24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 MART 1995 PERŞEMBE 10 DIZIYAZI Vodno'da,yazın dostluğuVodno dağına çıktık, Aziz Pantaleon Kilisesı'nin bahçesindeki kahvede oru- ruyoruz. Üsküp aşağıda yemyeşil. Dağ- lann ortasında bir çanağın içinden Var- dar akıyor beton vapılarla kavak ağaç- lan boyunca. Hava sıcak mı sıcak. atna insanın tenine yapışan. bunaltıcı bir sı- cak degil. Kuru. sağlıklı bir havası var Üsküp'ün, kara iklımi dedikJeri cins- ten. Burası gerçekten güzel bir yer. he- le kilisenin bahçesindeki ağaçlann göl- gesinde dostlarla sohbetin keyfine do- yum olmuyor. Dostlar Üsküp'ün Türk halkından. Drita Karahasan, Recep Bugariç, Nus- ret Dişo \e oğlu Bir de Luan Starova var. o da FethiOkyar'ın yeğenlerinden. amaTürkçebilmıyor. Üsküp Ünıversi- tesi'nde Fransızca profesörü, aynı za- manda yazar. Söz edebiyattan açıhyor Söze edebiyattan başlıyoruz dogal olarak, bu ikltmde serpılip gelışen Ma- kedonya Türklen'nın edebıyatından. Drita. Türkolog Mustafa Karahasan'ın kızı. Bana verdiğı babasının Deneme- ler adlı kıtabının önsözünden bu ede- biyatın kurtuluştan hemen sonra başla- dığını, yani elli y ıllık bır geçmışi oldu- gunu öğreniyorum. Daha çok şiir ala- nında ürün veren Türk yazarlaröykü ve eleştiriyı de ihma! etmemışler. Ama ne tuhaf. busüne dek bır tek Türkçe roman • Vodno dağındaki kilisenin bahçesinde dostlarla sohbette, söz bu iklimde gelişen Makedonya Türklerinin edebiyatından açılıyor. Bu edebiyatın elli yıllık bir geçmişi var. Daha çok şiir alanında ürün veren Türk yazarlar öykü ve eleştiriyi de ihmal etmemişler. Ama ne tuhaf, bugüne dek bir tek Türkçe roman yayımlanmamış. • Türkiye'de de yeterince izlenemeyen Makedon Türk yazınının gelişmesi, yazarların Türkçe yanlışlarından arınmaları pek kolay olmamış elbet. Ama yabancı bir dil ortamında Türkçe yazmayı sürdürmeleri, göçlerden sonra sayıları iyice azalan Türk azınlığa seslenmekte direnmeleri, desteklenmesi gereken bir çaba. yayımlanmamış Birlik>ayınlanndan. Drita Karahasan haftada üç kez çıkan Birlik gazetesinin başvazan. Gazete- nin kırk kişilik bir kadrosu olduğunu söylüyor. Bugüne dek iki >üz kadar da kıtap yayımlamışlar. ama son yıllarda. devlet yardtmı kesildiğinden iyice azal- mış kıtap sayısı. yılda on kıtaba dek düşmüş. Bu kitaplar arasında şiır ve ço- cuk kıtaplan başı çekiyor. Öyküler, çe- v iriler de v ar. Aynca ayda bir çıkan Ses- ler dergisi Türk yazarlannın düşünce ve sanat ürünlerine geniş yer veriyor. "Gazetemiz, Makedonca ve öbiir dil- lerde yayımlanan gazeteler gibi yeni dü- zenin getirdiği sorunlardan payını al- dı" diyor Dnta Tirajımız çok düştü. çünkü satışımız sınırlı. Bir-iki bin do- layında basıyoruz. Türkiye'de üç yüz kadar abonemiz var. 1992 yılına dek aldığımız ve Tito döneminde yüzde doksan beşe varan devlet yardımı ke- sildi. Haber kaynaklanmız da kurudu neyazıkki. Onceden Belgrad'daki Tanyukajan- sından besleniyorduk, şimdı Mak Pres var, ama yeterince gelişmış degil. Bu- rada Türkler gazete okumuyor pek, ama radyo dinliyorlar. Radyoda her gün dört buçuk. televizyondaysa bir saat Türkçe yayın yapılıyor. Türkiye Makedonya'ya uzak Drita susunca Nusret Dişo giriyor sö- ze. Dişo burada tanınan bir Türİc şain. yine de Makedoncaya çevrilmemekten yakınıyor. Oysa bazı Türk şairleri, örneğin ll- hami Emin, ilk şiirlerini Makedonca yazmışlar, Türkçede karar kılmadan önce. Ne yazık ki bizler Türkiye'de de ye- terince izleyemiyoruz bu edebiyatı. Oysa Dnta'nın bana hedıye ettiği Yu- goslavya Türk Hikâye Antolojisi ve Yiı- goslavya'da Çağdaş Türk Şiiri Antolo- jisi adlı kitaplar gerçekten ilginç örnek- lerle dolu. Bu edebiyatın gelişmesi, yazarlann Türkçe yanlışlanndan annmalan pek kolay olmamış elbet. Ama yabancı bir dıl ortamında Türkçe yazmayı sürdür- melen. göçlerden sonra sayılan ıyıce Vodno dağındaki,.Aziz Pantaleon Kilisesi'nin bahçesi çok güzel bir yer. Üsküp aşağıda yemyeşil. Dağların or- tasında bir çanağın içinden Vardar akıyor beton yapı- larla kavak ağaçlan boyunca. Hava sıcak mı sıcak, ama insanın tenine yapışan, bunaltıcı bir sıcak değil (üstte). Nedim Gürsel Yunanlı şair ve yazarların eleştirileri ve engelleme çabalarına karşın katıldığı, 1992 yıhndaki Struga Şiir Sempozyumu'nda Luan Starova ve genç Makedon şaiıierle birlikte (yanda). Üsküp'ün yeşili, betonla ezilmiş • Üsküp'te yeşille beton kaynaşmış gibi. Yeşil hep varmış belli, ama beton 63 depreminin ürünü olmalı. Deprem sonrası yapılan binalara bakınca, o yıllarda Makedonya'nın, mimarlar için bir deneme tahtasına dönüştüğü anlaşılıyor. Lsküp'te 1963 yılmda saatbeşi «eyrek geçe olmuş deprem. ıstasyon hâlâ bir enkaz yığını halinde. özellıkle öyle bırakmışlar, yıkım unutulmasın diye. Saat yukarda, sıvası dökülmüş, yer yer çatlamış, yansı yıkılmış kulenin tan ortasında hep beşi çeyrek geçiyor. Gece uykuda yakalanmak ö.üme, uyu>up bir daha uvanamamak. "Uyudun uyanamadın olacak / Kim bilir nerde nasıl kaç yaşında?" 'line böyİe bir ağustos gününde yer ytnnden oynamış, kayalar kopmuş dığlardan. Üsküp'te taş taş. üstünde kılmamış. Kubbeler, kuleler çikmüş, kemerlerinden çözülmüş kSprüler. Yerden sular fışkırmış, topraktan ölüler. Her şey böyle bir aada olmuş. sabah serininde kent d;rin uykudayken. Bu kıyametin rtesınde halkm yaralannı sarmak icin bütün dünya seferber olduğunda hzimkıler de o zamanın parasıyla \trmi bin lira katkıda bulunmuşlar. yıni ancak bir barakanın yıpılmasına yetecek kadar. O da îürklere verilmek koşuluyla. "Bu bpraklar bizimdi, hâlâ bizde jaşıyor" safsatası yetmiyor demek. tundan böyle yaptıgımız, \erdığimız kadar konuşmalıyız. Ne tuyuruyor yenı dünya düzeni? Üsküp'ün beton yığmı binalanrun çirkinliğine karşdık, Osmanlı'dan kalan eseıierin ayn bir güzelhği var. Güzel kubbeleriyle Davtıt Paşa Hamamı. bu tarihsel miraslardan biri. "Paran kadar konuş." Üsküp'te yeşille beton kaynaşmış gibi. Yeşıl hep varmış belli, ama beton 63 depreminin ürünü olmalı. Bu kentin topragında yatan dostum Necati Zekeriya'nın yazdığına bakılırsa, şairler vermiş Üsküp'e yeşili. "Üsküp'e yeşili ozanlar vermiş / Dilunişler her yere kavak, akasya" diyor bır şiirinde. Karşımda, kavak ve akasyalann ötesinde Taşköprü iyice karardı. Oysa az önce bembeyaz panldıyordu günışığında. Bir süre daha kemerlerin suda uzayan gölgesine bakiyorum. Vardar akıp gidiyor sessizce. Sağda Makedon Tiyatrosu, kale duvan gibi yükselen ağır, çirkin cüssesiyle karanlığa kanşmak üzere. Modem mimarinin, 6O'lı yıllarda yapılan iddialı binalann (diyeceğim yenilik adına işlenen cinayetlerin) en belirgin örneklerinden biri. Dün üniversite kitaplığına giderken de iç içe geçmiş kutular biçiminde yapılar gördüm. Sloven Cumhuriyeti depremden sonra yardım amacıyla yaptırmış. O yıllarda Makedonya'nın, mimarlar için bir deneme tahtasına dönüştüğü anlaşılıyor. Bu tür yapılann sayısı yeni kentte bir hayli fazla. Bir tekini bile sevdiğimi söyleyemem. Ne modern kiliseyi, ne postane binasını ne de Hotel Contınental'ı. Eski kentin Osmanlı döneminden kalma yapılannı yeğlediğim bir gerçek. Orneğin Davut Paşa Hamamı'nın kubbeleri ne güzel! Yukandan, yuvarlak cam lombozlardan vuran ıştkta gezdiğim resim sergisine bakmaya dovamadım Doğal ışık ıçinde parlamadan duran yontulara da. Sonra Sultan MuratCamii'nin . minaresiyle ilk dönem Osmanlı mimarisini anımsatan tek kubbeli, üçgen çatılı. tuhaf, ama o ölçüde de merak uyandıncı Yahya Paşa Camii ve avlusundaki şadırvan. Eski hanlar da öyle. Kapan Han onanlmış, büro ve dükkânlar açılmış yolcu odalannın içinde. Artık ne hancı var ne yolcu. Her şey ticaret için, para uğruna. Avluda eskiden hayyanlann bağlandığı yere Paris usulü masa ve sandalyeler koymuşlar. Masama gelen garson Türk olduğumu anlayınca benimle Türkçe konuştu: "İster yapayım bir kahve!" "Yap bakahm!" türk kahvesi istediğımi özellikle belirtmeme gerek yok tabii. Burada, çok şükür Yunanistan'daki gibi, yüzlerce yıllık Türk kahvesinin adını değiştirmemişler. Ve ılle de yabancılara neskafe vermeye kalkışmıyorlar. Birden neon lambalar yandı. Demek ki iyice akşam oldu dışarda. Bu kentte gece yapılacak fazla bir şey yok. Yerimden kalkmadan önce son bir kez bakıyorum Taşköprü'ye. Sonra Üsküp'ü bırakıp başka bir yere gitmek geliyor içimden. Bir deniz kıyısına ya da daha ışıklı daha kalabalık bir kente. Ama hiçbir yere gidemem. Burada. denizden uzak. bu sapa kentin kuytu bir otelinde gecelemektir kaderim. azalan Türk azınlığa seslenmekte di- renmeleri. desteklenmesi gereken bir çaba. Özellikle de bizler. Türkiyeli yazar- lar tarafından. "Bu yörede sözlü gelenekten kaynak- lanan köklü bir halk edebiyatı olınası- na karşın gerçek anlamda modern bir edebiyatın ancak 1965'ten bu yana ge- liştîğini söyleyebUiriz" diyor Nusret Di- şo. "Çocuk edebiyatı da ülkemizdeki başka bir eğilimi yansıtıyor. Bu alanda bir hayli yol almış dunımdayız. Sevinç ve Tomurcuk sürekli çıkan çocuk der- gilerimiz. Önceteri Türkçeye hâkim de- ğüdik. Onun için çocuk kitaplanna ve şiire aguiık verdik. romanla öykü son- radan geldL" Köklü geçmiş Fahri Kaya'nın Yugoslavya'da Çağ- daş Türk Şüri Antolojisi'ne yazdığı ön- söze bakılırsa Makedonya Türk edebi- yatının tarihi çok eskilere, fetih döne- mine dayanıyor. Üsküp kadısıyken bu kentte ölen XV yüzyıl şairlerinden .\şık Çelebi'den Yahya Kemal'e uzanan oldukça köklü bir şiir geçmişi var bu edebiyatın. Ama Yahya Kemal Üsküp. Edebi- yat-ı Cedıdecilerden Cenap Şahabet- tin Manastır'da doğdular dıye bu şair- leri Makedonya Türk edebiyatının çer- çevesinde değerlendırmek ne denli doğru olur bilmem. Aynı şevi Yaşar Nabi Nayır için de söyleyebilıriz. Nusret Dişo'yla daha onceden de tar- tışmıştık bu konuyu. Üsküp'ün uzak mahallelennden binndeki şirin evinin bahçesinde nefis konyaklar içerek. Uzun süre Türkiye'den kitap gelme- diği için öğrenimlennin aksadığını, Türk edebiyatını da doğru düzgün iz- leyemediklerini söylemişti. 1965 yılı- na dek Türkiye'den kıtap gelmesi ya- sakmış, sosyalist rejimin ideolojisine ters düştüğü gerekçesiyle. Demek ki yanlışlar karşılıklı yapılmış. yalnızca Türkiye tarafından değil. Yine de bir- birlerine böylesine yakın iki ülkenin uzun süre kültürel ilişkilerini geliştir- meden kalmış olmalan anlaşıhr gibi değil. Ya;ar Nabl'nln çabaları Burada Yugoslav-Türk ilışkılerine kültürel alanda büyük katkıda bulunan, Balkan edebiyatlannm yurdumuzda ta- nınmasını sağlayan Yaşar Nabi'yi an- mak isterim. Benim kuşağım Panait fstrati'yi, tvo Andriç'i, Selimro>iç'i, Yordan Yovkov'u Varuk yayınlanndan okuyup onun sayesinde sevdi. Neyse, biz dostlarla söyleşimize dö- nelim yme. Nusret Dişo'nun askerde bır oğlu var, o da kanşıyor söze. tyi ki de kanşıyor, yoksa Makedonya ordusu- nun içler acısı durumunu nasıl öğrene- bilirdim: "Sırbistan orduvıı çekerken tiim ağır silahlan tanklarla toplan da alıp götür- dü buradan. Savunmasız katdık. Tek bir tank var kışlada, o da bozuk. Ama bir saldın olursa, nereden gelirse gel- sin, savaşmaya hazmz." Bu durumdaki bir ülkenin, dokuz milyon nüfuslu, üstelik NATO üyesi Yunanistan için tehdit oluşturduğunu anlamakta güçlük çekiyorum doğrusu. Yalnızca ben değil, her halde tüm Av- rupa ülkeleri de aynı durumdalar. ama yine de tanımamakta direniyorlar ba- ğımsız Makedonya Cumhuriyeti'ni. 'Bir zamanlar benl sevmiştin' Yunanistan'la Makedonya arasında- ki sorunlann, özellikle de isim anlaş- mazlığının aynntılanna girmek istemi- yorum burada. Ama şunu belirtmeden de geçemeyeceğim: Geçen yıl Struga Şiir Festivali'nde bana verilen altın plaket ödülünü alma- mam için baskı yapmışlardı Yunanlı dostlanm. En az milliyetçi olanlar bile oraya gitmemin Makedonya'yı tanımak, do- layısıyla "isim gaspçısı bir yönetim"e destek vermek anlamma geleceğini açıkça ifade etmişlerdi. bir yanımla oralı olduğumu ve bunu kendilerine her fırsatta söylediğimi unutarak. tstedi- ğim yere gitmekte özgürüm oysa, kim- seden de izin alacak değilim. Neyse ki, tek tük de olsa, Yunanistan'ın bu katı tutumuna karşı çıkan muhalif seslerde duyulmaya başladı. Umanm çoğalır bu sesler, çünkü Yu- nanistan yakından tanıdığım, gerçekten sevdiğim bir ülke. Oraya da Abdi îpek- çi ödülünü almaya gitmiştım bır za- manlar. "Mia fora timame magapu- ses!". Evet "Bir zamanlar beni sevmiştin". İlk kez Atina'da, bir gece tek başıma Plaka'da demlenirken dinlediğim Ar- leta'nın bu şarkısı da "maa" oldu çok- tan. Yarın: Makedonya'daki Türkler ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ Şu Medyanın İşleri... Mehmet Moğultay'la konuşuyordum. Bana, llhan Sel- çuk'un 4 Arahk 1993 günlü "Ak ve Kara" başlıklı "Pence- re"sini gösterdi: - Buyazı, beniyaşama bağladı! dedi. Yazıyı anımsıyordum. Medyanın saldırıları ile karşı karşıya kalmış, dürüst bir insa- nı anlatıyordu. Şöyle başlıyordu: "Moğultay'ı tanıdığım zaman şaçlan kapkara idi, geçen- lerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı'na biryerde rast- ladım; karalar arasına aklar düşmüş... Takıldım: - Paralan nereye sakladın?.. Gülüştük. Fatih Cumhuriyet Savcılığı 'irtikap suçuna konu olan pa- rayı kabul ettiği1 iddiasıyla Moğultay'ın dokunulmazlığının kaldınlmasını istemişti. Moğultay nasıl bir adamdır?.. Ne hamamböceğidir, ne beş yıldrztı otel faresidir, ne hol- dinglerin uşağıdır; ahnterine saygılıdır, emeğin katılımında bir demokrasiye inanır, ILO'nun evrensel istemlerine göre ülkenin çalışma yaşamını düzenlemeye çabalar... Eh, bu kişiliğiyle bakanlığa başladığından beri sermaye ke- siminin yaylım ateşi altındadır. Medya şartatanı, böyle bir adamı alır, kihi suda yıkayıp ça- maşır gibi sıkmak için elinden geleni ardına koymaz. Kolay mı emekçinin hakkını savunmak?" llhan Selçuk'un yazısının tümünü vermek işterdim. - Ekmekçi bugün de "Ankara Notlan"n/ llhan Selçuk'a yazdırmış! diyecekler. Bir bölümünü daha vereyim yazının: "Moğultay temize çıktı... Aklandı... Peki, biz aklandık mı? Moğultay'ın aklandığı günün gazetelehne bir bir baktım. Birkaç hafta önce sekiz sütunluk manşetlerte Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakapı'nı suçlayan ceridelerden kımisi bu olayı önemli görmemiş ki birinci sayfasına koymamış, kimi tek sütunla işı geçıştirmek istemiş... Ayıptır... Temiz toplum istiyoruz diye ortaya çıktık; ama temizlikbi- zım neyimize... Yolsuzluk, rüşvet, irtikap ve hırsızlıkla savaşımı, solculuk- la savaşıma dönüştüren bır medya, temiz toplumun değil, kirli toplumun maşası olur." llhan Selçuk'tan başka, Hikmet Çetinkaya, Yılmaz Ak- kılıç, Artan Öymen, Oktay Akbal, Emin Çölaşan, Hilmi Bengi yazılar yazıp medyayı eleştırmişler. Moğultay'la konuşuyoruz. Bunalmış, ne yapsın? Gazete- yi arar, yetkililer telefona çıkmaz, kaçarmış. Başbakan'a gi- dip, istifasını vermek istemiş; Tansu Çiller çağırmış sonra: - Ben demiş, araştırdım, yok öyle bir şey, lütfen istifa et- meyin! Tansu Çiller, o sıralarda Bonn'a gidiyormuş, Moğultay'a: - Siz de gelin, hem bıraz moraliniz düzelir demiş, Alman- ya'da iki milyonayakın ışçi var, onlann sorunlan var... Moğultay uçaga binince bir de ne görsün; telefonlanna çık- mayan, kaçan medyacı orada değil mi? Doğruca yanlanna gitmiş. - Telefonlanma çıkmıyorsun, yalan yanlış manşetlerle be- ni karalıyorsun. Ispat edersen, bakanlıktan değil, milletve- killiğinden istifa edeceğim. Ispat etmezsen, şöyle şöyle şöy- le.. .Ağzına geleni soylemış, arkadaşlarının arasında; çıt yok! Bakmış oralı olmuyorlar, mahkemelere gıtmeye karar ver- miş. Davalıları arasında şimdi DSP'de olan Izmir Milletveki- li Veli Aksoy da var. Gazetede, sekiz sütuna şöyle bir ha- ber "SHP'li Sayın Bakan, ailenize dikkatedin!" Moğultay, hem gazeteyi, herrı Veli Aksoy'u mahkemeye verir, mahkeme 10 milyon lirâ "manevitazminata" hükme- der. Yargıtay, bu parayı az bularak karan bozar. İlk mahkeme bu kez 400 milyon liraya hükmeder. Bir başka davada, mah- keme gazeteyi 400 milyon liraya mahkûm eder, Moğultay fa- izleriyle birlikte toplam 560 milyon lirayı gazeteden alır. Bir başka davada aynı gazeteden faiziyle birlikte 273 milyon 500 bin lira tazminat alır. Moğultay, kendisi söyledi: - Mahkûmiyetlerin toplamı iki milyar lirayı buluyori - Bu milyarları ne yapacaksınız? diye sordum. - Repoyayatırdım! dedi, elimisürmedim. Gazete, hakkım- da yayımiadığı yalan haberlerin boyunda, bir haber yayım- lar, özürdilerse, bu parayı kendilerine geri vereceğim. Yok- sa. bir hayır kurumuna bağışlayacağım! İçimden; - Boşuna beklersin! dedim, medya hiçyalanını düzeltirmi? Medya gerçekte kukladır; asıl sosyal demokratlan harca- mak ısteyen sermayedır. Sermayenin sözcüleri değil mi, temcit pilavı gibi, ikide bir "Anayol" formülünü ileri sürüp du- ran? .. Mete Akyol'un, Ahmet Özal'ın "Kanal 6"sında, Zeynep Özal'la yaptığı röportajın yankılan hâlâ sürüyor. Herkes, hırv- cını Mete'den almaya çalışıyor. Çatanlar arasında, eski ar- kadaşlan, kapı yoldaşlan var. Yıllannı verdiği gazete köşelerinde Mete boy hedefi, vur abalıya! Bu arada ilginç şeyler de öğreniyorum: Mete, bir pazar günü çalıştığı gazetenin kapısına gelmiş,. elindeki anahtar kartı, sokmuş, ama o ne? Kapı açılmıyor. Oğrenmiş ki, Mete kovulmuş. Kovanlar, utançlanndan "/covu/dun"diyememış- ler de, kartı "iptal" etmişler. Bir başka gazete, kendisine ar- mağan edilen bir kalemi, meğer demirbaşa almışmış! Mete Akyol'la yıllanmız birlikte geçti. fyi tanınm. Onun, Ecevit'in milletvekilliğiönerisini, CHP'nin "Halk" gazetesinin başına geçme isteklerini -incelikle- reddettiğini bilirim... • • • Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı genel kurul toplan- tısı, 11 Mart Cumartesi günü saat 10.00'da, Mithatpaşa Cad. 52/1 numarada yapılıyor. Toplantı, para yatıran onbinlerın il- gisini bekliyor... BULMACA SOLDAN SAĞA: 1/ Oğuzlar'm yirmi dört boyundan biri. 2/ Kimi göçebe Türk boylannda birkaç aileye ait çadırdan oluşan topluluk... İnce ve sık dokunmuş yün ku- maş. 3/ Antalya'nın bir ilçesi... Yalnız iki geniş yüzü testere ile düzeltil- miş tahta. 4/ Eli işe yat- kın,becerikli... lskambil- de bir kâğıt. 51 Afrika'nın doğusunda toplu olarak yapılan yabanıl hayvan avı. 61 Duyumsamazlık... Osmanlı devletindeki sivil rütbelerden biri. 7/ Eskışehir'in bir ilçesi... Bir renk. 8/Yemek... "İstemem artık ışık renk âlemini / Koklamam yosma ka- ranfille güzel yasemini" (Yahya Ke- mal). 9/ Hayvan yemı olarak yetiş- tirilen birbıtki... Lekeli postu kürk- çülükte kullanılan memeli bir hay- van. YUKARIDAN AŞAĞFYA: 1/ Japon mafyasma verilen ad... Ba- ğışlama 2/ Muşmulaya benzer bır yemiş... Yağda kızartılarak pi- şinlen hamur işi. 3/ Müslüman ülkelerde oturan Yunan asılh kim- se... Unvan. 4/ Ağırlık kaldırma aracı. 5/ Petrol ürünlerini üret- me yöntemlennin tümü. 6/ Dolma yapmak için hazırlanan kan- şım... Birnota... Aza7/'"Sanırsınkimdurupbirdılberile—-yaz- mış" (Nedim)... Yabanıl hayvan bannağı. 8/Derviş selamı... Tan- nça. 9/ Yalnız. sırf... Aşık ve bilye oyunlannda kullanılan, içi oyulup kurşun akıtılarak ağırlaştınuruş boyalı kemik.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle