23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30AĞUSTOS1994SALI CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 EdinburgFestivali'nde sahnelenen 'Ulysses'te Molly Bloom'u canlandıran Eartha Kitt: Molly'e gereksinim duymuyorum Kürtür Servtsi - Amerika'da ona tapıyorlar, Bel- çika'da ondan nefret ediyorlar. Ingiltere'de ise yalnızca tskoçlar gösterilerini izlemeye gidiyor. Amerika'da ve Avruna'run bir kısmında ku- şağının en iyi koreogran olarak nitelenen Mark Morris ve topluluğunun "L'ADegro, Q Penseroso ed fl Moderato" adb gösterisi, Ingiltere'de ılk kez Edinburg Fesüvali çerçevesinde gerçekleştirildi. Bu prodüksiyon, Hendei'in 17. yüzyıl Ingiliz şai- ri Milton'ın iki şiirinden yola çıkarak bestelediği oratoryosunun görsel yorumundan oluşuyor. "L'Allegro, ü Penseroso ed ü Mo- derato"nun biletleri luzla tûkeniyor. Son iki yıldır Morris'in gösteriJeri Edin- burg'da büyûk ilgj görüyor. Morris'in dansını izleyebilmek için yüzlerce mıl katede- rek Edinburg'a ge- len hayranlan var. Gösterilerinin mü- davimleri arasında yazar Susan Sontag, besteci John Adams ve dünyanın en seçi- ci eleştirmenleri yer alıyor. Sanatçımn karşısında yer alanlar da yok değil. Yenilikçiler onu "modası gecmiş', Idasık tarzdan yana olanlar ise 'egzantrik' olarak niteliyorlar. Morns, Belçika basınına da sık sık konu oluyor. Dansçı olarak tarzı ortalama Belçikah'nm zevkine hitap etmiyor. Aynca bazen Belçika Krahcesi'nin saç biçimini beğenmediğinı belirttiği ya da Belçi- ka'yı ırk ve cinsiyet aynmcısı olarak nıielediği de- meçleriyle bu ûlkenin basınında sık sık manşetlere çduyor. Morris, bir dansçı olarak ilgınç bır egitim- den geçti. Çocukluğunda Seattle'da flamenco ders- leri aldıktan sonra, baleye başladı. Daha sonra da Doğu Avrupa'da Hippilerden oluşan bir topluluğa katılan Morris, modem, klasik pek çok dans toplu- luğunda dans etti. Sanatçı, Hendel gibi Barok bes- tecilerden dans konusunda çok şey öğrendiğini söylüyor. Festivalin tiyatro bölümünde, James Joyce'un ûnlü romanı 'Ulysses'den sahneye aktanlan oyun- da, ülkemizde belli bir yaşm üzerindeki müzikse- verlerin yakından tanıdığı şarkıa Eartha Kitt rol alıyor. Yıllar önce Tûrkiye'ye gelerek 'Katibim' şarkısını seslendiren sanatçı bugün 66 yaşında. Oyunculuktan çok şarkıcıliğıyla tanınan Eartha Kitt'i 1951 yılında Pans'te bir kabarede keşfeden Orsoo Wefles 'Dr. Faustus'un sahne versiyonunda oynatmışü. Kitt, 'Ulysses'in kahramanı Leopold Bloom'un yaşamında baskın bir cinsel gücü temsil eden kansı MoüV Btoom'u canlandınyor. Molly'nin erotik bir monoloğu yüzünden 'Uly- sses'in 1936 yılına dek Ingiltere'de yayınlanması yasaklanmışü. 'Bilinç akışı' teknığinin kullanıldığı bu monolog, Molly'nin, evliliğinin ve toplumun baskılanna karşı dile getırdiği isyanından oluşu- yor. 196O'lı yıllarda CIA tarafindan "sadisi bir seks düşkünü' olarak nitelenen Kitt ise Joyce'un yazdı- klannı hıssettiğini belirtiyor. Herkesin sürekli öz- gürlüğü aradığını, ama onu ele geçirmerun giderek daha zorlaştığını söyleyen Kitt, "Ben yaşlandıkça tophım daha ktsrdavıcı bir hafc geüyor" diyor. MolK Bloom'un akıl sağlığının smınnda oldu- ğunu behrten Eartha Kitt. "Hiçbtr zaman kendi kendine yeterü olduğunu ve yaşamında gerçektetı kendisini hak eden bir erkek istedigini söyleyeme- miş" dıyor. Sanatçı Molly'yi yorumlayışında kendı kişisel duygulannın büyûk etkisi olduğunu belirterek "Belki de bu gösteriye özvaşamıından o kadar çok şey koyacağım ki, somında bütün bunlan dile getir- mek için Molly'ye gereksinim duymavacağım" dı- yor. Edinburg'un tiyatro bölümünde, Robert David McDonaM'ın îngılizce'ye çevırerek sahneye koy- duğu Goethe'mn 'Torquato Tasso" adlı oyunu da yer alıyor. Oyunun kökeninde klasik bıçemle romantizmin yeni ruhu arasındaki mücadele yatıyor. Goethe'- nin Tasso'su kendini yalnız bir dahi olarak görür- ken, dostlan dahil başka herkesin gözünde yalnı- zca kendini düşünen bencil biri. Hep doğanın öne- mi üzenne konuşan Tasso, bıreysel duygulann her 'Ulysses'de Molly Bloom'u canlandıran Kitt, 'Belki de bu gösteriye özyaşamımdan o kadar çok şey koyacağım ki, sonunda bütün bunlan dile getirmek için Molly'e gereksinim duymayacağım'diyor. şeyden önce geldiğine inanıyor. I780'li yıllarda yaalan 'Tasso'nun bu prodüksi- yonunda oyuncular çağdaş kostümler ıçınde sah- neye çıkıyorlar Irlandalı oyun yazan Synge'in 'Playboy of the VVestern World' adlı oyunu ise çevikliği ve ataklığıyla tanınan bir tiyatro topluluğu olan 'Conununkado' tarafmdan sahnelenıyor. Festivalin müak bölümünde ise Beethoven'ın 'Fidebo' operasına bir gün aynldı. H.C. Robbins Landoa'ın operayla ilgili konferansıru. 'Fideüo'nun 1805 yılında ortaya çıkan, 'Leonore' adıyla bılinen ılk versiyonunun ve 1814 yılında aldığı son şeklimn sunulduğu bir konser ızledi. Françoise Sagan'ın 20. romanı 'yeryüzündeki en büyük yalnızlık' üzerine Bilinen ölümcül bir hastalık..KültürServisi -1954"te yayımladığı ilk romaru "Günayduı Hüzün"den beri hiç durmadan yazmaya devam eden ünlü Fransız yazar Françoise Sagan, virminci romanı "Un Chagrin de Passage"ı yayımladı. Yazar, romanda öleceğini öğrenen bir adarnın ilk 24 saatinı anlaüyor. Aradan gecen yıllar Sagan'ı değiştirmiş. adeta bir bilgelik kazandırmış. Artık kırk yıl önce yazdığı romanıyla skandal yaratan genç kıza pek benzemiyor. "Bu kırkıncı \ılm kutlanmasından yana değflun doğnısu. Bu, beni pek gencleştirmiyor" dıyor sanatçı, on yedı > aşındayken yazdığı "Günaydın Hüzün'- 'ü anımsarİcen. Sagan, o günlerde Paris'in tüm kitapçılannı dolaşıp kitabının bulunup bulunmadığını kontrol etmiş "Onu ilk kez birinin elinde gördüğümde. otobüsteydim. Kitabımı okuy an bu kadına. gözlerimi ayımıadan bakıyordum. Bir süre sonra esnemeye başladı ve kitabı kapattı. Ben de bemen indhn. Kahramanun Cecile, biriyle beraberdi, ama ona deli gibi aşık değfldi, ondan bir çocuk istemi> ordu. evlenmeyi düşünmüyordu \e acı çekmiyordu. Buna rağraen cezasını bulmadı. Skandal buydu sanmm." Sagan'ın yeni romanında ise belki Cecile'in biraz yaşlanmış hali olabılecek 'Mathilde' var. "Hem modem hem eski kafalı nem hayalperest hem de özgür bir kadın. tçinde iki kişOik bannduıyor \e istediği herkesi et- kileyebiliyor." Bir gün, on yıl önce birlikte olduğu ve o zamandan beri haberalmadığı Matthieu Cazavel, Mathilde'in kapısım calar. Bu onlar için son şanstır, çünkü Matthieu o sabah akciğer kanseri olduğunu ve altı aylık ömrü kaldığını öğrenmişür. Bir kansı ve bir metresi oldTığu halde, çaldığı kapı Mathilde'inkidir. Françoise Sagan, Matthieu'nün hissettiklerim, ameh'yat olmadan önce pankreas kanseri şüphesiyie hastaneye yatınldığı zaman kendi hissettiklerinden yola çıkarak yazmış. Şimdi hastalığuıı yenrniş olan ünlü yazar, "L'Evenenıent" dergjsinin yeni kitabıyla ilgili sorulanm yanıtladı: - Yeni romanuuz hiç size benzerneyen, aa bir roman... Yıllardır sadece aşk romanlan yazdığımın söylenmesinden bıktım. Oysa ki ben, yalnızlığı ve onu yenmenin tek yolu olan aşkı yazıyordum. "Un Chagrin de Pasage"a 1989'da başlamıştım, sonra bir süre ara verdim, gecen yıl tekrar ele aldım. Bunda da değişen bir şey yok aslında. Yalnızlık üzerine bir roman. Yeryüzündeki en büyük yalnızlık üzerine: Ölümcül bir hastalık, haber verilmiş bir ölüm. - Bugüne kadar pek çok kez ölümle karşılaşmış bir yazar olarak, sanınm Matthieu'nün durumunda korkunçolanuı ölüm değil, onu bilmesi okhığunu dûşü- nüyorsunuz. Evet. Dehşet venci olan sadece bilmek değil, daha da kötüsü bunun icinizde taşıdığınız bir şey yuzünden olacağını hissetmek. Sankı kendinjzde beslediğıniz bır hayvan gibi. - Monrparnasse'da bir cafede, Matthieu tuvalete gjrip soyunuyor \e elini 'kendisini yok etmekte, guneşı, rüzgan, güzelliklen, geçmişini ve geleceğini elinden almakta olan aamasız böceğin' olduğu yere koyuyor... Matthieu daha genç. 40 yaşında. Her zaman ona sadık kalmış. dostu olmuş bu bedenin kendisi için aniden bir düşman, bir tehdit halini almasını nasıl kabul edebilir ki? Trafik kazası, anlık birşeydir. Ama kanser, ihanettir. Bir keresinde, pankreas kanserine yakalanmamdan şüphe edilmişti. Doktorum, bu konuda kötümser konuşuyordu. Ona, eğer ameliyat sırasında kanser olduğum ortaya çıkarsa beni orada ölüme terk edeceğine, uyandınnayacağına dair söz verdirdim. Kendime geldikten sonraki dört saat, hep öleceğimi düşündüm. Hatta uzun bir hastabk dönemi geçirmeden ölmem gerektiğini de... Endişeh' değıldim. Zamanım gelmişti, hepsi bu. Tabü, uzun bir yolun sonunda kadar gideceğjmeyan yolda durdurulmak beni biraz üzüyordu... Ama ölümle çok kez yüz yüze geldım, emin olun ki hiçbir şey yok. Sadece simsiyah bir boşluk. - Romanda Matthieu'nün yakın çevresinûı hastalrğa tepkisi de üzücü. Arkadaşı ilgisiz, metresi egoist, kansı ise trajik ve sahiplenici. Ney-se ki Mathilde var. Bu farklı tepkıler, insan doğasının ne kadar değişken olduğunu göstenyor. Bütün bunlar, Matthieu'nün başmagelen felaketeyeni bir boyut ekliyor: Diğerlerinin ona bakışı ve acı- ması karşısında kimsenin onu sevmediğini, özlemeyeceğini anlıyor. Mathilde dışında... - Siz MatthieuŞü seviyor musunuz? Onu çekici ve erkeksi buluyorum. Kasıntı, korkak, dalavereci ve kaba değil. Günümüzün defolannın pek çoğu yok onda. - Romanlannızı genellikle ilkbaharda yayunlardınız. İlk defa eylülde yaynnlıyorsumız. Yoksa GoncourtÖdülü'nü almayı mı düşunüyorsunuz? Şaka mı yapıyorsunuz! Romarum haziranda çıkacaktı aslında, ama yetışüremedim. Bu bir rastlantı. Ben oyunun dışındayım. ödülü ne yapayım ki? -Bu azin yirminci romaıumz. Hâlâ heyecan ya da endişe duyuyor musunuz? Endişe değil, ama heyecan duyuyorum. Hakkımda çıkan saçma sapan yanlara karşt tamamen duyarsız bir hale geldim. Ama kitaplanm hakkındaki yapıcı eleştirilere hala kırk yıl önceki kadar duyarbyım. Bu değişmedi. Françoise Sagan, yeniromanında'Un Chagrinde Passage'da öleceğini öğrenen bir adamın ilk 24 saatini anlaüyor. Sinemanın lOO.yaşı Bergnıan'ın ençok etkilendiği 14fılm GÖTEBORG- (Cum- huriyet)- Şubat ayında yapılacak olan Göteborg Uluslararası Film Festiva- li'nde, sinemanın 100. yaşı kudanacak. Bu amaçla düzenleyiciler, Ingmar Bergman'dan kendisini en çok etkileyen 14 fılmi seç- mesini istediler. Ünlü yönetmenin yaptığı listedeki filmlerden bazılan şunlar: "Circus"- (Chaplin), "Rashoroon"- (Kurosavva), "La Strada"- (Fellini), "Kvarteret Kor- pen"(Bo Wideberg-tsveç). Festivalin sorumlulan- ndan Gunnar Bergdahl'ın verdiği bilgiye göre, Berg- man'm seçtiği filmlerin hepsi özel olarak gösterile- cek ve aynca kendisinin "Yaban Çilekleri" adlı fil- mi de bu programa alına- cak. Göteborg Film Festiva- h. 1895'te Lumiere kardeş- lerin Paris'teki "Cafe de Boulevard"da halka ilk kez film gösterilmesinin si- nema fılminin doğuşu ol- duğu görüşünden hareket ederek. sinema üzerine bir seminer de düzenleyecek. Berbn'deki Film Akade- misi'yle ortak olarak yapı- lacak seminere katılacak her Avrupa ülkesi, bir fîlmle temsil edilecek. Se- minerin adı, Bfll Forsthe'ın "Local Hero" adlı fılminin adını taşıyacak. Bunun ne- denini Gunnar Bergdahl şöyle açıkhyor: "Birbirimi- ze verecek neyimiz olduğu- nu râstermek önemli bir şey. Ozgünlüğüyle, yöresel bağlanOİanyla her rürlü olumsuz koşullara karşm başarılı olan filmdir bizîm aradığımız". Uluslararası Göteborg Film Festivali, gelecek yıl 18.kez yapılacak. "Sanata Evet" Kampanyası 12 Eyliil günü tüm tiyatrolarda başlatılıyor 12 Eylül^ün izlerine sanat silgisi ALEMILAR TAHSEV YUCEL DT Genel Müdür Vekili Tamer Levent "De- mokraside sanatın eksikliği 12 Eylül ile daha iyi anlaşılmıştır"diyor., ANKARA (Cumhuriyet Bö- rosu) - Devlet Tiyatrolan 12 Eylül'ün izlerini sanatla sümeye hazırlanıyor. Sanata Evet kam- panyası çerçevesinde, 12 eylül pazartesi günü başlayacak et- kinük ile ilgili olarak Devlet Tî- yatrolan (DT) Genel Müdür Vekili Tamer Levent, "Bu kam-. panya ile demokraside sanatın eksflüiğinin yol açtığı ortamlar daha iyi anlaşılacak. 12 Eylül ile de daha iyi anlaşılmıştır " dedi. Sanatın yeni bir boyut ka- zanmaması ve kurumsallaş- maması karşısında demokrasi- lerde birtakun duraklamalann yaşandıgına dikkat çeken Le- vent, "Hiç bir eksikliğin kalma- masj ve boşhıklarm doldurul- ması için bu kampanyayı baş- latıyonız" dıye konuştu. Devlet Tiyatrolan'run 50 yıldır, tiyatro sanatıru devlet desteğiyle gün- demde tuttuğuna değinen Le- vent, o günden bugüne çok şe- yin değiştiğıni ve tiyatronun bir fabrika gibi olduğunu belirtti. Levent şöyle konuştu: "Tatbi- kat sahnesinden bugûn 28 sahne- de hizmet veren bir görünüm aldık. Yani, 620 sanatçı çalı- şıyor. Bin 700 teknik eiemanı ve memunı var. 2 bine yaklaşan çahşanı ile bir fabrika gibiyiz. DT yasası bu fabrikay a hitap et- miyor. Ktsaca, DT yönetiminin nasıl belirleneceği, il müdürleri- nin nasıl tayin edileceği, y a da bu büyüyen yaptda ne gibi öncülük misyonlan yüklenebilecekleri, çağdaş, uluslararası alanda yeri- ni nasıl alabileceği yasada yer almıvor. Tüm bu olumsuzluk, yeni boyutları, nasıl daha iyi üre- tebiliriz düşüncesinden vazgeçi- remiyor bizi. Dediğim gibi de- mokraside bir boşluk varsa, eksikliği gidermek zorunluluğu- nu yaşıyonız. Ancak, bunlar gö- zardı edilerek eski yöntemlerle DT yönetimi belirlenmek isti- yor." Açıklamasında, DT'de ya- pılan seçimlerin bu büyüme hacmine örnek, çağdaş yö- netim anlayışına ihtiyaçtan doğduğunu anlatan Levent. "Bundan geriye dönmek müm- kÜM değil" diye ko- nuştu. Levent. geleceğe hazırbk yaparken, "Herhangi bir kişinin ihriraslannı tatrnin etnıek için genel müdür olmasına da olanak tanunak söz konusu oiamaz "dedı. Tamer Levent, "Sanata Evet" kampanyasının, "siyasi partiler. işadamian, yurtsever- İer. din adamlan, sivil topium ör- gütleri ve sanatçılar tarafmdan, altşılmts değerlerin bir parça daha üzerine çıkarabilmenin tartışması olarak düşünülebile- ceğjni" de ifade etti. Arabesk Batı Yıllar yılı, ha battlılaştık, ha batılılaşıyoruz diye kendi kendimizi avuttuktan sonra, iyice umudu kesmiştik bu işten. Batılılaşmaktan geçtik, değişmez ara konumumu- zu sürdürebileceâimizden bile kuşkuya düşerek "Ceza- yir mi olacağız, Iran mı?" diye soruyorduk birbirimize. Oysa tam da umutlarımızın sıfıra düştüğü bu sancılı dö- nemde, kaşla göz arasında batılı oluvermişiz de haberi- miz yokmuş. Evet, böyle, benim gibi denemeci ya da öy- kücüler değil, renkli basınımızın güvenilir "kalemler"\ bildiriyor: Artık bir Avrupa toplumu olmuşuz, bu utkuyu da yıllarca düşünsek usumuza gelmeyecek iki önemli etkene, arabesk müzikle televizyon reklamlarına borç- luymuşuz. Gerçek bir mucize! Ama güzel açıklıyorlar doğrusu. Orneğin bu güçlü "kalemlerden" biri, seçkin bir hanı- mefendi, çağdışı kişilerin fazla düşkün oldukları ayrım- larla oyalanmadan, kestirme bir manhkla, ilginç bir bile- şim kuramı atıyor ortaya: En can alıcı yerini "şıkıdım şıkıdım" sözlerinin oluşturduğu şarkıyla dansediyoruz; "şıkıdım şıkıdım" alaturkadır, dansetmekse alafranga; öyleyse ulusça batılıyız. Hadi, bütün eller havaya! Bir başka '*a/em"imiz, seçkin bir beyefendi, kuramla uygulayımı birleştirerek kendi yaşamından yola çıkıyor ve konuya televizyon reklamlarının yaşamımızı güzel- leştiren bir estetik nesne, bizi eğitip özgürleştiren birer düşünsel etken olduğunu göstererek giriyor. Böylece, öğreniyoruz ki, bizim hiç önemsemediğimiz bir sabun reklamı, yazarımızı, hem de her gösterilişinde yeni baş- tan, Ege'de ya da Akdeniz'de güzel bir bahçeli eve götü- rüyor, ağustosböceklerinin türküsünü dinletiyor ona, hatta umurunda mı artık dünya, politikayı, trafik kazaları- nı, orman yangınlarını anında unutturuveriyor. Gene öğ- reniyoruz ki, yazarımız bir başka reklamda "Hiç tanı- madığınız biri yolda size çiçek verirse" diye başlayan tümceyi amentü gibi yineliyor ve yapılan her şeyi kendi- si de yapmak istiyor. Yalnız bu reklamda yapılanları mı? Hayır, tüm reklam kahramanlarına (Evet, "kahramanla- r/na"!) özeniyor, kendini ontarın (ama yalnızca erkekle- rinin) yerine koyuyor, sonunda da içindeki erkeği karşı- sında görüyor: Ali Desidero, bıçkın, harbi, şıkıdım, ara- besk ki Allahına kadar. Bu adamı, tanımadıklarına çiçek veren "kahraman"\a birleştirdiniz mi Doğu-Batı bileşi- mini şimdiden yakaladınız demektir. Ne olursa olsun, yazarımız kendisini böyle "hayalden hayale koşturan" reklamlan çok seviyor, reklamsız bir dünyanın "çok tatsız, çokkuru, çok yavan" olacağını düşünüyor ve içir>- de "Ya insanlar artık reklam yapmayacak olurlarsa?" türünden bir soru belirecek oldu mu kişisel, toplumsal, varoluşsal, ekinsel ve serbest pazarsal bir "korkuya kapılıyor." Evet, biliyoruz, bilim adamlan ve düşünürler, rekla- mın insanı enzayıf yanından, bilinçaltından yakaladığın- da birleşirken, yazartmızın onu bilinçle ve istemle yüce bir sanat ve düşün etkinliği düzeyine yükseltip sunduğu görüntüleri ülküsel örnekler olarak kendi özel yaşamına sokması aykırı bulunabilir, akşam sabah hep aynı tekdü- ze sabun reklamıyla coşmak için fazlasıyla ilkel olmak gerektiği düşünülebilir. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben de biraz duralamıştım iikin, hatta "Vahşi Batı"dan söz edildiğini sanmıştım. Ama dikkatle baktığımız za- man anlıyoruz ki bizim gözden kaçırdığımız bir süreç söz konusu burada. Yazarımız bir anda "öen"den "biz'- e, "görüntü"den "ezgi"ye geçerek övünçle açıklıyor bunu bize. Böylece öğreniyoruz ki Türkiye, önce Tann'nın yardı- mı, sonra genç dahilerinin çabalanyla XIX. yüzyıldan beri ilk kez, olağanüstü bir ritmi yakalamış, Hahz Bur- han'ın hançeresinin arkasındaki Batı ritmini yakalaya- rak görkemli bir bireşime ulaşmış ve biz, ulusça batılı- laşma yolunda en büyük engeli geride bırakmışız. Hiç şaşmayalım, yazarımız ve benzerleri de öyle birdenbire değil, yavaş yavaş, gerçek bir açınlama öğesı olduğu anlaşılan, şu her gördüğüne öykünme tutkusunun yardı- mıyla varmışlar bu gerçeğe. Başlangıçta, genç sanatçı- larımızın "Anadolu çizgilerini özgür kılan" özgün ve arabesk yapıtlarını biraz duralayarak dinlemiş, sonra çekine çekine gizli gizli kendileri de mırıldanmaya baş- lamışlar, sonra reklam izleyiciliğinden gelen bir özgü- venle "Koyuver gitsin!" deyip başlamışlar söylemeye, sonra bir de bakmışlar ki "görkemli bir koro"nun orta- sındalar. Işte sonuç: "Kendimizi özgür kıldık, Batı'yla Türkiye'yi birleştirdik." Işte sonucun sonucu: En hızlı Mahler'cilerimiz bile Tayfun'dan hoşlandıklarını gizle- miyorlar, Tayfun'u, TaUıses'i, Tarkan ı, Tllbe yi sevme özgürlüğüne kavuştular; Burhan Çaçan doğma büyüme Avrupalı, Cevat Çapan yontulmamış Anadolu köyıüsü. Kolaylıkla anlaşılacağı gibi, özal'ct düşüngü doğrultu- sundabirtür "a^nma"yadayazarım(zındeyimiyle, "6a- sitleşme" söz konusu burada, İnce Memed'in yerini Ali Desidero'nun, Mahler'in yerini Tatlıses'in alması, tüm yıkımların kaynağı olan düşünselin her görüldüğü yerde ezilmesi (düşünsellik çağrışımı yapan sözcükler şarkı- ları öldürüyormuş!), romanı, şiiri, müziği, felsefeyi bir türlü sevemeyip de sever ve anlar görünmüş öğrenimli- nin "Koyuver gitsin!" diyerek gerçek yönelimini bir üs- tünlük olarak ortaya koyması, kısacası "sivilleşme" de- dikleri şeyin yeni bir belirtisi söz konusu. "Bütün bunlann batılılaşmayla ilgisi ne?" mi diyorsu- nuz? Aman, orasını karıştırmayın. Dünyamız "küresel- /e$/yor"ve böylesine önemli ulusalkonularda vatanbiz- den birlik ve beraberlik bekler. Tarihi eser kaçakçılıgı • DtYARBAKIR (AA) - Diyarbakır'ın Mardinkapı semti Fatihpaşa mahallesindekı birkilisedençalınan. Bizansdönemine ait 37 parça tarihi eser ele geçirildi. Kaldani Kilisesi'nden tarihi eserlerçalmdığının bildirilmesi üzerine hareketegecen Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Mali Şube ekipleri. düzenledikleri operasyonda, Faruk Demirok'u yakaladı. Zanlının sorgulaması sonucu, tarihi eserleri satın alan Eyüp Diril ile Ural Yapıcıoğlu da yakalanarak gözaltına alındı. Bizansdönemine ait, Hz. İsa'nm carmıha gerilmiş bronz heykeli ile Meryem Ana gravürünün de yer aldığı tarihi eser, Diyarbakır Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi. İFSAK'tan fotoğraf seminerî •lSTANBUL(Kültür Servisi)-İstanbulFotoğrafve Sinema Amatörleri Derneği (İFSAK) 73. dönem fotoğraf seminerleri 13 eylülde başlayacak. Deneyimli elemanlar ve tanınmış fotoğrafcılar tarafmdan verilecek semınerler iki ayn grup halinde calışmalara başlayacak. Gruplarsab vecumartesi günleri 19.00-21.00 ve 11.00-13.00 saatleri arasında düzenlenecek semineriere katılacaklar. Seminerlerde fotoğraf tarihi, fotoğraf makinesi, ışık bilgisi, yardımcı araçlar. kompozisyon ve karanlık oda dersleri işlenecek. RTÜKmüzik eserleri sahiplerine destek çıktı • AÎVKARA (UBA) - Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) radyo ve televizyon yayın kuruluşlanmn büyük bölümünün yayınladıklan müzik eserlerinın sahiplerine hak bedellerini ödemediklerinin tespit edildiğini açıkladı. 5846 sayıb Kültür ve Sanat Eserleri Kanunu'ndan doğan mali hak bedellerinin bir an önce ödenmesini isteyen RTÜK açıklamasında, "Radyo ve televizyon yayını yapmakta olan kuruluşlann yükümlülüklerini bir an önce yerine getirmelerini, aksi halde 33. maddedeki usuller dairesinde rnüeyyide tatbiki zorunluluğunda kabnacağı hususunu duyunıruz" denildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle