Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
31 AĞUSTOS 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
CRAMOFON İCNESİ SEIİMİLERİ
" W ^ ^ eyoğlu Atatürk Erkek Lise-
m J si'nde ikinci sınıf, yıllardan
m-^T 1966. Fransızca hocamız Ve-
ğ 1 datGünyol'la ilk ders; Vedat
m \-~ Gûnyol, o zamanlar her ay
başı hüyük heyecanla okuduğum Yeni
Ufuklar dergisimn yöneticisi. Vedat Bey
derse giriyor ve o güne kadar tanıdığım
bütün insanlardan farklı bir kişiyle, eşi-
ne bütün ha\atım boyunca herhalde bir
daha rastlayamayacağım alçakgönülü,
aydın, gençîere anlayışh, gençleri güzel
bir dünyaya yönlendirmek isteyen bir öğ-
retmenİe karşılaşıyorum. Daha ilk dersi-
miz, göz kamaştıncı bir kültür şöleni
olup çıkıyor.
Türk liselerinde yabancı dil derslerinin
hangi güç koşullaralunda sürdürülebile-
ceğini çok iyi bilen Günyol, haftada üç
beş saat öğretimle Fransızca öğretileme-
yeceğini de bildiğinden, bizi kültürün o
engininden şu koyağına, şu koyağindan
bir öte enginine alıp götürüyor. Değişik
toplumsal kesimlerden gelen, farklı mad-
di olanaklar içindeki bir dolu öğrenci,
Günyorun derslerinde çıt çıkarmadan
oturuyor. Daha o zamanlar keskinleşmiş
sağ-sol görüşler, Fransızca hocamızın
derslerinde banşa kavuşuyor; bütün siv-
riliklersiliniyorve
hocamız bize in-
sanca yaşamın
ağır sınavlannı
anlatıyor. Bazan
Fransızca, bazan
Türkçe... •' ,
Vedat Gün-
yol'un öğrencisi olma mutluluğuna eriş-
miş olanlar, bu derslerden, ders dışı söy-
leşilerden, baharpikniklerinden, bazı yaz
gecelerine rastlamış buluşmalardan tıl-
sımla donandılar Bu, ülküsel bir dünya-
nıntılsımıydı. Metaryalizme bağhlığma
karşın daha çok bir evliya-aziz kanşımı
kişilik yansıtan Vedat Bey, açgözlülü-
ğün, boşyüceliğin, kişisel hırsın, burnu-
büyüklüğün yaman bir avcısı. Bizler de
önümüzdeki yıllara şu çirkin yükseliş fir-
satlanndan uzak durarak uzanmayı öğ-
reniyonız. Galiba pek çoğumuz da öğ-
rendı.
Her biri aydınlık tartişmalar sürûp gi-
diyor. Hocamız, fikir düzleminde kaldı-
Metaryalizme
bağühğına
karşın daha
çok bir evliya-
azizkanşımı
kişilik yansıtan
Vedat Bey,
açgözlühığün,
boşyüceliğin,
kişisel hırsın.
burnubüyükJü
ğûn yaman bir
avcısı. Bizler de
önfimüzdeki
yıllara şu çirkin
yükseliş
firsatianndan
uzak durarak
uzanmayı
öğreniyonız.
Galiba pek
çoğumuz da
öğrendi.
Türk kültüründe masmaviğı sürece, kendi görüşlerine en karşıt uç-
taki görüşleri de dikkatle dinliyor, bizle-
rin dinlemesini sevgicil uyanlarla sağlı-
yor, bizlere, en tehlikeli rejmin tek görüş
üzerine kurulu, totaliter rejimler olduğu-
nu hiç söze dökmeksizin öğretiyor.
Onun derslerinde ve söyleşilerinde
ateistle koyu dindar, Müslümanla Hıris-
tiyan ve Musevi. belki de bir daha karşı-
laşamayacaklan bir ülkü dünyasında yan
yana gelebiliyorlar, birlikte var olmanın,
birbirine saygı duymanın, birbirinden
öğrenebilmenin hazzını tadıyorlar. Gün-
yol, bu özelliğiyle Türk eğitiminin elbet-
te benzeri çok az bir temsilcisi...
Ama bir de yazar Vedat Günyol var
Yeni Ufuklar'ın başyazan Sabahattin
Eyuboğlu. Sabahattin Eyuboğlu'nun
yazmadığı sayılarda baş köşede Nermi
Uygur. Nermi Uygur'un unutulmaz
"Kanfdenemesi bu dergide yayımlan-
mıştır. Sonra Azra Erhat^sonra Rauf
Mutluay_. Vedat Bey kendi yazılannı da-
ima sonlara saklıyor. Bu yüzden olacak,
ilk kitabı Dile Gdseler'i (1966) devşir-
mek için de yıllar yilı kararsız kalmış.
Dile getiren adam
Dile Gelseler'de derlenmiş eleşhrel de-
nemeler. Vedat Günyol'un çağdaş Türk
edebiyatından kimi imzalara yönelik çok
başanlı yorumlannı sergiler. Hocamız.
Halide Edib'ı, Yakup Kadri'yi. Hfiseyin
RahmPyi 'yaşayan' özellikleriyle yan-
sıtmıştır. Abdülhak Şinasi'ye ve Peyami
Safa'ya uzak durmuştur, ama Sabahattin
Ali'nin derin anlamını dile getirmiştir.
SaitFaik üzerine yazdığı yazılar -ilk de-
ğini 1945 tarihini taşır-, o gün bugün,
aşılamamış yazılardır.
Dile Gelseler'deki 'Yalmzhğın Yarab-
ğı Adam'dan (1954) alıntılıyorum:
"Sait Faik yürüyecek, yürüyecektir. Bu
yol onu nerelere, hangi uğraklara götüre-
cek?
"Önce isyana götürecek. tsyanın ar-
dından 'büyük hayaller" akın edecek,
sonra her şey tabiat içinde erimeğe doğ-
ru yol alacak."
Vedat Günyol, edebiyata gönül vermiş
öğrencilerine, bir yandan da modern ede-
biyatı, yeni Türk yazarlannı tanırıyordu.
Dile Gelseler'de bu soy incelikli yazılar
yer almıştır. Ama öğretmenim, ders dışı
söyleşilerimizde, Sait Faik'ten sonra
yepyeni bir gelışım çizgisinde yol almış
hikâyeciliğimizi daha yakından tanıya-
bilmem için kitaplığım açmıştı. Çok sev-
diğim Ferit Edgü hikâyelerini, Demir
Öziü'nün Bunaltı'sını, Onat KurJar'ın
unutulmaz tshak'ını, Adnan Özyalçı-
ner'i, NezüıeMeriç'i. Muzaffer Buyruk-
çu'yu, her biri ayn zenginlikler taşıyan
bu seçkin hikâyecileri adeta birdenbire
yanı başımda bulacaktım.
Ertesi yıl, lise son sınıf: Artık kendi-
mi edebiyatçı sayıyordum. Sonbaharda
cumartesi günleri ve yaz boyunca, Yeni
Ufuklar'ın yazıevine gidip gelir olmuş-
tum. Nermi Uygur'u ilk orada gördüm,
OrhanŞaikGokyay'ı.CemBMeriç'ide .
Aydınlık olan her şeye gönül vermiş
Günyol'un Yeni Ufuklar'ı başlı başına
bir odaktı.
Vedat Bey yazılar çiziktirdiğimi bili-
yor, destek veriyor, bu yazılann olgun-
laşmast için bana saatlerce zaman ayın-
yordu. Nihayet bir
iki hikâye taslağım.
MeKh Cevdet An-
day'ın şiiri üzerine -
elbette amatörce-
bir uzunca yazım
Yeni Ufuklar'da ya-
yımlandı. (Bu satır-
lan yazarken o günlerin smırsız coşku-
sunu yeniden duyar gibiyim.) Hocam,
söze dökmesizin, bana rota çiziyordu.
Sonra bir gün, bir akşamüzeri... Yeni
Ufuklar'ın küçücük, bitlciler. kaktüsler-
le donanmış yazıevine, olanca alafranga-
lığı. zarif tavn ve atak tutumuyla Azra
Erhat geldi, 6 Eylül 1982'de kaybettiği-
miz Azra Erhat.
Sade birdöpiyes giymiş olduğunu dün
gibi hatırlıyorum. Koyurenkbirdöpiyes
ve açık renk bluz. Sözcüklerle pek anla-
tılamayacak bir kadmdı Azra Erhat Tav-
n alafrangaydı, ama her sözü Türk kül-
türünün sorunlanna yönelik bir endişe-
yi dışa vuruyordu...
Azra Erhat için...J T v e t , birkaç gün sonramız Azra
Ay Erhat'm ölûm yıldönümüne
* J rastlıyor. Oysa o yaz sonu gü-
nünde Azra Hanım hayat dolu, çalışma
isteğiyle tutkun, geleceğe yönelik tasa-
nlarla coşkundu. Daha o zamanlar, yet-
kin esen Mitotoji Sözlüğü'nden (1972)
söz açıyor, sanınm, bazı maddeleri ka-
leme getiriyordu.
Biz okurlara gelince, Azra Erhat'ı el-
bette öteki eserlerinden tanıyorduk.
Sözgelimi, çok sevdiğim Mavi Yokuluk
(1962). Fikir dünyamızın cılızlığını
beslemeye çahşmış Çan Yayınlan, hep-
si emek ürünü kitaplanna Azra Ha-
nım'ın bu eserini de katmıştır. Mavi
Yolculuk. edebiyatımızın adamakıllı
solgun bir alanında belirir: Gezi edebi-
yatı.
Mavi Yolculuk'u -bütün sevdiğim ki-
taplar gibi- yeniden ve yeniden oku-
dum. flk okuyuşum lise yıllannda.
Memleket coğrafyasının Akdeniz'e,
kızgın, pınltılı güneşe, tarihe, denize
açılmış sayfalannda. o hiç görmediğim
yöre beni büyüledi. Günün bınnde Az-
ra Hanım'ın mavi yöresine gideceğim
aklımın ucundan geçmemişti. Sonra
Bodrum, Bodrum'un çevresi ve yaz ta-
tili dönüşünde bir kez daha Mavi Yol-
culuk'u okumak. Bu kez gezip gördü-
ğüm yerlerin zamanda yolculuğunu
okuyordum.
Mavi Yolculuk zamanda bir yolcu-
luk olduğu kadar kişisel bir tarihçedir
de. Azra Erhat, yolculuğa katılmış olan-
lan puslara büründürerek karşımıza çı-
kanr. Günler ve geceler, onlann serü-
venierinden yansımaktadır. Tarih ko-
nuşulur, şiir konuşulur, okuryazann il-
gilenmekten uzak kaldığı bir coğrafya
konuşulur. Aynı hava Mavi Anadolu'da
da (1960) eser; ama bu kitap tarihı eser-
ler karşısındaki duyarsızlığımıza, aldı-
nşsızlığımıza bir yakınma da sayılabi-
lir. Mavi Yolculuk'ta yakınmanın yeri-
ni sahip çıkma sevinci almıştır.
O kadar ki, daha ilk satırlarda. ilk pa-
ragraflarda. yolculuktan dönen anlatı-
cının özlemi, daha döner dönmez du-
yumsanmış özlemi belirir:
Akdeniz'den getirihniş, uçsuz bucak-
sız, erden deniz kıyılanndan toplanmış
şeytanminareleri, denizyıldızlan, deni-
zaygırlan, denizkestaneleri masa üstü-
ne bırakılrnışür. Azra Erhat, onlann git
gıde sedefsizleştiğini görerek üzülür.
Sonra, geriye dönüşle, mavi yolculuk
başlar.
Hafikamas Bahkçısı'nın eşsiz anlatı-
mıyla Türk kültür tarihinde açtığı bu
büyük duyarlık sayfası, Anadolu'da,
özellikle Ege-Akdeniz yöresinde tarihi
katmanlann iç içe geçerek hâlâ yaşıyor
oluşuna yönelik bu şairce belirtge, bes-
belli, Mavi Anadolu ve Mavi Yolculuk
yazannı da büyülemiştir.
Azra Erhat'ın yazarlık ve çevirmen-
lik çabası, emeği, nice yıllar hep bu bü-
yülenişle sürüp gitmiştir. Gerçi Colet-
te'i o dilimize kazandırmışnr; bununla
birlikte dilimize armağan ettiği eserie-
rin başlıcalan, topragın uygarlığından
fişkırmış olan eserlerdir. Hemen İH-
ada'yı.Odysseia'yu Hesiodos'un günle-
rini, işlerini, ZincireVuruhnuş Promet-
heus'u hatırlamakta yarar var.
A. Kadir'le. Sabahattin Eyuboğ-
lu'yla birlikte çalışılarak gerçekleştiril-
miş şu çeviriler, hiç şüphesiz, Türk-
çe'ye katkıdır. Yalruzca edebi, tarihi de-
ğerleri açısından değil, Türkçe'ye yeni
dile getiriş imkânlan sunmalanyla da
katkıdır.
O yaz sonu akşamüzerinde Azra Ha-
nım'la Vedat Bey, böyle buluşup nere-
ye gitmişlerdi, bilemiyorum; sonmaya
utanmış, ama merak da ermiştim. Bü-
yük olasıhkla söyleşiyle çalışmanın,
küçük çapta eğlentiyle düşünsel tartış-
manın iç içe yaşanacağı bir geceye...
1969 'da Işte tnsan-Eceo Homo yayın-
landı. Kültürü evrensel bütünlüğü için-
de tarttşan, yer yer bir duygu fırtınası-
na dönüşen bu özlü deneme, bizlere, o
zamanın hayli genç, toy, bilgisiz okur-
lanna sunuydu.
Birbirinden bagımsız görünen dene-
meler, Işte Insan-Ecco Homo'da yan
yana gelerek Azra Erhat'ın kültür an-
layışmı, dünya görüşünü, hayata bakı-
şını yansıtmaktaydı.
Genç bir okurun izlenimleri niteli-
ğinde bir kitap tanıtma yazısı yazmış-
tım. Vedat Bey, Yeni Ufuklar'da yayım-
ladı. Derginin çıkışından üç dört gün
sonra Azra Erhat'tan bir mektup aldım.
Yazıya teşekkür ediyor, beni yüreklen-
dinyor, dahası, önümüzdeki hafta filan
akşam evine davet ediyordu.
Şimdi artık Topağacı'ndaki küçük
apartman katından söz açabilirim: Ak-
deniz'den esintilerle yüklü bu sıcak ev.
duvarlardaki resimler, sagda solda ya
örtü, ya yastıkyüzü olarak kullanılmış
yazmalar, masa üstünde hâlâ durdugu-
na tamklık edebildiğım deniz kabukla-
n, her şey öylesine güzeldi ki, bohem-
le düzenliliğin bu iç içeliğine özenme-
mek elde değildi. Oraya sevgili hocam
Vedat Bey'le gitmiştik. Orada Halikar-
nas Balıkçısı'ndan konuşmuştuk.
Demin Işte tnsan'ı nitelemeye çalı-
şırken "duygu firtmasr dedim; aslın-
da Azra Hanım. kendisi. doğrudan doğ-
ruya duygu fırtınasıydı. 1975'ten son-
raki çalışmalannı Halikarnas Balıkçı-
sı'na -Mektuplanyla Halikarnas Balık-
çısı (1876K Sabahattin Eyuboğlu'na -
Bötün Yazılan I, II (1982)- adamış ol-
ması. demek istediğimi kanıtlar.
Tabii bir de Zeynep Oral'la gerçek-
leştirdiği unutulmaz söyleşi anılmalı.
Hayatını, ruh dünyasını büyük bir çıp-
laklıkla, elbete eşsiz açıksöziülükle.
belki de geleceğin insanlanna yol aç-
mak istercesine dile getirdi Azra Ha-
nım. Sevgilerinin uçsuz bucaksızlığını.
yasaklar tanımayışını dile getirdi.
Bunca çaba, bunca emek anlaşıldı
mı? Benimsendi mi?
'Mavi Anadolu' savı yazık ki yeterin-
ce kavranamamışttr. Sabahattin Eyu-
boğlu'nun, Halikarnas Bahkçısı'nın.
Azra Erhat'ın ve Vedat Günyol'un de-
ğişik görüngelerden yaklaştıklan o dü-
şünce. duygu akımı, çoğu kez haksız
yere olumsuz eleştirilerin hedefi ol-
muştur. Yaşadığımız topragın karma-
şık uygarlığına gerçekten büyük bir iç-
tenlikle ışık tutmuş bu mavi sayfalar,
yann daha çok anlaşılıp sevilecektir.
Mitoloji Sözlüğü'nün yalnızca bir
saptayımı bile yeter: "Apollon ya da
Artemis'i Türkiye'nin Ege Bölgesi'nde
topraktan çıkartılan anıtlann ışığında
yorumlamak daha hiçbirderli toplu mi-
toloji kitabına erek ve görev olmamış-
tır."
ötesiııde...üşünsel tartışmalar bazan çok
karşıt uçlarda odaklaşıyor, bil-
lûrlaşıyor. Birbirini bütünleye-
bilecek, belki de birbirinin ardılı görüş-
ler, bakıyorsunuz, birbirine düşman ke-
silmiş. Bu durumun -bence- çok gerek-
siz, anlamsız bir örneğine çok yakından
tanık oldum: 1965 sonrasında edebiya-
ümız ve düşünce hayatımız zorlama ku-
tuplaşmalann tutsağı oldu. Bir yanda
Kemal Tahir bir zaviye gibi gösterilmek
istendi, karşı kutupta Sabahattin Eyu-
boğlu ve arkadaşlan konumlandınldı.
Neredeyse cepheleşme söz konusuydu.
Oysa trajik sonlar gecikmeyecek;
Eyuboğlu'nun erken ölümü karşısmda
Kemal Tahir gözyaşlannı tutamayacak,
Kemal Tahir'in cenazesinde sevgili ho-
cam Vedat Günyol o uzun mezarlık yü-
rüyüşüne katılacaktı. Bunlan bütün ay-
nntılanyla ve tabii dilim döndüğünce
Haürbyorum'da, O Yakamoz Söner'de
yazmıştım.
Eklemek istiyorum:
Vedat Bey 'in Fransızca derslerinde ki-
mileyin Fransızca metinleri Türkçe çe-
virileriyle karşılaştınrdık. Hocam bana
Sabahattin Eyuboğlu'nun ŞörleFransız-
ca kitabım salık vermişti. Estet gözüyle
kaleme alınmış bu güzel eser dil öğren-
meyi birdenbire edebiyat şölenine dö-
nüştürür. Keşke yeniden basılsa...
Bizler Sabahattin Eyuboğlu'nu Mavi
ve Kara'daki, Yeni Ufuklar'daki yazıla-
nndan tanıyorduk. Mavi ve Kara'ya al-
madığı, ola ki önemsiz bulduğu çok
önemli yazılarından, denemelerinden
habersizdik. Bunlann bir bölüğü ancak
1974'te, yazann ölümünden sonra Sa-
nat Üzerine Denemeter'dc derlenecekti.
Bir çeviri başeseri olan, Cumhuri-
yet'te tefrika edilmiş, kitap olarak ya-
yınlanmış, hak ettiği ilgiyi görememiş,
Carlo Levi imzalı tsa Bu Köye Uğrama-
dı'nuı çevirmenı Sabahattin Eyuboğlu,
demin andığım Sanat Üzerine Deneme-
ler'de, daha 1938'de şunlan dile getirir:
"Yeni Türk sanatçısı eski biçimler
dünyasını yeni değerlerle şenlendire-
cek. eski meyvalarda >eni lezzetler bu-
lacaktır. Yeni estetik, meşru bir yo-
rumla, eski değerleri kendi idealine
mal edecektir. Ancak bu biçimde göç-
müş bir dünya yaşayan ruhlara sesle-
nebilir, ancak bu biçimde Süleymani-
ye Camii aktüel bir değer olabilir, ve
olmuştur... Geçmişi yaşatan yorum-
dur."
1930'lann sanat-estetik tartışmalan-
nın kimbilir ne kadar ötesindeki şu gö-
rüş, şu aydınlatış yann için de belki tek
kılavuzumuz. Öyleyken, Sabahattin
Eyuboğlu ve arkadaşlannın Türk kültü-
rü üzerinde enine boyuna düşünmedik-
leri. eskiyi toptan yadsıdıklan, anrikite-
ye takılıp kaldıklan insafsızca ileri sü-
rülmüştür. tşin tuhafı, eskiyi. geçmişi
yorumlamak isteyenler de "gerici" sayıl-
mış. bifmez tükenmez bir kör dövüşün-
de debelenilmiştir. Oy sa Eyuboğlu, Tan-
pınar'ı anarken sırn çözüyor
"(_) Bununla beraber Tanpınar'ın şi-
irinde bir gecmiş zaman özlemi de bula-
mazsınız. Aradığı şe> esld günler, yitiril-
miş cenneder değil, bugün yaşadıgı anm
zaman yüklü olmastdır." (1963)
Zaman yüklü olmak! Devam ediyor
Eyuboğlu: "Eski keUmelere bağtıhğı da,
eski dünyamıza bağiılığından değil. bu
kelimeleri birer zaman kınntısı olarak
görmesindendL Mücevher, billur. âvize
gibi kelimeleri birer baba >adigân değU,
Zaman-Tanrı'nın semboUeri diye, so-
mutlaşmışsürelerdiyegörüyordusanki''
Yeniden okumak
Dönüp bugüne baktığımızda, öteki
emekler gibi Eyuboğlu'nun, Erhat'ın,
Günyol'un emeklerinin de sessiz seda-
sız unutuluşa terk edilmek istendiğini
saptıyoruz. Eserlerini yeniden okumak,
televizyon cinnetine kapılmış bugünü-
müz için. çıkış yolu, kurtuluş imkânı.
Mavi ve Kara 1960 tarihli biryazısın-
da vurguluyor: "Dogu'yla Ban arasuıda,
kat kat medeniyetier üstünde, değişik,
renk renk kaynaklar, açılmamış yaprak-
lar ortasında oturuyoruz." Yazık ki hâlâ
bılincinde değiliz...
Bir kez daha Atatürk Erkek Lisesi 'nin
dar. gün ışığı görmez, alt kat sınıfma dö-
nüyorum, zaman yüklü olabilmek için.
Hocamız Vedat Günyol, birbirine karşıt
dünya görüşlerindeki öğrencileri, kendi
engin hoşgörüsüyle bireşime çağınyor.
Onlara, hepimize diyor ki, heyecanlar
gelip geçici, kültür kalıcıdır. Sözcüğü
sözcüğüne böyle değilse de, belleğimiz-
de iz bırakan anlam bu. Hocamız, kül-
türün şu ya da bu nedenle silinmek is-
tendiği yerde hayatın çarçabuk göçüp
gideceğini vurguluyor.
Belki aynı endişeyle Ahmet Oktay da
Cumhurfyet Dönemi Edebiyan'nda
(1993) şu yorumu gereksiniyor:
"İyiye, güzele, doğnıya varayan her
türtü yapıtm ve düşüncenin savunması-
nı > apmaktadır. >-asakçı olmamayn öner-
mektedir Evuboğlu. Bir yandan Monta-
igne'i bir yandan Yunus'u okuyorsa,
bundandır. Bir yandan Rimbaud bir yan-
dan Hayyam çeviriyorsa, bundandır.
Hem Yahya Kemal'i hem Âşık Veysel'i
seviyorsa, bundandır."
Dediğim gibi, yaz sonunda bir akşa-
müzeriydi. Koyu renk döpiyesli Azra
Hanım'la üstüne başına özen gösterme-
meyi hayatın özel erekleri arasında say-
mış, kalendermeşrep Vedat Bey, Yeni
Ufuklar'm yazıevinden birlikte çıkmış-
lar, hep çalışma, emek verme, almteri
dökme üzerine kurulu maceralannın bir
gecesine kanşmışlardı. Herhalde Saba-
hattin Bey'in Maçka'daki şımdi yitip git-
miş evine gidiyorlardı. Yaz sonunun ak-
şamüstünde Baudelaire'ı çağnştınr bir
yalnızhkduyumsamıştım. Işte, Eyuboğ-
lu'nun müthiş çevirisiyle:
Derdim, yeter, saldn ol, dinlen biraz
arük;
Akşam olsa diyordun, işte oldu ak-
şam,
Siyah örtülere sardı şehri karanlık;
Kimine huzur iner gökten, kimine
gam.
ODAK NOKTASI
AHMET CEMAL
Yükseköğpetimde
Seçimlik Genel Kültün...
Ülkemizdeki yükseköğretim kurumlarının prog-
ramlannda genel kültür derslerinin (kültür tarihi, sa-
nat tarihi, estetik vb.) "seçimlik ders" olarak yer al-
ması eğiliminin giderek yaygınlaşması, kanımızca
özellikle ortaöğretimimizin genel tablosunda bugün
için belirginleşen gerçekleri yeterince göz önünde
bulundurmamaktan doğan bir sonuçtur.
Önceki yazılanmdan birinde, ülkemizdeki hukukfa-
kültelerinde hukuk tarihi ve Roma hukuku dersleri-
nin seçimlik derse dönüştürülmesinin sakıncalanna
dikkati çekerken, bu tutumun, geleceğin hukukçu-
lanna, "Sen, istersen uygulayacağın hukukun geç-
mişini ve -Roma hukuku örneğinde olduğu gibi- özel
hukukunun temelini öğrenmemeyi de seçebilirsin!"
demekten başka bir şey olmayacağını belirtmiştim.
Durum, yükseköğretimde genel kültür derslerinin
seçimlik olması bağlamındada farklı değildir. Bu nok-
tada da öğrencıye sunulan seçenek, gerçekte şu
mesajı içermektedir: "Ortaöğretimden kaynaklanan
genel kültür eksıkliğini giderip gidermemekte bütü-
nüyle özgürsün; eğer istersen, genel kültür donanı-
mını seçmeden de üniversite diploması alabilirsin!"
Bu tutumun kökenlerinden biri, Türkiye'de -yıllar-
dır uygulanagelen yanlış politikalar sonucu- üniver-
siteye ilişkin bir yanlış bakış açısından kaynaklan-
maktadır. Bu bakış açısı, üniversiteleri neredeyse bi-
rer meslek okulundan farksız görmekte, bu nedenle
de genel kültür derslerine branş derslerinin gerisin-
de bir yer tanımaktadır. Bu ölçüte göre hukukçu, her
şeyden önce yasal düzenlemelerı bilen kişi, fıloloji
mezunu her şeyden önce dil ve metin uzmanı, sanat
tarihçisi her şeyden önce dönemlerine göre üslup-
lan ve eserleri bilen; sinema, televizyon ve reklamcı-
lık alanlannda yükseköğrenim yapanlar ise yine her
şeyden önce çekimler, kamera kullanımı vb. gibi tek-
nik bilgilerle donatılması gerekenler olarak görülmek-
tedir.
Yanlış, üniversitenin işlevini değerlendirmede be-
lirginleşmektedir. Üniversite, netarıhsel gelişimi içe-
risinde ne de günümüzde yalnızca meslek okulian
yerine geçen, bu amaçla Öğrencilerine salt teknik
bilgilerle ve branş dersleriyle sınırlı eğitim veren bir
kurumdur. Üniversite, öğrencilerine önce geniş yel-
pazeli bir dünya görüşü edinebilmenin yollannı açan
bir kurumdur; değişik eğitim alanlan, ancak böyle bir
yelpaze temeline oturtulabildiğı takdirde üniversite
öğrenimi de amacına ulaşmış olur. Bu amaca erişe-
bilmenin tek yolunun ise yükseköğrenim gören genç-
lere olabildiğince bir genel kültür eğitimi sunmak ol-
duğu açıktır.
Omeğin yaşamı ve insanı dünü, bugünü ve yanna
olası yansımalanyla öğrenememiş, dahası sağlam
bir toplumbilim kültürünün eğitiminden geçmemiş
bir hukukçu, gerek bireylerın bıreylerle gerek birey-
lerin toplumla ve gerekse toplumların toplumlarla
olan ilişkilerini düzenleyen hukuk kurallannı nasıl bir
temelden yola çıkarak uygulayacaktır? Yeterince ta-
ramadığı insanın hukukunu nasıl değerlendirebile-
cektir? Bir doktor, insan kimliğiyle yeterince tanıma-
dığı hastası karşısmda, yalnızca bir tıp uygulayıcısı
olarak kalmayı yeterli bulmalı mıdır?
Ya da, sinema ve televizyon eğitimi görürken, ör-
neğin sanat tarihi ve estetik gibi "seçimlik" dersleri
seçmeme hakkını kullanmış olan bir öğrenci, eline
kamerayı bagımsız olarak aldığında, "dünyayı imge-
lerte görebilme"y\ nasıl başaracaktır? Yakaladığı ya
da yakaladığını sandığı imgeleri, estetik bağlamda
boşluklarla örülü bir kafanın neresinde biçimlendire-
bilecektir? Kendine özgü bir sanat anlayışını hangi
kaynaklardan beslenerek oluşturacaktır? Fotoğraf-
çılık eğitimi görmüş, ama öğrenimi sırasında sözü
edilen "seçimlik" dersleri seçmeme hakkını kullan-
mış olan bir genç, dünyanın en pahalı fotoğraf ma-
kinelerini bile eline alsa, "bakan göz "den "gören
göz'e uzanan yoldan geçmeyi başarabilecek midir?
Estetik bir temel kazanmaksızın, sanat bağlamında
ne gibi sorgulamalalar yapması gerektiğıni bilme-
den, görüntünün estetiğini yakalayabilecek midir?
Konuyu deşmeyi, biraz da yabancılardan, dünya-
ca ünlü sinema ve tiyatro yönetmenlerinın eğitimle-
rinden örnekler vererek sürdürebiliriz. Acaba bir Pa-
solini'nin ve bir Antonioni'nin, klasik Batı kültürü-
nün ve hürnanist eğıtimin kalelerinden olan Bologna
Üniversitesi'ni, bir Peter Brook'un Cbcford Üniversi-
tesi'ni, bir Jean Renoir'in Aix-en-Provence Üniver-
sitesi'nin felsefe ve matematik bölümlerini, bir Ku-
rosava'nın Dosusho Batı Resim Sanatı Okulu'nu,
bir Ken Russell'ın Londra'da, genel kültür dersleri-
nin ağıriılıklığıyla ünlü Walthamsow Sanat Okulu'nun
fotoğraf bölümünü, bir Ettore Scola'nın yine klasik
kültür dersleriyle ünlü Roma Üniversitesi'ni bitirmiş
olmalan, salt rastlantı olarak nitelendirilebilir mi?
Ülkemizdeki yükseköğretim kurumlarında genel
kültür dersleri ikinci plana itilirken yapılan bir başka
yanlış da Türkiye'deki ortaöğretimin değeriendiril-
mesine ilişkin yanlıştır. Gerçi -daha önce bir başka
yazımızdadadeğindiğimiz gibi- üniversiteler ortaöğ-
retimin bütün "günahlannı" üstlenmek ve kendi prog-
ramlarından özveride bulunarak bunlann kefaretini
ödemekle yükümlü tutulamaz; bu konuda aşınlığa
kaçmak, üniversitenin kendi işlevlerini yerine getir-
mesini engelleyebilir. Buna karşılık her düzeydeki
eğitim gibi, üniversite eğitimi de hizmet verdiği ülke-
nin özgü! koşullannı olabildiğince göz önünde bulun-
durmak durumundadır. Bizimkisi gibi bir ülkede or-
taöğretim, felsefeyi, başka deyişle düşünceyi ve dü-
şünmeyi öğreten bir dersi "seçimlik ders" kılmışsa.
tarih derslerinde Doğu ve Batı uygarlıklarının doğuş,
gelişme ve çöküş nedenlerinin yerini geniş ölçüde
Orta Asya'da tarihte kurulmuş bilmem kaç hanlığın
adının ezberietilmesi almışsa o zaman o ülkenin or-
taöğretim sistemi genel kültür açısından büyük bir
boşlukla karşı karşıya demektir Böyle birtabloda ise
üniversitelerin kendi programlannda genel kültür
derslerini "zorunlu ders" kılmaları, branş derslerinin
verimliliğiyle, bu derslerin sağlam bir zemine oturtu-
labilmesiyle doğrudan ilintilidir!
Ahmet Nesin, dağmm
şirketi kundu
ANKARA(ANKA)- Bir süre önce, geçirdiği kalp
krizi sonucu kaybettiğimiz yazar Aziz Nesin'in oğlu
Ahmet Nesin; kitap, dergi, ansiklopedi ve gazete
dağıtımı için bir şirket kurdu. "Dada Dağıtım ve
Yayıncılık Ltd." admı taşıyan şirketin ortaklan
arasında Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Atıl Ant.
ishak Serhat Baysan, Çetin San, Raşıt Cavas, Hüseyin
Sönmez ve Mehmet Ali Uğur bulunuyor. Şirket; kitap,
ansiklopedi. dergi ve gazetelerin ülke ve gerektiğinde
dünya distribütörlüğünü yapmak amacıyla kuruldu.
Şirket aynca her türlü telif hakkmın alımı, satımı ve
devriyle de uğraşacak.