Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
30AĞUSTOS1994SALI CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 13
EdinburgFestivali'nde sahnelenen 'Ulysses'te Molly Bloom'u canlandıran Eartha Kitt:
Molly'e gereksinim duymuyorum
Kürtür Servtsi - Amerika'da ona tapıyorlar, Bel-
çika'da ondan nefret ediyorlar. Ingiltere'de ise
yalnızca tskoçlar gösterilerini izlemeye gidiyor.
Amerika'da ve Avruna'run bir kısmında ku-
şağının en iyi koreogran olarak nitelenen Mark
Morris ve topluluğunun "L'ADegro, Q Penseroso ed
fl Moderato" adb gösterisi, Ingiltere'de ılk kez
Edinburg Fesüvali çerçevesinde gerçekleştirildi.
Bu prodüksiyon, Hendei'in 17. yüzyıl Ingiliz şai-
ri Milton'ın iki şiirinden yola çıkarak bestelediği
oratoryosunun görsel yorumundan oluşuyor.
"L'Allegro, ü
Penseroso ed ü Mo-
derato"nun biletleri
luzla tûkeniyor. Son
iki yıldır Morris'in
gösteriJeri Edin-
burg'da büyûk ilgj
görüyor.
Morris'in dansını
izleyebilmek için
yüzlerce mıl katede-
rek Edinburg'a ge-
len hayranlan var.
Gösterilerinin mü-
davimleri arasında
yazar Susan Sontag,
besteci John Adams
ve dünyanın en seçi-
ci eleştirmenleri yer
alıyor.
Sanatçımn
karşısında yer alanlar da yok değil. Yenilikçiler
onu "modası gecmiş', Idasık tarzdan yana olanlar
ise 'egzantrik' olarak niteliyorlar.
Morns, Belçika basınına da sık sık konu oluyor.
Dansçı olarak tarzı ortalama Belçikah'nm zevkine
hitap etmiyor. Aynca bazen Belçika Krahcesi'nin
saç biçimini beğenmediğinı belirttiği ya da Belçi-
ka'yı ırk ve cinsiyet aynmcısı olarak nıielediği de-
meçleriyle bu ûlkenin basınında sık sık manşetlere
çduyor. Morris, bir dansçı olarak ilgınç bır egitim-
den geçti. Çocukluğunda Seattle'da flamenco ders-
leri aldıktan sonra, baleye başladı. Daha sonra da
Doğu Avrupa'da Hippilerden oluşan bir topluluğa
katılan Morris, modem, klasik pek çok dans toplu-
luğunda dans etti. Sanatçı, Hendel gibi Barok bes-
tecilerden dans konusunda çok şey öğrendiğini
söylüyor.
Festivalin tiyatro bölümünde, James Joyce'un
ûnlü romanı 'Ulysses'den sahneye aktanlan oyun-
da, ülkemizde belli bir yaşm üzerindeki müzikse-
verlerin yakından tanıdığı şarkıa Eartha Kitt rol
alıyor. Yıllar önce Tûrkiye'ye gelerek 'Katibim'
şarkısını seslendiren sanatçı bugün 66 yaşında.
Oyunculuktan çok şarkıcıliğıyla tanınan Eartha
Kitt'i 1951 yılında Pans'te bir kabarede keşfeden
Orsoo Wefles 'Dr. Faustus'un sahne versiyonunda
oynatmışü. Kitt, 'Ulysses'in kahramanı Leopold
Bloom'un yaşamında baskın bir cinsel gücü temsil
eden kansı MoüV Btoom'u canlandınyor.
Molly'nin erotik bir monoloğu yüzünden 'Uly-
sses'in 1936 yılına dek Ingiltere'de yayınlanması
yasaklanmışü. 'Bilinç akışı' teknığinin kullanıldığı
bu monolog, Molly'nin, evliliğinin ve toplumun
baskılanna karşı dile getırdiği isyanından oluşu-
yor. 196O'lı yıllarda CIA tarafindan "sadisi bir seks
düşkünü' olarak nitelenen Kitt ise Joyce'un yazdı-
klannı hıssettiğini belirtiyor. Herkesin sürekli öz-
gürlüğü aradığını, ama onu ele geçirmerun giderek
daha zorlaştığını söyleyen Kitt, "Ben yaşlandıkça
tophım daha ktsrdavıcı bir hafc geüyor" diyor.
MolK Bloom'un akıl sağlığının smınnda oldu-
ğunu behrten Eartha Kitt. "Hiçbtr zaman kendi
kendine yeterü olduğunu ve yaşamında gerçektetı
kendisini hak eden bir erkek istedigini söyleyeme-
miş" dıyor.
Sanatçı Molly'yi yorumlayışında kendı kişisel
duygulannın büyûk etkisi olduğunu belirterek
"Belki de bu gösteriye özvaşamıından o kadar çok
şey koyacağım ki, somında bütün bunlan dile getir-
mek için Molly'ye gereksinim duymavacağım" dı-
yor.
Edinburg'un tiyatro bölümünde, Robert David
McDonaM'ın îngılizce'ye çevırerek sahneye koy-
duğu Goethe'mn 'Torquato Tasso" adlı oyunu da
yer alıyor.
Oyunun kökeninde klasik bıçemle romantizmin
yeni ruhu arasındaki mücadele yatıyor. Goethe'-
nin Tasso'su kendini yalnız bir dahi olarak görür-
ken, dostlan dahil başka herkesin gözünde yalnı-
zca kendini düşünen bencil biri. Hep doğanın öne-
mi üzenne konuşan Tasso, bıreysel duygulann her
'Ulysses'de Molly Bloom'u
canlandıran Kitt, 'Belki de bu
gösteriye özyaşamımdan o kadar çok
şey koyacağım ki, sonunda bütün
bunlan dile getirmek için Molly'e
gereksinim duymayacağım'diyor.
şeyden önce geldiğine inanıyor.
I780'li yıllarda yaalan 'Tasso'nun bu prodüksi-
yonunda oyuncular çağdaş kostümler ıçınde sah-
neye çıkıyorlar
Irlandalı oyun yazan Synge'in 'Playboy of the
VVestern World' adlı oyunu ise çevikliği ve
ataklığıyla tanınan bir tiyatro topluluğu olan
'Conununkado' tarafmdan sahnelenıyor.
Festivalin müak bölümünde ise Beethoven'ın
'Fidebo' operasına bir gün aynldı. H.C. Robbins
Landoa'ın operayla ilgili konferansıru. 'Fideüo'nun
1805 yılında ortaya çıkan, 'Leonore' adıyla bılinen
ılk versiyonunun ve 1814 yılında aldığı son şeklimn
sunulduğu bir konser ızledi.
Françoise Sagan'ın 20. romanı 'yeryüzündeki en büyük yalnızlık' üzerine
Bilinen ölümcül bir hastalık..KültürServisi -1954"te yayımladığı ilk
romaru "Günayduı Hüzün"den beri hiç
durmadan yazmaya devam eden ünlü
Fransız yazar Françoise Sagan, virminci
romanı "Un Chagrin de Passage"ı yayımladı.
Yazar, romanda öleceğini öğrenen bir
adarnın ilk 24 saatinı anlaüyor.
Aradan gecen yıllar Sagan'ı değiştirmiş.
adeta bir bilgelik kazandırmış. Artık kırk yıl
önce yazdığı romanıyla skandal yaratan genç
kıza pek benzemiyor. "Bu kırkıncı \ılm
kutlanmasından yana değflun doğnısu. Bu,
beni pek gencleştirmiyor" dıyor sanatçı, on
yedı > aşındayken yazdığı "Günaydın Hüzün'-
'ü anımsarİcen. Sagan, o günlerde Paris'in
tüm kitapçılannı dolaşıp kitabının bulunup
bulunmadığını kontrol etmiş "Onu ilk kez
birinin elinde gördüğümde. otobüsteydim.
Kitabımı okuy an bu kadına. gözlerimi
ayımıadan bakıyordum. Bir süre sonra
esnemeye başladı ve kitabı kapattı. Ben de
bemen indhn. Kahramanun Cecile, biriyle
beraberdi, ama ona deli gibi aşık değfldi,
ondan bir çocuk istemi> ordu. evlenmeyi
düşünmüyordu \e acı çekmiyordu. Buna
rağraen cezasını bulmadı. Skandal buydu
sanmm."
Sagan'ın yeni romanında ise belki Cecile'in
biraz yaşlanmış hali olabılecek 'Mathilde'
var. "Hem modem hem eski kafalı nem
hayalperest hem de özgür bir kadın. tçinde iki
kişOik bannduıyor \e istediği herkesi et-
kileyebiliyor."
Bir gün, on yıl önce birlikte olduğu ve o
zamandan beri haberalmadığı Matthieu
Cazavel, Mathilde'in kapısım calar. Bu onlar
için son şanstır, çünkü Matthieu o sabah
akciğer kanseri olduğunu ve altı aylık ömrü
kaldığını öğrenmişür. Bir kansı ve bir metresi
oldTığu halde, çaldığı kapı Mathilde'inkidir.
Françoise Sagan, Matthieu'nün
hissettiklerim, ameh'yat olmadan önce
pankreas kanseri şüphesiyie hastaneye
yatınldığı zaman kendi hissettiklerinden yola
çıkarak yazmış.
Şimdi hastalığuıı yenrniş olan ünlü yazar,
"L'Evenenıent" dergjsinin yeni kitabıyla ilgili
sorulanm yanıtladı:
- Yeni romanuuz hiç size benzerneyen, aa bir
roman...
Yıllardır sadece aşk romanlan yazdığımın
söylenmesinden bıktım. Oysa ki ben,
yalnızlığı ve onu yenmenin tek yolu olan aşkı
yazıyordum. "Un Chagrin de Pasage"a
1989'da başlamıştım, sonra bir süre ara
verdim, gecen yıl tekrar ele aldım. Bunda da
değişen bir şey yok aslında. Yalnızlık üzerine
bir roman. Yeryüzündeki en büyük yalnızlık
üzerine: Ölümcül bir hastalık, haber verilmiş
bir ölüm.
- Bugüne kadar pek çok kez ölümle
karşılaşmış bir yazar olarak, sanınm
Matthieu'nün durumunda korkunçolanuı
ölüm değil, onu bilmesi okhığunu dûşü-
nüyorsunuz.
Evet. Dehşet venci olan sadece bilmek değil,
daha da kötüsü bunun icinizde taşıdığınız bir
şey yuzünden olacağını hissetmek. Sankı
kendinjzde beslediğıniz bır hayvan gibi.
- Monrparnasse'da bir cafede, Matthieu
tuvalete gjrip soyunuyor \e elini 'kendisini yok
etmekte, guneşı, rüzgan, güzelliklen,
geçmişini ve geleceğini elinden almakta olan
aamasız böceğin' olduğu yere koyuyor...
Matthieu daha genç. 40 yaşında. Her zaman
ona sadık kalmış. dostu olmuş bu bedenin
kendisi için aniden bir düşman, bir tehdit
halini almasını nasıl kabul edebilir ki? Trafik
kazası, anlık birşeydir. Ama kanser,
ihanettir. Bir keresinde, pankreas kanserine
yakalanmamdan şüphe edilmişti.
Doktorum, bu konuda kötümser
konuşuyordu. Ona, eğer ameliyat sırasında
kanser olduğum ortaya çıkarsa beni orada
ölüme terk edeceğine, uyandınnayacağına
dair söz verdirdim. Kendime geldikten
sonraki dört saat, hep öleceğimi düşündüm.
Hatta uzun bir hastabk dönemi geçirmeden
ölmem gerektiğini de... Endişeh' değıldim.
Zamanım gelmişti, hepsi bu. Tabü, uzun bir
yolun sonunda kadar gideceğjmeyan yolda
durdurulmak beni biraz üzüyordu... Ama
ölümle çok kez yüz yüze geldım, emin olun ki
hiçbir şey yok. Sadece simsiyah bir boşluk.
- Romanda Matthieu'nün yakın çevresinûı
hastalrğa tepkisi de üzücü. Arkadaşı ilgisiz,
metresi egoist, kansı ise trajik ve sahiplenici.
Ney-se ki Mathilde var.
Bu farklı tepkıler, insan doğasının ne kadar
değişken olduğunu göstenyor. Bütün bunlar,
Matthieu'nün başmagelen felaketeyeni bir
boyut ekliyor: Diğerlerinin ona bakışı ve acı-
ması karşısında kimsenin onu sevmediğini,
özlemeyeceğini anlıyor. Mathilde dışında...
- Siz MatthieuŞü seviyor musunuz?
Onu çekici ve erkeksi buluyorum. Kasıntı,
korkak, dalavereci ve kaba değil.
Günümüzün defolannın pek çoğu yok onda.
- Romanlannızı genellikle ilkbaharda
yayunlardınız. İlk defa eylülde
yaynnlıyorsumız. Yoksa GoncourtÖdülü'nü
almayı mı düşunüyorsunuz?
Şaka mı yapıyorsunuz! Romarum haziranda
çıkacaktı aslında, ama yetışüremedim. Bu bir
rastlantı. Ben oyunun dışındayım. ödülü ne
yapayım ki?
-Bu azin yirminci romaıumz. Hâlâ heyecan ya
da endişe duyuyor musunuz?
Endişe değil, ama heyecan duyuyorum.
Hakkımda çıkan saçma sapan yanlara karşt
tamamen duyarsız bir hale geldim. Ama
kitaplanm hakkındaki yapıcı eleştirilere hala
kırk yıl önceki kadar duyarbyım. Bu
değişmedi.
Françoise Sagan, yeniromanında'Un Chagrinde Passage'da öleceğini öğrenen
bir adamın ilk 24 saatini anlaüyor.
Sinemanın lOO.yaşı
Bergnıan'ın
ençok
etkilendiği
14fılm
GÖTEBORG- (Cum-
huriyet)- Şubat ayında
yapılacak olan Göteborg
Uluslararası Film Festiva-
li'nde, sinemanın 100. yaşı
kudanacak. Bu amaçla
düzenleyiciler, Ingmar
Bergman'dan kendisini en
çok etkileyen 14 fılmi seç-
mesini istediler.
Ünlü yönetmenin
yaptığı listedeki filmlerden
bazılan şunlar: "Circus"-
(Chaplin), "Rashoroon"-
(Kurosavva), "La Strada"-
(Fellini), "Kvarteret Kor-
pen"(Bo Wideberg-tsveç).
Festivalin sorumlulan-
ndan Gunnar Bergdahl'ın
verdiği bilgiye göre, Berg-
man'm seçtiği filmlerin
hepsi özel olarak gösterile-
cek ve aynca kendisinin
"Yaban Çilekleri" adlı fil-
mi de bu programa alına-
cak.
Göteborg Film Festiva-
h. 1895'te Lumiere kardeş-
lerin Paris'teki "Cafe de
Boulevard"da halka ilk
kez film gösterilmesinin si-
nema fılminin doğuşu ol-
duğu görüşünden hareket
ederek. sinema üzerine bir
seminer de düzenleyecek.
Berbn'deki Film Akade-
misi'yle ortak olarak yapı-
lacak seminere katılacak
her Avrupa ülkesi, bir
fîlmle temsil edilecek. Se-
minerin adı, Bfll Forsthe'ın
"Local Hero" adlı fılminin
adını taşıyacak. Bunun ne-
denini Gunnar Bergdahl
şöyle açıkhyor: "Birbirimi-
ze verecek neyimiz olduğu-
nu râstermek önemli bir
şey. Ozgünlüğüyle, yöresel
bağlanOİanyla her rürlü
olumsuz koşullara karşm
başarılı olan filmdir bizîm
aradığımız".
Uluslararası Göteborg
Film Festivali, gelecek yıl
18.kez yapılacak.
"Sanata Evet" Kampanyası 12 Eyliil
günü tüm tiyatrolarda başlatılıyor 12 Eylül^ün izlerine sanat silgisi
ALEMILAR
TAHSEV YUCEL
DT Genel Müdür Vekili Tamer Levent "De-
mokraside sanatın eksikliği 12 Eylül ile daha
iyi anlaşılmıştır"diyor.,
ANKARA (Cumhuriyet Bö-
rosu) - Devlet Tiyatrolan 12
Eylül'ün izlerini sanatla sümeye
hazırlanıyor. Sanata Evet kam-
panyası çerçevesinde, 12 eylül
pazartesi günü başlayacak et-
kinük ile ilgili olarak Devlet Tî-
yatrolan (DT) Genel Müdür
Vekili Tamer Levent, "Bu kam-.
panya ile demokraside sanatın
eksflüiğinin yol açtığı ortamlar
daha iyi anlaşılacak. 12 Eylül ile
de daha iyi anlaşılmıştır " dedi.
Sanatın yeni bir boyut ka-
zanmaması ve kurumsallaş-
maması karşısında demokrasi-
lerde birtakun duraklamalann
yaşandıgına dikkat çeken Le-
vent, "Hiç bir eksikliğin kalma-
masj ve boşhıklarm doldurul-
ması için bu kampanyayı baş-
latıyonız" dıye konuştu. Devlet
Tiyatrolan'run 50 yıldır, tiyatro
sanatıru devlet desteğiyle gün-
demde tuttuğuna değinen Le-
vent, o günden bugüne çok şe-
yin değiştiğıni ve tiyatronun bir
fabrika gibi olduğunu belirtti.
Levent şöyle konuştu: "Tatbi-
kat sahnesinden bugûn 28 sahne-
de hizmet veren bir görünüm
aldık. Yani, 620 sanatçı çalı-
şıyor. Bin 700 teknik eiemanı ve
memunı var. 2 bine yaklaşan
çahşanı ile bir fabrika gibiyiz.
DT yasası bu fabrikay a hitap et-
miyor. Ktsaca, DT yönetiminin
nasıl belirleneceği, il müdürleri-
nin nasıl tayin edileceği, y a da bu
büyüyen yaptda ne gibi öncülük
misyonlan yüklenebilecekleri,
çağdaş, uluslararası alanda yeri-
ni nasıl alabileceği yasada yer
almıvor. Tüm bu olumsuzluk,
yeni boyutları, nasıl daha iyi üre-
tebiliriz düşüncesinden vazgeçi-
remiyor bizi. Dediğim gibi de-
mokraside bir boşluk varsa,
eksikliği gidermek zorunluluğu-
nu yaşıyonız. Ancak, bunlar gö-
zardı edilerek eski yöntemlerle
DT yönetimi belirlenmek isti-
yor."
Açıklamasında, DT'de ya-
pılan seçimlerin bu büyüme
hacmine örnek, çağdaş yö-
netim anlayışına ihtiyaçtan
doğduğunu anlatan Levent.
"Bundan geriye dönmek müm-
kÜM değil" diye ko-
nuştu. Levent. geleceğe hazırbk
yaparken, "Herhangi bir kişinin
ihriraslannı tatrnin etnıek için
genel müdür olmasına da olanak
tanunak söz konusu oiamaz
"dedı. Tamer Levent, "Sanata
Evet" kampanyasının, "siyasi
partiler. işadamian, yurtsever-
İer. din adamlan, sivil topium ör-
gütleri ve sanatçılar tarafmdan,
altşılmts değerlerin bir parça
daha üzerine çıkarabilmenin
tartışması olarak düşünülebile-
ceğjni" de ifade etti.
Arabesk Batı
Yıllar yılı, ha battlılaştık, ha batılılaşıyoruz diye kendi
kendimizi avuttuktan sonra, iyice umudu kesmiştik bu
işten. Batılılaşmaktan geçtik, değişmez ara konumumu-
zu sürdürebileceâimizden bile kuşkuya düşerek "Ceza-
yir mi olacağız, Iran mı?" diye soruyorduk birbirimize.
Oysa tam da umutlarımızın sıfıra düştüğü bu sancılı dö-
nemde, kaşla göz arasında batılı oluvermişiz de haberi-
miz yokmuş. Evet, böyle, benim gibi denemeci ya da öy-
kücüler değil, renkli basınımızın güvenilir "kalemler"\
bildiriyor: Artık bir Avrupa toplumu olmuşuz, bu utkuyu
da yıllarca düşünsek usumuza gelmeyecek iki önemli
etkene, arabesk müzikle televizyon reklamlarına borç-
luymuşuz. Gerçek bir mucize! Ama güzel açıklıyorlar
doğrusu.
Orneğin bu güçlü "kalemlerden" biri, seçkin bir hanı-
mefendi, çağdışı kişilerin fazla düşkün oldukları ayrım-
larla oyalanmadan, kestirme bir manhkla, ilginç bir bile-
şim kuramı atıyor ortaya: En can alıcı yerini "şıkıdım
şıkıdım" sözlerinin oluşturduğu şarkıyla dansediyoruz;
"şıkıdım şıkıdım" alaturkadır, dansetmekse alafranga;
öyleyse ulusça batılıyız. Hadi, bütün eller havaya!
Bir başka '*a/em"imiz, seçkin bir beyefendi, kuramla
uygulayımı birleştirerek kendi yaşamından yola çıkıyor
ve konuya televizyon reklamlarının yaşamımızı güzel-
leştiren bir estetik nesne, bizi eğitip özgürleştiren birer
düşünsel etken olduğunu göstererek giriyor. Böylece,
öğreniyoruz ki, bizim hiç önemsemediğimiz bir sabun
reklamı, yazarımızı, hem de her gösterilişinde yeni baş-
tan, Ege'de ya da Akdeniz'de güzel bir bahçeli eve götü-
rüyor, ağustosböceklerinin türküsünü dinletiyor ona,
hatta umurunda mı artık dünya, politikayı, trafik kazaları-
nı, orman yangınlarını anında unutturuveriyor. Gene öğ-
reniyoruz ki, yazarımız bir başka reklamda "Hiç tanı-
madığınız biri yolda size çiçek verirse" diye başlayan
tümceyi amentü gibi yineliyor ve yapılan her şeyi kendi-
si de yapmak istiyor. Yalnız bu reklamda yapılanları mı?
Hayır, tüm reklam kahramanlarına (Evet, "kahramanla-
r/na"!) özeniyor, kendini ontarın (ama yalnızca erkekle-
rinin) yerine koyuyor, sonunda da içindeki erkeği karşı-
sında görüyor: Ali Desidero, bıçkın, harbi, şıkıdım, ara-
besk ki Allahına kadar. Bu adamı, tanımadıklarına çiçek
veren "kahraman"\a birleştirdiniz mi Doğu-Batı bileşi-
mini şimdiden yakaladınız demektir. Ne olursa olsun,
yazarımız kendisini böyle "hayalden hayale koşturan"
reklamlan çok seviyor, reklamsız bir dünyanın "çok
tatsız, çokkuru, çok yavan" olacağını düşünüyor ve içir>-
de "Ya insanlar artık reklam yapmayacak olurlarsa?"
türünden bir soru belirecek oldu mu kişisel, toplumsal,
varoluşsal, ekinsel ve serbest pazarsal bir "korkuya
kapılıyor."
Evet, biliyoruz, bilim adamlan ve düşünürler, rekla-
mın insanı enzayıf yanından, bilinçaltından yakaladığın-
da birleşirken, yazartmızın onu bilinçle ve istemle yüce
bir sanat ve düşün etkinliği düzeyine yükseltip sunduğu
görüntüleri ülküsel örnekler olarak kendi özel yaşamına
sokması aykırı bulunabilir, akşam sabah hep aynı tekdü-
ze sabun reklamıyla coşmak için fazlasıyla ilkel olmak
gerektiği düşünülebilir. Doğrusunu söylemek gerekirse,
ben de biraz duralamıştım iikin, hatta "Vahşi Batı"dan
söz edildiğini sanmıştım. Ama dikkatle baktığımız za-
man anlıyoruz ki bizim gözden kaçırdığımız bir süreç
söz konusu burada. Yazarımız bir anda "öen"den "biz'-
e, "görüntü"den "ezgi"ye geçerek övünçle açıklıyor
bunu bize.
Böylece öğreniyoruz ki Türkiye, önce Tann'nın yardı-
mı, sonra genç dahilerinin çabalanyla XIX. yüzyıldan
beri ilk kez, olağanüstü bir ritmi yakalamış, Hahz Bur-
han'ın hançeresinin arkasındaki Batı ritmini yakalaya-
rak görkemli bir bireşime ulaşmış ve biz, ulusça batılı-
laşma yolunda en büyük engeli geride bırakmışız. Hiç
şaşmayalım, yazarımız ve benzerleri de öyle birdenbire
değil, yavaş yavaş, gerçek bir açınlama öğesı olduğu
anlaşılan, şu her gördüğüne öykünme tutkusunun yardı-
mıyla varmışlar bu gerçeğe. Başlangıçta, genç sanatçı-
larımızın "Anadolu çizgilerini özgür kılan" özgün ve
arabesk yapıtlarını biraz duralayarak dinlemiş, sonra
çekine çekine gizli gizli kendileri de mırıldanmaya baş-
lamışlar, sonra reklam izleyiciliğinden gelen bir özgü-
venle "Koyuver gitsin!" deyip başlamışlar söylemeye,
sonra bir de bakmışlar ki "görkemli bir koro"nun orta-
sındalar. Işte sonuç: "Kendimizi özgür kıldık, Batı'yla
Türkiye'yi birleştirdik." Işte sonucun sonucu: En hızlı
Mahler'cilerimiz bile Tayfun'dan hoşlandıklarını gizle-
miyorlar, Tayfun'u, TaUıses'i, Tarkan ı, Tllbe yi sevme
özgürlüğüne kavuştular; Burhan Çaçan doğma büyüme
Avrupalı, Cevat Çapan yontulmamış Anadolu köyıüsü.
Kolaylıkla anlaşılacağı gibi, özal'ct düşüngü doğrultu-
sundabirtür "a^nma"yadayazarım(zındeyimiyle, "6a-
sitleşme" söz konusu burada, İnce Memed'in yerini Ali
Desidero'nun, Mahler'in yerini Tatlıses'in alması, tüm
yıkımların kaynağı olan düşünselin her görüldüğü yerde
ezilmesi (düşünsellik çağrışımı yapan sözcükler şarkı-
ları öldürüyormuş!), romanı, şiiri, müziği, felsefeyi bir
türlü sevemeyip de sever ve anlar görünmüş öğrenimli-
nin "Koyuver gitsin!" diyerek gerçek yönelimini bir üs-
tünlük olarak ortaya koyması, kısacası "sivilleşme" de-
dikleri şeyin yeni bir belirtisi söz konusu.
"Bütün bunlann batılılaşmayla ilgisi ne?" mi diyorsu-
nuz? Aman, orasını karıştırmayın. Dünyamız "küresel-
/e$/yor"ve böylesine önemli ulusalkonularda vatanbiz-
den birlik ve beraberlik bekler.
Tarihi eser kaçakçılıgı
• DtYARBAKIR (AA) - Diyarbakır'ın Mardinkapı semti
Fatihpaşa mahallesindekı birkilisedençalınan. Bizansdönemine
ait 37 parça tarihi eser ele geçirildi. Kaldani Kilisesi'nden tarihi
eserlerçalmdığının bildirilmesi üzerine hareketegecen Diyarbakır
Emniyet Müdürlüğü Mali Şube ekipleri. düzenledikleri
operasyonda, Faruk Demirok'u yakaladı. Zanlının sorgulaması
sonucu, tarihi eserleri satın alan Eyüp Diril ile Ural Yapıcıoğlu da
yakalanarak gözaltına alındı. Bizansdönemine ait, Hz. İsa'nm
carmıha gerilmiş bronz heykeli ile Meryem Ana gravürünün de yer
aldığı tarihi eser, Diyarbakır Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.
İFSAK'tan fotoğraf seminerî
•lSTANBUL(Kültür Servisi)-İstanbulFotoğrafve Sinema
Amatörleri Derneği (İFSAK) 73. dönem fotoğraf seminerleri 13
eylülde başlayacak. Deneyimli elemanlar ve tanınmış fotoğrafcılar
tarafmdan verilecek semınerler iki ayn grup halinde calışmalara
başlayacak. Gruplarsab vecumartesi günleri 19.00-21.00 ve
11.00-13.00 saatleri arasında düzenlenecek semineriere
katılacaklar. Seminerlerde fotoğraf tarihi, fotoğraf makinesi, ışık
bilgisi, yardımcı araçlar. kompozisyon ve karanlık oda dersleri
işlenecek.
RTÜKmüzik eserleri sahiplerine
destek çıktı
• AÎVKARA (UBA) - Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK)
radyo ve televizyon yayın kuruluşlanmn büyük bölümünün
yayınladıklan müzik eserlerinın sahiplerine hak bedellerini
ödemediklerinin tespit edildiğini açıkladı. 5846 sayıb Kültür ve
Sanat Eserleri Kanunu'ndan doğan mali hak bedellerinin bir an
önce ödenmesini isteyen RTÜK açıklamasında, "Radyo ve
televizyon yayını yapmakta olan kuruluşlann yükümlülüklerini
bir an önce yerine getirmelerini, aksi halde 33. maddedeki usuller
dairesinde rnüeyyide tatbiki zorunluluğunda kabnacağı hususunu
duyunıruz" denildi.