Şükran Kurdakul ve Server Tanilli duygulannı dile getirdi ler. Sisler Buivan'ndan bugüne Attilâ İlhan'la yazar-okur ilışkimi, kişisel dostluğumu. usta-çırak yıllanmı, televizyon günlerini düşündüm. Kitaplanm yan yana dizdim. Zenciler Birbirine Benzemez'in son sayfalanndan bu yazıya alıntıladığım satırlann, ilk kez Sokaktaki Adam'ın birinci basımında yer almış olduğunu ayırt ettim, sözcükleri biraz daha eski: "Saadct Hepimize Mahsustur adını taşıyan bu eser tamamen içtimaî bir roman olacaktı_." Oysa Attilâ İlhan'ın toplu eserinde 'okunurluk'un o'su eskimemiş. Tartışmalannın. kalem kavgalannın uçta sözlerine katılalım ya da katılmayalım. Attilâ İlhan ve eseri, Türk edebiyatında yetkin bir "hayat bagisi". "Ben Yakub'um: Kamarot Yakub. Pepe Yakub da derler. Ama sen beni bilmezsin ağabiy. İstanbuHu filan değilim. Zari bu işe tesadüfen kanştım. Hani bazı bir adam bir türküyü, bir lâfi günlerce düşünür. aklına geunez; asabı bozulur, uykusu kaçar; sonra günün birinde, yolda yüriijüp giderken bakarsınız ansızın hatırlar; işte, bizim iş öyle oldu.' Sokaktaki Adam'ın ilk satırlan. Otuz küsur yıl önce okumaya başlıyorum. Oysa daha dün akşam gibi... Daha dün akşam... ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Düşüncenin Evrimi ve Aydın Kimliği Enis Batur, 3 eylül pazar günü bu sayfalarda çıkan 'Kirpiz Biz?' başlıklı yazısının sonlarında şöyle diyor "Ben, insanlann ve toplumlann yaşama düzenlerini inanışlarına göre değil, düşünüşlerine göre düzenle- meleri gerektığı kanısını taşıyorum. fnancın evrimi yoktur, düşüncenin evrimi vardır." Düşüncenin evrimiyle inancın durağanlığı arasında- ki gerilim, belkı de düşünce tarihinin odak noktası di- ye nitelendirilebilir ve insanlığın düşünsel geçmîşine tümel bir bakış için bu gerilimi çıkış npktası almak - ama bir kez aldıktan sonra da hiç gözden yitirme- mek!- tarih boyunca hep rastlanan tıkanma noktala- nnı aydınlatma bağlamında çok yararlı olabilir. Düşünme eylemi. tıpkı boy atma, hücrelerin çoğal- ması ya da değişime uğraması ve başkaca gelişme- ler gibi, insanın organizmasının dogal bir etkınliğidir; doğal akışı içerisinde durması, bir noktadan sonra ilerlememesi söz konusu olmayan bu eylem, ancak kendi kendisinı durdurabilmektedir. Bu durmanın ger- çekleşmesi için kullanılan en etkin araç ise inançtır. Çünkü düşünme eylemınin besin kaynağı ve itici gü- cü süreklı 'sorgulama' ıken inanç, her türiü sorgula- manın son bulduğu noktayı belirler. inancın öngördü- ğü kesin ve degişmez doğrular, insanı öteki canlılar- dan ayıran en belirgin özellik olan düşünme yetisinin kısırlaştınlmasından başka bir şey degildir. işte bunun içindir ki inancın evrimi, başka deyişle zaman içeri- sinde yeni koşullar dogrultusunda bir ilerleme kaydet- mesi düşünülemez. Evrım, inancın özüne aykın dü- şen, o özle bağdaşması olanaksız ve inancın konu- su bağlamında ancak yıkıcı etki yaratabilecek bir ol- gudur. Düşünceye gelince, durum tam tersinedir, ev- rim, düşüncenin 'özu gereğidir'. Üstelik bu bağlam- da, inançtakinden farklı bir kesinlik söz konusudur: Düşüncenin evrimi, mutlak nitelik taşır. Başka deyiş- le insan düşüncesinın -Galilei'nin buluşlanna karşı çı- kan ya da Giordano Bruno'yu ölüme yollayan oto- ritelerin yaptığı gibi- bazı alanlarda evrime açıklığını, bazı alanlarda ıse kesin doğrularla sınırlılığını savun- mak, güneşin bazı günler doğmadığını ya da akarsu- lann bazen dağlara tırmandıklarını ileri sürmek kadar saçmadır. Töplumumuzun 'bugününde' kimi kavramlan ta- nımlarken ve yenne oturtmaya çahşırken bütün bun- lann dikkatle göz önünde tutulması gerek Batı'yı ve Doğu'yu değerlendinrken gerekse kültürümüzün geç- mişini irdelerken düşüncenin evriminın tek kesin ger- çek sayılması, büyük önem taşımaktadır. Çünkü 'cumhuriyet', 'demokrasi', 'laiklik', 'insan haklan' ve nihayet -günümüzde!- 'aydın'gibi kavramların yete- rince işlevsellik kazanabilmesi, inancın kesinliği ve odünsüzlüğüyle değil, ancak ve ancak düşüncenin engellenemez evriminin koşulsuz benimsenmesiyle olasıdır. Böyle birtutum çıkış noktası yapıldığı takdirde, ör- neğin 'laik düşünce'rim evrime hep açık düşünceyle eşanlamlı olduğu, bu bağlamda -laikliği çarpıtmak isteyenlerin özellikle son zamanlarda ortaya attıklan görüşün aksine-, Batının laiklik kavramı ile Mustafa Kemal'in öngördüğü laiklik ilkesi arasında hiçbir ay- nmın bulunmadığı kendiliğinden anlaşılır. Hangi or- tamda oiursa olsun laiklik, insan düşüncesinin doğal ilerleyişine bir yerde nokta koyma, oradan başlaya- rak artık düşünceyi değil, ama dogmaları egemen kıl- ma girişimlerine, yine düşüncenin karşı çıkmasından başka bir şey degildir. Bu, Doğu'da ya da Batı'da farklı olması düşünülemeyecek bir evrensel gerçek- tir. Bu gerçek bağlamında birey. iç dünyasında inanç- lara mı. yoksa kendi aklına ve bu aklın ürünü düşün- me eylemine mi üstünlük tanıyacağını seçme özgür- lüğüne sahiptir. Buna karşılık sürekli düşüncenin ön- derliğinde ve egemenliğinde ilerleyen bir dünyada, gerek toplum yaşamının gerekse devlet yönetiminin temelinı 'bilinemezlerde' değil, fakatyaşam uygula- masının dünden bugüne bıriken deneyimlerinde bu- lan kurallarla düzenlenmesi, laiklığin özüdür. Düşüncenin evrimi bağlamında durum, 'demokra- si' kavramı açısından da bundan farklı degildir ve de- mokrasinin çıkmaza girdiği her noktada, dogmalann barikatlanyla kesılmiş yollan aramak, sanınz bir abart- ma olmayacaktır. Özellikle demokrasi, düşüncenin evrimi olmaksızın düşünülemeyecek, varlığının he- men bütün kaynaklannı doğrudan bu evrimde bulan bir yönetme ve yönetilme biçimidir. Demokrasinin göstermelik kılınmak istendiği her yerde ve zaman- da önce düşünce özgürlüğüne kısıtlamalargetirilme- si, eleştirel düşünmeyi geliştirecek bir eğitimin yeri- ne belletme yönteminin yeğlenmesi, nedenini doğru- dan düşüncenin evrime açık olma özelliğinde bulur. Tarihin gördüğü bütün buyurgan yönetimlerin ve on- lann temsilcilerinin görüşlenne dogmalan temel alma- lan ya da bütün ilkelerini birer dogmaya dönüştürme- leri de yine aynı nedenden kaynaklanmadır. İnancın değil, ama yalnızca düşüncenin evrime açık olması, sanırız 'aydın' kavramına ilişkin tartışmalara da açıklık getirebilecek bir olgudur. Bugün ülkemiz- de, aydınlann eleştıri bağlamında, birtakım kişilerin ya da kesimlerin, belki daha da önemlisi, 'varsayım ünj- nü' bir aydın tipinin 'aydın' sayılıp bunlara veryansın edilmesi, olsa olsa gerçek aydını zedeleyebilecek, onun varlık gerekçesini tartışma konusu yapabilecek sakıncalı -aynı zamanda da bilgisiz- birtutumdur. Gü- nümüz dünyasında 'aydın', kendini dogmalann ve önyargıların değil. fakat kendi düşüncesinin eleştirel süzgecinin ve evriminin egemenliğine koşulsuz bırak- mış 'herbireyin' taşıdığını kıvançla söyleyebileceği bir kimliktir ve bu kimliğin edinilmesinde önemli olan, diplomalar, soy ya da sınıf kökenleri değil, ama doğ- rudan dünyaya bakış biçimidir. Kavramlarda ve söylemlerde açıklık, tartışmalann sağlıklı olabilmesinin birincil koşuludur. Bu nedenle, konu aydın olduğunda, gerçek aydınlarla, aydın ol- mayı kendilerine 'mes/e/c'edinmişleri aynı kefeye ko- yup aydın eleştirisi yapmaya kalkışmak, bu kapsam- da bir aydın kitlesini pek çok aksaklığın sorumlusu di- ye göstermek, ancak bu alanda eleştirel düşünceye yeterince ışlerlık kazandırılamadığının kanıtı olabilir. Yineleyelim: 'Aydın'm tek tanımı, 'düşüncenin ev- riminiyadsımayan kişi'ö'ır, bu tanımın dışında kalan- lar, birer aydın olarak eleştirilmeleri gerekenler değil, fakat zaten aydın olmayanlardır ve düşüncenin evri- mi, bıreyi tüm koşullanmışlıklanna karşın değişmeye zorladığı içindir ki, aydın olabilmek, bunca güç bir iş- tir! Pazarda şiir kitabı satışı KOCAELİ (.AA)- Izmitlı genç şair Zeki Korkmaz. ilk şiir kitabını, ekonomik sıkıntı nedeniyle semt pazannda satışa çıkardı. Izmit'teki Salı Pazan'nda kurulan bir sebze-meyva tezgâhında 'imza günü' düzenleyip. 'Kar Bulutlan" adlı şiir kitabını satmaya çalışan Korkmaz. maddi yetersizlikler nedeniyle bir yayınev iyle anlaşamadığını ve aradığı desteği de sanat çevrelerinde bulamadığını söyledi. Izmit Bü>ükşehir Belediyesi'nin desteğiyle bir matbaada bin adet bastığı kitabın kendisine 30 milyon liraya mal olduğunu anlatan Korkmaz, pazar yerinde kitap satışından beklediği ilgiyi göremediğini, insanlann kendisine şaşkın gözlerle baktığmı anlatarak gün boyunca birkaç tane kitap satabildiğini bildirdi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle