Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
.14 EYLÜL 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
GRAMOFON İĞNESİ SELtM tLERİ
Attilâ ffiıanla Otuz Yd......Belkide otuz yılıaşkın bir zaman di-
limi. Çünkü Sisler Buhan'yla ne zaman
karşılaştığımı çok açık seçik hatırlayamı-
yorum. Yani hangi tarihte. Yoksa mev-
sim, şimdiki gibi ayazını sürdürüyor.
Taksim'den Galatasaray'a doğru yü-
rüyenler. altmışlı yıllara geri dönerlerse
yüzümüz Tünel yönünde, sağ koldaki
küçük camekânh, dar kapılı kitapçıyı
gözlerinin önüne getırebilirler: Ma-
dam'ın kitapçısı. Madam, daima siyah-
lar giyer, saçlan daima kırçıl kocakan
topuzudur. Yûzü asık, dudaklan ve elle-
ri titrek: kendini kitaba. edebiyata ada-
mış görünür. Dükkândan içeriye adım
atmanıza izin vermez, aradığınız, istedi-
ğinız her kıtabı içeridekı dehlizden ken-
di bulup getirir.
Kendısine bazan oğlu yardım eder.
Oğlu da anne gibı ufak tefek, çelimsiz,
sözümona daha güleryüzlüdür. Oğul ki-
mileyin, özellikle yaz günleri. dar kapı-
da durur. soluklanır. Sonra bu oğul iki-
de birde ortadan kaybolur. Cıhangir'de
kitaba meraklı son hanımlann istihbara-
tına bakılırsa, Madam'ın kitapçısında
gizlidolaralışverişleri filan daolmakta-
dır. "...Polis basmış, Madam'ın oğlunu
götürmüş—"' denır.
Ablamın yan ders yılında oku>iip öze-
tinı çıkaracağı roman. Yakup Kadri'nin
Yaban'ıdır. Yaban, koskocaman Kitap
Sarayı"nda bile bulunamamış, sonra tav-
siye üzerine gidilmiş. Madam'ın kitap-
çısında çarçabuk ele geçinlmiştir.
Dar kapıya asıli cep kitaplanndan bi-
rinde. tam o sıra fark ediyorum, sisli bir
bulvar. sislere karışmış ışıklar kapak
ilüstrasyonu olup çıkmıştır. Ablam cilt-
li Yaban"ı kanştınrken. o kitaba dalıp ka-
lıyorum Attilâ İlhan / Sisler Bulvan.
Ama o an Attilâ adını bey lik alışkanlık-
la Atillâ okuyorum. (Bu yanlış okuma-
nın öyküsüne az sonra değineceğim.)
Sisler Bulvan.. bir roman!
Mutlaka roman olmalı. Şiir sanatın-
dan o kadar nasipsizim ki. ders kitapla-
nmızdaki manzumeler bir ölçek heye-
canlandırıyor. babamın Namık Ke-
mal'den. Tevfik Fikret'ten okuduğu ez-
bere dizeler -hep de aynı dizeler- bende
kesin bir bıkkınlık uyandırmış.
Bir roman: Sisler Bulvan!... Adı bile
bin çeşit macera uyandınyor. Gidip ge-
liyorum. Taksim-Tünel. Tünel-Taksim;
nihayet harçlığımı elden çıkarmak paha-
sına Sisler Bulvan'nı ediniyorum. Dedi-
ğim gibi, ayazlı, soğuğu içe işleyen bir
kışgünü. KoşaradımCihangir'e. evimi-
ze dönüvorum. •Atillâ İlhan'ın Sisler
Bulvan romanını okuyacağım; bir an ön-
ce okumalıyım.
Bu satırlan yazarken yıllar, dönem ya-
vaşça beliriyor, bir otuz üç otuz dört se-
negeçmışolmalı. Galatasaray Lisesi'nde
öğrenciyim. edebiyatı sürükleyici ro-
manlar sanan. derslerinde başansız. ada-
makıllı sıkılgan, içine kapanık. hayli tu-
tuk biröğrenci. Sisler Bulvan'ndan bir-
denbıre şiirler dökülüşüyor ve hayal kı-
nklığı çıkageliyor, bastırdıkça bastınyor.
Ama çok kısa bir süre!
"Son yokunun adı~.
w
Paramı sokağa attığım kanısıyla sav-
rulmuşken. kitaba adını vermiş şiir. duy-
gumda ve imgelemimde fırtına yaratı-
yor: "elinin arkasında güneş dunıyordu
/ aylardan kasımdı üşüyorduk / ağacın
biri bulvarda ölüyordu / şehrin camlan
ka\gısız gülüyordu / her köşe başında
öpüşüyorduk"
Hemen şu dizelerle Aksaray'ı. Lâle-
li'yi, bütün o semtler silsilesini alımlı-
yordum. O zamanlar annemin halası Ne-
zihe Haia Laleli 'de oturduğundan, biz de
sık sık gidip geliyor, şehrin bu yöresin-
de yeniyle eskinin tuhaf kaynaşmışlığı-
na her defasında kapılıyordum. Cadde-
de o zaman için yeni, modern yapılar.
derken git git, ara, arka sokaklarda hâlâ
kafesli.cumbalı.birbinneyaslanmışah-
şap evler. Attilâ ilhan'ın ünlü şiiri "Sis-
ler Bulvan ", kitap kapağındaki ilüstras-
yon söze dökemediğim o kapılıp gidişe
birer yorum getirmişti.
Bu şjin üst üste kimbilir kaç kez oku-
dum. Oylesıne heyecanlanmıştım ki, ilk
dizelerden sonra durakalıyor. gerisini, şi-
irin bütününü aralıklarla okuyabiliyor-
dum. "Sisler Bulvan" sevdiğim ilk şiir
oldu.
Attilâ tlhan. kitabınm yeni basımla-
nnda şiirin öyküsünü kaleme getirdi.
Sislerin sanp sarmaladığı bulvarı Pa-
ris'te sananlar olmuş. Gerçekten de öy-
le: Daha 1970'lerde okuryazar, hatta şi-
ire düşkün bazı dostlanm "Sisler Bulva-
n"ndan ezbere dizeler okurlar, nedense
"yenikapı'da bir tren vardı"dizesini at-
layıp, Paris tutkulanndan söz açarlardı.
Oysa Attilâ tlhan şövle yazıyor:
"bu pek ünlü şiiri çoğu paris'te yazdı-
ğımu adı geçen buKarın paris bulvarla-
nndan birisi olduğunu sanır. öyle değil-
dir, şiiri paris dönüşü, lâleli'de. şair nigâr
sokağı'nda emekli öğretmen melâhat ha-
nım*ın e\ inde panshon kalırken vazdım,
atatürk bulvan üzerinde. o zaman giin-
seli pastanesi diye bir pastane vardı, ak-
şamlan oraya diişer. sonbahar sisleri ba-
sıp sokak lambalan puslu puslu yandı
mı, yürüyerek taa atatürk köprüsü'ne
kadâr inerdim.-"
Işte "Sisler Bulvan"ndan başlayan
yüksek gerilim bütün kitaba yayılıyor.
Attilâ İlhan'ın gergin şiirlerinde bir ma-
cera yolculuğuna çıkıyordum. Bu şiirle-
rin dile getirdiklerini tam anlayabilmiş,
duyumsamış mıydim diye sormamak ge-
rekir. Elbette anlayamamış, duyumsa-
mamıştım. Yalnız bambaşka bir dünya-
da yol aldığımı sezinlemekteydim:
"son yolcunun adı attilâ ilhan'dı / mi-
vopru kısa boylıı bir adamdı / dosru vok-
tu yalnızlığı vardı /yan makinasıyla bin-
mişti / bizimle konuşmaktan çekinmişti /
gözlerini görseniz korkardınız / polisten
kaçıyor derdiıüz/bir cinayet işlemişti der-
diniz / halbuki kendinden kaçıyordu"
Gıtmek duygusunun böylesine yoğun
dışa vurduğu bir şiir. akıllara durgunluk
vericı evcüliğime karşın. bende derin iz
bırakacak; yıllar yılı, ikide birde, gitmek.
kendimden kaçmak. her şeyden uzaklaş-
mak tutkusuyla kavrulacaktım. Sısler
Bulvan'nın hemen ardından edinip oku-
duğum Ben Sana Mecbunım'daki şiirler,
Sokaktaki Adam romanındaki kişilerde
hep çıkıp gitmiyorlarmıydı!..
Izmir'e mektup yazmakHer özlemin. her edimin çocuklukta yansıması
oluyor. Günün birinde, cılız verimli gezi edebiyatı-
mızm ilginç eserlerinden Abbas Yolcu'yu oicur oku-
maz, Attilâ İlhan'daki maceracı ruh gizini açıklaya-
caktı:
"Çocukluk yıllarımın hemen her günü .va da ço-
cuk dergilerinin \ahut çocuk romanlannın esrarlı
sahifelcrindc saklıdır: îşte Hazretı Süleyman gibi
kurdun kuşun dilinden anlayan Dr. Dollıtle. îşte
Mango >ıldızının hilâl vüzlüzalim imparatoru Ming.
Îşte kıvircık perçemiyle Pire Nun. Ve sonra bütün o
eski dostlanm: Murat Reıs'in oğlu, Kaptan Grantın
çocuklan. Billy Bones. Goril Avcılan. Benonbirya-
şımda adım adım dünyayı gezivordum."
Üstelık zalim imparator Ming'i. hele Murat Re-
ıs'in oğlunu ben de çok canlı hatırlayabıliyordum.
Bunlar, ablamın. dayımın kitaplanydı. o kitaplarda-
ki kahramanlardı. Kitaplar. evlerden evlere taşın-
mış. bana kadar ulaşmıştı. Denizlerde kalyonlarda
yol alınmış bu romanlar, gezegenlerde yıldızlarda
hüküm sürmüş bu maceralar, besbelli. bir ikı kuşa-
ğı alabildığine etkılemış.
Artık Galatasaray Lısesı'nin kondorlarmda. ede-
biyata meraklı üç beş arkadaş Attilâ İlhan"dan bol bol
söz açıyorduk. Dahası. arkadaşımız Ahmet Kaptan,
İzmir'den mi ne, Attilâ İlhan'ı. ailesıni tanıyor, yan
doğru, yan düşsel bilgiler veriyordu. Attilâ İlhan şi-
irinde bellekler yormuş bazı genç kadınlar. bizim
Ahmet Kaptan'ın devşirdiğı bılgilere bakılırsa, şiir-
lere geçmiş fılan filan hanımlardı. Sonra Ahmet'in
kuzini bir genç kız, "Sisler BuK'an" şairine deli gi-
bi âşıktı ve arkadaşımız bu aşkın pencerelerini ade-
ta günü gününe gözetlıyor. bize de aynntılanyla ak-
tanyordu.
Hayranlık duyduğum başka şairler, yazarlar da
vardı elbette. Sözgelimi Yakup Kadri'nin Hep O
Şarkı romanını okumuş. çarpılmıştım. Sözgelimi
Behçet Necatigil'in ders kitabımızdaki "Kır Şarkı-
sı" şıirinden etkilenmiş. bütün Necatigil şiirlerinı
ezberlemeye kalkışmıştım. Ama Ankara'da yaşadı-
ğını öğrendiğim Yakup Kadri'ye yazmak, ya da Is-
tanbul'da, Beşiktaş'ta oturduğunu bildiğim Necati-
gil'e gitmek aklımdan geçmemişti.
Ben İzmir'e. Attilâ İlhan'a mektup yazmak isti-
yordum. Ahmet Kaptan nihayet adresi vermiş, ad-
resin doğruluğundan kuşkulanmakla birlikte, say fa-
lar dolusu yazmıştım. Neler yazdım? Ne istiyor-
dum? Hepsi zamana kanştı; çıkaramıyorum. Herhal-
de Çolpan tlhan'dan söz açtım. Çünkü Çolpan İlhan
hayranıydım, dergilerden. gazetelerden bütün fotoğ-
raflannı keser. özel biralbümde saklardım. Herhal-
de yazar olmak istediğimi. romanlar karaîadığımı.
hikâyeler çizıktirdiğimi yazmıştım.
lnanılırgıbi değil, ama Attilâ İlhan yanıtladı. Kim-
bilir kaç gün okul kitaplanm arasmda gezdirip dur-
duğum mektup, o yeniyetme okuru yüreklendırivor;
her şey iyi hoş da Attilâ İlhan diyor kı. bir de adımı
doğru yazsaydın, Atillâ değil. Attilâ... Yanıtı yanım-
dan ayırmıyorum, iş o satırlan okumaya gelince, yü-
züme ateş basıyor...
Dediğim gibi, Attilâ Bey'e mektuplaryazıyorum.
Sokaktaki Adam'ın yağmurdan. geceden, neon ışık-
lardan söz açan sayfalannı okuyorum. Kurtiar Sof-
rası'nı o karanlık Beyoğlu sahnelerıyle okuyorum.
Ama Zenciler Birbirine Benzemez'ın arka, son say-
falannda yer almış söyleşideki romanı merak ediyo-
rum:
"1945'te, hâlâ günün birinde bitirecegime inandı-
ğım, üç beş ciltlik bir roman dene>ine giriştim: Sa-
adet Hepimize Mahsustur adını taşıv^n bu eser, ta-
mamen toplumsal bir roman olacaktı."
Gramofon İğnesi'nin bu yazısı, şüphesiz, Attilâ İl-
han'ın sanatına ilişkin bir yordam arayış yazısı de-
ğil. Anılar arasında bir gelgit yazısı. Bununla birlik-
te Attilâ İlhan romanının okurda bıraktığı etkiye de-
ğinmek isterim: Sokaktaki Adam'dan bugüne, Atti-
lâ İlhan romanı çok geniş bir yelpazede. dönemlen.
toplumsal ve bireysel sorunlan, psikolojik sarsıntı-
lan. tarihsel hesaplaşmalan irdeledi. 'ToplumsaJ ro-
man' özellıkli bu çaba. bir yandan da bireyseli göz-
den ırak tutmadı. Şiiri ölçüsünde, romanındada. At-
tilâ İlhan okurunu etkiledi. Daha 1953'te şunlan söy-
lemiş:
"Esasen, sanatçı söyleyecek bir lâfı olan bir vatan-
daştır. Diveceğini şiir olarak diyebili>orsa şiir olarak
der; ama olur ki söylemek istediği şiir sanatının çe>-
resini aşmak egilimindedir, o da rutar, bu eğiüme uya-
rak ronıana. piyese, ne bilevim, senanova gider."
6O'lı yıllardan unutamadığım iki fürk filmi var:
Biri Yer Elini lstanbul, ötekısi Rifat Diye Biri ilkin-
de, Tanju Gürsu, Çolpan İlhan'a diyor ki: "Sendede
bir gözler var, bir başka IstanbuL." İkincisinde Öz-
can Tekgül, şaşırtıcı bir sadıst. elinde kırbaç: Türk
sinemasının alışılagelmış vamp kadınından başka
bir düzleme sıçramış. Bu fîlmlenn senaryolannı At-
tilâ flhan. takma ad kullanarak yazmış. Ver Elini İs-
tanbul'un Sirkeci. Tepebaşı otelleri. oralarda ömür
tüketen bazı insanlar belleğimde yaşayageldi...
Nihayet 1970 yazında Boğaziçi'nde bir lokanta-
da Attilâ İlhan'la tanışıyorum. Yada 1971. Kalaba-
lık bir masa; Sadri Alışık, Çolpan İlhan, Attilâ Bey.
eşi Biket İlhan, Sevda Ferdağ, daha başkalan da var.
Aziz dostum, ağabeyim Sadri Alışık'ır>cömert sof-
ralanndan biri bu. Attilâ İlhan'la Biket ya Izmır'den.
ya Ankara'dan gelmişler, bir süre tstanbul'da kala-
caklar.
Şiirlerin serüvenci Abbas Yolcu'su. alafranganın
vealaturkanm bütün ınceliklenni bilen. alçakgönül-
lü, gençlere içtenlikle açık, biraz da ingiliz nezake-
tini ve ölçülülüğünü taşıyan kişiydi. O zamanlar bo-
yuna öyküler yazıyordum. Öykülerden söz açtım;
bazılan yayınlanmıştı. Attilâ Bey okumak istediği-
nı söyledı.
Îşte, usta-çırak ilişkimiz böyle başlamıştır. He-
men o dönemler, Attilâ Bey, Ankara'da Bilgi Yayı-
nevi'nin editörü oldu. Nazü Eray'ın Pınar Kür'ün,
daha başka yazarlann ilkyapıtlannı oyayınladı. Bil-
gı Yayınevi'nin sahibi Ahmet Tevfık Küflü, edebıy-
atımıza yeni yazarlar kazandırmaktan sanınm mut-
luydu.
Dostluklann Son Günü. Attilâ Bey'in
editörlüğü çerçevesinde yayınlandı.
Armağanlara. ödüllere tuhaf bir
uzaklık, hatta öfke duyuyordum.
Yayıneviyse. armağanlara katılmayı
kabul edersem kitabımı basacağını
belirtmişti. Attilâ Ağbi. genç
yazarlann öyle çarçabuk itirazcı
davranmalannın çıkar yol olmayacağı
görüşündeydi.
Sait Faik Hikâye Armağanı'nı
Dostluklann Son Günü kazansın diye.
konuyu hiç konuşmamış olmamıza
karşın biliyorum ki, özel çaba harcadı.
Bu kitap, beni okur çev resiyle
tanıştıran ilk kitabım oldu.
Aklımda hayli kıncı ödül töreni. Pera
Palas'taki saatler, sonraki akşam
yemeği bunca yıl sonra bile bir buhran
gibi üstüme çöküyor. Attılâ İlhan'ın
unutamayacağım sözlerinden biri o
?.ksamın ertesinde:
"Çoğu zaman üç beş kişi için
yazdığımızı samnz. onlar bizi
okumazlar. Asıl seslcndiklcrimiz, hiçbir
zaman tanımayacağımız. başka üç beş
kişidir." '
70'li yıllan 80'li yıllara bağlayan
dönemde, bir yaz sonu, Attilâ İlhan'la
birkaç gün Beyoğlu'nda. Galata'da,
Tepebaşı'nda. sonra -o sıralar çok
sevdiği- Boğaziçi'nde, Emırgân'da,
Rumelihrsan'nda dolaştık. Maçka
Oteli'nde kalıyordu. Maçka Oteli'nde
bir akşamüzeri 'campari' içtiğimizi
hatırlanm. "Ne alkoL ne başıboş
serüven, ne aylaklık, cinsellik sanatçı
için çıkış yoludur", demişti. "sanatçı
ömrünün sonuna kadar disipiîn içinde
Dü111
çalışmak, ürermekle, bir tek bununla
kendi kurtuluşunu sağlavabilir.."
Galiba Attilâ Ağbi'nin uyansıyla
aralıksız çalışıyorum. Bütün hayatım
boyunca da. yalnız. yazdığım yazı
ıstediğimce sürebildiğinde mutlu
oldum.
Ankara'ya gidişlerimde Bilgi
Yayınevi'ne uğramak. Attilâ İlhan'ın
çabşma odasında oturmak,
anlattıklannı dinlemek başlı başına bir
sevinçti. Bu sevinci gölgeleyen, Sevgi
Soysal'ın ölüm haberi olmuştur. Yine
Ankara'daydım; en çetrefil sorunlara
bile bir ucundan umut aşılayan Attilâ
Ağbi, Sevgi Soysal'ın ölümü
karşısında adeta gülümseyişini
kaybetmişti. Hüzünlü bir yazısında
duygulannı dile getirmiştir.
O yıllar sık sık Ankara'ya mektup
yazdım. Attilâ İlhan'dan kısa, uyancı,
özlü yanıtlargeldi. Yazdıklanmı
okudu, her defasında destek oldu.
Okumamı önerdiği kitaplar bana aynca
kılavuz olmuştur.
ilkeci edebiyat anlayışına sahip şair,
romancı, deneme yazan Attilâ tlhan,
editörlüğünde çok geniş bir perspektifi
gereksinmiştir. Bilgi Yayınevi'nin
1973-1980 arası yaytnlamış olduğu
kitaplar tanıklık ediyor. Çok değişik
edebiyat anlayışlannın yazarları bu
dönem aynı yayınevinde buluşabildiler.
Genç yazarlann
profesyonelleşebilmesi için imkân
saölandı.
1977 de Böyle Bir Sevmek,
'ezberimizde tuttuğumuz
şiir'geleneğine son halkalardan biridir:
"ne kadınlar sevdim zaten yoktular /
yağmur gherlerdi sonbaharia bir/
azıcık okşâsam sanki çocuktular /
bıraksam korkudan gözleri sislenir / ne
kadınlar sevdim zaten yoktular / böyle
bir sevmek görülmemiştir*\.Ve kitabın
iç kapağında Attilâ flhan'ın
elyazısıyla: "ömrümüzü bir suç gibi
ayarlamadık mı / ağır bir hüküm giyer
gibi öleceğiz"—
Şiirde elli yû
80 sonrası Attilâ Ağbi İstanbul'a
yerleşti. "Üçüncü Şahsın Şiiri"ndekı
Maçka'da oturuyordu artık. Gerçi
Maçka o eski Maçka değildi ama,
Attilâ tlhan'ın sokağında geçmiş
günlerden bir şeyler hâlâ esip
durmaktaydı.
Seyrek görüştüğümüz yıllardı. 91 'de
Çolpan'la Sadri Ağbi'nin Kanlıca'daki
yazlıklannda sevgili Attilâ İlhan şiirde
elli yılını doldurmak üzere olduğunu,
öyle herhangi bir şey, sıradan bir
şeymişçesine söyledi. Argos dergisine
şunlan yazmıştım:
"Attilâ İlhan'la sövleşiyorduk, yaz'dı:
Ekim avında şiirde elli >ılı >aşamış
olacağını söyledi. Bunu bir ö\ ünç
konusu sayarak değil. sessizce,
konuşmanın genel akışı içinde dile
getirivor; şiire elli \ ılını adamış
olmaktan artı bir şey ummuyordu.
Sözü kesenkes bireyseldi.
"Attilâ İlhan, çağdaş edebiyatımızın en
önemli >azarlaruıdan biri. Kuşaklar
boyu etki bırakmış şiûierinin vanı sıra
romanlan, eleştirileri, siyasal vazılaru
tartışmalan, polemikleri, gezi notlanyla
Türk okuruna ses vöneltmiş. Dahası,
Türkiye'de yeni okurların yetişmesini
sağlamış.
"(~) Bunca birikim ve çabayla
sürdüriilmüş elli vılın sonunda Attilâ
İlhan için Türkiye hangi kutlamalara
hazırlanıyor? Yaşayan edebivat
ustalarunızın hangisi için Türkiye
çapında kutlamalar dü/enlendi?"
ilk şiir "Balıkçı Türküsü",Yeni
Edebiyat gazetesinde. 1 Ekim 1941
tarihinde çıkmış. Behçet Necatigil.
sözlüğünde böyle saptıyor. Demek ki
bu ekim şiirde elli dört yıl. Milliyet
Sanat dergısi. Kitap dergisi. Hürriyet
gazetesinde Doğan Hızlan hatırladılar:
Attilâ ilhan 1925 yılında doğdu.
Cumhuriyet'te Şükran Kurdakul ve
Server Tanilli duygulannı dile
getirdi ler.
Sisler Buivan'ndan bugüne Attilâ
İlhan'la yazar-okur ilışkimi, kişisel
dostluğumu. usta-çırak yıllanmı,
televizyon günlerini düşündüm.
Kitaplanm yan yana dizdim. Zenciler
Birbirine Benzemez'in son
sayfalanndan bu yazıya alıntıladığım
satırlann, ilk kez Sokaktaki Adam'ın
birinci basımında yer almış olduğunu
ayırt ettim, sözcükleri biraz daha eski:
"Saadct Hepimize Mahsustur adını
taşıyan bu eser tamamen içtimaî bir
roman olacaktı_."
Oysa Attilâ İlhan'ın toplu eserinde
'okunurluk'un o'su eskimemiş.
Tartışmalannın. kalem kavgalannın
uçta sözlerine katılalım ya da
katılmayalım. Attilâ İlhan ve eseri,
Türk edebiyatında yetkin bir "hayat
bagisi".
"Ben Yakub'um: Kamarot Yakub.
Pepe Yakub da derler. Ama sen beni
bilmezsin ağabiy. İstanbuHu filan
değilim. Zari bu işe tesadüfen kanştım.
Hani bazı bir adam bir türküyü, bir lâfi
günlerce düşünür. aklına geunez; asabı
bozulur, uykusu kaçar; sonra günün
birinde, yolda yüriijüp giderken
bakarsınız ansızın hatırlar; işte, bizim iş
öyle oldu.'
Sokaktaki Adam'ın ilk satırlan. Otuz
küsur yıl önce okumaya başlıyorum.
Oysa daha dün akşam gibi... Daha dün
akşam...
ODAK NOKTASI
AHMET CEMAL
Düşüncenin Evrimi ve
Aydın Kimliği
Enis Batur, 3 eylül pazar günü bu sayfalarda çıkan
'Kirpiz Biz?' başlıklı yazısının sonlarında şöyle diyor
"Ben, insanlann ve toplumlann yaşama düzenlerini
inanışlarına göre değil, düşünüşlerine göre düzenle-
meleri gerektığı kanısını taşıyorum. fnancın evrimi
yoktur, düşüncenin evrimi vardır."
Düşüncenin evrimiyle inancın durağanlığı arasında-
ki gerilim, belkı de düşünce tarihinin odak noktası di-
ye nitelendirilebilir ve insanlığın düşünsel geçmîşine
tümel bir bakış için bu gerilimi çıkış npktası almak -
ama bir kez aldıktan sonra da hiç gözden yitirme-
mek!- tarih boyunca hep rastlanan tıkanma noktala-
nnı aydınlatma bağlamında çok yararlı olabilir.
Düşünme eylemi. tıpkı boy atma, hücrelerin çoğal-
ması ya da değişime uğraması ve başkaca gelişme-
ler gibi, insanın organizmasının dogal bir etkınliğidir;
doğal akışı içerisinde durması, bir noktadan sonra
ilerlememesi söz konusu olmayan bu eylem, ancak
kendi kendisinı durdurabilmektedir. Bu durmanın ger-
çekleşmesi için kullanılan en etkin araç ise inançtır.
Çünkü düşünme eylemınin besin kaynağı ve itici gü-
cü süreklı 'sorgulama' ıken inanç, her türiü sorgula-
manın son bulduğu noktayı belirler. inancın öngördü-
ğü kesin ve degişmez doğrular, insanı öteki canlılar-
dan ayıran en belirgin özellik olan düşünme yetisinin
kısırlaştınlmasından başka bir şey degildir. işte bunun
içindir ki inancın evrimi, başka deyişle zaman içeri-
sinde yeni koşullar dogrultusunda bir ilerleme kaydet-
mesi düşünülemez. Evrım, inancın özüne aykın dü-
şen, o özle bağdaşması olanaksız ve inancın konu-
su bağlamında ancak yıkıcı etki yaratabilecek bir ol-
gudur. Düşünceye gelince, durum tam tersinedir, ev-
rim, düşüncenin 'özu gereğidir'. Üstelik bu bağlam-
da, inançtakinden farklı bir kesinlik söz konusudur:
Düşüncenin evrimi, mutlak nitelik taşır. Başka deyiş-
le insan düşüncesinın -Galilei'nin buluşlanna karşı çı-
kan ya da Giordano Bruno'yu ölüme yollayan oto-
ritelerin yaptığı gibi- bazı alanlarda evrime açıklığını,
bazı alanlarda ıse kesin doğrularla sınırlılığını savun-
mak, güneşin bazı günler doğmadığını ya da akarsu-
lann bazen dağlara tırmandıklarını ileri sürmek kadar
saçmadır.
Töplumumuzun 'bugününde' kimi kavramlan ta-
nımlarken ve yenne oturtmaya çahşırken bütün bun-
lann dikkatle göz önünde tutulması gerek Batı'yı ve
Doğu'yu değerlendinrken gerekse kültürümüzün geç-
mişini irdelerken düşüncenin evriminın tek kesin ger-
çek sayılması, büyük önem taşımaktadır. Çünkü
'cumhuriyet', 'demokrasi', 'laiklik', 'insan haklan' ve
nihayet -günümüzde!- 'aydın'gibi kavramların yete-
rince işlevsellik kazanabilmesi, inancın kesinliği ve
odünsüzlüğüyle değil, ancak ve ancak düşüncenin
engellenemez evriminin koşulsuz benimsenmesiyle
olasıdır.
Böyle birtutum çıkış noktası yapıldığı takdirde, ör-
neğin 'laik düşünce'rim evrime hep açık düşünceyle
eşanlamlı olduğu, bu bağlamda -laikliği çarpıtmak
isteyenlerin özellikle son zamanlarda ortaya attıklan
görüşün aksine-, Batının laiklik kavramı ile Mustafa
Kemal'in öngördüğü laiklik ilkesi arasında hiçbir ay-
nmın bulunmadığı kendiliğinden anlaşılır. Hangi or-
tamda oiursa olsun laiklik, insan düşüncesinin doğal
ilerleyişine bir yerde nokta koyma, oradan başlaya-
rak artık düşünceyi değil, ama dogmaları egemen kıl-
ma girişimlerine, yine düşüncenin karşı çıkmasından
başka bir şey degildir. Bu, Doğu'da ya da Batı'da
farklı olması düşünülemeyecek bir evrensel gerçek-
tir. Bu gerçek bağlamında birey. iç dünyasında inanç-
lara mı. yoksa kendi aklına ve bu aklın ürünü düşün-
me eylemine mi üstünlük tanıyacağını seçme özgür-
lüğüne sahiptir. Buna karşılık sürekli düşüncenin ön-
derliğinde ve egemenliğinde ilerleyen bir dünyada,
gerek toplum yaşamının gerekse devlet yönetiminin
temelinı 'bilinemezlerde' değil, fakatyaşam uygula-
masının dünden bugüne bıriken deneyimlerinde bu-
lan kurallarla düzenlenmesi, laiklığin özüdür.
Düşüncenin evrimi bağlamında durum, 'demokra-
si' kavramı açısından da bundan farklı degildir ve de-
mokrasinin çıkmaza girdiği her noktada, dogmalann
barikatlanyla kesılmiş yollan aramak, sanınz bir abart-
ma olmayacaktır. Özellikle demokrasi, düşüncenin
evrimi olmaksızın düşünülemeyecek, varlığının he-
men bütün kaynaklannı doğrudan bu evrimde bulan
bir yönetme ve yönetilme biçimidir. Demokrasinin
göstermelik kılınmak istendiği her yerde ve zaman-
da önce düşünce özgürlüğüne kısıtlamalargetirilme-
si, eleştirel düşünmeyi geliştirecek bir eğitimin yeri-
ne belletme yönteminin yeğlenmesi, nedenini doğru-
dan düşüncenin evrime açık olma özelliğinde bulur.
Tarihin gördüğü bütün buyurgan yönetimlerin ve on-
lann temsilcilerinin görüşlenne dogmalan temel alma-
lan ya da bütün ilkelerini birer dogmaya dönüştürme-
leri de yine aynı nedenden kaynaklanmadır.
İnancın değil, ama yalnızca düşüncenin evrime açık
olması, sanırız 'aydın' kavramına ilişkin tartışmalara
da açıklık getirebilecek bir olgudur. Bugün ülkemiz-
de, aydınlann eleştıri bağlamında, birtakım kişilerin ya
da kesimlerin, belki daha da önemlisi, 'varsayım ünj-
nü' bir aydın tipinin 'aydın' sayılıp bunlara veryansın
edilmesi, olsa olsa gerçek aydını zedeleyebilecek,
onun varlık gerekçesini tartışma konusu yapabilecek
sakıncalı -aynı zamanda da bilgisiz- birtutumdur. Gü-
nümüz dünyasında 'aydın', kendini dogmalann ve
önyargıların değil. fakat kendi düşüncesinin eleştirel
süzgecinin ve evriminin egemenliğine koşulsuz bırak-
mış 'herbireyin' taşıdığını kıvançla söyleyebileceği bir
kimliktir ve bu kimliğin edinilmesinde önemli olan,
diplomalar, soy ya da sınıf kökenleri değil, ama doğ-
rudan dünyaya bakış biçimidir.
Kavramlarda ve söylemlerde açıklık, tartışmalann
sağlıklı olabilmesinin birincil koşuludur. Bu nedenle,
konu aydın olduğunda, gerçek aydınlarla, aydın ol-
mayı kendilerine 'mes/e/c'edinmişleri aynı kefeye ko-
yup aydın eleştirisi yapmaya kalkışmak, bu kapsam-
da bir aydın kitlesini pek çok aksaklığın sorumlusu di-
ye göstermek, ancak bu alanda eleştirel düşünceye
yeterince ışlerlık kazandırılamadığının kanıtı olabilir.
Yineleyelim: 'Aydın'm tek tanımı, 'düşüncenin ev-
riminiyadsımayan kişi'ö'ır, bu tanımın dışında kalan-
lar, birer aydın olarak eleştirilmeleri gerekenler değil,
fakat zaten aydın olmayanlardır ve düşüncenin evri-
mi, bıreyi tüm koşullanmışlıklanna karşın değişmeye
zorladığı içindir ki, aydın olabilmek, bunca güç bir iş-
tir!
Pazarda şiir kitabı satışı
KOCAELİ (.AA)- Izmitlı genç şair Zeki Korkmaz. ilk
şiir kitabını, ekonomik sıkıntı nedeniyle semt
pazannda satışa çıkardı.
Izmit'teki Salı Pazan'nda kurulan bir sebze-meyva
tezgâhında 'imza günü' düzenleyip. 'Kar Bulutlan"
adlı şiir kitabını satmaya çalışan Korkmaz. maddi
yetersizlikler nedeniyle bir yayınev iyle anlaşamadığını
ve aradığı desteği de sanat çevrelerinde bulamadığını
söyledi. Izmit Bü>ükşehir Belediyesi'nin desteğiyle
bir matbaada bin adet bastığı kitabın kendisine 30
milyon liraya mal olduğunu anlatan Korkmaz, pazar
yerinde kitap satışından beklediği ilgiyi göremediğini,
insanlann kendisine şaşkın gözlerle baktığmı anlatarak
gün boyunca birkaç tane kitap satabildiğini bildirdi.