28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 NİSAN 1995 ÇARŞAMBA 12 KULTUR 2. TÜYAP ANKARA KİTAP FUARI'NDAN ÎZLENlMLER: Kitabın labirentlerinden çelişki yumağma ECETEMELKURAN ANKARA - Kitapla okur arasında kurulan gizemli ilişkinin panayın. Engellenen bir aydınlanmanın gövde göstensi belki de. 2. TÜYAP Ankara Kitap Fuan, tatlı bir telaşla sürüyor. Belki, gericiliğin yaygınlaşmasıyla bir inatlaşma; bu yıl kitap fuannı daha çok okur izliyor. daha çok kitap alınıyor ve sohbetler önceki yıla göre daha sıcak. KJtaplar ve okurlann kurduğu çıkışı olmayan labirentte, yazar adlannı taşıyan sokaklarda yitmenin keyfi çıkanlıyor. Kitap fuannın hemen yakınındakı olimpik havuzda ise tesettürlü kadınlar. erkeklere yasaklı hanımlar matinesinde. 2. TÜYAP Ankara Kitap Fuan, 35 bin kitap ve 160 yayineviyle 15 nisan cumartesi günü açildı. Açılışın, bu yıl sabaha alınması, alkollü söylentiler çıkardı. Birçok yayıncının söylediğine bakılırsa RP yönetimindeki Ankara Belediyesi, kokteyle mahal bırakmamak için açılışı sabah yapmayı kararlaştırmış. Yayıncılaryıne de hallennden memnun. Oyle ya, açılışın, maaş ödemelerine denk gelmesi, okurlan yüreklendırmiş. " Bu kitaplardan yalnız zenginler yararianabiliyor. Niye Türkiye'nin zenginleri Türkiye''nin her yerine ulaşan bir kürüphaneler zinciri kunnuyorlar?" Amerikalı bir kadın. yûzünü düşürüp pahalı kitaplann satıldığı bir standın önünde "Türk insanına"böyle sesleniyor. Fuargörevlileri çaresiz, gülümsüyorlar. Küçük kitap kurtlannınsa hıç de umurlannda değil, içlerinden biri, "Burası çok sıcak!" diye bağınyor. Yanına yaklaşıp soruyoruz: "Sevmedin mi fiıan?" Hayır, çok sevmiş. Zaten o hep kitap okurmuş. Ama, yine de nıye burada "air-condition" yokmuş acaba? Küçük kitap kurdu, henüz Türkiye'de kitaplara hücre cezası verildiğini, "havalandırmaya" çıkanlmadığını bilmiyor. Umanz öğrenmeden büyür. Gazeteci Mert Ali Başanr da aynı görüşte olmalı ki, almış prangasını öyle gelmiş fuara. Karalara bürünmüş standının duvarlanna, düşündüğü. düşünmesine izin verilmeyen ne varsa yazmış dökmüş. Yazar Nazlı Eray, hücrenin Tatlı bir telaşla sürüyor. Belki, gericiliğin yaygınlaşmasıyla bir inatlaşma; bu yıl kitap fuannı daha çok okur izliyor, daha çok kitap alınıyor ve sohbetler önceki yıla göre daha sıcak. Fuann, aydınlanmanın 200 metre ötesindeki olimpik havuza ise, tesettür mayolanyla kadınlar erkeklerden ayn girebiliyorlar. ziyaretçilerinden. Eline prangayı alıp Başanr'a bakıyor. Söz bitmiş artık, ne yapsınlar; gülüşüyorlar. Bazı yayıncılar ve yazarlar, bu çaresizliği ve garip suskunluğu yaşayadursunlar, Yeni Asya Yayıncılık'ın standı bana misın demiyor. Kitaplar, kasetler. ansiklopediler, video kasetler. Şaşırtıcı olan, standı türbanlı genç bayanlardan çok. yuvarlak gözlüklü. kot pantolonlu öğrencılerin ziyaret etmesi. "Tezgâhtan" yükselen ilahiler, yandaki standın üzerinde duran Karl Mant'ın kitaplan üzerinden geçip gidiyor. Yazar Aziz Nesin'in önünde uzun bir kuyruk, kitaplannı imzalıyor. Kuyruk uzun olmasına öyle; ama. hemen yan taraftaki portakal suyu kuyruğundan daha çok değil. Bir fıyat arastırması yapıyoruz, küçük bir portakal suyu fiyatına bir kitap alınabiliyor. Bu iki gözlem, belki de Nesin'in "baa" görüşlerinı haklı çıkanyor. Yazar Muzaffer tzgû de fiıann öykü dedesi. Yaklaşan küçükleri selamlıyor saygiyla. Yanındakine dönüp "Çok kötü. İnsanlar kitaplara ellerini uzaüp fijati görünce içlerini çekryorlar. Kitaplan \erine koyduklannda çok üzülüyonım" diyor, elleri kınlıyor sanki. Bütün bu gizemli ve neşeli telaşlar bir yana. Sigara dumanından sıkılıp Altınpark'ta kısa bir yürüyüşe çıkanlardan, olimpik bir havuz olduğunu yeni öğrenenlerden bazılan, kapıdaki görevli kıza soruyor, "Girebflir mryiz". Kız, sanki bilimsel bir gerçeklikten söz eder gibı. "Hayır," diyor, u Bugün hanımlar matinesL" Öğreniyoruz ki, kitap fuannın. aydınlanmanın 200 metre ilerisinde olimpik havuza cuma ve cumartesi günleri kadınlar, diğer günler erkekler gırebiliyor, birlikte girmek yasak! Içerideki mayo modellen ise görmeye değer. kollu ve dizlere kadar uzanan tesettür mayolan da var. tşte kitap, tesettür ve çelişki... Herkese keyifli yitmeler! Ya kitaplann labirentinde ya da çelişkilerin çıkmaz sokağında. Yayıncılar bu yıl da dunımlanndan hoşnut (Fotoğraf: TARIK TINAZAY) Jorge Semprun, Nazi toplama kampı anılannı ilk kez 'L'Ecriture on La Yie' (Yazı ya da Yaşam) adlı kitapta kaleme aldı ii Kültür Smisi - Weımar. Ünlü Alman şair Goethe'nın doğum yeri. Birkaç adım ötede Buchen- wald. IV. Henri Lisesi öğrencisi genel felsefe yanşması birincisi, bütün Parisli aydınlan tanıyan genç şair Jorge Semprun. Ülke- mizde Büyük Yolculuk roman ıy- la ve Yves Montand biyografisiy- le tanınan Semprun, Buchenvvald Nazi kampında Buckmaster In- giliz direniş örgütünün bir üyesi olarak getiriliyor ve kampta keş- fettiği ilk şey, toplama kamplan- nı hiç yaşamamışlarda olmayan, yani kendi ölümünü yaşamak. Olüm kampının giriş kapısının parmakhklannda şu yazı var sa- dece: Herkes borcunu öder. Ya da herkesin borcu kendine aittir. (Je- dem das seine.) Semprun kamptan General Patton kuvvetleri sayesinde 11 Nisan 1945 yılında kurtuluyor. Toplama kampında kaldığı süre boyunca bir ara ölümden yazı yo- luyla kurtulacağına inanıyor. Ne var ki yazı tekrar onu ölüme geri gönderiyor. Bu kokuşmuş girdap- tan kendini kurtarması içın bir ka- dının ve Bakunin'ın şemsiyesi- nin yardımına sığınıyor. Geçen yılın sonlannda Fran- sa'da 'Yazı ya da Yaşam' adlı bir 1C4- l Y U l l l U l L4.11X1C4.1- 11 l a 11JV 1VVL. 1 ^ İ _ « V 1 1 L U 1 V V / l l J_*C4 \ * ^ \ * \l* < I J *•* *-*t4- l U O U l l l f U U H I V i l t i U İ U 1 V U İ V İ 1 1 V U 1 U 1 azıyla kurtnimak ya da yaşayan öliüıı zordu. Bu bir haftanın sonunda. "Kamptan kurtulur kurtulmaz, yaşamış olduğum deneyimleri yazmak istedim. Birkaç ay sonra, yüzlerce sayfa yazdıktan, yeniden yazdıktan ve yırtıp attıktan sonra, Robert Antelme'in, daha çok da Primo Levi'nin, belleğin korkunçluğundan yazıyla sıynlmalan deneyiminden farklı şeyler hissettiğimi farkettim. Bunun üzerine yaşamı seçmek için yazıyı bırakmaya karar verdim. Bu 'ya da' anlamı bu..." kitap yayımlayan Semprun. bu kitapta Buchenwald kampında yaşadığı ölümü, yalnızca belge anılarla yetinmeden bir sanat ya- pıtı kapsamında ölümsüzleştirdi. - Yazı ya da Yaşam... Bu 'ya da'nın özel bir anlamı var mı? - 1945 yılının nisan ayında Buchenvvald'dan kurtulduğum zaman yirmi yaşımı biraz geç- miştim. Yedi yaşımdan beri ya- zar olmaya karar vermiştim za- ten. Kamptan kuıjulur kurtulmaz, yaşamış olduğum deneyimleri yazmak istedim. Birkaç ay sonra. yüzlerce sayfayi yazdıktan, yeni- den yazdıktan ve yırtıp attıktan sonra, Robert Antelme'in, daha çok da Primo Levi'nin. belleğin korkunçluğundan yazıyla sıynl- malan deneyiminden farklı şey- ler hissettiğimi farkettim. Bunun üzerine yaşamı seçmek için yazı- yı bırakmaya karar verdim. Bu 'ya da" anlamı bu... - Yaşamın size yapbklanndan vazgeçerek yaşamı seçmek nasd miimkün olâbildi? - Bu korkunç bir seçimdi: Var olmaya devam etmek için, en çok olmak istediğim şeyden vazgeç- mek zorunda kaldım. Ve on yedi yıl bekledim. Sistematik birtera- pi uygulayarak olanlan unutma- ya çalıştım. Ve bunu eski kamp tutsaklannın anılannı dinlerken onlardan biri olduğumun bilinci- ne varmayarak başarabildim. Sanki dışandan bir tanıkmışım gibi onlann anlattıklannı dinli- yordum. Bununla birlikte en kü- çük aynntılar bile anılanmı dep- reştirmeye yetiyordu. -Siziyazı yazmaya başlatan ne- denneydi? - Ispanyol Komünist Partisi yö- neticisi olduğum zaman, Mad- rid'de 1961 yılında gizli bir evde yaşamaya başlarruştım. Polisbas- kılan yüzünden, bazen bütün bir hafta bile evden çıkmadığım olu- yordu. Bu günler boyunca zama- nımı ev sahibinin anlattıklannı dinlemekle geçiriyordum. O Ma- uthausen kampında tutsak edil- mişti ve benim de bir kampa ka- patılmış olduğumdan haberi yok- tu. Onu dinledikçe, iyi anlatama- dığını fark ediyordum, neden söz ettiğini anlamak gerçekten çok zordu. Bu bir haftanın sonunda, sanki anılanm geri geldi ve çok hızlı bir biçimde 'Büyük Yolcu- hık'u kaleme aldım. Roman yayımlandığında geç- mışle ve anılanmla olan bağla- nm alt üst oldu. Korku ve acı ve- rici olmaya başladı. Sanki bir bu- nalıma girmek için unuttuklan- mı hatırlamıştım. - Yazı ya da yaşamın doğuşu na- sd oldu? - Çok sonralan, 1987 yılında. 'Necayev Dönüyor'u yazıyordum. Nisan ayında bir cumartesi günü, eski direniş arkadaşlanmdan bi- rini bulmak için Buchenvvald'a dönen bir roman kişisıni anlatı- yordum. Hepsi hepsi iki sayfa tu- tacaktı. O gün yazdıklanm tama- mıyla denetimimden çıktı diye- bilirim. Birinci tekil şahısta bir başka kitap yazarken buluverdım ken- dimi. Bilinçaltım ya da her ney- se bana kötü bir gün oynamıştı. O cumartesi ayın on biriydi ve Buc- henvvald'dan kurtuluş yıldönü- mümüzdü. Ve ertesi gün aldığım ilk haber Primo Levi'nin intiha- nydı. Bu koşullar altında, bana bu kitabı sonuna kadar götürmek düşüyordu. Bu iş çok zamanımı aldı. Necatigîl ödülü Osman Hakan'ın Kültür Servisi-1995 Behçet NecatigU Şiir Ödülü ne bu yıl "Gül Odası" adlı kitabıyla değer görülen Osman Hakan A^ ödülünü önceki akşam Yapı Kredi Sermet Çifter Kütüphanesi'nde düzenlenen bir törenle aldı. Töreni sunan Yüksel Pazarkaya, Hakan A.'nın Behçet Necatigil'in temsil ettiği sanat ve şiir çizgisini sürdürdüğünü belırtti. Behçet Necatigil'in eşi Huriye Necatigü'den ödülünü alan Osman Hakan A. şöyle konuştu: "Ben Yahya Kemal Ue Ahmet Haşım'i yeni Türk şiirinin başlangıcmda iki büyük şans olarak görüyorum. Bugün bu iki ismin yanına bir isûn daha konmak istenseydi, o hiç şüphesiz Behçet NecatigU olurdu. Behçet NecatigU Şiir Ödülü'nün verikliği bu akşam beni bir an için NecatigU gibi görmenizi istivorum. Hatta biraz daha ileri giderek tekrar ediyorum: 'Ben Necatigil'im'. Aynca bu ödülle bizim şürimizin ustalanna olan bir borcu ödemenin rahathğını da yaşıyorum." Törende bir konuşma yapan Hilmi Yavuz da bu yıl ödülün Osman Hakan A.'ya verilmesinin kendisi için çifte anlamı olduğunu vurguladı: "Birincisi Hakan benim eski arkadaşım. Dolayısıvla bir dostumun, çok sevdiğim bir arkadaşunın bu ödülü alması beni sevindirdi. İkincisi bu ödülü alan kişinin vani Hakan'ın Necarigil çizgisini sünjüren bir şair olmasL.." 7.Uluslararası Istanbul Çizgi Film Festivali cuma günü başlıyor 30 ülkeden 200 çizgi film Kültür Servisi - "7. Uluslarara- sı tstanbul Çizgi Film Festivali'" cuma günü .başlıyor. 30 ülkeden yaklaşık 200 çizgi filmin gösteri- leceği festival, 30 nisan tarihine dek sürecek. Geçen yıl Beyoğlu Küçük Sah- ne'de gerçekleştirilen festival, bu yıl Atatürk Kültür Merkezi. Fran- sız Kültür Merkezi ve Kadıköv BEKSAV salonlanndan 10 gün boyunca dünya canlandırma sanatının en iyi örneklerini si- nemaseverlere sunacak. Canlandırma sanatını Tür- kiye'de yaygınlaştırmak ama- cıyla düzenlenen ve dünyaca ünlü festivallerde çeşıtli ödül- ler almış filmlerin gösterile- ceği bu yılki festivalde. bü- yüklere yönelik filmlerin ya- nı sıra, çocuklara yönelik çiz- gi filmlerden oluşan özel bir bölüm de yer alıyor. YA-PA Yayınlan, Conrad Oteli ve Philips'in sponsorlu- ğu ve Kültür Bakanlığf nın katkılanyla gerçekleştirilen festivalde, şimdiye dek hiç gösterilmemiş Türk çizgi film yapımcılannm yapıtlan da iz- leyicilerle buluşacak. Festival- de 10JO - 14.30 saatleri ara- sında çocuklara yönelik filmler. 14.00 -19.00 saaatleri arasında da büyüklere yönelik filmler göste- rilecek. Çocuklara yönelik filmlerin gösterimleri ücretsiz gerçekleşti- rilirken büyüklere yönelik film- ler 30 bin liralık sembolik bir üc- retle seyircilere sunulacak. Bu bö- lümde deneysel, artistik yönü ağır basan canlandırma sineması ör- nekleri gösterilecek. Bu yıl ilk kez ulusal ve ulusla- rarası yanşma bölümleri de ger- çekleştirilecek festivalde. Ancak uluslararası yanşma bö- lümündejüri üyeliği yapacak olan Yunanlı animatör Dirnitris Kalpe- ris'in 5 Nisan 1995'te geçirdiği bir motosiklet kazası sonucunda yaşamını yitirmesi nedeniyle bu bölümün jüri seçimi iptal edile- rek uluslararası yanşma ödülü- nün, onur ödülü olarak Dimitris Kalperis'e verilmesi kararlaştınl- dı. Festivalde daha önce Türki- ye'de gösterilmemiş, dogrudan film üzerine boyama, bılgisayar animasyonu. kolaj animasyonu gibi alışılmadık teknikler kullanı- larak üretilen filmler, canlandır- ma sineması meraklılan için çeki- ci bir şölen olacak. Festival kap- samında; Annecy, Espino, Hiroşi- ma, Stuttgart gibi dünyaca ünlü çizgi film festivallerinde daha ön- ce gösterime giren ve çeşitli ödül- lerkazanan birçok filmin yanı sı- ra, 1995 yılında üretilen ve ilk kez Türkiye'de gösterime giren film- ler de gösterilecek. Ulkemizde Eskişehir Üniversitesi Güzel sanatlar Fakültesi'ne bağlı olan Animasyon Bölümü öğ- rencilerinin yapıtlannın da sergileneceği Öğrenci Mezu- niyet Filmleri bölümünde Da- nimarka ve Ingiltere'den de yapıtlar bulunacak. Festival bu yıl 'karak- ter'ine de kavuştu. Türk ani- matör Ateş Benice tarafından yaratılan IAFF1 adını festiva- lin Ingilizce'sinden aldı (In- ternational Animated Film Festival of Istanbul). Yaratı- cısı tarafindan şaşkın, merak- lı, yaramaz ve sevecen bir ka- rakterolarak tanımlanan 1AF- Fl'nin festival çerçevesinde canlandırma filmi de gösteri- lecek. 45'er dakikalık seanslarla yaplacak organizasyon, AKM'de 21-30 nisan tarihleri arasında 10 gün boyunca, Fransız Kültür Mer- kezi'nde21-21 nisan tarihleri ara- sında 6 gün sürecek. Deneysel ve artistik yönü ağır basan canlandırma sineması ör- neklerinin yer aldığı bölümlerse 14.30-18.30 saatleri arasında gö- terilecek. NEW YORK'TAN tLHAN MİMAROĞLU Eski Defterlerden Züğürtlük gidermek için kanştınlan türden değil o eski defterler. Yıllar boyunca bir şeyler yazmışım say- falarına. Gözlemler, düşünce kınntılan, alıntılar... In- san gitgide züğürtleşir böyle uğraşlarla. Yalnız defterlere değil, çekmecelerimdeki, ceplerim- deki kâğıt parçalarına da çiziktirmişim bir şeyler. Sı- rası gelir de yazılanmda kullanınm belki diye. Temizliğe girişmek için karıştırmaya başladım o eski defterleri hem de kâğıt parçalannı. Yazdıklanm- dan işe yaramazları çöpe atmak için. Temizlik dedim, temizlik çıktı karşıma ilk. Ne- vvark'taki havalimanına gece yapılan bir baskınla te- mizlikçileri temizlemişler. Şirketin biri, Amerika'ya kaçak olarak girmiş göçmenleri yok pahasına temiz- lik işçisi olarak çalıştınyormuş. Gözüme çarpan ye- ni bir haber diye yazmışım bunu. Saklasam da olur, atsam da. Olayın nasıl gelişeceği belli gibi. Şirket ya- kayı sıyırır, kaçak emekçiler okkanın altına gider. "Vah zavallı! Yaşamış olduğunu bilmemiz için öl- mesi gerekiyormuş meğer." Bunu kimin söylediğini yazmamışsam da biliyorum. Orson Welles söylü- yordu Pasolini'nin birfilminde. Italyanca olarak baş- kasının sesiyle. Gitsin çöpe bu söz, yaşamış olduk- ları ölümleriyle bilinen bütün zavallılar gibi. "Dûnyanın sonu ateş ya da buzla değil, trafîkle ge- lecek." Öyleyse çoktan gelip geçmiş olmalı dünya- nın sonu. Bu da ıskartaya. "Kişi en azından kaypak olmalı." Ya en çoğun- dan? Ortalarda bir yerlerde ne olmalı? Çöp paklar bunu da. Kimin sözleri olduğunu yazmayı unutmuşum bir- çoğuna. Unutmadıklanm da eksik değil. "Bilime saygım var, dûnyanın uygardinlerinden bi- ri olduğu için." Russell Baker demiş bunu. Sakla- malı. lleride işe yarar. Ölümden korkup korkmadığı sorusunu şöyle ya- nrtlamış Spartacus: "Korkuyorum, ama doğmaktan korktuğumdan daha çok değil." Bu sözü kendime uygulayıp hem de özgeçmişlerimden birinde kullan- mıştım. Bir deyim vardır bura dilinde: "Rönesans in- sanı". Türlü alanlarda ilgileri, uğraşlan olan kişi an- lamına gelir. Beni öyle görenler var. öyleysem eğer, "Rönesans "hem de "yeniden doğmak"an\amına geldiğine göre yeniden doğmaktan ödü kopan bir Rönesans insanıyım. "Olabileceğince geç ve olabileceğince genç öl- mek istenm." Bu da kalsın elde. Kim mi demiş? La Rochefoucauld demiş. "Dansçılar, sokakta gezinen insanlar gibi yürûye- rek sahneye çıkarlar. Birperdeye reklamlar yansıtı- lır. Gördüklerinde bunu, hepsi birden secdeye ya- tarlar. Üzerlerinde, elinde tırpanıyla, şeytan ve Az- railkansımı birgörüntü betirmeye başlamışken... "Bir bale senaryosu yazmaya başlamıştım. Istenmişti, sonra vazgeçildi. At gitsin! "Hem alçak gönüllü hem de büyüklük hastası ol- mak; hem korkak, hem gözüpek olmak; içini geniş tutmak, hem de için için kendini kemirmek; işini çok iyi bilmek, ama beceriksiz olmak; hem an gibi çalış- kan olmak, hem de boyuna dalga geçmek. Ama as- la ve asla çelişkiye düşmemek." Haydi kalsın bu. "Kendinizi kendinize veriniz; başkalanna ödünç veriniz. ° Montaigne. Bu da kalsın. Nasıl mı yazıyorum? Başlıyorum ve bitiriyorum. Bitirdiğimde başladığım da oluyor ya da başladığım- da bitirdiğim. Kime ne? Kime neyse bana ne? Atıl- sın. "Karabasanı düşe dönüştüremezsin." Dursa da olur bu, gitse de. "Yüksek bir sanatım var benim. Beni yaralayanı in- safsızcayaralama sanatı." Arkilokos (M.ö. 650). Bu özellikle kalsın. O yüksek sanatın araçlannı elde et- mek, hele ustalığını kazanmak kolay değilse de ikide bir karşıma çıkıp uyarsın beni bu söz. Bitmedi. Daha yeni başladım temizliğe. Birkaç gün geçmeden biter. Nerede bıraktımsa oradan baş- layacak değilim gelecek yazımda. "Sanat yalnızca bir söylentidir." 'Gördük: Her şey yaşandı ve öldü' HALİLGÖKHAN "Gördük: Her şey yaşandı ve öMü" diyordu iki yıl ön- ceki Buluşma'sına giderken ölümle. Bir el süngerle ay- nayı silmeden araya sonsuz yaşam girdi. Çoklukla yara- tıcılann, en çok da şairlerin erişmeyi bekledikleri bir ya- şam; unutulmayı isteyerek ve yeniden anımsanarak gi- dilen bir sonsuz yaşam... Onun şiiri, 1940 kuşağının top- lumsal sorunlara uzak durmuş kesimini çevreleyen ko- şullann gösterişsiz bir aynasıydı. Uzun bir emeğin ve in- sanm ben'iyle hesaplaşmasıydı. (Konur Ertop) Onun için şiirde uyum, Aristoteles'in, güzellik kavra- mının tanımını saptamak için ortaya koyduğu ilkeler olan denge, orantı ve sınır- lılıkdemekti. Şair, eğildiği nesneyi ilginç görünüme dönüştüren gerçek bir sa- natçıydı. " Bugün ne zaman genç bir ozanla konuşsam şüre ölçü ve uyakla başlamasını öneririm" diyordu o da, Dağlarcagibi. Ona göre şiirimiz, ölçü- lü ve uyaklı birdönemi ye- terince yaşamamış, ola- naklannı geliştirememişti ve amacı, dilimizin olanak- lanyla bir yapı kurmaktı. Sabahattin Kudret Aksal Onun için sözcüklerin an- lamsal bağlantılan kadar, dizelerin salt sesi de çağnşım- lanmızı büyütme işini yerine getiriyordu. Bunlardan başka, Sabahattin Kudret Aksal için bakın nelerin oku- lu yoktu: "(...) Gökyuzünde rastgele bir bulutparçası için Körükörüne tutkunlugun Ağacın birine durup dururken abayı yakmanın Sigara içmekten Kibrit çakmaktan alacağımız keyfin Yaz geceleri cırcır böceklerini Dinlemeyi bilmenin (..) (..) ekmeği peyniri domatesi Küçümsememenin Sözün sazm oyanın yazmanın Halisini seçmenin (...) Aşlan inancın insanlığın (..) " Ve bunlann hepsini öğrenebilmek için biraz çaba ye- tcrdi. Okurlason Buluşma'sında Genç bir ozana şiir üs- tüne notlar düşmüş ve vakit gelince hiç acele etmeden, yeniden geri geleceğini bilerek "Daha da var", demişti, "bunlar ilk usuma düşenler."
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle