Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6EYLÜL1994SALI CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 13
Avustralya Film Festivali'nin düzenlenmesine önciüük eden Büyükelçi David Evans: ALEVnLAR
TAHSİN YÜCEL
Hükümetin sanata ayırdığı paranın miktannı korumakiçin sanat dünyasındaki kişilerin çok çaba harcamasılazım. Hükümet desteği var ama onu sürekli kılmak için baskı gerekivor...
Kültürelilişkileryaşamınniteliğidir
GAMZE VARIM
Önümüzdeki ekim ayında
İstanbullu sinemaseverleri bir
şölen bekliyor: 8-13 ekim tarih-
leri arasında Alkazar Sine-
ması'nda izlenebilecek olan
Avustralya Film Festivali.
Avustralya kültürünü çeşitli
yönleriyle yansıtan filmleri
Türk sinema izleyicisiyle buluş-
turacak olan festivalin gerçek-
leşmesinde büyük payı olan biri
var; Avustralya'nın Türkiye
Büyükelçısi David Evans, festi-
val için Avustralya hükümeti-
nin desteğini sağladı. Tatil için
Istanbul'da bulunan sayın bü-
yükelçi. görüşme isteğimizi geri
çevinruyor. Boğaz'da, son de-
rece sade döşenmiş konutunda
çay ve sempatiyle karşılanıyo-
ruz. Evans, son derece neşeli,
nüktedan ve sanat seven bir
diplomat. Avustralya Film Fes-
tivali'nin direktörleri Catberine
Simpson ve Bruce Jeffreys'in de
zaman zaman katıldığı bir soh-
bete girişiyoruz:
-Yaklaşık 17 milyon nüfuslu
Avustralya'da 80 bin kadar
Türk \ası\or. Ülkenizdeki Türk
tfepluluğunun, bir azınlık olarak
Avustralya külrürii üzerinde her-
hangi bir etkisinden söz edilebilir
mi?
David Evans: Avustralya'da
150 kadar ulus var. Bütün bu
insanlar. Avustralya'ya kendi
geleneklerini, kültürlerini, mü-
ziklenni, danslannı, yemekleri-
ni. edebiyatlannı getirdiler.
Türk toplumu diğerleriyle kar-
şılaşünldığında çok geniş değil.
Avustralya kültürü üzerinde
önemli etkileri olduğu söylene-
mez. Ancak gözlemlediğim ka-
danyla, Avustralya'da, özellik-
le de Sidney ve Melbourne'da
politika, ekonomi. sanat ve kül-
türle ilgili etkinlikleri yürüten
Türkler var.
Türk kültürüne ilgi
Avustralya'nın Uluslararası
Adelaide Festivali Direktörü,
1996 yıbnda "20. yüzyıl sonun-
da din, sanat te kültür" konusu-
nu işlemek istiyor. Konya'daki
Mevlevi topluluklanndan biri-
nin festivale davet edilmesi dü-
şünülüyor. Bu konuda hazırhk
görüşmeleri yapılıyor. Bu da
Avustralya'da Türk sanatına,
kültürüne. müzik ve gelenekle-
rine duyulan ilgiyi gösteriyor.
Australian Multicultural Fo-
undation'ın başkanı Bülent
Hass Dellal, Türk kökenli. Kısa
bir süre önce, 25 yıldır Tür-
kiye'de yaşayan Vedhi ve Hati-
ce Başarın adlı iki Türkün yaz-
dığı "The Turks in Avustralia -
Anıstralya'daki Türkler" adlı
kitap Türkiye'de yayımlandı.
Kitap, geçen yıl Avustralya'da
yayımlanmıştı. 1991 yılında da
Muhteşem Süleyman sergisini
Avustralya'da izledik. Aynca
TRT film ekibi 1993 Kasım ayı-
nda Canberra'daki Avustralya
Savaş Anıtı'nda "Satır Arası"
adlı televizyon programı için
çekimler yaptı.
-Bruce Jefrreys, lstanbul'da
bir Avustralya film festivali öne-
risiyle size geldiğinde ilk tepki-
niz ne oldu?
Evans: Önce Türkiye'de bir
Avustralya film festivali düzen-
leme önerisiyle gelen bu genç
adam da kim, diye düşündüm.
Düşüncelerini dinledikçe. İs-
tanbul Film Festivali'nde görev
aldığından, kentte gösterilen
fılmler hakkında bilgi sahibi ol-
duğunu anladım. Avustralya
film endüstrişi ve îstanbul'da
bir festival için film getirebile-
cek insanlar konusunda sövle-
düzeyde tanındılar.
Catherine Simpson: Bu festi-
val. büyükelçinin desteği ol-
maksızın gerçekleşemezdi. İlk
başvurduğumuz kurum. Dışiş-
leri Bakanlığı'ydı. Bu da hükü-
metin kültürel etkinliklerdeki
rolünün etkisini gösteriyor.
Hükümet desteği, özel kişi ve
kuruluşlann desteğinden önce
geliyor. Hükümet desteğinin
sağlanmış olması bir etkinliği
güvenilir kılıyor.
-İstanbul'daki sinema seyirci-
si hakkında bilginiz var mı?
Bu ay Ankara'da Victoria dö-
nemi kilim sergisi düzenlene-
cek. Gelecek ay da Avustralyalı
piyanist Penelope ThwahesKay-
seri ve Ankara'da birer resital
verecek.
-Kültüre öncelik verdiğinizi
söyleyebilir miyiz?
Evans: Bir büyükelçinin pek
çok önceliği vardır. Bu öncelik-
ler, olumlu olan bütün etkinlik-
leri, ülkeler arası ilişkileri de içe-
rır. Ekonomik ilişkiler kuş-
kusuz önemlidir. Sonra politik
bağlanular. hükümetlerin ba-
sanat etkinliğini aynı oranda
destekliyor. Hükümet, Avust-
ralya Opera ve Balesi gibi ku-
rumlara önemli ölçüde maddi
katkı sağhyor. Ancak hüküme-
tin para harcaması gereken
daha pek çok konu var. Hükü-
metin sanata ayırdığı paranın
miktannı korumak için sanat
dünyasındaki kişilerin çok çaba
harcaması gerekiyor. Hükümet
desteği var. ama onu sürekli kıl-
mak için baskı gerekiyor. Sanat
hiç de ucuz değil.
Bruce: Avustralva'nın bazı
'Avustralya-Türkiye ilişkilerinde bizi bağlayan önemli bir unsur var; 1915
yılında birbirimizle savaştık. Büyükelçiliğin üstlendiği rolün daha
pek çok yönü var. Kültürel ilişkilere yeterince önem verilmediğini
düşünüyorum. Yalnızca ekonomik ilişkileri önemli görme gibi bir eğilim
var. Oysa kültürel ilişkiler, yaşamın niteliğini oluşturan
unsurlar da ekonomik ilişkiler kadar önemli' diyor
Avustralya 'nınTürkiyeBüyükelçisiDavid Evans.
Büvükelçi David Evans, Avustralya Film Festivali direktörlerinden Catherine Simpson
ve Bruce Jefferys ile birlikte. (Fotoğraflar: DEVRİM BARAN)
diklerini dinledim. Neden dene-
meyelim diye düşündüm. Onla-
ra, başlangıç için başkanlığını
yürüttüğüm Kültürel İlişkiler
Fonu'ndan destek sağlayabile-
ceğimizi ve sponsor aramak ge-
rektiğini söyledim. lstanbul'da
bir sinema bulundu. Bence bu
doğru bir karardı.
Avustralya film endüstrişi
uzun, neredeyse 100 yıllık, inişb"
çıkışlı bir geçmişe sahip. Son
20-30 yıldır Avustralya fılmleri
uluslararası alanda çok iyi bir
duruma geldi. Eskiden yaban-
cılann, filmlerimizle ilgilenece-
ğini düşünmezdik. Ancak film-
lerimizin ödüller kazanmasın-
dan sonra Avustralyalı oyun-
cular ve yapımalar uluslararası
Evans: Birkaç aydır burada-
yım. Her gün gazetelerde gör-
düğüm kadanyla Türkiye'de
pek çok film gösteriliyor. Belkı
biz de Avustralya'dan fılmler
getirebiliriz. Bu da Türkiye'de
insanlann, ülkemiz ve Avust-
ralya film endüstrişi hakkında
daha fazla bilgi sahibi olmasını
sağlar.
-Yalnızca üç aydır bura-
dasuuz. Türkiye'dekİ sanat etki-
nliklerini izleme fırsatı bulabildi-
nizmi?
Evans: Hayır, henüz fırsat
bulamadık. Ancak önümüzde-
ki aylarda kültürel etkinliklere
katılacağımızı umuyorum.
Aslında Türkiye'ye Avustral-
ya'dan etkinlikler getiriyoruz.
kanlan arasındaki temaslar...
Ve tabii Avustralya-Türkiye
ilişkilerinde bizi bağlayan
önemli bir unsur var; 1915 yı-
lında birbirimizle savaştık. Bü-
yükelçiliğin üstlendiği rolün
daha pek çok yönü var. Kültü-
rel ilişkilere yeterince önem ve-
rilmediğini düşünüyorum.
Yalnızca ekonomik ilişkileri
önemli görme gibi bir eğilim
var. Oysa kültürel ilişkiler. ya-
şamın niteliğini oluşturan un-
surlar da aynı ölçüde önemli.
-Avustralya'da sanat \e kültü-
re devlet desteği ne ölçüde ger-
çeklesiyor?
Evans: Hükümetin büyük bir
parasal desteği var. Ancak özel
kuruluş ve kişiler de her türlü
eyaletlennde sigaradan kesileh
vergilerden elde edilen gelir. şa-
natsal etkinliklere aynhyor. Ör-
neğin bu yıl Avustralya Film
Komisyonu'nun bütçesi 8 mil-
yon dolar. Bunun 2 milyonu
hükümetten. Geri kalan 6 mil-
yon ise sigaradan kesilen vergi-
lerden.
-Ünlü Sidney Operası'ndan
biraz söz edebilir miyiz?
Evans: Sidney Operası dün-
yanın en büyük binalanndan
biri. Opera, bale. müzik ve film
gösterisi için çok amaçlı olarak
kullanılıyor. Avustralya Ope-
rası, gösterilerini orada gerçek-
leştiriyor. Avustralya Operası,
bu yıl Edinburg Festivali'ne ka-
tıldı. Sanınm festivalde en iyi
performans ödülünü kazandı-
lar. Shakespeare'in "The Mid-
summer's Night Dream-Bir Yaz
Gecesi Rüvası"nı sergilediler.
-Avusrral\a Operası uluslara-
rası nitelikte bir kurum. Sanat
kummlarınızı dünyaya nasıl ta-
mtıyorsunuz?
Evans: Evet sanınm Avust-
ralya Operası'run böyle bir nite-
liği var. Pek çok opera toplulu-
ğu gibi uluslararası etkinlikler-
de yer alıyorlar. Avustralya ba-
lesi dünyanın pek çok yerinde
gösteriler gerçekleştirdi. Sanat
kurumlanmıza fon aynhyor.
Yurtdışından davetler alıyor-
lar. Resmi radyo kanalı Avust-
ralian Broadcasting Commissi-
on. her yıl Avustralya'ya ulus-
lararası sanatçılan davet edi-
yor. Bu kez Avustralya Film
Festivali'nin direktörleri Cat-
herine Simpson ve Bruce Jeff-
reys'e dönüyoruz.
-Bu festival, Avustralya-Tür-
kiye ortak yapımlarının yolunu
açacak mı?
Jeffrejs: Sanınm belgeseller
için bu mümkün olabilecek.
Çanakkale Belediye Başkanı-
yla bu konuyu görüştük.
Avustralya ve Türkiye'nin Ge-
libolu konusunda bir ortak
yapım gerçekleştırmesi konu-
sunda istekli. Belgesellerin ma-
liyeti bir ortak yapımı olanaklı
kılıyor. Türkiye'de devletin si-
nema için ayırdığı fonun yeter-
sizliği yüzünden uzun metrajlı
fılmler için bunu söyleyemem.
Avustralya, mali sorunlar yü-
zünden ortak yapım açısından
çok deneyimli. Fransa. Alman-
ya, Kanada ve İngiltere'yle or-
tak yapımlar gerçekleştirildi.
Türkiye'de üretim maliyeti da-
ha düşük. Yüksek nitelikte tek-
nik olanaklar, Türk film en-
düstrişi için çok pahalı. Altyapı
maliyetini paylaşan bir ortak
yapımın Türk film endüstrişi
acısından çok daha fazla başan
şansı var. Ortak vapımlarla
Türk filmlerinin uluslararası
alanda daha fazla şansı olabilir.
Ülkenizde Türk fılmleri salon
bulmakta güçlük çekiyor. Türk
fılmleri yurtiçinde ve yurtdışın-
da satılabilir hale gelmeli. Or-
tak yapım konusunda dene-
yimli bir ortakla başan şansı ar-
tabılir sanınm.
Göçmenlerin sorunları
Avustralya Film Festivali'-
nde yer alacak fılmler farklı et-
nik kökenlerden gelen. çoğu ilk
ya da ikinci yönetmenlik dene-
melerini gerçekleştiren yönet-
menlerin filmleri. Ancak Jane
Campion ve Paul Cox gibi ta-
nınmış yönetmenlerin fılmleri
de var. Filmlerin çoğu başka ül-
kelerden Avustralya'ya gelen
ve bunun zorluklannı yaşayan
insanlann sonınlannı ele alı-
yor.İstanbul'daki festivalin ar-
dından Çanakkale'de de bir
Avustralya Film Festivali dü-
zenleniyor. Sponsorluğunu
Avustralya şirketi TNT'nin
üstlendiği festivalden elde edi-
len gelir. Gelibolu'nun ağaçlan-
dınlması için kullanılacak.
Genefnin Evleri
Jean Genet'nin evlerle başının hiç hoş olmadığı bili-
nir. Evlilik dışı bir ilişkiden doğup kimsesizler yurduna
bırakılmasını bir yıkım gibi görmez hiçbir zaman; hiç
kuşkusuz, değişik bir doğumdur, ama ötekilerden daha
ürpertici değildir. Dahaonyaşlarında, ineklerini güttüğü
köylülerce hırsızlıklasuçlanması üzerine, çocuk hapisa-
nesine konulması da öyle. Nerdeyse doğal ortamında
bulur kendini. Dilimize yeni çevrilen Gülün Mucizesi'-
nde anlatılan öykünün büyük oranda kendi öyküsü oldu-
ğu doğruysa, burada en güzel düşlerini en azgın suçlu-
ların kapatıldığı hapisaneler süsler. Ne olursa olsun,
"anaca" bir şeyler vardır hapisanelerde, onları yaşa-
mında gördüğü "en rahat" ve en güvenli yerler olarak
niteler. Amsterdam'ın, Paris'in, Berlin'in, Barselona'nın
"sıcak" sokaklarından da yakınmaz ya Genet'nin hapi-
saneden sonra en çok rahat ettiği yer oteldir. Yaşamının
bu derin yönelimine uygun olarak gözlerini Paris'te bir
otel odasında yumar; daha doğrusu, son yıllarda çok sık
işittiğimiz bir deyişle, "ölü olarak" bulunur. Eve gelince,
hayır, Genet'nin yaşamında eve yer yoktur. Son yapıtı
Un Captif amoureux'de (Bir Tutkun Tutsak) anlatır: Filis-
tin'de, birine bir evi göstererek güzel oldugunu söyleyip
de isterse altı aylığına kendisine kiralanabileceği yanıtı-
nı alınca, ev hemen o dakikada kararıp kirleniverir gö-
zünde.
Gene de, dilin, usun ve yüreğin tansıklarıyla, yer yer
okuru haykırtacak kadar derinleşen çok güzel kitapta ev
izleği oldukça önemli bir yer tutar, izleğin odağında da
yazarın, birkaç gün kalmak üzere gidip de tam iki yıl sü-
resince devrimcilerinin yaşamını paylaştığı, sonra ara-
da bir geri döndüğü, sonra da, bunca yıllık bir suskunlu-
ğun ardından, tüm bu gidiş gelişlere ilişkin gözlemler-
den oluşan bu koca kitabı yazdığı Filistin'de, Suriye
sınırı yakınlarındaki irbid'de gördüğü bir küçük ev yer
alır: Hamza'nın evi.
Çok mu güzeldir? Hayır, derme çatma bir gecekondu-
dur yalnızca. Çok mu oturmuştur? Gene hayır, topu topu
bir gece kalır. Dostları, yoğunlaşan saldırılar nedeniyle
otelde kalmasını tehlikeli bulur, Hamza'dan onu bir ge-
celiğine evinde yatırmasını isterler. Hamza yirmi yaşın-
da bir savaşçıdır, o gece de görevi vardır, "Benim yata-
ğımda yatar " diyerek, alıp evine getirir yaşlı adamı. Ge-
net'nin çok yetersiz Arapçası doğru dürüst iletişim kur-
malarına el vermez, ama Hamza'nın annesi ona ra-
mazan ayında güpegündüz yemek çıkarır. Sonra Ham-
za silahını alıp gider, Genet odasına çekilir Gecenin bir
saatinde, kapının iki kez vurulduğunu işitir, Arapça "Gi-
rin"demesini bilmediğinden, yanıt vermez, ama kirpik-
lerinin arasından, Hamza'nın annesinin, elinde bir tep-
siyle odaya girip "gün ortasında bir körün devinimleri-
ninkesinliğiyle" baş ucuna birfincan Türk kahvesi ve bir
bardak su bırakıp çıktığını görür. Bir süre sonra, kadın
tepsiyi almaya geldiğinde, Genet bunun bir alışkanlık ol-
duğunu, bu tepsinin böyle her gece Hamzaya geldiğini
anlamıştır, ama doğduğu günden beri bu kadın bu kah-
veyi her akşam kendisine getiriyormuş gibi bir duygu
uyanır içinde. Kendisinden gençtir kadın, ama o anda,
Hamza'nın annesi kalırken, onun da annesi olmuştur.
Genet böyledir, olmayacak anneler bulur hep kendine,
Amerika'da, Kara Panterler arasında kaldığı dönemde,
bir grip nedeniyle kendisine doktor çağırmakta dıreten
dağ gibi zenciye de "Sen benim annemsin"der.
Ama Irbidli anne de, irbid'deki ev de başkadır. Genet
ertesi gün Filistin'den ayrılır. ancak İrbid'deki evde ge-
çirdiği gece onun "kişisel ve portatif" gecesidir, düşün-
celerinde durmadan döner buraya, yıllarca döner, yıllar
sonra gerçekten de döner. Koşullar çok değişmiştir,
Hamza yoktur, Hamza'nın annesi de kendisini anımsa-
mış gibi görünmez, ama ilk gelışin öyküsü gibi son geli-
şin öyküsü de kitabın en güzel sayfaları arasında yer
alır. En sonunda, beş yüz dördüncü sayfada, kitap da İr-
bid'deki küçük eve yeni bir dönüşle kapanır: "Bu devri-
min ötekilere ne denli benzemediğini anlamak için elim-
den geleni yaptım, bir bakıma anladım da, ama ondan
bana kalan, İrbid'deki şu bir gece uyuduğum küçuk evle
sürekli olarak o geceyi gerçekten yaşayıp yaşama-
dığımı bilmeye çalıştığım on dört yıl olacak. Kitabımm
bu son sayfası saydam."
Hiç kuşkusuz, Bir Tutkun Tutsak'\n en güzel oluntula-
rından biri de Genet'nin Türkiye'dekİ evinin öyküsü.
Her türlü kötülüğün ozanı olarak bilinen "ermiş" Ge-
net, 70liyıllarınbaşlarında,sevgili "fecWay/n"leriarası-
na dönmeden, biraz da Istanbul ve Antakya'da oyalan-
mak üzere Türkiye'ye geldiği zaman, iyelik eğilimine
karşı öyle bir savaş vermiştir ki, yaşamındaki nesneleri
yalnızca üzerinde bulunan giysilere indirgemiş, kalem-
lerini kırmış, kağıtlarını yırtıp atmıştır. Ancak kendisi hiç-
bir zaman söylemez, belki ayrımına da varmaz ya, gel-
diği ülke bir iyelik cennetidir, iyeliklerin en hası da konut
iyeliğidir. Gerisini kestirebilirsiniz: Tıpkı şarkıdaki gibi,
bir gece, ansızın, bir evdir sızıverir Genet'nin içine; için-
de oturduğu, dolaştığı, penceresinden denize, denizde
de uzaktan uzağa Kıbrıs Adasına baktığı bir ev. Şöyle
bir görünmekle de kalmaz, hep içindedir artık. Üstelik,
koridorları, odaları. aynaları, eşyaları. bahçesinde erik
ağaçlarıyla, Türkiye doğumlu ev gelışir de gelişir; öyle
gelişir, öyle yerleşir ki. tüm eşyasını tek bir giysiye indir-
gemiş olan Genet, olmayan evin pencereleri önünde
uzanan uçsuz bucaksız görünümü bile kendi malı gibi
görmeye başlar. Işin kötüsü, Genet Türkiye'den ayrılır,
ev de kendisiyle gelir, bir türlü bırakmaz yakasını. Ama,
öyle anlaşılıyor ki, iyelik tutkunları için nasıl çare tüken-
mezse, özgürlük tutkunları için de tükenmez: Genet ken-
disi yerine genç bir Arab'a bir ev yaptırtarak kurtulur iş-
kenceden.
Çözümü beğenmeyebilirsiniz, ama ispanya'da şato-
lar kurmaktan da, Amerika'da villalar almaktan da daha
soylu oldugunu yadsıyamazsınız.
Woolfüzerineyeni biyografi
Kültür Servisi - Virginia VV'oolfun Kanadalı
profesör James King tarafından yazılan yeni bir
biyografisi yayımlandı. Yazann biyografisi
daha önce Hermione Lee ve Mitcheü A. Leaska
tarafından yaalmıştı.
VVoolf un Quentin Bell tarafından yazılan ve
1972 yılında yayımlanan ilk biyografisinde ro-
manlanndan pek fazla söz edilmemişti. Ancak
günlükler ve mektuplarla zenginleştirilmiş bir
kitaptı bu.
King, VVoolf un yapıtlanna en fazla yer veren,
'en yazmsal' biyografisini yazdığmı iddia ediyor.
Aslında King'in kitabını öncekilerden ayıran,
Woolf un yaşamında cinselliğin yerini, fıziksel
soğukluğunu ve kadınlara duyduğu ilgiyi sorgu-
laması. King, VVoolfun kafasında cinsellikle
ölüm arasında bir bağlanu kurduğunu düşünü-
yor.
Örneğin diğer kadınlara bağlıbğmı, özellikle
de Vita Sackville-VVest'le ilişkisini, annesinin er-
ken ölümüne bağbyor. Kitabmda aynca Vita'-
nın kocasına yazdığı ve Virginia ile ilişkisini iti-
raf ettiği bir mektuptan da alıntılar yapıyor.
James King, Virginia VVoolfun sanatının do-
ğasını, erkeklerin kendisini onlardan uzaklaştı-
ran özelliklerine bir tepki ölarak niteliyor.
King'e göre, Woolf 'kadınsı tümcelerini' erkek
zihninin biçımlendirdiği bir söyleme yerleştir-
meye, 'Mrs. Dallovvay', 'Mrs. Ramsay' karakter-
lerinde olduğu gibi güçlü kadınlar yaratmaya
çahşıyordu. Ancak King, her ne kadar bir kadın
olarak ağır darbeler yemiş olsa da Virginia'yı
'kaybeden' biri olarak yânsıtrruyor. Onu coşku-
lu, cesur. zeki ve iyi huylu bir kadın olarak tanıtı-
yor. King'in gözünde, Virginia tarüşmasız bir
'kadın kahraman'.
Kitapta yazann dostlan, akrabalan, ilişkileri,
yaşadığı evler ve hatta ziyaret ettiği yerler de an-
laülıyor. Gençliğinde çok güzel olan. geleneksel-
likten uzak bir yaşam biçimi benimsemesine
karşın hep güçlü ve güvenilir bir kadın olarak
kalan Vanessa'nın aynntılı bir portresine yer ve-
riliyor.
Woolfun bir başka arkadaşı, besteci Ethel
Smyth'den söz ediliyor.
King, Virginia'nın intihanndan hayranlıkla
söz ediyor. Onun ihtihar düşüncesini sakin bir
biçimde ölçüp biçtiğini ve son karannı da yine
sakin bir biçimde verdiğini gösteriyor.
Woolf, en iyi romanlan olarak nitelenen 'Mrs.
Dallovay', 'To The Lighthouse' ve 'The Wawes'-
de içtenlikle başansızlığa değinmesine karşın, üç
roman da cesaret ve utku üzerine çok dokunaklı
ifadelerle sona eriyor. King'in kitabı VVoolfun
yaşamını aynı yönde ilerleyen bir bütün olarak
gözler önüne seriyor.
AykınyönetmenLindsay Anderson öldü
Anderson , 1968'de İf...' setindeMakolm McDovveflia.
Kültür Servisi - Savaş sonrası İngiliz sine-
masının en önemli yönetmeni olarak nitelenen
Lindsay Anderson. tatil için gittiği Fransa'da 71
yaşında öldü. Geçerli olan toplum kurallanna
ve İngiliz geleneğinin sınıf bilincine karşı ol-
masıyla tanınan sinema ve tiyatro yönetmeni
kural tanımayan filmlerçekmişti.
196O'lı ve 70'li yıllarda 'asi sinemacı' olarak
isım yapan Anderson, 1969-1975 arasında Ro-
yal Court Theatre'da sanat yönetmenliği yaptı.
Birkaç filmde oyunculuğu da deneyen sanatçı,
1981 yılında 'Chariots of Fıre-Ateş Arabalan"
nda Cambridge'de görev yapan bir öğretmeni
canlandırmıştı. Anderson"ın kavgaa mizacı ve
uzlaşmaya kesinlikle karşı olması çok az film
yapmasına neden oldu. Ahlak düzeyi yüksekti
ve saldırgan bir biçimde herkese tepeden ba-
kardı. Zor bir adam olmasına karşın, ondan
hoslananlarçoktu.
• Iskoçyalı olan Anderson 1923"de doğdu.
Oxford'da eğitim görürken üç ayda bir ya-
yınlanan ve yayını 1947'dcn 1952'ye dek süren
'Sequence' adlı bir sinema dergisi çıkardı. Bu
dergide daha sonra fılmlerini dayandıracağı es-
tetik ve toplumsal değerleri benimsedi. Eleştir-
men olarak sert ve etkiliydi. Hitchcock'un
Amerikan fılmlerini kötüledi. Belgeseller çe-
ken Humphrey Jennings'in ve 1981 yılında
hakkında bir kitap yayınladığı John Ford'un
filmlerine tapıyordu. David Lean tarafından
temsil edilen ticari İngiliz sinemasından ise nef-
ret ediyordu. Anderson'm 1957 yılında 'Sight
and Sound'da yayınlanan ve politik vaatlerde
bulunan sinema üretme çağnsında bulunduğu
bir yazısı İngiltere'de sinema konusunda bugü-
ne dek yazılan en etkili yazı olarak kabul edili-
yor. Kendini belgeseller çeken bir yönetmen
olarak yetiştiren Anderson. Tony Richardson,
Karel Reisz ve başkalanndan oluşan bir grup
kurdu. Çektikleri belgeseller pek başanlı bulun-
masa da. Anderson'ın daha sonra çektiği sine-
ma fılmleri acısından iyi bir deneyim oldu. İlk
sinema filmi ise 1963'te gerçekleştirdiği 'This
Sporting Ufe' ticari açıdan tam bir başansızlığa
uğradı. Ticari filmleryapmayı reddeden Ander-
son. kendini Royal Court Theatre'a girdi ve
sonraki 5 yıl boyunca hiç film yapmadı. 1968
yılında. öğrenciler barikatlann ardında yerleri-
ni aldıklannda ve havada isyan' kokusunun ol-
duğu bir sırada Anderson'm *If...' filminin gös-
terime girmesi bir rastlantıydı. Bu filmi *O
Lucky Man!' izledi. Anderson'm ilk aşkı tiyatro
yönetmenliğiydi. Oyunculuk bilgisi de film se-
tinde kendisine çok yararlı oluyordu.