05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10 MAYIS 1995 ÇARŞAMBA OLAYLAR VE GORUŞLER Çocuğa bakışımızdaki gerilik Yürürlükteki çocuk hukukumuzun ayıbı, sadece evlilik dışı çocuklar zaranna sıntan çarpıcı adaletsizlikten ibaret değildir. Ülkemizde geçerli çocuk hukukunun tablosu, erkeğin kadın, babanın da çocuk üstündeki baskısının kapkalın hatlanyla çizilmiştir. Prof. Dr. RONA SEROZAN îstanbul Hukuk Fakültesi M eclis'te dört yıldır onay bekleyen "Bir- leşmiş Mületler Ço- cuk Hakları Sözleş- mesi''', azınlıkçocuk- lannın kültürel hak- lanna ilişkin anlamsız bir çekinceyle göl- gelenmiş biçimde de olsa, sonunda onay- lanıp. bizde de bağlayıcı bir hukuksal güç kazanmış oldu (Resmi Gazete, 27.1.1995). Dansı, yıllardır sirada bek- leyen insan haklanna ilişkin öteki sözleş- melerin başına! Acaba bu gibi sözleşme- terin onaylanabilmeleri için hep yaban- cılann uyanlannı beklemek zorunda mı kalacağız? Her neyse, artık, en başta terkedilmiş kimsesiz çocuklar ve evlilik dışı çocuk- lar olmak üzere, elverişsiz durumdaki tüm çocuklann bu durumlannı düzeltip iyileştinnek. onlan koruyucu kanatlan altına almak. yasamanın, yürütmenin ve yargının "boynunun borcu" olmuş du- rumda. Helebu "23 Nisan Ulusal Ege- menlik ve Çocuk Bayramrnı da yaşa- dıktan sonra. Atılacak ılk adım, akla ve ahlaka aykın evlilik dışı - evtilik içi çocuk ayınmını tûm aynntılan ve uzantılan ile kökûnden kaldırmayönünde olmalı. Mi- ras, nafaka ve velayetrejimlerinde,evli- lik dışı çocuğun yaranna ters düşebilecek en küçük bir ayınma yer kalmamalı. Kö- keninde küçük mülkiyet ve miras hesap- lannın yattığı bu cağdışı ayınmcılığın tu- tulacak yanı kalmamıştır artık. Evlilik dışı ilişkınin faturası, her şey kendi bil- gisi ve oluru dışında gerçekleşen çocuğa nasıl çıkartılabilir ki? Ama bu kadarla yetinilemez. Yürür- lükteki çocuk hukukumuzun ayıbı, sade- ce evlilik dışı çocuklar zaranna sıntan çarpıcı adaletsizlikten ibaret değildir. Ül- kemizde geçerli çocuk hukukunun tablo- su. erkeğin kadın, babanın da çocuk üs- tündeki baskısının kapkalın hatlanyla çi- zilmiştir. Çocuklar üstündeki velayet, ba- banın denetimsiz, despotik diktası olarak işler. Bu arada velayetin yürütülmesinde ba- banın oyunun üstün sayılması, sadece ananın onurunu zedelemekle kalmaz; ay- nı zamanda çocuğun, özellikle de kız ço- cuğun gelişimini olumsuz yönde etkiler. Eski Roma'da "ataerki", çocuğubaş- kalanna devretme, hatta onu öldürme yetkisini bile içerirdi. Bizde bugün baba- nın yetkesi bu boyutlara ulaşmasa da, ala- bildiğine geniştir; düpedüz ölçüsüzdür. Baba bu dozu kaçmış geniş kapsamlı yet- kesini yaşama geçirirken, çoğu zaman çocuğa söver, onu döver, ona eza ve ce- za verir. Gitgide ağırlaşan maddi yaşam koşullan yüzünden çocuğa bir "nimet" gözüyle değil de bir "küMet" gözüyle ba- kılınca, daha da sertleşir bu acımasız tu- tum. Oysa, çağdaş eğitim bilim, sevecen- likten uzak böylesine otoriter bir tutu- mun çocukta ruhsal bozukluklara yol aç- tığını ve kendisinden güçlü kişilere ke- sin bağımlılık eğilimlenni, kendisinden güçsüz kişilere karşı da keskin saldırgan- lık eğilimlenni geliştirdiğini ortaya koy- maktadır. Otoriter ve militarist kişilerle özdeş- leşmeye yatkın bu gibi nevrotik ve sal- dırgan (agresif) bireylerin toplumumu- zun özgürlükçü ve katılımcı demokratik yaşamı açısından ne denli sakıncalı bir toplumsal güç oluşturabileceğini kavra- yabilmek için uzun boylu bilimsel araş- tırmalara dalmaya gerek yoktur. Ne acı- dır ki "Dayak atılan yerde gül bıter" ve "Kızuu dövmeyen dizini döver" diye, ba- banın çocuğu uslandmp yola getirme yetkisinin sınınnm çocuk "cennettençık- ma dayak" ile bayıltılmadıkça ya da "hastaneük" edilmedıkçe aşılmamış ol- duğunu kabul eden mahkeme kararlan- na rastlanır. Işte kapkalın bir kırmızı ka- lemle düzeltilecek çocuk hukuku rejimi- nin başında bu çağdışı velayet düzeni yer alır. Bu arada, ana babanın çocuk mallafı- na ilişkin aşın yönetim ve yararlanım yetkileri de sınırlanmalı ve velinin çocu- ğu temsil yetkisine de çocuktan yana da- ha dartutulmuş yeni bir çerçeve geçiril- melidir. Öte yandan, çocuğa önemli iş- lerde görüşünü bildirme olanağı tanın- malı, hatta kişi varlığını yakından ilgilen- diren işlerde onun olurunun alınması zo- runluluğu getirilmelidir. Çocuk hukuku- nu katılımcı demokratik öğelerle dona- tıp zenginleştirmenin gerekleridir bun- lar. Batı'da çoktan kotanlmış olan bu ço- cuk yanlısı iyileştirmeler hep "özd hu- kuk" alanına ilişkindir. Ama "kamu hu- kuku" alanında da sanlacak çok yara var- dır. Özellikle, sanki bir meta imişçesine pazarlanan, işyerinde insafsız baskı ve sömürü altında ezilen, öğretimde kök- tendinci ya da ırkçı şartlandırmalarla ter- temiz beyinleri karartılan ve çağdışı, akıl dışı disiplin yönetmeliklerinin cendere- sinde kişilikleri örselenen çocuklar yara- nna yepyeni koruyucu düzenlemeler oluşturulup geliştirilmelidir. Çocuğun düşünce ve inanç özgürlü- ğünün anayasal ve yasal sınırlanna gelin- ce: Avrupa hukuk geleneğinde temel haklann kullanılması açısından herhan- gi bir "ergmlik yaşt" aranmaz. Orta öğ- renim aşamasındaki çocuk da pekâlâ dü- şüncelerini serbestçe açıklayabilir, dü- şüncelerini bir örgüt çatısı altında, hatta bir toplantı ve gösteri yürüyüşünde dile getirebilir, kendi inanç dünyasını da öz- gürce oluşturabilir. Bizdeyse, bir "ulusal disiplin yönetmeliğrni andıran anayasa- da, aynca öze! yasalarla yönetmelikler- de adamakıllı sınırlanmıştırbu temel ço- cuk haklan. Ergin yurttaşlan için on beş yıl öncesinin askeri diktatörlüğünce kon- muş anayasal ve yasal özgürlük sınırla- malannı kaldırmaya hiç de niyetli gö- zükmeyen devletin, çocuklar için öngö- rülmüş sınırlamalan kaldıracağını bekle- mek aşın bir iyimserlik midir dersiniz? Sonuç Nüfusumuzun yaklaşık dörtte üçünü oluşturan on sekiz yaşından küçük ço- cuklanmızın ne lobisi vardır ne de örgü- tü. Çoğu zaman, besinsiz ve eğitimsiz bı- rakılan, ezilip sömürülen, tere, tinere ve gözyaşına bogulan bu arkasız ve çaresiz çoğunluğun kurtuluşu için erginler azın- lığının kararlı, dayanışmalı ve özverili savaşımı kaçınılmaz olmuştur. Yasal dü- zeltmeler için siyasal mücadele, yöne- timde çocuktan yana kararlı tavır, yargı- sal uygulamada çocuklar yaranna yürek- li atılım, öğretide de yasamayı ve yargı- yı çocuklardan yana demokratik yönde etkileme çabalan... Bütün bunlar, hep bir arada, çocuklanmızın hukuksal durumu- nun iyileştirilmesine katkıda bulunabilir ARADA BtR MEHMET UĞURLU Ankara Barosıı Avukatlanndan Demokratlık Adına İlkellik! Tarihi, kültürü ve gelenekleri ortak olan toplumlar, ana dilleri farklı da olsa, yaşadıkları topraklar üzerin- de siyasal bir örgütlenmeye gitmişlerdir. Kurulan bu siyasal örgütün adı devlet; onu oluşturan toplum ise ulustur. Devlet tarafından ulus adına kullanılan bir yetki ve güç vardır ki bu da, halk iradesine dayanan ulusal egemenliktir. Osmanlı döneminde teokratik-monarşik egemen- lik sistemi geçerliydi. Tann'ya ait sayılan bu egemen- lik hakkı, Tann adına fiilen halife-sultan tarafından kul- lanılırdı. Dinsel hukuktan kaynaklanan bu monarşik egemenlik yerine, bugün ülkemizde cumhuriyetle birlikte ulusal egemenlik sistemi benimsenmiştir. Nitekim, birinci Büyük Millet Meclisi tarafından ya- pılan 1921 Anayasası "Egemenlik kayıtsız şartsız mil- letindir. Yönetim usulü halkın kendi kendisini bizzat ve fiilen yönetmesi esasına dayanır" der. Esasen, demokrasinin hedeflendiği Türkiye Cumhuriyeti'nin bu ilk anayasasının gerekçesini, misak-ı milli sınırla- n içinde her yöreden temsilcinin katıldığı Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sıvas kongre kararları ile Ulu- sal Kurtuluş Mücadelesi oluşturmuştur. Ulusal egemenlik ve demokratik sistemin vazge- çilemez öğelerinden olan TBMM'nin 23 Nisan 1920'de açılış yıldönümleri, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk ulusal ve resmi bayramı olarak kabul edilmiştir. Bu- nunla birlikte Çocuk Esirgeme Kurumu'nun 1930'lar- da gelenekselleştirdiği "Çocuk Haftası'nm da aynı günlere rastlaması nedeniyle, 27 Mayıs 1935 tarihin- de kabul edilen bir yasa ile bu iki bayram "23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" biçiminde bir- leştirilerek daha da anlamlı hale getirilmiştir. Ne acıdır ki, 12 Eylül döneminde "Ulusal Egemen- lik", bayram kutlamalanndan çıkarılarak, sadece "23 Nisan Çocuk Bayramı"na dönüştürülmüştür. Oysa bu bayrama gerçek anlamını veren ve çocuklanmı- zın bilincinde yer etmesi gereken "Ulusal Egemen- lik" kavramıdır. 12 Eylül'cüler halk iradesini ve de- mokrasiyi çağnştıran ulusal egemenlik sözünden ra- hatsızlık duyduklan için bu anlamdaki bayramı orta- dan kaldırmak istemişlerdir. Ancak toplumsal baskı sonucu o büyük bayram yeniden gerçek anlamıyla kutlanmaya başlamıştır. Bu dönemde, devleti ve cumhuriyeti kuran parti de içinde tüm kitle partileri ve öbür demokratik kurum ve kuruluşlar kapatılmış ve o boşluğu bölücü, dinci, ırkçı, meztiepçi ve kapkaççı örgütler doldurmaya ça- lışmıştır. Ulusal egemenlik bilincinden doğan "va- tan-millet" deyişi, bazı entel takılanlar ile 2. cumhu- nyefç/ler tarafından sonuna "Sakarya" sözcüğü ek- lenerek alay konusu edilmiştir. özellikle Özal döne- minde toplumun iyice yozlaştırılıp uyuşturulması ça- balarında kısmen de olsa başarı sağlanmıştır. Ulusal egemenlik sistemine karşı çıkan 2. cumhu- riyetçilerin kiminin kafasındafederasyon, kiminin ka- fasında da Medine Sözleşmesi içerikli şer'i düzen- ler yatmaktadır. Oysa ne dinsel ve ne de ırksal bö- lünmüşlükler bu ülke insanına mutluluk getirir. '• Medine Sözleşmesi özlemiyle Türkiye Cumhuriye- :ti yurttaşları arasında gruplaşmalar yaratılarak farklı iyasal uygulamalar istenilmektedir. 1400 yıl önce Me- idine'de yapılmış olan bir sözleşmeyi demokratlık adına savunmanın attmda yatan gerçek, gericilik ve bölücülüktür. Kaldı ki, bu sözleşmenin taraflan Müs- lümanlar ve Yahudiler hâlâ birbirlerine büyük acılar vermektedirter. Kendisine, 1400 yıl öncenin kavim- lerine ait düzenlerin önerildiği ülkemiz insanı, bu sis- temleri ve "Tebaa Vafandaş"lığı kabullenir mi? • Arkası 17. Sayfada Tedavi hizmetlerinde yaşanan sorunlar Dr. KAYIHAN PALA Bursa Tabip Odası Genel Sekreteri T edavi edici sağlık hizmetleri, kendi kendine bakım, birinci basamak, ikinci basamak ve üçüncü basamak tedavi hizmetleri olarak bölümlen- dirilebilir. Buyazıdayalnızca birin- ci basamak, ikinci basamak ve üçüncü basamak tedavi hizmetlerine değinile- cektir. Türkiye'de sağlık hizmetlerinin sunumunda ya- şanan en önemli sorun insanlanmızın bu alanda gerekli ve yeterli bir eğitimi alamamış olmalan- dır. Bu nedenle geleneksel hekimlik uygulama- lan halen yaşantımızda önemli bir yer tutmakta- dır. Birinci basamak tedavi hizmetlerinde en önem- li sorun, burada çalışan personelin ebesinden he- kimine kadar birinci basamak sağlık hizmetine uygun bir eğitim görmemesinin yanı sıra finan- sal ve yönetsel destekten yoksun olarak çalışan sağlık ocaklannın halka yeterli hizmeti sunama- masıdır. Bu nedenle insanlanmız, kamu hastane- lerini birinci basamak olarak kullanmakta, bu du- rum hem sağlık ocaklannın atıl kalmasına hem de asıl işlevi ikinci basamak sağlık hizmeti sun- mak olan kamu hastanelerinin kapasitelerinin çok üzerinde hasta akınına uğrayarak gerçek işlevle- rini yerine getirememelerine yol açmaktadır. Birinci basamak ve ikinci basamak tedavi hiz- metlerini yakından ilgilendiren önemli bir diğer sorun. kamu hastanelerinde çalışan ve büyük ço- ğunluğunu uzmanlann oluşturduğu hekimlerin özel muayenehanelerini açarak hasta bakmalan- na olanak sağlanmış olmasıdır. Böylece hastalar sistemin tıkanıklığını aşmak amacıyla önce he- kimin muayenehanesine, oradan da hastaneye yönlenmektedirler. Üçüncü basamak tedavi hizmeti sunan eğitim hastanelerinde de olgulann diğer basamaklardan süzülerek gelmemeleri nedeniyle birikim yaşan- makta, kimi zaman sağlık ocaklannda tedavi edi- lebilecek basit bir üst solunum yolu enfeksiyonu bile bu kurumlarda tedavi edilmektedir. Aynca özellikle eğitim hastanelerinde olmak üzere yurt çapında teknolojik bir savurganlık yaşanmakta- dır. Ülkemizde gerek GSMH'den, gerekse genel bütçeden sağlığa aynlan pay yeterli değildir. An- cak tedavi hizmetlerinin sunumunda, her üç ba- samakta da temelinde kötü yönetimler yatan bir sorunlar yumağı karşımıza çıkmaktadır. Sağlığa aynlan pay iyi planlanmadan tüketilmekte, kimi zaman milyarlarca lira aktanlan biryatınm işe ya- ramamakta, atıl kalmaktadır. Öncelikle halkın sağlık yönünden eğitimine önem verilerek, sağlık sistemimiz tanıtılmalı, ne- relerden ne ölçüde sağlık hizmeti alabilecekleri insanlanmıza iyice açıklanmalıdır. Sağlık mü- dürlüklerinin hertürlü şarlatan ve geleneksel he- kimlerle etkin bir biçimde savaşmalan sağlan- malı, bu alanda çok sıkı denetimler yapılarak, halkın sağlığı ile oynanmasının önüne geçilme- lidir. Eczanelerden reçetesiz ilaç satımı engellenme- lidir. Eczanelerin yalnızca sağlık hizmeti sunan kurumiar biçimine dönüşmeleri sağlanmalı. ec- zacı kalfalannın iyi bireğitimden sonra kalfalık yapabilmelerine ilişkin yasal bir düzenleme ge- tirilmelidir. Sağlık ocaklan, birinci basamak tedavi hizme- tini gereği gibi sunabilen kurumiar biçimine ive- di olarak getirilmelidir. Bunun için tüm sağlık ocaklannda yeterli bir laboratuvar kurmak ilk adım olabılır. Sağlık ocaklannda bugün artık per- sonel sorunu olmadığı bilinmektedir. Personelin bilgisini ve deneyimini arttırmak, yeniliklere açık olmasını sağlamak amacıyla etkin bir 'hizmetiçi sürekli eğitim' yapılmalıdır. Sevk zincirinin işle- mesi sağlanmalıdır. Birinci basamaktan yöneltil- meyen hiçbir hasta, yataklı tedavi kurumlanna kabul edilmemelidir. Hekimlerin hem kamuda hem de kendi mu- ayenehanelerinde çalışmalan önlenmelidir. Bu amaca yönelik olarak kamu çalışanlanna grevli- toplusözleşmeli sendikal hak tanınmalıdır. He- kimlik mesleğini kamuda ya da özel olarak uy- gulayan her hekimin bölgesindeki tabip odasına üye olma zorunluluğu getirilmeli, Türk Tabiple- ri Birliği ve Tabip Odalan Yasası değiştirilerek, tabip odalannın yetkileri ve yaptırımlan arttınl- malıdır. Yataklı tedavi kurumlannda kullanılacak tek- noloji, gereksinimlere ve ülkenin koşullanna gö- re bölgenin nüfusu gözetilerek sunulmalıdır. Te- davi edici sağlık hizmetlerinin her basamağı için düzenli olarak, gerek hizmetin sunumuna gerek kullanılan teknolojiye ve gerekse çalışanlann ürettikleri hızmete ilişkin araştırmalar yapılmalı ve bir sonraki yılın sağlık hizmetleri bu araştır- malann bulgulanna göre planlanmalıdır. Tedavi edici sağlık hizmetlerinin sunumunda yaşanan en önemli sorunlardan biri olan "kötü yö- netim" sorununu çözmek amacıyla üst kademe- lerde halen çalışmakta olan personelin sağlık yö- netimi alanında eğitim alması sağlanmalı; bu ka- demelere atanacak olanlarda sağlık yönetimi eğitimi almış olmak önkoşulu aranmalıdır. Aynca üst kademelerde çalışanlann sık sık değişmeleri önlenmelidir. TARTIŞMA Kurban derisi ve vatandaşlık görevi ~^~ -w- er geçen • I gün ^ ^ ^ ^ B çevremizde ^ ^ ^ ™ J devleti ve I I yönetimi M J^. eleştiren insanlann sayısı hızla artmaktadır. Hemen her konuda bilinçli ya da bilinçsiz yapıcı olmaktan uzak eleştiri yapanlar hem devleti, hem de kendilerini yıpratmaktadırlar. Bu insanlann çoğu ise toplum menfaati ve düzeni için kanun ve kurallann bir çoğuna uymamaktadırlar. Orneğin: trafık kurallanna uymakta, vergilerini vermemekte ve askerlikten kaçmaktadırlar. Kısacası, ülkenin yani kendilerinin ve çocuklannın geleceği için yapmalan gereken vatandaşlık görevlerini yerine getirmemektedirler. Bütün bunlar yurt içi birlik ve baraberliği sabote etmek için yapılan bilinçli çalışmalann sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bu sadece kendi menfaati için yurdu bölmek isteyenlerin işine gelmektedir. Son yıllarda Kurban Bayramı"nda yaşanan durum buna en güzel ömektir. 2860 Sayılı Yardım Toplama Kanunu'na göre ülkemizde herkes belli bir amaç için yardım toplayabilir ve herkes istediği yere bağışta bulunabilir. Bu kanuna göre, ülkenin her yerinde yapılacak olan her türlü bağış devletin malı olarak kabul edilmektedir. Bu bağışlar hiçbir suiistimale yer vermeyecek şekilde amacma ulaşıncaya kadar devletin koruması ve kontrolü altında bulunmaktadır. Bunu sağlamak için bağış toplamak isteyenlerin öncelikle maksatlannı açıklayarak devletten izin almalan gerekmektedir. Daha sonra ise toplanacak bağışlar karşılığında verilmek üzere makbuz bastırmalıdırlar. Ancak bu makbuzlar karşılığında toplanan bağışın miktan belirlenebılir. Bunun önemi; bağışı toplayanlann, topladıklannı fatura karşıhğında amaçlanan işlere harcadıklannın kanıtı olmasıdır. Bunun denetimini devlet bizim verdiğimiz vergilerin karşılığı olan bir hizmet olarak, memur ve müfettişleri aracılığı ile yapmaktadır. Kurban derisi ve diğer her türlü bağış konusunda bir vatandas olarak bize güşen görev, yaptığımız her bağışın karşılığında devlet tarafindan onaylanmış makbuzu almaktır. Son zamanlarda kurban derileri konusunda yaygara yapanlar bu makbuzu vermeyen ve hayır için yapılan bağışlan kendi karanlık emelleri ve menfaatleri için kullanmayı amaçlayan birtakım bölücü çevrelerdir. Bu yıl ülkemizde tahminen 4 milyon adet kurban kesilecektir. Bunlann deri ve bağırsaklannın yaklaşık tutan 2 trilyon TL civanndadır. Eğer bu yıl da geçen yıllardaki gibi, aşın dini gruplar, Hizbullah ve PKK bu miktann %80'ine ulaşabilirse kendisine çok önemli bir mali kaynağa 2- 3 gün içinde ulaşmış olacaktır. Burada devletin trilyonluk kaybının yanı sıra 600 milyar TL tutannda bir de vergi kaybı söz konusudur. En basit bir vatandaşlık görevini yerine getinnemiz milli birliğimize kastedenlerin en önemli mali kaynaklanndan birini kurutacaktır. Atatürk'ten günümüze benliği bozulmadan kalan son kurum olan Türk Hava Kurumu bu bağışlan makbuz karşılığında toplamaktadır. Topladığı bağışlan Çocuk Esirgeme Kurumu, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı, Türkiye Diyanet Vakfı ve Kızılay arasında paylaştırmaktadır. Türk gençlerine, dünyanın en pahalı eğitimini ücretsiz olarak vermeye gayret eden ve her sene yurt çapında onbinlerce gence disiplinli bir eğitim veren Türk Hava Kurumu'na bağışta buhınarak en hayırlı bağışlardan birini yapmak olacaktır. Karar. yüce Türk milletinin vicdanına kalmıştır. M. Erhan Ekmen Ziraat Mühendisi PENCERE Bayramlık... Şirazlı Şeyh Sadi demiş ki: "İki odun birlikte olursa güzel yanar." Hele kuru iseler... Uyumsuzlann bir araya gelmesinden ise alev de- ğil zınltı çıkıyor. Bir papağanla bir kargayı aynı kafese kapatmış- lar, papağan sıkılmış, kargaya bakarak: - Ne sevimsiz yaratık, demiş, ne çirkin yüz!.. Hey uğursuz karga, seninle bir kafese düştük, ama keş- ke aramız mağrıp ile maşrık kadar olsaydı. Her kim sabah gözünü açtığında seni görse selamet günü- nün sabahı akşam olur. Senin arkadaşlığına senin gibi uğursuz gerek. Ancak senin gibi uğursuz ne- rede bulunur!.. Karga da papağanın konuşmasından bıkmış, dur- madan 'lahavle' çekiyor: - Bir bilgeyi ayyaşlann arasına katmak, ona ye- terli zindan azabıdır. Ben acaba ne günah işlemi- şim ki ceza olarak boşboğaz bir ahmağın arkadaş- lığı belasına uğradım. Benim şanıma layık olan, bir bahçenin duvarı üstünden kendim gibi bir karga ile gezip söylenmekti. Bir duvara bu papağanın sure- tini nakşetseler o duvann dibine kimse gelmez. Kim doğruyu dile getiriyor?.. Papağan mı?.. Karga mı?.. Zengin ve güzel eşi gözlerini hayata kapayınca, kaynanasıyla birlikte oturmak zorunda kalan koca- ya sormuşlar: - Sevgili eşinden aynldın, ne haldesin?.. Adam bilgece bir laf etmiş: - Eşimi görmemek, kaynanamı görmekten daha güç gelmiyor. Gülüm gitti, diken kaldı, define gö- türüldü, yılan kaldı... Şeyh Sadi, yalnız eşi ölen kocanın lafını aktanyor; ama, damadıyla yaşamak zorunda kalan kaynana ne düşünüyor?.. Işin orasını pek kurcalamıyor... Arap padişahlanndan Abdülmelik Ibni Mervan'a Leyla ile Mecnun arasındaki serüveni anlatmışlar, demişler ki Mecnun iyi şairdir; ama, perişan oldu, çölleredüştü... Melik buyurmuş: - Mecnun'u bulun getirin!.. Mecnun'u bulup huzura çıkarmışlar, padişah şa- iri ayıplayarak sormuş: - Insanlık onunjnda ne kusur buldun ki hayvanlık huyunu tuttun?.. Insanlarla yasamayı bırakıp ne di- ye hayvanlaha birlikte düşüp kalkarsın?.. Mecnun inlemiş: - Nice dost, Leyla 'yı sevdiğim için beni ayıpladü.. Leyla'yı bir gören yok mu ki bana hak versin?.. Ey gönlümü çalan güzel, benim ayıbımı arayanlar bir kez olsun senin yüzünü göreydiler. Arap padişahı buyurmuş: - Leyla ne surette imiş ki bunca olaya yol açmış, şunun cemalini bir de ben göreyim!.. Leyla'yı bulup padişahın sarayına getirmişler; Ab- dülmelik Ibni Mervan bakmış ki karşısında esmer benizli, zayıf endamlı bir kız duruyor. Padişahın ha- remindeki cariyelerin en kötüsü, Leyla'dan daha gü- zel... Mecnun, padişahın Leyla'ya bakarken gözünün kesmediğini anlamış: - Eypadişahım, demiş, Leyla'ya Mecnun'un gö- züyle bak!.. Hacca giden bir dervişe, Arap emirlerinden biri yüz altın vermiş. Haface kabilesinin hırsızlan yolda dervişin de katıldığı kafileyi basıp ne var ne yok gö- türmüşler. Herkes ağlayıp sızlanmaya koyulmuşken derviş hiç istifini bozmuyormuş. Sormuşlar: ... ." - Hırsızlar senin 100 altını almadıla'r mı ki böyle umursamaz duruyorsun?.. Derviş: - Hayır, demiş, alıp götürdüler, ama ben paraya alışık olmadığım için gitmesine üzülmedim. TEŞEKKÜR Böbrek taşımın ağnsız olarak kınlmasını sağlayan ve sağlığıma kavuşturan Biosan Sağlık Merkezi'nin kurucusu çok değerli insan Dr.MAHMUT TOLON'a ve tüm Biosan Sağlık Merkezi çalışanlanna candan teşekkür ederim. ALEV COŞKUN SIK SIK ARÇELİK... Ekonomiki Arçelik'te çok şık var. Biri de ön ödemeli! Arçelik'ler, size daha uygun ödeme koşullarıyla, daha ekonomik... Bugünden ödemeye başlıyor, Ağustos ya da Eylül'de sabit fiyat garantisiyle teslim alıyorsunuz. 1 6 0 0 Arçelik Yetkili Satıcısı'nda Şık Şık Arçelik'ler sizi bekliyor!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle