Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 1 OCAK 1995 PAZAR
12 DIZIYAZI
Eski başkent Krakov, Polonyalılann gözünde 'Totius Poloniae urbs celeberrima', yani...
Polonya'nın enünlü kenti
p
olonya'ya gidip de
Krakov'a gitme-
mek olmaz. Olmaz,
"ButunPolonva nınenünluken-
olonya'da Krakov, "de iure",
hukuksal; Varşova ise "de facto", fiili
başkent sayılıyor. Kimilerine göre de
Polonya'nın Atinası burası, çünkü
ülkenin kültürel birikiminin büyük bir
Yeni Kudüs,
Roma olarak niteleyenler de var.
îö.yüzyıhnsoniannda. 1596yı- bölümü bu kentte. Onun için, bu kenti,
lında. Ondan oncekı başkent . .. T
'• .
Krakov onun için de. Krakov. Yeni Kudus, Altera Roma , lkmcı
"deiurer
, hukuksal; Varşova ise
"de facto", fiili başkent sayılı-
yor.
Kimilerine göre de Polon-
ya'nın Atinası burası, çünkü ül-
kenin kültürel birikiminin büyük
bir bölümü bu kentte. Onun için,
bu kenti. Yeni Kudüs. "Altera
Roma". İkinci Roma olarak ni-
televenler de var.
Prag'dakinden sonra, Orta Av-
rupa'nın ikinci en büyük üniver-
sitesi Krakov'da. Ta 14. yüzyıl-
da kurulmuş. Demek ki. nere-
deyse 600 yıllık bir üniversite.
Varşova'dan satın aldığım bir
rehberkitap, Krakov'un, Viyana
ve Prag ıle birlikte. Orta Avru-
pa'nın "mimari mücevherlerin-
den" bin olduğunu yazıyor. Bu
o kadar doğru ki. UNESCO bu
kenti. dünya üzerindeki en
önemli 12 SİT alanından biri
olarak kabul etmiş.
Jüpiter'in eşi
Öte yandan, gizemcilere eöre
de Krakov, Delhi, Mekke, "ku-
düs. Roma gibi kentlerle birlik-
te, gökv üzündeki 7 kutsal geze-
genin İcarşılığı olan 7 kutsal ve
gizemli kentten bin. Bunlara gö-
re Delhi Ay'ın, Mekke Mer-
kür'ün, Roma Mars'ın. Kudüs
Güneş'in. Krakov ise Jüpiter'in
eşi. Bir de şu: Şansiı bır kent
Krakov. Hele Varşova'ya kıyas-
la. son derece şansiı, çünkü Na-
zi cehennemini yaşamış onun gi-
bi. ama onun gibi yerle birolma-
mış. Gezilesi, yaşanası bir kent
yani.
KraJtarm son mekâm
Wawel Tepesi
Böyle bir kenti gezmeye, ya-
şamaya. eski merkezinden. ora-
daki meydandan başlamak gere-
kir. Üstelik, Krakov'un meyda-
nı çok büyük. Avrupa'dakı bu tür
meydanlann en büyüklennden
biri ve hayli eğlenceli.
Elbette ki gideceğiz oraya.
Ama. yukarıdaki satırlardan
sonra, önce Wawel Tepesi'ne
çıkmak daha doğru. çünkü ora-
daki kale. saray ve katedral, Kra-
kov'un Polonya için öneminin
en somut göstergesi.
Polonya krallannın en büyük-
leri bu katedralde gömülü. Var-
şova başkent olduktan sonra bi-
le. orada krallık yapanlar, öldük-
ten sonra Krakov'a gelmek iste-
mişler ya da getirilmişler. O ne-
denle de. burası bir çeşit dev let mezar-
lığı, bir pantheon gibi. Polonyalılann
kâbesı, ülkenin tarihsel. ulusal. kültü-
rel bilincinin simgesi. Ve onun için de.
bır Polonyalının burayı gezmesiyle.
bizlerin, biz yabancı turistlenn gezme-
si arasında. dünyalar kadar. dağlar ka-
dar fark var. Bunun bilincindeyim
VHaurerde HP de canavar varmış
Varşova'dan da geçen Vistül Neh-
ri'nin kıyısında yükselen Wawel Tepe-
si'nın altında. daracık bir merdivenle
inilen. kocaman bır mağara var. Bir za-
manlar burada. adı elbette ki "Wawel
Canavan" olan bir canavar yaşarmış.
Korkunç bir yaratıkmış bu. Wawel'ı ve
Krakov 'u kasıp kavurmuş. Krakov'a
adını veren kral, bu canavan öldürecek
olana ülkesinin yansını. bir de güzel kı-
Tarihe bir yolculuk
G
T
Ü
Ü
R H
M
A
E
N
R
Jtaplar Krakov'un,
Prag ile birlikte, Orta
Avrupa'nın "mimari
mücevherlerinden "
biri olduğunu yazıyor.
Bu o kadar doğru ki,
UNESCO bu kenti,
dünya üzerindeki en
önemli 12 SİT
alanından biri olarak
kabul etmi«
v^izemcilere göre
Krakov, Delhi, Mekke,
Kudüs, Roma gibi
kentlerle birlikte,
gökyüzündeki 7 kutsal
gezegenin karşılığı
olan 7 kutsal ve
gizemli kentten biri.
Bunlara göre Delhi
Ay'ın, Mekke
Merkür'ün, Roma
Mars'ın, Kudüs
Güneş'in, Krakov ise
Jüpiter'in eşi.
Krakov'daki Wawel Katedrali'nde birçok kralın nıe^an var. Bu yüzden de burası bir çeşit devlet me-
zarlığL, bir pantheon özelliği taşıyor.
olonya krallannın
en büyükleri Wawel
Tepesi 'ndeki
katedralde gömülü.
Varşova başkent
olduktan sonra bile,
krallar, öldükten sonra
Krakov'a gelmek
istemişler ya da
getirilmişler. O
nedenle de burası
Polonyalılann kâbesi,
ülkenin tarihsel,
ulusal, kültürel
bilincinin simgesi.
zını vereceğını duyurmuş ama, en güç-
lü. en kahraman prensler bile üstesin-
den gelememişlerbu ışin, canavara yem
olmuşlar. Sonunda. kolunun gücünü
değil de aklının gücünü kullanan genç
bır ayakkabıcı çıkagelmiş. Bu ayakka-
bıcı, Wawel Canavan "nın üzerine çala-
kılıç saldınnamış da. bir koyunu kesip,
içiııi sülfiirle doldurmuş. sonra bir gü-
zel dikmiş hayvanın kamını. sanki can-
lıymış gibi. koymuş onu canavann gö-
rebileceğı bir yere. Ve canavar. gördü-
ğü bütün koyunlargibi, bir lokmada yu-
tunca o koyunu da, zehırlenip ölmüş.
Bu söylence şöyle sürüyor: Wawel
Katedrali'nin kapısında. kocaman bır
zıncirle. kocaman kemik parçalan ve
mamut dışine benzeyen kocaman bir
dişasılı. Bunlann. WawelCanavan'nın
kemıkleri ve dişi olduğu söyleniyor.
Bunlar orada asılı durduklan sürece,
katedral ve daha da önemlisi, dünya,
ayakta kalacakmış. Yoksa, Wawel Ka-
tedralı yıkılacakmıs. dünya da batacak-
mış. Onun için, bir sakathk. bir kaza ol-
masın diye, kemıkleri ve dişi tutan zin-
cir sık sık kontrol ediliyor.
NVavvel'in ilginçlikleri, gizemleri bu
kadarla bitmiyor. Oradaki Aziz Gereon
Şapeli'nın derinlıklennde, bır de kutsal
taş varmış. Dünyadaki 7 kutsal taştan
biriymiş bu. Güçlü bir radyoaktivite sa-
çıyormuş ve zaman zaman, ülkedeki
politik olaylan da etkiliyormuş.
Meydanda trompet sesferi
Eski Krakov'un ana me>danı. ger-
çekten etkileyici. Daha önce de söyle-
diğim gibi. çok büyük, Avrupa'nın or-
taçağdan kalma en büyük meydanı. O
kadar büyük ki, ortasında binalar var ve
bu nedenle de parçalanıyor, bütünü ay-
nı anda algılanamıyor. Uzun bir bina
ikiye bölüyor meydanı. Rönesans'tan
kalma Sukiennice bu. Geniş, uzun bir
kondor üzerinde sıralanmış, turistik eş-
yalar, ahşap işleri satan, çok sayıdaki
mınik dükkândan oluşan bir çeşit kapa-
lıçarşı.
Söz konusu meydanda. yani Rynek
Glovvny'de dolaşırken, birdenbire, bir
trompet sesi geliyor kulağınıza. Hüzün-
lü mü hüzünlü bir melodi. Uzun uzun
dinlemek için hazırlanmayın boşuna.
Çok kısa sürüyor çünkü. Bir dakika bi-
le değil. Ve olmadık bir yerde. birden-
bire, bıçak gibi kesiliyor.
Bu gizemii müzik, meydandaki en
etkileyici yapılardan biri olan Mariac-
ki Kilısesi'nin, eşit olmayan çan kule-
lerinin yüksek olanından geli-
yor. Eskiden, günde yalnızca iki
kez, sabahlan ve akşamlan çalı-
nırmış. Şimdi ise, her saat başı,
gece gündüz, yaz, kış demeden
her saat başı, hep böyle, olmadık
bir yerinde, birdenbire kesilme-
cesine yineleniyor. Acaba bizim
ezanlar gibi, kasetten, teypten mi
diye sordum; hayır. değilmiş,
canlıymış. Sonra dikkatli bakın-
ca, ben kendim de gördüm trom-
petçiyi kulenin tepesinde.
Peİci nedir bu ilginç. bu tuhaf
uygulamanın öyküsü? Kimileri
diyorlarmış ki, belediye, trom-
petçinin maaşına zam yapmıyor-
muş bir türlü, bu nedenle, o da,
tamamını değil, yalnızca bir bö-
lümünü çalıyormuş melodinin.
Ama gerçek, daha doğrusu asıl
söylence böyle değil, şöyle:
Benim Krakov'a gelmemden
tam 753 yıl önce, 1241 'de, Tatar-
lar gelmişler ve kuşatmışlar ken-
ti. Nemli, sisli, karanlık bir ge-
ceymiş. Onun için de, düşmanın
yaklaştığını fark edememişler
Krakovlular. Yalnızca, işte o Ma-
nacki Kilısesi'nin. o yüksek ku-
lesinin tepesindeki nöbetçi fark
etmiş tehlikeyi ve elindeki trom-
peti çalmaya başlamış. Ama Ta-
tarlar, elbette ki izin vermemış-
ler buna ve trompetçiyi, oklany-
la hemen öldünnüşler. Melodi-
nin öyle birdenbire kesilmesi
bundanmış, onu çalanın şehit ol-
masındanmış, o olayın anısınay-
mış. Krakov'a gidip de Wawel
Tepesi'ne çıkmamak olmayaca-
ğı gibi. Mariacki Kilisesi'nin ku-
lesinden yayılan o, çok kısa, ama
çok hüzünlü melodiyi dinleme-
mek, onun öyküsünü öğrenme-
mek ve herkese anlatmamak da
olmazdı. Ben de dinledim ve an-
lattım işte.
Nowa Huta'nın çelikleri
Krakov bir söylenceler kenti.
Krakov a gıttiğinizde, eğer bun-
lardan vakit bulabilirseniz, atla-
yın bir tramvaya, yaklaşık kırk
dakikalık bir yolculuk yapın, va-
nn Novva Huta'ya. Orada katı
birtakım gerçekler var. Orada,
eski adı "Lenin Çelik Tesisleri"
olan bir fabrika var. Bır kültür
başkenti olan Krakov'a, sanayi-
yi sokmak için, bilinçli olarak
kurulduğu söylenen bu fabrika-
nın atıklan. o güzelim kentin
hem hav asına zarar v eriyor, hem
de binalanna. Bu sorunun üste-
sinden nasıl geleceğini derin de-
rin düşünüyormuş bugünkü Po-
lonya yönetimi. Ama henüz bir
çözüm bulamamış.
Burası, Polonya'nın en çok tu-
rist çeken bölgesi. Burada, Kra-
kov kentinin kendisinin payı ka-
dar. çevresinin payı da var. Örne-
ğin, ünlü Auschvvitz toplama
kampı ve Auschvvitz II olarakbi-
linen Birkenau bu yörede. Onu,
yazımın bundan sonraki bölü-
münde anlatacağım.Şimdi ise.
Krakov'un 15 kilometre güne-
yindeki Wieliczka'dan söz etmek isti-
yorum. Orada, büyüklüğünü kimsenin
tam olarak bilmediği kadar büyük bir
tuz madeni var. Buradaki tünellerin top-
lam uzunluğunun, yaklaşık 300 km'yi
bulduğu söyleniyor. Bu madenin derin-
liği de çok fazla. Yerin dokuz kat altın-
da, 327 metreye kadar iniyormuş. Tü-
nellerin ve açılan tuz odalannm bir bö-
lümü gezilebiliyor. Tıpkı bizim Kapa-
dokya'daki yeraltı kentleri gibi. Orada
olduğu gibi, burada da çeşitli mekânlar,
kiliseler var yerin altında. Ve işin daha
da ilginç olan yönü şu ki, bu kiİiselerin
duvarlan da, merdivenleri de tavanlan
da, sonra bu tavanlara asılı avizeleri ve
bütün heykelleri de. hep tuzdan. yal-
nızca tuzdan.
Yann: Artık Auschwitz
y
e
gitmek kolay
Sıvas katliamı ve hukukun mantıgREFİKABEZİRCİ
K.alkınan. çağ atlayan Türkiye'nin \iiksek
bukuka dayalı yönetimlerinin gözetimi ve
denetimindeki yargılamalann sonuçlannı
merakla bekliyordum. Mahkeme sona erdi.
Sanıklar tepinerek bağınyor, "Bu iş burda
bitmedi" diyorlar.
Geceki televizyon görüntülerini yürek
carpıntılanyla. bulantıyla izlemiştim. Uykusuz
{eçen gecelerin sayısını bilemem...
Sıvas vahşeti tesadüfen, bir araya getirilen ve
birbirine benzeyen yoksul, cahil insanlann, otel
jakarak adam öldürmesi eylemi değildir. Bu
tatliam. vahşi kapitalizmin örgütlü, planlı, aylar
incesinden karara vanlarak uygulamaya konan
iir eylemdir. Sennayenin doğrudan doğruya
emege, emekçiye, kültüre, aydınlığa vahişce
saldırmasıdır.
ECubilay'la Sıvas'ın benzerliği
)laylan düşününce Kubilay ve arkadaşlannı
lasıl katlettikleri geliyor aklıma. Derviş
Hchmet Ağa'nın. kendisi gibi karanlık düşünen
)irgrup yandaşıyla Kubilay'ın başını kesmelen.
îıvas yangınını hemen anımsatmıyor mu? İki
>lay da aynı amaç için yapılmadı mı? Istedikleri
ıeydi? Şeriat düzenini kurmak... Ama onlann
afalan almasa da biz yine de vurgulayalım.
\.tatürk'ün Türkiyesi'nde şeriat düzeni asla
;erçekleştirilemez.
/erilen kararlardaki ters mantıktan çıkanlan
.onuç. sağduvu sahibi insanları sinirden
lelirtecek düzeydedir. Yargılamalara
»aşlandığından ben. avukatlann tüm çabalanna
carşın. bunun örgütlü bir eylem olduğunu
tartışmayan yetkililerin davranışlan dikkat
çekiciydi.
Bundan sonra, benzeri olaylarda, aynı
mahkemenin üyeleri yine aynı mantıkla, bu
yıkıcı eylemlere hafifletici neden ve bahaneler
bularak üzerini örtecekler. hatta mağdur
duruma düşen masum insanlan yargılayacaktır.
Türk hukuku adına. viice adalet adına kaygı
veren vahim bir durumdur bu.
Yargı önündeki sanıklann davranışlan ise,
gizliliği bunu vurguluyor. Dünyanın hiçbir
ülkesinde. böylesi vahşi eylemlerin
yargılanması gizli kalamaz. Eğer böyle bir
mahkeme kurulursa. Avrupa insanı sokaklara
dökülür. protesto eder. kapanan kapılan açtınr.
Ama bizde o kapılar asla açılmaz. Çünkü insan
canına önem verilmez de ondan.
Sanıklann karara tepkileri çok düşündürücüdür.
Büyük bir pervasızlık. ataklık ve korkusuzlukla,
gerek sözle gerek fiziksel olarak yargıya
Sıvas Davası'nda veriien kararlardaki ters mantıktan çıkanlan
sonuç, sağduyu sahibi insanlan sinirden delirtecek düzeydedir.
Bundan sonra, benzeri olaylarda,t
aym mahkemenin üyeleri yine
aynı mantıkla, bu yıkıcı eylemlere hafifletici neden ve bahaneier
bularak üzerini örtecekler, hatta mağdur duruma düşen masum
insanlan yargılayacaktır. Türk hukuku adına, yüce adalet adına
kaygı veren vahim bir durumdur bu.
olaylann bir başka >önünü ve boyutunu gösterdı
bizlere. Taa başından beri bildiğimiz şey şuydu:
Yargılayanla yargılananlar. yaptıklan bu
ölümcül eyleme aynı yorumla ve aynı gözlükle
bakıyorlardı.
Peki bu gücü nerden alıyorlar?
Aziz Ncsin, "Asıl suçlu devlettir, devletin içindeki
sorumlulardır" demişti. Başından beri bizlere
veriien. dahası kafamıza vura vura
benımsetilmek istenen mesaj şuydu:
Devlet de yargı da biziz...
Kapalı kapılar ardında yapılan mahkemelerin
etmedıkleri hakaret kalmadı.
Aynı taşkınlığı sol düşünceli biri yapsaydı, bir
türlü kıpırdamayan o kalkanlı kollar adamın
tepesinde patlardı. O anda olmasa bile, sonrası
günlerde yaşayacaklan, ona, "Keşke o anda
ölseydim" dedirtecek ağırlıkta olurdu.
Acıdan kanayan yürekler soğumadı
Veriien kararlar, ölenlenn yakınlan olarak
bizleri kandırmadığı gibi. acıdan kanayan
yüreklerimizi soğutmadı. Bu kadarcık ceza,
bizleri öfkelendinrken hukukun ve yargı
makamtnın üzerine ölümcül dumanlann
zehirini çökertmiştir. Televizyonda sanıklan
görenler. sanki haksızlığa onlar uğramış sanır.
Devletin güçlü. işbilir güvenlik çemberinin
ortasında öylesine taşkın ve edepsiz
davranabilenler, dışanya çıktıklannda topluma
ne denli zarar verebileceklerini de açıkça
sergilediler.
Anayasamızda "Hiçbir insan, bir başka insanın
yaşamına son vereraez" deniliyor.
Öysa, bizim ülkemizde olumlu düşünen,
namuslu kalmayı başaran her insan, mevcut
düzenin ölüm çaprazına takılır. Şans esen
ölmemişse. düşünce suçundan yülarca içerde
yatacaktır.
Olümün dönüşfi yok
Gazetede okumuştum. Kimin söylediğini şimdi
anımsamıyorum. 'En büyük marya,de\lettir'
deniliyordu. Gerçekten de mafya filmlerine taş
çıkartacak şekilde gelişiyor olaylar.
Yapılan her türlü olumsuzluk olumluya
dönüştürülebilir.
Ama 'ölüm' sözcüğü, hiçbir onanm kabul
etmez. Ölüm olayında geriye dönüş yoktur
çünkü. Böylesine büyük haksızlıklar
sürmemeli. Tarih, her zaman ileriye doğru işler.
Sulan tersine akıtamayız.
Dünyanın her yanında büyük bir değişme
başlamıştır. Bunu hiç kimse görmemezlikten
gelemez. Büyük değişme, emekten yana,
eşitlikten, özgürlükten, özgür düşünceden ve
kardeşlikten yana gelişiyor.
Emeğe olan inancımız ve umudumuzla yeni yıla
girerken taşıdığımız bu umut, gelecek güzel
günler için bizlere güç verecektir. Bu umut, bize
ışık olacaktır.
ANKARA NOTLARI
MUSTAFA EK31EKÇİ
Düşman Tatlı Söyler! ^
Bakü, rüzgâr demekmiş. Edebiyatçılar Birliği Başkanı Anar
Resuloğlu:
- Biz rüzgâr demeyız, külek deriz! dedi.
Azerbaycan Meclis Başkanı Resul Bayramoğlu Guliev'ın
TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk onuruna, "Gülis-
tan"da verdiği akşam yemeğınde, Anar Resuloğlu'nu görün-
ceöyle sevindim ki... iki yıl önce, eski Kültür Bakanı Fikri Sağ-
lar'la geldığimizde arayıp bulmuş, konuşmuştum Anar'la.
Anar'ın annesi, babası Nazım Hikmet'in yakın dostlarıydılar.
Anarda Nazım'ın dostu oldu. Türkıye'ye son gelişinde, Istan-
bul'da onu, Yıldız Sertel'le birlikte katıldığımız Selim Tu-
ran'ın cenaze törenınde görmüştüm. iki gün sonra da Anka-
ra'da Tımurçin Savaş'ın verdiği yemekte bir arada olmuş-
tuk.
Gülistan'da, bizim masada Azad Rüstemzade de vardı.
Azad'ın babası ozandı. Süleyman Rüstem. Nazım Hikmet
1920'lerde Bakü'ye geldiğınde, onu karşılayan, onunla dost-
luk kuran kişıydi. Nazım Hikmet'in ilk kitabı, "Güneşi Içenle-
rin Türküsü" Bakü'de basılmıştı. Masamızda Azerbaycan
Meclisi'nin üç bağımsız millervekıli de vardı. Onlarla karşılık-
lı votka kadehlerini kaldırdık; Cındoruk'un "Azerbaycan se-
feri" başarılı mıydı?
Burada güzel sanatlara çok önem verilıyormuş. Bakü'de
hemen her evde piyano varmış. Resım de öy\e; Anar:
- Biz, dedı, müzıği ve resmi çok seviyoruz; savaşmayı sev-
miyoruz, bılmiyoruz!
Anar, anlatıyor:
- Birgün AbkJin Dino, Moskova 'dan uçakla Zekeriya Ser-
tel'/ görmek için Bakü'ye geldi. Havaalanına gittik, karşıla-
dık. Bir gün kaldı, gitti. O aynlırken Zekeriya Bey çok üzüldü.
Bana şöyle dedi:
- Sen mutlusun. çünkü kendi yurdunda, vatanındasın. Ben
öyle degilim!
Hoş anılar da anlatıyordu.
- Sabiha Sertel'le kızı Yıldız partiliydiler, Zekeriya Beypar-
tili değildi. Ana-kız ona zaman zaman, "Baba, sen dışarı çık,
şimdi partiyi konuşacağız!'' derlermiş. Azad Rüstemzade:
- ölmüş babalarımızın anısına da ıçelim! dedi.
O gün, 27 Aralık anamın ölüm yıldönümüydü. O, kırk yıl ön-
ce ölmüştü. Gece ağlamak istedim!
Hüsamettin Cindoruk'a, Bakü'de Mehmet Emin Resulza-
de Üniversitesi'nde "fahrı hukuk doktorluğu" verildi. Üniver-
sitenin rektörü Murtuz Aleskerov da hukukçuydu. Tören ön-
cesinde konuklara üniversite hakkında bilgi verdi. Üniversı-
tede 12 bin öğrencı vardı. 1200 de öğretim üyesi, yardımcı-
sı; 18 fakülteden oluşuyordu. Şımdiye değın 80 bin ögrenci
yetiştirmişti. Bunların 10biniyabancıydı. ÜniversitedeAlman
oğrenci de vardı. Çeşıtlı fakültelerde 160 Türk öğrencı oku-
yordu. Savaşta20 bin şehit verdiklenni anlattı Rektör Murtuz
Aleskerov, 600 de tutsak. 700 yerleşım yerı ise dağılmıştı.
Kafilemizde, halterci Naim Süleymanoğlu da vardı. Çok
ilgi gördü. Onu Azerbaycan'ın 1985-86-87 yıllannın 51 kilo-
da dünya birincısi olan gureşçı Maheddin Allahverdi ile ta-
nıştırdılar. Maheddin Allahverdı'ye sordular:
- Serbest mi güreşıyorsun?
- Hayır, Yunan güreşı. (Greko-Romene Yunan güreşi diyor.)
TBMM Başkanı Cindoruk'a "Hukuk doktoru" törenınde,
büyük salon hınca hınç öğrencı doluydu. Baktım, onca kız öğ-
renci arasında, tek sıkmabaş, başörtülü kız öğrencı yok!
Törenden sonra Rektör Prof. Aleskerov'a sordum:
- Hiç başörtülü, türbanlı kız öğrenci yoktu! dedim.
- Burası Iran değil! yanıtını verdi. Burada Atatürk ılkelerı,
Atatürk devrimlerı geçerlıdır!
Rektör MurtuzAleskerov, 75 yıllık üniversitesiyle övünüyor-
du, hakhydı. Türkiye Diyanet Vakfı, üniversitede bir ilahiyat Fa-
kültesi açmıştı.
Hüsamettin Cindoruk, tüm konuşmalarında ''bağımsızlık"
ilkesini, Azerbaycan'ın bağımsızlığını vurguladı. "Bağımsızlık"
Azerbaycanlıları heyecanlandınyordu. Şoförümüz Muhtar:
- Ben görmedim, belkı balalanm (çocuklarım) görecek! di-
yor, buna dua ediyordu.
Cindoruk, Ankara'dan aynlırken. Süleyman Bey, "Onlann
moralibozuk, onlara moral ver" demişti. Azerbaycanlılar Rus-
ya'dan tedirgındiler...
Anar'la Oktay Akbal'ı konuştuk. "Oktay Bey nas//?"dıye
sordu. Trafik kazası, birlikte yemek yedikten sonra olmuştu.
Oktay Akbal'ın ameliyatlar geçirdiğıni anlattım. Olaydan bır-
kaç gün önce Içişleri Bakanı Nahit Menteşe Akbal'a telefon
etmiş:
- Size koruma vermek istiyorum! demış, Uğur Mumcu ola-
yını anımsatmış. Oktay istememiş.
Oktay Akbal'ın dedeleri de Kafkasya'dan Karabağ'dan gıt-
miş. Onlara "Ağabalı" deriermış, bu sonra sonra "Akbal" ol-
muş. Oktaycığıma Bakü'den bir "Geçmış olsun!" selamı yol-
ladım. Aziz Nesin'in yeni serüvenı tam Aziz Nesin'lik. Milli-
yet'e saldırı hiç şaşırtmadı. Ülke güvenlik açısından dökülü-
yor. Yılın son haftasında Van'daki uçak kazası, yürekten ya-
raladı; görüntülü ve yazılı basın yalan yanlış konuşma metın-
leri yayımladı; Onat Kutlar bir patlamada felç oldu. Onat,
Cumhuriyet'te çıkan bir yazısında "Havada. hiç dınmeyen bır
şiddetin ağırlığı var" demişti. Anlayacağınız ülkede durum
bombok!
Azerbaycan, 1995 Temmuz ya da Ağustosu'nda seçime gi-
diyor. Ama daha ne yapacağını bilmiyor. Muhalefet önderte-
rinden eski Meclis Başkanı Müsavad Partısi lideri Kambe-
rov'un yedi yıl hapsi isteniyor. Basına sıkı denetim, yani san-
sür var; muhalefet gazetelerinin birçok köşesi, sütunlan be-
yaz çıkıyor.
Azerbaycan halkı alabildiğme yoksul. Ülke ekonomik ba-
kımdan çöküntüde deniyor. Rüşvet, yolsuzluk gırla gidiyor-
muş. Meclis Başkanı Guliev'in yüzmilyonlarca dolar varlığı ol-
duğu kulaktan kulağa fısıldanıyor. TIR şoförleri, Türkiye elçi-
liğinin kapısında kuyruk olmuş, rüşvetten yakınan yakınana.
Türk işadamlan rüşvet yüzünden Azerbaycan'da ış almıyor-
lar mıymış ne? Bir dolar 700-800 manatken, şimdi 5000 ma-
nata çıkmış. Varsıllar da varsıl, Türkiye gibi! Lüks arabalardan
geçilmiyor. Köylerde, kasabalarda ise halk ekmek kuyruğun-
daymış.
• • •
Acı-tatlı yazılarla bir yılı devirdik. Bugün yeni bir yılın baş-
langıcı. 1995 gönlünüzce olsun mu!..
BULMACA
1 2 3SOLDAiN SAĞA:
1/ İzmir'in Seferihisar il
çesi yakınlanndaki ünlü
antik kent... Uyarı. 2/
Peru'nun para bırımi...
"Geçer gibi hasret-
le istikbal yâdından"
(Tevfik Fıkret). 3/ Bir
nota... Genellikle birbi-
rine ekli metal levhalar-
dan oluşan soyut hey-
kel. 4/ Kurnaz. açık-
göz... Alçak enlemlerde
esen düzenli rüzgâr. 5/
Israil'in para birimi. 6/
Ergenekon'dan çıkışla-
nnda Göktürklere yol gösteren di-
şi kurt.. Güzel kadın 7/ Eskiden
ramazanlarda ıftardan sonra ço-
cuklann ev ev dolaşıp mani söyle
yerek bahşiş toplaması... Parola.
8/Acıbadem ağacı... Dokuma tez-
gâhında tarağı tutan parça. 9/ Yu-
nan mitolojisınde zafer tannçası...
Nâzım Hikmet'in bir oyunu.
YUKARIDAN AŞAĞFYA:
1/ Dikişte kullanılan pamuk ipli-
ği... Eski dilde demir. 2/ Yanağın alt kısmı... Hızlı. 3/ Argoda
esrar... Elma, armut, av-va gibi meyvelerin yenmeyen iç bölü-
mü. 4/ Tevfik Fikret'in. İstanbul'a lânetler yağdırdığı ünlü şi-
iri... Cılız, zayıf. 5/ Mal alıp karşılığında mal vererek ödeşme.
6/ Aruz öiçüsünde, kısa okunması gereken bir heceyi kalıba
uydurmak için uzatma... Gelecek. II Ebe... Hayvanlara vurulan
damga. 8/ Sevgide üstün tutulan... Leş. 9/Tokafın bir ilçesi...
Uzun ve >orucu çalışma.