28 Mart 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
21TEMMUZ1994PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 Cassavetes, Eastwood ve Verhoeven için yazılan kitaplar Fransa'da yayımlandı Üç yönetmenin gizemli dünyasıKümîr Servisi • John Cassavetes, Clint Easbvood, Paul Verhoeven... Hiç kuşku- suz üçü de az bulunur yönetmenlerden. Hiçbir ortak özelükleri yok. Ancak bu- günlerde Fransa'da üçü üzerine yaalnuş farklı kitaplar art arda yayımlandı. Doug Headline ve Dominique Cazenave, Cassavetes'in ailesi ve yaiınJanyla ko- nuştu. Fraucois Guerif, Eastwood fılmle- ri üzerine bir inceleme kitabı yayımladı. Sonuncu kitap ise Paol Verhoeven üzeri- ne. Jean-Marc Bouineau, yönetmenle yaptığı çok uzun bir söyleşiyi kitaplaş- tırdı. Bir sinema adamının dünyasını an- latabilmek için üç farklı yöntem deneyen yazarlar, sinema dünyasına önemli bir hizmet vapülar kuşkusuz. Fransız Pre- miere dergisi yazarlanndan, sinema eleştirmeni Eric Ubiofnun, bu üç ki- tabın yazan; Domioique Cazenave, François Guerif ve Jean-Marc Boıri- neao iJe yaptığı söyleşiJeri sunuyoruz. Cassavetes'in ailesiyle konuşma - Neden Cassavetes üzerine bir kitap hazniadınız? DOMINIQUE CAZENAVE- Bu ki- tabın temelinde Canal Plus ile gerçekleş- tirilecek bir fılm pprojesi yatıyor. Filmin adı "Anything For John" (John tçin Hiç- birşey) olacaktı. Biz bu fılm projesini, Doug Headline ile birlıkte. Gerard De- pardieu ve Jean-Louis Lni Fransa'da Cassavetes'in filmlerini yeniden dağı- tmadan çok daha önce tasarlamış ve ka- nala üetmiştik. O dönemde kanal yöne- ticileri Cassavetes'i çok sivri buluyor- lardı. Sonra filmlerini satın aldılar ve bu fikir yeniden gündeme geldi. Bu çalışma hem Cassavetes'e olan hayranlığın belir- tilmesi hem de Andre Baan ile S. Labart- hein "Cineastes de Nore Temps" (Çağımızın Sinemacılan) programının tipinde olacaktı. Doug ile bırlikte yönet- menin yakınlanyla 10 saat süren bir rö- portaj yaptık, bunun yalnızca bir saatlik bölümü programda kullanıldı. Ve pek çok kişi, izleyemedikleri bölümlerin vi- deo kasetlerinin bir kopyasını almak is- tediler. Biz de bu ilgi sonucunda tüm rö- portajı içeren bir kitap hazırlamaya ka- rar verdik. - Neden Cassavetes'in arkadaşlan ve ailesiyle konuşmak gibi bir yöntemi tercih ettiniz? Bu tip bir kitap daha önce yayımlan- mamıştı. Cassavetes'in filmleri üzerine bir inceleme kitabı yoktu. Biz yönetme- nin yakınlanyla konuşarak onlann ken- disi hakkındaki görüşjerini doğrudan öğrenmek istedik. Sorulan da arulara geniş yer verecek şekilde haarladık. Bi- zim buradaki rolü- müz filmleri açık- lamak değil, onlan tanıkhklar aracılığıyla, yönet- menin işi ve yaşarru arasındaki bağlantı- larla anlamaya çalı- şmak. - Sanatçuun yakı- nlanyla böyle bir iliş- lu kurmanın olumlu ve olumsuz yanlan neler? Her sinemaanın kendine özgü an- Iatım yöntemleri vardır. Cassavetes'- in ailesini konuştur- ma fikri bize yönet- menin yöntemini de hatırlattığı için çeki- ci geldi. Cyril Col- lard üzerine hazıria- nan fılmde de aynı yöntem kullanıldı. - Cassa*etes'in si- nemasını nasd değer- lendiriyorsuDuz? 'Gerçek'ten uzak- laştığı için ona yak- laşan bir sinema. Onun işinde tam olarak anlaşılmayan bir şey var. Cassa- vetes'in her şeyi doğaçlama yapUğına inanılır, oysa yönetmenin provaîar ön- cesinde oyuncularla birlikte her şey yazdığı bilinmez. Cassavetes kendi ken- dini yetiştirmiş bir yönetmen. O, asla kendine yönetmen denmesinden hoşlan- mayan biri. Hiçbir zaman tekrarlana- mayacak bir dil yaratn Cassavetes. Gü- nümüzde onun sinemasmı taklit etmeye çalışan çok. Ancak el kamerası kullan- mak, Cassavetes'inkine benzer fıJmler çekmek için yeterli değİL 'Love Streams' ve 'Faces' - Cassavetes'in en çok beğendiğiniz nT- mi hangki? Doug Headline için "Husbands" (Ko- calar). Benim tercihimse zaman içinde sürekli değişiyor. Los Angeles'a hayra- nım ve "Meurtre d'un Bookmaker Chi- nojs" (Çinli Bir Kitapçının Ölümü) fil- mini gördüğümde tam bır şok yaşadım. Ve uzun süre bu filmin Cassavetes'in en iyi filmi olduğunu iddia ettim. Sonra "Une Femıne Sous Influence" fiimindeki Gena Rowlands'a benzeyen bir kadınla evlendim ve bu filmi gördüğümde çılgma döndüm. O dönemde de bu fil- min onun çektiği en iyi fılm olduğuna karar verdirn. Bugün içinseen çok "Love Streams"i beğeniyorum. Buna karşın "Faces" da bence muhteşem bir film. Neden Clint Eastnood? - Neden Clint Eastvrood özerine bir ki- tap yazdınız? FRANÇOİS GUERİF - Oyunculuk- tan yönetmenliğe gecen sanatçılar beni her zaman büyulemiştir. Cfint Eastwo- od, bunun da ötesinde sessiz sedasız ve sistemli bir şekilde yönetmenlik yapma- ya karar verdi. 1981 yılında Verier Yayı- nevi'ne bu düşüncemi açıkladığımda (bu kitap ilrinci baskısını yaptı) yaymevinin yöneü'cişi Claude Gauteure benimle dal- ga geçti. O günlerde "Honky Took Man"in vizyona girmesine birkaç ay vardı ve ben filmi önceden görme firsatı bulmuştum. Onlara "Dikkatedin! Bu fD- mi gördükten sonra karannızı yeniden gözden gecirmek zonında kalacaksmız" François Gouerif, Clint Eastwood'u (üstte) geleneğin mirascısı olarak niteleyip, bunu yenilemeyi seçtiğini belirtiyor. dedim. Tabii doğal olarak herkes bu filmden övgüyle söz etti. Onun bu filmi- ni beğenmeyen Telerama çalışanlan ise 3 yıl sonra Eastwood'un politik anlamda tek flu filmi "Sudden Impact" üzerine olumlu eleştiriler yazdılar. Militan bir kitap benimkisi. Herkesin nefret ettiği birini korumak gibi de bir misyonu var. Başkaldıran ve bağımsız - Neden her filmi tek tek incelemek gibi bir yöntem seçtiniz? Karutlamak istediğimi kanıtlayabil- mek için en kolay yol gibi geldi bu bana. Pratik olmayı tercih ederim. Ben kitaba başladığımda insanlar Eastwood'un su- ratına tükürüyorlardı. Böylece tüm film- leri tek tek ele alıp incelemek, aynntılan belirtmek, eleştirmek gerekiyordu. OnunJa söyleşi yapmayı reddettim. Fa- kat Eastvvcod kitabı gördü ve böylece karşılıklı bir etkileşim oldu. Her Fran- sa'ya gelişinde onunla görüşme firsatı buldum. Kitap, Amerika'da da yayı- mlandı ve bu beni çok mutlu etti. - Seçtiğiniz yöntemin olumlu ve ohım- suz yanlannden söz eder misiniz? Filmleri tek tek ele alarak incelemek belki de sevimsiz bir yöntem gibi görü- nüyor ama ben sanatçılan değerlendirir- ken filmlerini ve senaryolanru tek tek ele alıp incelemeyi tercih ediyorum. Bu yön- tem, sanatçı üzerine araşürma yapanla- ra geniş olanaklar sunuyor. Filmlerin yapım aşamasmdan tutun da çekim şart- lanna kadar her konuda bilgi var bu ki- tapta. Bu kitapla polemiğe verilen önemi de bir kez daha kanıtlamış oluyorum. Bu- gün "Casque d'Or"u göklere çıkarabilir- siniz. Ama o filmin gösterime girdiğinde lanetlendiğini bilmek de hoş bir şey olsa gerek. - Insan ve sinemacı olarak Easrwood'u nasıl nitetendirirsJıiLZ? Başkaldıran ve gerçekten bağımsız bir düşünce yapısına sahip olan bir insan o. Silahlan hep bırakmak için eline alıyor. Bugün haklı olduğu kanıtlandı. "Pink Cadiüac" (Pembe Cadfllac) ve "Sudden Impact" gibi fümlen "Chasseur Blanc, Coeur Noir" (Beyaz Avcı, Kara Yürek) gibi filmleri gerçekleştirebilmek için çe- virebilir. Sinemacı olarak kara fılm ve westernde, Amerikan sinemasının sem- bolü olmayı sürdürüyor. Geleneğin mi- rasçısı. Ve zekıce dinamiti ateşe vermek yerine geleneği yenilemeyi seçiyor. Her ne kadar o çekmediyse de "La Corde Raide", Altman'ın "Le Prive"sinden çok daha yenüikçi. Agreaf Paul Verhoeven - En çok hangi fttmini beğeniyorsunuz Eastwood'un? Hiç kuşkusuz "Honky Tonk Man". Üzerindeki tüm yanlış anlamalan orta- dan kaldıran Eastwood'un en kendine özgü fiimi bu bence. Kendini gizleyen Clint EastNvood, filminde karşımıza çıkıyor. Kitap yayımlandıktan sonra onunla karşılaştığımda John Wayne'den etkilenip etkilenmediğini sordum. Bana "John Wayne mi? Hayır, John Ford" diye yanıt verdi. Evet, gerçekten de "Honkv Tonk Man" Fordien bir film. Dominique Cazenave, Cassavetes'in (solda) provalar öncesi oyuncularla birlikte her şeyi yazdığını belirtiyor. Jean-Marc Bouineau ise Paul Verhoeven'in (üstte, Sharon Stone üc) 'tam bir korsan' olduğu görüşünde. - Neden Paul Verhoeven üzerine bir kitap yazdınız? JEAN-MARC BOUENEAU - Beni çağdaş sinemaalar çok ilgilendiriyor. Onlann ilk adımlannı izlemek benim içinçok heyecan verici. Onun "Robocop'- 'a dek yaptığı tüm filmleri çok sevdim. Ancak "TotaU RecaU" ve "Basic Ins- tinct" üzerine taruşabilirim. Dediğim gibi ilk adımlan seviyorum. Kitap fikri on yıl önce ortaya çıktı. Verhoeven'e ilk kez 1983 yılında rastladım. 1985'te "La Chair et le Sang" (Demir ve Kan) filmi üzerine kendisini yeniden gördüm. Ken- disiyle konuşmak için 4 gazeteci gelmiş- ti. Ben de onunla 1993 Haziranı'nda bir söyleşi yapüm. Bu söyleşi tam 10 saat sürdü. Onun doğduğu ancak bir daha geri dönmediği Amsterdam'da karşılaştım. Annesinin cenazesi için gelmişti. Onunla böyle kötü şartlar altında karşılaştım. Onunla Amerika'da görüşmenin daha mantıklı olacağına karar verdim böyle- ce. Söyleşirün başında pek yardıma ol- madı bana. Bana pek güvenmiyor, soru- lan anlamamış gibi davraruyordu. Son- ra neden olduğunu anlamaya bile fırsat bulamadan, sorulanmı yanıtlamaya başladı. Çok sempatik olduğu söylene- mez. Tam tersine agresif bir insan. So- nuçta söyleşi oldukca güç şartlarda yapıldi. tpuçlanyla insan yönü - Neden böyle uzun bir söyleşi yapma gereği du\dunuz? Bu okuyucunun tercih ettiği bir yön- tem. Ben de sinemaalarla yapılan söyle- şileri okumaya bayıhnm. O yüzden böy- le bir yol denedim. Emir Kusturica üzeri- ne olan kitabım da 40 sayfaiık bir söyle- şiden oluşuyordu, Terry Gilh'am'ınki 50, Verhoeven'inki 70 sayfaiık söyleşilerden oluşuyor. Cronenberg üzerine hazırla- yacağım kitap da söyleşi şeklinde ola- cak. - Böyle bir yöntemin olumlu ve olumsuz yanlanndan söz eder misiniz? Eğer yönetmen söyleşi oyununu oy- namazsa kitap da ortaya çıkmaz. örne- ğin şimdilik Ridley Scott ile konu- şamıyorum çünkü benimle konuşmayı kabul etmedi. Söyleşi boyunca yönetme- nin kjşiliğının ipuçlannı yakalamaya ve onlann insan tarafını ön plana çıkarma- ya çalışıyorum. Verhoeven'le konuş- tuğum on saatin ardından haklı olduğu- mu gördüm. Kendi kendime onun "To- tail RecaB"dan bu yana nereye gittiğini soranm ve çok taviz verdiğini düşünü- rüm. Şimdiyse ne isterse yapabileceğin- den eminim. "Totall Re- call" ve "Basic Instinct" Amerika'da tutunabil- mek için çekilmesi zo- runlu filmlerdi. - Yönetmen ve insan olarak Paul Verhoeven'i nasıl tanımlıyorsunuz? O tam bir korsan. Kendisi için çalışıyor. Onu daha fazla güç elde etmek için çalışan bir korsanla kanştırma- mak gerek. Ne işinde ne de yaşammda duy- gulanyla hareket etmi- yor. Bundan nefret edi- yor. Tuhaf gelecek belki ama onun soylu biryanı da var. Kötülük eğilimi olan, arsız ve sürekli ya- sak olanla ilgilenen bir sinema yapıyor. - En çok hangi filmini beğeniyorsunuz? "Le Chair et Le Sang". Oysa Verhoeven bu filmini hiç sevmiyor. Bu fılm beni çok etİcile- di. Hiç ödün verilme- miş, adına uygun vahşi bir fılm. ODAKNOKTASI AHMET CEMAL Bip Vahşetin Belgesi... Zamanımızda insanoğlunun canlı ve cansız çevresiy- le birlikte yaşaması, artık rasgele bir birliktelik olgusu değil, fakat bir bilinç ve uygarlık sorunudur. Bir bilinç sorunudur, çünkü iki binli yılların eşiğindeki insanoğlunun artık kendi varoluşu uğruna tüm çevresini gelişigüzel harcayamayacağının, yakıp yıkamayacağı- nın, insan türünün dışında kalan canlıları yok edemeye- ceğinin bilincine varmış olduğu varsayılmaktadır. Bir uygarlık sorunudur, çünkü salt kendi kendini ayak- ta tutma kaygusunun insanı insan kılmaya yetmediği, yetemeyeceği, böyle bir kayguyu birincil amaç kılmanın insanı yeniden tarih öncesi karanlık zamanlara sürükle- yeceği, binlerceyıl sürmüş bir uygarlık savaşımının, bu savaşımdan geriye kalmış mirasların ardından artık ke- sin birgerçek niteliğiyle benimsenmiştir. Çevre, çevrecilik, çevrebilim, ekolojik sistemler gibi kavramlar, ancak bu düşüncelerden oluşma bir temele oturtulabildiği takdirde anlam kazanabilır. Ve bu kavramlarla çizilen çerçeve içerisinde insanoğ- lunun, adına dünya denen gezegende kendisinin yanı sıra başka canlılara da yaşama hakkı tanıması, dün- yanın onlann da dünyası olduğunu doğal bir gerçek say- ması, doğrudan insan ahlakının kurucu öğeleri arasında yeralmaktadır. Işin bu yönü göz önünde tutulmaz ise dünyayı dünden miras değil, yarından ödünç aldığımızı ileri sürmek, boş bir söylev olmaktan öteye gidemez. Kendi çabasıyla kir- lettiği bir dünyada, bu kirliliğin mikroplarının taşıyıcısı kıldığı hayvanları kendini hastalıktan koruma amacıyla yok etmeye kalkışan bir insanlık, etnik değerler bağla- mında salt görünüşte insan olan yaratıklardan oluşma birtopluluktur. Bilindiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir Çevre Ba- kanlığı vardır. Yine bilindiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti, çevre koruma ile ilgili uluslararası antlaşmalara imza koymaktadır. Son olarak Türkiye, daha kısa süre önce istanbul'da bakanlar düzeyinde toplanan bir çevre kongresine de ev sahipliği yapmıştır. Gelgelelim aynı Türkiye Cumhuriyeti'nin Sağlık Bakanlığında görevli bir müsteşar yardımcısının imzasıyla, 17.6.1994 tarihinde 'çok acele' kaydıyla yayımlanan, 'kuduz vakalarında ar- tış' başlıklı bir genelgenin 1. maddesinde insanları ku- duzdan korumak için alınması gereken önlemlerin ilki, şöyle belirtilmektedir: "Başıboş köpek ve kediler başta olmak üzere kuduz enfeksiyonu rezervuarı hayvanların toplatılması ve imhası..." Söz konusu genelgede, 'acil ve etkin önlemler' arasında sayılan bu önlemin gerekçe- si olarak 'Başbakanlığımızca yayımlanan tasarruf ge- nelgeşi nedeni ile' yeniden kuduz aşısı ithalinin çok güç olacağı belirtilmektedir. Bu genelgenin gereği ülkemizde hemen yerine geti- rilmeye başlanmış, kentlerde köpekler ve kedılere karşı tüfekli 'sürek avları' düzenlenmiş, hayvanlar herkesin gözü önünde öldürülmüştür. Hemen belirtelim ki, 1994 yılında, yani dünyanın üç bin yılına ayak basmasına altı yıl kala ülkemizde çıkarılan böyle bir belge, ancak 'vah- şet genelgesi' admı taşıyabilir. Gerçi ülkemizde 'başı- boş' olmaları gerekçesiyle köpeklere ve kedilere karşı 'soykırım' düzenlenmesi, ilk kez bu genelgeyle başla- mış değildir. Sözü edilen hayvancıklar, kentlerimizde on yıllardır düşünülebilecek en acı verici yöntemlerle -ör- neğin ancak saatler sonra öldüren zehirler kullanılarak- yok edilmektedir. Ayrıca özellikle seçim dönemlerinde, 'mübarek ayak- larmın bastığı yerlerde 'kurban' adı altında boğazlanan koyunların, öküzlerin, danaların ve develerin kanlarını alınlarında taşıyarak çalım atan siyasilerimiz de adı ge- çen soykırımın canlı tanıklığını yapmakta hiçbir sakınca görmemektedirler. Ne yazık ki on yıllardır süren bu kanlı uygulamaya ilgili kuruluşlarca ve bütün hayvansever- lerce böylesine kararlı birtepkinin gösterilebilmesi için, bu vahşetin bir bakanlık genelgesiyle resmileştirilmesi' gerekmiştir! Erken ya da geç, şimdi yapılması gereken, bir yandan her gün ve her yerde çevre korumanın öneminden söz ederken öte yandan 'tasarruf' gerekçesiyle hayvan öl- dürmeyi bunca 'resmileştirebilen' bir uygulamaya en kapsamlı tepkileri göstermektir. Ayrıca daha yakından bakıldığında, bu olayın yalnızca zavallı hayvanları acı- masızcaöldürmeklesınırlı olmadığını, çok daha vahim' bir boyutu da içerdiğini saptamak güç değildir. "Tasar- ruf' gerekçesiyle aşıdan bile tasarrufu öngörebilen bir bakanlığı 'Sağlık Bakanlığı' diye adlandırabilmek, ger- çekten çok zordur! Bu tepkiler karşısında, "Insanların sorunları bitti mi ki sıra hayvanlara geldi"diye soranlar da çıkabılir. Bu du- rumda yapılması gereken şey, böylelerinin kapılarına üstünde 'dikkat, insan var' yazan birer tabela asmaktır. Türkiye'deönce'yıkılaninsan' onanlmalı ECETEMFXKURAN ANKARA - Ankaralılar tatil sa- bahlan, tatil gömleklerini giyipyüzle- rinde, henüz doyulmamış uykunun izlerini taşıyarak pembe bir binaya gi- rerler. Yerlerine oturup papyonlu adamlann, siyah elbiselı kadınlann çıkmasını beklerler sahneye... Sonra gelsin Mozart, Handel, Şostakoviç... Ismet Paşa'run başlattığı geleneği sür- dürür her cumartesi sabahı Ankara. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkest- rası (CSO), her cuma akşamı ve cu- martesi sabahı, Türkiye Cumhuriyeti ile kardeş olan tarihini de yanına ka- tarak, çağdaş Türkiye tanhine yeni bir sayfa katar. Atatürk'ün, cumhuriyetin kurulu- şundan sonra, ülkede henüz hiçbir altyapdı kunım yokken 1924'te kur- duğu ve kendi titrini verdiği tek ku- nım olan CSO, bugün devletin ilgisiz- liğinden yakmıyor. En önemlisi, yurtdışmdan getirilen yabancı müzis- yenlerle kurulan yeni orkestralann, sözde "Türk müziğınûı rönesansmı" gerçekleştiriyor olması yanılgısı, CSO'yu manevi açıdan oldukça sarsı- yor. Kurumun Genel Müdürü Hüse- yin Akbulut da söze Almanya'dan başhyor: "Dünya Savaşı bittikten son- ra Abnanya'nın onanmı için bir ko- misyon kunıldu. Bu komisyon, ülkede hiçbir şey yokken ise konser ve tiyatro sakHilannı yeniden kurmakla başladı. Komisyon, 'Ülkede fınn yokken nasıl konser salonu yaparsıruz' sorusuyla karşdaştığında, şu yanıü verdi: 'Ekrne- ği ve evleri insanlar yapar. Biz yıkılan insanı onarmaya çalışıyoruz.' Türki- ye'de, önce yiküan insan onanlmalı." Kültür Bakanlığı'nın bütün birim- lerinin ve özel sanat kurumlanmn ta- sarruf önlemleriyle birlikte başlayan süunbsı, bugüne dek "ilk özveride bulunulan katemin sanat obnası" ko- nusunda birleşiyordu. Akbulut, ko- nuya ilişkin sorulanmızı şöyle yanı- tladı: - Kültür Bakanlığı'na genel bütçe içinde aynlan pay binde 5'ken Türk in- sanm moral değerierini ayakta tutmak bakımından önemi tarttşilmayacak ve tarihi önemi olan CSO'nun. tasamıf önlemleri kapsamuıa aunmasma nasd bakıyorsunuz? Türkiye'de, hâlâ insanın ye- tiştirümesi konusunda yeterli emek harcanmıyor. Politikalar, hâlâ insanlann yemesi, içmesi boyutunda kahyor. Oysa insam oluşturan en önemli öğe, insanm iç dinamikleridir. İnsanı oluşturmanın iki yolu vardır: Bilim ve sanat. Bu ülke kurulurken bu kıstaslar dikkate ahnmıştı. Ancak artık bu ölçütlerin yeterince önem- sendiğine inanmıyorum. Uygulama- lar da bu yaklaşımı yansıtıyor. Atatürk'ün, 1924'te ülkede hiçbir şey yokken kaikıp CSO'yu kurması bir "heves" değil, bir politikadır. Atatürk, çoksesli müziği sevdiği için kurmadı bu kurumu, toplum için gereken şeyi bildiği için yaptı. Kendisi Rumeli türkülerini severdi, ama ala- turka müziği yasakladı. CSO kurul- duktan sonra da CSO'>TI 3 aylık bir Avrupa tumesine gönderdi. CSO, Atatürk'ün kendi titrini verdiği tek kurumdur. Atatürk'ün önem verdiği, cumhuriyet ilkeleriyle yakından ilgili bir kurumu tasarruf önlemleri kap- samma almak, Japonya'da vereceği konseri belirsizliğe düşürmek, yeni konser salonunun temel atımını erte- lemek, cumhuriyet ilkeleriyle ve çağ- daşhkla bağdaşmaz. - İkinci Cumhurbaşkanı tsmet fnö- nü'nün CSO'nun her konserini izledi- ğini ve dönetnin insantnın etkinükkre katddığını bili\ oruz. Ancak daha son- raki dönemlerde bu ilgi git gide azaldı. Bu konuda ne dfişünüyorsunuz? Cumhuriyeti kuran kuşak, bu ku- ruma çok destek verdi. Çünkü bu ku- rumun cumhuriyetin ve çağdaşlığın evrensel ilkeleriyle olan organik bağ- iantısını biüyorlardı. Hiç unutmadı- ğım bir şey var. Seçimler otdu. İnönü kaybetti. Seçimi kaybettiği gece fnö- nü, her hafta yaptığı gibi CSO'yu din- lemeye geldi. Bu yaklaşımı parti gö- rüşleriyle bağdaşürmak istemiyo- rum; bu, çağdaş yaklaşımın gereğidir. - Yurtdışındaki Türkler arasında yaygmlaşan dinci akımlar Türkiye'nin .vuitdışındaki kimh'ğmi belirleme yo- İundayken CSO'nun bu konudaki işle- vinden söz eder misiniz? Aspendos"ta verdiğimiz konserden bir örnek vermek isterim. İngiliz bir turist bize bir mektup gönderdi. As- pendos'ta gördüklerine inana- Maddi bakımdan yetersiz bir destekle ayakta duran CSO, Demokrat Parti döneminde başlayan ve şimdi "yükselen değerler" kıskacıyla desteklenen bir sürecin yaralannı taşıyor. CSO, etkinliklerinin tasarruf önlemleri kapsamına alınmasıyla daha da daralan sınırlannı, yurtiçi ve yurtdışmda verdiği konserlerle genişletmeye çahşıyor.Salon sorunundan kitlelere ulaşma engeline dek birçok sorunla karşı karşıya. CSO'nun 60bin kişinin izkdiği hipodrom konserlerinden birg öriintü. madığını söyleyip konsenn bır bant kaydını istiyor. Türki>e'nin çağdaş bir ülke olarak tanınması için CSO'- nun ve benzeri kurumlann yaşaması gerekiyor. Türkiye bir adadır. Senfo- ni orkestrası olan tek Müslüman ül- kedir. Türkiye laiklık ve cağdaşlık adına bir adadır. Bunun korunması CSO gibi kurumlara sahip çıkarak olur. - En önemli sorunlar nedir? Şimdiki salonumuz bir spor salo- nu. Akustiği yok ve çok küçük. Her hafta sonu Ankaralı dinleyiciler bu salona sığmadıklan için dışanda kalı- yorlar. Bizim korkumuz, yer yoktur diye gelmemeye başlamalan. CSO'- nun yeni konser saionunun .temel atımı tasarruf önlemleri nedeniyle er- teleniyor. Bu başlı başına bir du- yarsızhk. Aynca yurtdışı konserleri- miz. önlemler nedeniyle engelleniyor. - Celecek dönemde neler yapmayı planlıyorsunuz? Bize en ilginç gelen plan, 70. yıl konserinde, orkestranın Atatürk'e verdiği konser programını yinelemek. CSO, 70 yıl önce çaldıklannı yeniden çalacak. Böyielikle nereye geldiğimiz göreceğiz ve aynı zamanda öyle sanı- yoruz ki bu kurumun yaşını ve öne- mini anlatacağız. Aspendos'ta üç konser, Japonya'da konserler. hipod- rom konserleri. compact dısc çalış- malan ve açılış konserimiz \ ar. Açılış konseri hipodromda yapılacak ve ftalyan bariton Pierro CapuceDi da konsere katılacak. E\et.CSO konser- leri devam ediyor. Öyle sanıyoruz ki ,27 Mart seçimle- rinin sonuçlanna, antilaik akımlann vahşetine, Atatürkçülük karşıtı et- kinliklerin yaygınlığına, ortaçağ ka- ranlığına sürüklenmemize şaşmadan önce, cumartesi sabahlannı CSO'nun pembe binasındaki güzel müziğe ayı- rmak gerekiyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle