27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6EYLÜL1994SALI CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 Avustralya Film Festivali'nin düzenlenmesine önciüük eden Büyükelçi David Evans: ALEVnLAR TAHSİN YÜCEL Hükümetin sanata ayırdığı paranın miktannı korumakiçin sanat dünyasındaki kişilerin çok çaba harcamasılazım. Hükümet desteği var ama onu sürekli kılmak için baskı gerekivor... Kültürelilişkileryaşamınniteliğidir GAMZE VARIM Önümüzdeki ekim ayında İstanbullu sinemaseverleri bir şölen bekliyor: 8-13 ekim tarih- leri arasında Alkazar Sine- ması'nda izlenebilecek olan Avustralya Film Festivali. Avustralya kültürünü çeşitli yönleriyle yansıtan filmleri Türk sinema izleyicisiyle buluş- turacak olan festivalin gerçek- leşmesinde büyük payı olan biri var; Avustralya'nın Türkiye Büyükelçısi David Evans, festi- val için Avustralya hükümeti- nin desteğini sağladı. Tatil için Istanbul'da bulunan sayın bü- yükelçi. görüşme isteğimizi geri çevinruyor. Boğaz'da, son de- rece sade döşenmiş konutunda çay ve sempatiyle karşılanıyo- ruz. Evans, son derece neşeli, nüktedan ve sanat seven bir diplomat. Avustralya Film Fes- tivali'nin direktörleri Catberine Simpson ve Bruce Jeffreys'in de zaman zaman katıldığı bir soh- bete girişiyoruz: -Yaklaşık 17 milyon nüfuslu Avustralya'da 80 bin kadar Türk \ası\or. Ülkenizdeki Türk tfepluluğunun, bir azınlık olarak Avustralya külrürii üzerinde her- hangi bir etkisinden söz edilebilir mi? David Evans: Avustralya'da 150 kadar ulus var. Bütün bu insanlar. Avustralya'ya kendi geleneklerini, kültürlerini, mü- ziklenni, danslannı, yemekleri- ni. edebiyatlannı getirdiler. Türk toplumu diğerleriyle kar- şılaşünldığında çok geniş değil. Avustralya kültürü üzerinde önemli etkileri olduğu söylene- mez. Ancak gözlemlediğim ka- danyla, Avustralya'da, özellik- le de Sidney ve Melbourne'da politika, ekonomi. sanat ve kül- türle ilgili etkinlikleri yürüten Türkler var. Türk kültürüne ilgi Avustralya'nın Uluslararası Adelaide Festivali Direktörü, 1996 yıbnda "20. yüzyıl sonun- da din, sanat te kültür" konusu- nu işlemek istiyor. Konya'daki Mevlevi topluluklanndan biri- nin festivale davet edilmesi dü- şünülüyor. Bu konuda hazırhk görüşmeleri yapılıyor. Bu da Avustralya'da Türk sanatına, kültürüne. müzik ve gelenekle- rine duyulan ilgiyi gösteriyor. Australian Multicultural Fo- undation'ın başkanı Bülent Hass Dellal, Türk kökenli. Kısa bir süre önce, 25 yıldır Tür- kiye'de yaşayan Vedhi ve Hati- ce Başarın adlı iki Türkün yaz- dığı "The Turks in Avustralia - Anıstralya'daki Türkler" adlı kitap Türkiye'de yayımlandı. Kitap, geçen yıl Avustralya'da yayımlanmıştı. 1991 yılında da Muhteşem Süleyman sergisini Avustralya'da izledik. Aynca TRT film ekibi 1993 Kasım ayı- nda Canberra'daki Avustralya Savaş Anıtı'nda "Satır Arası" adlı televizyon programı için çekimler yaptı. -Bruce Jefrreys, lstanbul'da bir Avustralya film festivali öne- risiyle size geldiğinde ilk tepki- niz ne oldu? Evans: Önce Türkiye'de bir Avustralya film festivali düzen- leme önerisiyle gelen bu genç adam da kim, diye düşündüm. Düşüncelerini dinledikçe. İs- tanbul Film Festivali'nde görev aldığından, kentte gösterilen fılmler hakkında bilgi sahibi ol- duğunu anladım. Avustralya film endüstrişi ve îstanbul'da bir festival için film getirebile- cek insanlar konusunda sövle- düzeyde tanındılar. Catherine Simpson: Bu festi- val. büyükelçinin desteği ol- maksızın gerçekleşemezdi. İlk başvurduğumuz kurum. Dışiş- leri Bakanlığı'ydı. Bu da hükü- metin kültürel etkinliklerdeki rolünün etkisini gösteriyor. Hükümet desteği, özel kişi ve kuruluşlann desteğinden önce geliyor. Hükümet desteğinin sağlanmış olması bir etkinliği güvenilir kılıyor. -İstanbul'daki sinema seyirci- si hakkında bilginiz var mı? Bu ay Ankara'da Victoria dö- nemi kilim sergisi düzenlene- cek. Gelecek ay da Avustralyalı piyanist Penelope ThwahesKay- seri ve Ankara'da birer resital verecek. -Kültüre öncelik verdiğinizi söyleyebilir miyiz? Evans: Bir büyükelçinin pek çok önceliği vardır. Bu öncelik- ler, olumlu olan bütün etkinlik- leri, ülkeler arası ilişkileri de içe- rır. Ekonomik ilişkiler kuş- kusuz önemlidir. Sonra politik bağlanular. hükümetlerin ba- sanat etkinliğini aynı oranda destekliyor. Hükümet, Avust- ralya Opera ve Balesi gibi ku- rumlara önemli ölçüde maddi katkı sağhyor. Ancak hüküme- tin para harcaması gereken daha pek çok konu var. Hükü- metin sanata ayırdığı paranın miktannı korumak için sanat dünyasındaki kişilerin çok çaba harcaması gerekiyor. Hükümet desteği var. ama onu sürekli kıl- mak için baskı gerekiyor. Sanat hiç de ucuz değil. Bruce: Avustralva'nın bazı 'Avustralya-Türkiye ilişkilerinde bizi bağlayan önemli bir unsur var; 1915 yılında birbirimizle savaştık. Büyükelçiliğin üstlendiği rolün daha pek çok yönü var. Kültürel ilişkilere yeterince önem verilmediğini düşünüyorum. Yalnızca ekonomik ilişkileri önemli görme gibi bir eğilim var. Oysa kültürel ilişkiler, yaşamın niteliğini oluşturan unsurlar da ekonomik ilişkiler kadar önemli' diyor Avustralya 'nınTürkiyeBüyükelçisiDavid Evans. Büvükelçi David Evans, Avustralya Film Festivali direktörlerinden Catherine Simpson ve Bruce Jefferys ile birlikte. (Fotoğraflar: DEVRİM BARAN) diklerini dinledim. Neden dene- meyelim diye düşündüm. Onla- ra, başlangıç için başkanlığını yürüttüğüm Kültürel İlişkiler Fonu'ndan destek sağlayabile- ceğimizi ve sponsor aramak ge- rektiğini söyledim. lstanbul'da bir sinema bulundu. Bence bu doğru bir karardı. Avustralya film endüstrişi uzun, neredeyse 100 yıllık, inişb" çıkışlı bir geçmişe sahip. Son 20-30 yıldır Avustralya fılmleri uluslararası alanda çok iyi bir duruma geldi. Eskiden yaban- cılann, filmlerimizle ilgilenece- ğini düşünmezdik. Ancak film- lerimizin ödüller kazanmasın- dan sonra Avustralyalı oyun- cular ve yapımalar uluslararası Evans: Birkaç aydır burada- yım. Her gün gazetelerde gör- düğüm kadanyla Türkiye'de pek çok film gösteriliyor. Belkı biz de Avustralya'dan fılmler getirebiliriz. Bu da Türkiye'de insanlann, ülkemiz ve Avust- ralya film endüstrişi hakkında daha fazla bilgi sahibi olmasını sağlar. -Yalnızca üç aydır bura- dasuuz. Türkiye'dekİ sanat etki- nliklerini izleme fırsatı bulabildi- nizmi? Evans: Hayır, henüz fırsat bulamadık. Ancak önümüzde- ki aylarda kültürel etkinliklere katılacağımızı umuyorum. Aslında Türkiye'ye Avustral- ya'dan etkinlikler getiriyoruz. kanlan arasındaki temaslar... Ve tabii Avustralya-Türkiye ilişkilerinde bizi bağlayan önemli bir unsur var; 1915 yı- lında birbirimizle savaştık. Bü- yükelçiliğin üstlendiği rolün daha pek çok yönü var. Kültü- rel ilişkilere yeterince önem ve- rilmediğini düşünüyorum. Yalnızca ekonomik ilişkileri önemli görme gibi bir eğilim var. Oysa kültürel ilişkiler. ya- şamın niteliğini oluşturan un- surlar da aynı ölçüde önemli. -Avustralya'da sanat \e kültü- re devlet desteği ne ölçüde ger- çeklesiyor? Evans: Hükümetin büyük bir parasal desteği var. Ancak özel kuruluş ve kişiler de her türlü eyaletlennde sigaradan kesileh vergilerden elde edilen gelir. şa- natsal etkinliklere aynhyor. Ör- neğin bu yıl Avustralya Film Komisyonu'nun bütçesi 8 mil- yon dolar. Bunun 2 milyonu hükümetten. Geri kalan 6 mil- yon ise sigaradan kesilen vergi- lerden. -Ünlü Sidney Operası'ndan biraz söz edebilir miyiz? Evans: Sidney Operası dün- yanın en büyük binalanndan biri. Opera, bale. müzik ve film gösterisi için çok amaçlı olarak kullanılıyor. Avustralya Ope- rası, gösterilerini orada gerçek- leştiriyor. Avustralya Operası, bu yıl Edinburg Festivali'ne ka- tıldı. Sanınm festivalde en iyi performans ödülünü kazandı- lar. Shakespeare'in "The Mid- summer's Night Dream-Bir Yaz Gecesi Rüvası"nı sergilediler. -Avusrral\a Operası uluslara- rası nitelikte bir kurum. Sanat kummlarınızı dünyaya nasıl ta- mtıyorsunuz? Evans: Evet sanınm Avust- ralya Operası'run böyle bir nite- liği var. Pek çok opera toplulu- ğu gibi uluslararası etkinlikler- de yer alıyorlar. Avustralya ba- lesi dünyanın pek çok yerinde gösteriler gerçekleştirdi. Sanat kurumlanmıza fon aynhyor. Yurtdışından davetler alıyor- lar. Resmi radyo kanalı Avust- ralian Broadcasting Commissi- on. her yıl Avustralya'ya ulus- lararası sanatçılan davet edi- yor. Bu kez Avustralya Film Festivali'nin direktörleri Cat- herine Simpson ve Bruce Jeff- reys'e dönüyoruz. -Bu festival, Avustralya-Tür- kiye ortak yapımlarının yolunu açacak mı? Jeffrejs: Sanınm belgeseller için bu mümkün olabilecek. Çanakkale Belediye Başkanı- yla bu konuyu görüştük. Avustralya ve Türkiye'nin Ge- libolu konusunda bir ortak yapım gerçekleştırmesi konu- sunda istekli. Belgesellerin ma- liyeti bir ortak yapımı olanaklı kılıyor. Türkiye'de devletin si- nema için ayırdığı fonun yeter- sizliği yüzünden uzun metrajlı fılmler için bunu söyleyemem. Avustralya, mali sorunlar yü- zünden ortak yapım açısından çok deneyimli. Fransa. Alman- ya, Kanada ve İngiltere'yle or- tak yapımlar gerçekleştirildi. Türkiye'de üretim maliyeti da- ha düşük. Yüksek nitelikte tek- nik olanaklar, Türk film en- düstrişi için çok pahalı. Altyapı maliyetini paylaşan bir ortak yapımın Türk film endüstrişi acısından çok daha fazla başan şansı var. Ortak vapımlarla Türk filmlerinin uluslararası alanda daha fazla şansı olabilir. Ülkenizde Türk fılmleri salon bulmakta güçlük çekiyor. Türk fılmleri yurtiçinde ve yurtdışın- da satılabilir hale gelmeli. Or- tak yapım konusunda dene- yimli bir ortakla başan şansı ar- tabılir sanınm. Göçmenlerin sorunları Avustralya Film Festivali'- nde yer alacak fılmler farklı et- nik kökenlerden gelen. çoğu ilk ya da ikinci yönetmenlik dene- melerini gerçekleştiren yönet- menlerin filmleri. Ancak Jane Campion ve Paul Cox gibi ta- nınmış yönetmenlerin fılmleri de var. Filmlerin çoğu başka ül- kelerden Avustralya'ya gelen ve bunun zorluklannı yaşayan insanlann sonınlannı ele alı- yor.İstanbul'daki festivalin ar- dından Çanakkale'de de bir Avustralya Film Festivali dü- zenleniyor. Sponsorluğunu Avustralya şirketi TNT'nin üstlendiği festivalden elde edi- len gelir. Gelibolu'nun ağaçlan- dınlması için kullanılacak. Genefnin Evleri Jean Genet'nin evlerle başının hiç hoş olmadığı bili- nir. Evlilik dışı bir ilişkiden doğup kimsesizler yurduna bırakılmasını bir yıkım gibi görmez hiçbir zaman; hiç kuşkusuz, değişik bir doğumdur, ama ötekilerden daha ürpertici değildir. Dahaonyaşlarında, ineklerini güttüğü köylülerce hırsızlıklasuçlanması üzerine, çocuk hapisa- nesine konulması da öyle. Nerdeyse doğal ortamında bulur kendini. Dilimize yeni çevrilen Gülün Mucizesi'- nde anlatılan öykünün büyük oranda kendi öyküsü oldu- ğu doğruysa, burada en güzel düşlerini en azgın suçlu- ların kapatıldığı hapisaneler süsler. Ne olursa olsun, "anaca" bir şeyler vardır hapisanelerde, onları yaşa- mında gördüğü "en rahat" ve en güvenli yerler olarak niteler. Amsterdam'ın, Paris'in, Berlin'in, Barselona'nın "sıcak" sokaklarından da yakınmaz ya Genet'nin hapi- saneden sonra en çok rahat ettiği yer oteldir. Yaşamının bu derin yönelimine uygun olarak gözlerini Paris'te bir otel odasında yumar; daha doğrusu, son yıllarda çok sık işittiğimiz bir deyişle, "ölü olarak" bulunur. Eve gelince, hayır, Genet'nin yaşamında eve yer yoktur. Son yapıtı Un Captif amoureux'de (Bir Tutkun Tutsak) anlatır: Filis- tin'de, birine bir evi göstererek güzel oldugunu söyleyip de isterse altı aylığına kendisine kiralanabileceği yanıtı- nı alınca, ev hemen o dakikada kararıp kirleniverir gö- zünde. Gene de, dilin, usun ve yüreğin tansıklarıyla, yer yer okuru haykırtacak kadar derinleşen çok güzel kitapta ev izleği oldukça önemli bir yer tutar, izleğin odağında da yazarın, birkaç gün kalmak üzere gidip de tam iki yıl sü- resince devrimcilerinin yaşamını paylaştığı, sonra ara- da bir geri döndüğü, sonra da, bunca yıllık bir suskunlu- ğun ardından, tüm bu gidiş gelişlere ilişkin gözlemler- den oluşan bu koca kitabı yazdığı Filistin'de, Suriye sınırı yakınlarındaki irbid'de gördüğü bir küçük ev yer alır: Hamza'nın evi. Çok mu güzeldir? Hayır, derme çatma bir gecekondu- dur yalnızca. Çok mu oturmuştur? Gene hayır, topu topu bir gece kalır. Dostları, yoğunlaşan saldırılar nedeniyle otelde kalmasını tehlikeli bulur, Hamza'dan onu bir ge- celiğine evinde yatırmasını isterler. Hamza yirmi yaşın- da bir savaşçıdır, o gece de görevi vardır, "Benim yata- ğımda yatar " diyerek, alıp evine getirir yaşlı adamı. Ge- net'nin çok yetersiz Arapçası doğru dürüst iletişim kur- malarına el vermez, ama Hamza'nın annesi ona ra- mazan ayında güpegündüz yemek çıkarır. Sonra Ham- za silahını alıp gider, Genet odasına çekilir Gecenin bir saatinde, kapının iki kez vurulduğunu işitir, Arapça "Gi- rin"demesini bilmediğinden, yanıt vermez, ama kirpik- lerinin arasından, Hamza'nın annesinin, elinde bir tep- siyle odaya girip "gün ortasında bir körün devinimleri- ninkesinliğiyle" baş ucuna birfincan Türk kahvesi ve bir bardak su bırakıp çıktığını görür. Bir süre sonra, kadın tepsiyi almaya geldiğinde, Genet bunun bir alışkanlık ol- duğunu, bu tepsinin böyle her gece Hamzaya geldiğini anlamıştır, ama doğduğu günden beri bu kadın bu kah- veyi her akşam kendisine getiriyormuş gibi bir duygu uyanır içinde. Kendisinden gençtir kadın, ama o anda, Hamza'nın annesi kalırken, onun da annesi olmuştur. Genet böyledir, olmayacak anneler bulur hep kendine, Amerika'da, Kara Panterler arasında kaldığı dönemde, bir grip nedeniyle kendisine doktor çağırmakta dıreten dağ gibi zenciye de "Sen benim annemsin"der. Ama Irbidli anne de, irbid'deki ev de başkadır. Genet ertesi gün Filistin'den ayrılır. ancak İrbid'deki evde ge- çirdiği gece onun "kişisel ve portatif" gecesidir, düşün- celerinde durmadan döner buraya, yıllarca döner, yıllar sonra gerçekten de döner. Koşullar çok değişmiştir, Hamza yoktur, Hamza'nın annesi de kendisini anımsa- mış gibi görünmez, ama ilk gelışin öyküsü gibi son geli- şin öyküsü de kitabın en güzel sayfaları arasında yer alır. En sonunda, beş yüz dördüncü sayfada, kitap da İr- bid'deki küçük eve yeni bir dönüşle kapanır: "Bu devri- min ötekilere ne denli benzemediğini anlamak için elim- den geleni yaptım, bir bakıma anladım da, ama ondan bana kalan, İrbid'deki şu bir gece uyuduğum küçuk evle sürekli olarak o geceyi gerçekten yaşayıp yaşama- dığımı bilmeye çalıştığım on dört yıl olacak. Kitabımm bu son sayfası saydam." Hiç kuşkusuz, Bir Tutkun Tutsak'\n en güzel oluntula- rından biri de Genet'nin Türkiye'dekİ evinin öyküsü. Her türlü kötülüğün ozanı olarak bilinen "ermiş" Ge- net, 70liyıllarınbaşlarında,sevgili "fecWay/n"leriarası- na dönmeden, biraz da Istanbul ve Antakya'da oyalan- mak üzere Türkiye'ye geldiği zaman, iyelik eğilimine karşı öyle bir savaş vermiştir ki, yaşamındaki nesneleri yalnızca üzerinde bulunan giysilere indirgemiş, kalem- lerini kırmış, kağıtlarını yırtıp atmıştır. Ancak kendisi hiç- bir zaman söylemez, belki ayrımına da varmaz ya, gel- diği ülke bir iyelik cennetidir, iyeliklerin en hası da konut iyeliğidir. Gerisini kestirebilirsiniz: Tıpkı şarkıdaki gibi, bir gece, ansızın, bir evdir sızıverir Genet'nin içine; için- de oturduğu, dolaştığı, penceresinden denize, denizde de uzaktan uzağa Kıbrıs Adasına baktığı bir ev. Şöyle bir görünmekle de kalmaz, hep içindedir artık. Üstelik, koridorları, odaları. aynaları, eşyaları. bahçesinde erik ağaçlarıyla, Türkiye doğumlu ev gelışir de gelişir; öyle gelişir, öyle yerleşir ki. tüm eşyasını tek bir giysiye indir- gemiş olan Genet, olmayan evin pencereleri önünde uzanan uçsuz bucaksız görünümü bile kendi malı gibi görmeye başlar. Işin kötüsü, Genet Türkiye'den ayrılır, ev de kendisiyle gelir, bir türlü bırakmaz yakasını. Ama, öyle anlaşılıyor ki, iyelik tutkunları için nasıl çare tüken- mezse, özgürlük tutkunları için de tükenmez: Genet ken- disi yerine genç bir Arab'a bir ev yaptırtarak kurtulur iş- kenceden. Çözümü beğenmeyebilirsiniz, ama ispanya'da şato- lar kurmaktan da, Amerika'da villalar almaktan da daha soylu oldugunu yadsıyamazsınız. Woolfüzerineyeni biyografi Kültür Servisi - Virginia VV'oolfun Kanadalı profesör James King tarafından yazılan yeni bir biyografisi yayımlandı. Yazann biyografisi daha önce Hermione Lee ve Mitcheü A. Leaska tarafından yaalmıştı. VVoolf un Quentin Bell tarafından yazılan ve 1972 yılında yayımlanan ilk biyografisinde ro- manlanndan pek fazla söz edilmemişti. Ancak günlükler ve mektuplarla zenginleştirilmiş bir kitaptı bu. King, VVoolf un yapıtlanna en fazla yer veren, 'en yazmsal' biyografisini yazdığmı iddia ediyor. Aslında King'in kitabını öncekilerden ayıran, Woolf un yaşamında cinselliğin yerini, fıziksel soğukluğunu ve kadınlara duyduğu ilgiyi sorgu- laması. King, VVoolfun kafasında cinsellikle ölüm arasında bir bağlanu kurduğunu düşünü- yor. Örneğin diğer kadınlara bağlıbğmı, özellikle de Vita Sackville-VVest'le ilişkisini, annesinin er- ken ölümüne bağbyor. Kitabmda aynca Vita'- nın kocasına yazdığı ve Virginia ile ilişkisini iti- raf ettiği bir mektuptan da alıntılar yapıyor. James King, Virginia VVoolfun sanatının do- ğasını, erkeklerin kendisini onlardan uzaklaştı- ran özelliklerine bir tepki ölarak niteliyor. King'e göre, Woolf 'kadınsı tümcelerini' erkek zihninin biçımlendirdiği bir söyleme yerleştir- meye, 'Mrs. Dallovvay', 'Mrs. Ramsay' karakter- lerinde olduğu gibi güçlü kadınlar yaratmaya çahşıyordu. Ancak King, her ne kadar bir kadın olarak ağır darbeler yemiş olsa da Virginia'yı 'kaybeden' biri olarak yânsıtrruyor. Onu coşku- lu, cesur. zeki ve iyi huylu bir kadın olarak tanıtı- yor. King'in gözünde, Virginia tarüşmasız bir 'kadın kahraman'. Kitapta yazann dostlan, akrabalan, ilişkileri, yaşadığı evler ve hatta ziyaret ettiği yerler de an- laülıyor. Gençliğinde çok güzel olan. geleneksel- likten uzak bir yaşam biçimi benimsemesine karşın hep güçlü ve güvenilir bir kadın olarak kalan Vanessa'nın aynntılı bir portresine yer ve- riliyor. Woolfun bir başka arkadaşı, besteci Ethel Smyth'den söz ediliyor. King, Virginia'nın intihanndan hayranlıkla söz ediyor. Onun ihtihar düşüncesini sakin bir biçimde ölçüp biçtiğini ve son karannı da yine sakin bir biçimde verdiğini gösteriyor. Woolf, en iyi romanlan olarak nitelenen 'Mrs. Dallovay', 'To The Lighthouse' ve 'The Wawes'- de içtenlikle başansızlığa değinmesine karşın, üç roman da cesaret ve utku üzerine çok dokunaklı ifadelerle sona eriyor. King'in kitabı VVoolfun yaşamını aynı yönde ilerleyen bir bütün olarak gözler önüne seriyor. AykınyönetmenLindsay Anderson öldü Anderson , 1968'de İf...' setindeMakolm McDovveflia. Kültür Servisi - Savaş sonrası İngiliz sine- masının en önemli yönetmeni olarak nitelenen Lindsay Anderson. tatil için gittiği Fransa'da 71 yaşında öldü. Geçerli olan toplum kurallanna ve İngiliz geleneğinin sınıf bilincine karşı ol- masıyla tanınan sinema ve tiyatro yönetmeni kural tanımayan filmlerçekmişti. 196O'lı ve 70'li yıllarda 'asi sinemacı' olarak isım yapan Anderson, 1969-1975 arasında Ro- yal Court Theatre'da sanat yönetmenliği yaptı. Birkaç filmde oyunculuğu da deneyen sanatçı, 1981 yılında 'Chariots of Fıre-Ateş Arabalan" nda Cambridge'de görev yapan bir öğretmeni canlandırmıştı. Anderson"ın kavgaa mizacı ve uzlaşmaya kesinlikle karşı olması çok az film yapmasına neden oldu. Ahlak düzeyi yüksekti ve saldırgan bir biçimde herkese tepeden ba- kardı. Zor bir adam olmasına karşın, ondan hoslananlarçoktu. • Iskoçyalı olan Anderson 1923"de doğdu. Oxford'da eğitim görürken üç ayda bir ya- yınlanan ve yayını 1947'dcn 1952'ye dek süren 'Sequence' adlı bir sinema dergisi çıkardı. Bu dergide daha sonra fılmlerini dayandıracağı es- tetik ve toplumsal değerleri benimsedi. Eleştir- men olarak sert ve etkiliydi. Hitchcock'un Amerikan fılmlerini kötüledi. Belgeseller çe- ken Humphrey Jennings'in ve 1981 yılında hakkında bir kitap yayınladığı John Ford'un filmlerine tapıyordu. David Lean tarafından temsil edilen ticari İngiliz sinemasından ise nef- ret ediyordu. Anderson'm 1957 yılında 'Sight and Sound'da yayınlanan ve politik vaatlerde bulunan sinema üretme çağnsında bulunduğu bir yazısı İngiltere'de sinema konusunda bugü- ne dek yazılan en etkili yazı olarak kabul edili- yor. Kendini belgeseller çeken bir yönetmen olarak yetiştiren Anderson. Tony Richardson, Karel Reisz ve başkalanndan oluşan bir grup kurdu. Çektikleri belgeseller pek başanlı bulun- masa da. Anderson'ın daha sonra çektiği sine- ma fılmleri acısından iyi bir deneyim oldu. İlk sinema filmi ise 1963'te gerçekleştirdiği 'This Sporting Ufe' ticari açıdan tam bir başansızlığa uğradı. Ticari filmleryapmayı reddeden Ander- son. kendini Royal Court Theatre'a girdi ve sonraki 5 yıl boyunca hiç film yapmadı. 1968 yılında. öğrenciler barikatlann ardında yerleri- ni aldıklannda ve havada isyan' kokusunun ol- duğu bir sırada Anderson'm *If...' filminin gös- terime girmesi bir rastlantıydı. Bu filmi *O Lucky Man!' izledi. Anderson'm ilk aşkı tiyatro yönetmenliğiydi. Oyunculuk bilgisi de film se- tinde kendisine çok yararlı oluyordu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle