Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
21TEMMUZ1994PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
Cassavetes, Eastwood ve Verhoeven için yazılan kitaplar Fransa'da yayımlandı
Üç yönetmenin gizemli dünyasıKümîr Servisi • John Cassavetes, Clint
Easbvood, Paul Verhoeven... Hiç kuşku-
suz üçü de az bulunur yönetmenlerden.
Hiçbir ortak özelükleri yok. Ancak bu-
günlerde Fransa'da üçü üzerine yaalnuş
farklı kitaplar art arda yayımlandı.
Doug Headline ve Dominique Cazenave,
Cassavetes'in ailesi ve yaiınJanyla ko-
nuştu. Fraucois Guerif, Eastwood fılmle-
ri üzerine bir inceleme kitabı yayımladı.
Sonuncu kitap ise Paol Verhoeven üzeri-
ne. Jean-Marc Bouineau, yönetmenle
yaptığı çok uzun bir söyleşiyi kitaplaş-
tırdı. Bir sinema adamının dünyasını an-
latabilmek için üç farklı yöntem deneyen
yazarlar, sinema dünyasına önemli bir
hizmet vapülar kuşkusuz. Fransız Pre-
miere dergisi yazarlanndan, sinema
eleştirmeni Eric Ubiofnun, bu üç ki-
tabın yazan; Domioique Cazenave,
François Guerif ve Jean-Marc Boıri-
neao iJe yaptığı söyleşiJeri sunuyoruz.
Cassavetes'in ailesiyle konuşma
- Neden Cassavetes üzerine bir kitap
hazniadınız?
DOMINIQUE CAZENAVE- Bu ki-
tabın temelinde Canal Plus ile gerçekleş-
tirilecek bir fılm pprojesi yatıyor. Filmin
adı "Anything For John" (John tçin Hiç-
birşey) olacaktı. Biz bu fılm projesini,
Doug Headline ile birlıkte. Gerard De-
pardieu ve Jean-Louis Lni Fransa'da
Cassavetes'in filmlerini yeniden dağı-
tmadan çok daha önce tasarlamış ve ka-
nala üetmiştik. O dönemde kanal yöne-
ticileri Cassavetes'i çok sivri buluyor-
lardı. Sonra filmlerini satın aldılar ve bu
fikir yeniden gündeme geldi. Bu çalışma
hem Cassavetes'e olan hayranlığın belir-
tilmesi hem de Andre Baan ile S. Labart-
hein "Cineastes de Nore Temps"
(Çağımızın Sinemacılan) programının
tipinde olacaktı. Doug ile bırlikte yönet-
menin yakınlanyla 10 saat süren bir rö-
portaj yaptık, bunun yalnızca bir saatlik
bölümü programda kullanıldı. Ve pek
çok kişi, izleyemedikleri bölümlerin vi-
deo kasetlerinin bir kopyasını almak is-
tediler. Biz de bu ilgi sonucunda tüm rö-
portajı içeren bir kitap hazırlamaya ka-
rar verdik.
- Neden Cassavetes'in arkadaşlan ve
ailesiyle konuşmak gibi bir yöntemi tercih
ettiniz?
Bu tip bir kitap daha önce yayımlan-
mamıştı. Cassavetes'in filmleri üzerine
bir inceleme kitabı yoktu. Biz yönetme-
nin yakınlanyla konuşarak onlann ken-
disi hakkındaki görüşjerini doğrudan
öğrenmek istedik. Sorulan da arulara
geniş yer verecek şekilde haarladık. Bi-
zim buradaki rolü-
müz filmleri açık-
lamak değil, onlan
tanıkhklar
aracılığıyla, yönet-
menin işi ve yaşarru
arasındaki bağlantı-
larla anlamaya çalı-
şmak.
- Sanatçuun yakı-
nlanyla böyle bir iliş-
lu kurmanın olumlu
ve olumsuz yanlan
neler?
Her sinemaanın
kendine özgü an-
Iatım yöntemleri
vardır. Cassavetes'-
in ailesini konuştur-
ma fikri bize yönet-
menin yöntemini de
hatırlattığı için çeki-
ci geldi. Cyril Col-
lard üzerine hazıria-
nan fılmde de aynı
yöntem kullanıldı.
- Cassa*etes'in si-
nemasını nasd değer-
lendiriyorsuDuz?
'Gerçek'ten uzak-
laştığı için ona yak-
laşan bir sinema.
Onun işinde tam
olarak anlaşılmayan bir şey var. Cassa-
vetes'in her şeyi doğaçlama yapUğına
inanılır, oysa yönetmenin provaîar ön-
cesinde oyuncularla birlikte her şey
yazdığı bilinmez. Cassavetes kendi ken-
dini yetiştirmiş bir yönetmen. O, asla
kendine yönetmen denmesinden hoşlan-
mayan biri. Hiçbir zaman tekrarlana-
mayacak bir dil yaratn Cassavetes. Gü-
nümüzde onun sinemasmı taklit etmeye
çalışan çok. Ancak el kamerası kullan-
mak, Cassavetes'inkine benzer fıJmler
çekmek için yeterli değİL
'Love Streams' ve 'Faces'
- Cassavetes'in en çok beğendiğiniz nT-
mi hangki?
Doug Headline için "Husbands" (Ko-
calar). Benim tercihimse zaman içinde
sürekli değişiyor. Los Angeles'a hayra-
nım ve "Meurtre d'un Bookmaker Chi-
nojs" (Çinli Bir Kitapçının Ölümü) fil-
mini gördüğümde tam bır şok yaşadım.
Ve uzun süre bu filmin Cassavetes'in en
iyi filmi olduğunu iddia ettim. Sonra
"Une Femıne Sous Influence" fiimindeki
Gena Rowlands'a benzeyen bir kadınla
evlendim ve bu filmi gördüğümde
çılgma döndüm. O dönemde de bu fil-
min onun çektiği en iyi fılm olduğuna
karar verdirn. Bugün içinseen çok "Love
Streams"i beğeniyorum. Buna karşın
"Faces" da bence muhteşem bir film.
Neden Clint Eastnood?
- Neden Clint Eastvrood özerine bir ki-
tap yazdınız?
FRANÇOİS GUERİF - Oyunculuk-
tan yönetmenliğe gecen sanatçılar beni
her zaman büyulemiştir. Cfint Eastwo-
od, bunun da ötesinde sessiz sedasız ve
sistemli bir şekilde yönetmenlik yapma-
ya karar verdi. 1981 yılında Verier Yayı-
nevi'ne bu düşüncemi açıkladığımda (bu
kitap ilrinci baskısını yaptı) yaymevinin
yöneü'cişi Claude Gauteure benimle dal-
ga geçti. O günlerde "Honky Took
Man"in vizyona girmesine birkaç ay
vardı ve ben filmi önceden görme firsatı
bulmuştum. Onlara "Dikkatedin! Bu fD-
mi gördükten sonra karannızı yeniden
gözden gecirmek zonında kalacaksmız"
François Gouerif, Clint Eastwood'u (üstte) geleneğin mirascısı olarak niteleyip, bunu yenilemeyi seçtiğini belirtiyor.
dedim. Tabii doğal olarak herkes bu
filmden övgüyle söz etti. Onun bu filmi-
ni beğenmeyen Telerama çalışanlan ise 3
yıl sonra Eastwood'un politik anlamda
tek flu filmi "Sudden Impact" üzerine
olumlu eleştiriler yazdılar. Militan bir
kitap benimkisi. Herkesin nefret ettiği
birini korumak gibi de bir misyonu var.
Başkaldıran ve bağımsız
- Neden her filmi tek tek incelemek gibi
bir yöntem seçtiniz?
Karutlamak istediğimi kanıtlayabil-
mek için en kolay yol gibi geldi bu bana.
Pratik olmayı tercih ederim. Ben kitaba
başladığımda insanlar Eastwood'un su-
ratına tükürüyorlardı. Böylece tüm film-
leri tek tek ele alıp incelemek, aynntılan
belirtmek, eleştirmek gerekiyordu.
OnunJa söyleşi yapmayı reddettim. Fa-
kat Eastvvcod kitabı gördü ve böylece
karşılıklı bir etkileşim oldu. Her Fran-
sa'ya gelişinde onunla görüşme firsatı
buldum. Kitap, Amerika'da da yayı-
mlandı ve bu beni çok mutlu etti.
- Seçtiğiniz yöntemin olumlu ve ohım-
suz yanlannden söz eder misiniz?
Filmleri tek tek ele alarak incelemek
belki de sevimsiz bir yöntem gibi görü-
nüyor ama ben sanatçılan değerlendirir-
ken filmlerini ve senaryolanru tek tek ele
alıp incelemeyi tercih ediyorum. Bu yön-
tem, sanatçı üzerine araşürma yapanla-
ra geniş olanaklar sunuyor. Filmlerin
yapım aşamasmdan tutun da çekim şart-
lanna kadar her konuda bilgi var bu ki-
tapta.
Bu kitapla polemiğe verilen önemi de
bir kez daha kanıtlamış oluyorum. Bu-
gün "Casque d'Or"u göklere çıkarabilir-
siniz. Ama o filmin gösterime girdiğinde
lanetlendiğini bilmek de hoş bir şey olsa
gerek.
- Insan ve sinemacı olarak Easrwood'u
nasıl nitetendirirsJıiLZ?
Başkaldıran ve gerçekten bağımsız bir
düşünce yapısına sahip olan bir insan o.
Silahlan hep bırakmak için eline alıyor.
Bugün haklı olduğu kanıtlandı. "Pink
Cadiüac" (Pembe Cadfllac) ve "Sudden
Impact" gibi fümlen "Chasseur Blanc,
Coeur Noir" (Beyaz Avcı, Kara Yürek)
gibi filmleri gerçekleştirebilmek için çe-
virebilir. Sinemacı olarak kara fılm ve
westernde, Amerikan sinemasının sem-
bolü olmayı sürdürüyor. Geleneğin mi-
rasçısı. Ve zekıce dinamiti ateşe vermek
yerine geleneği yenilemeyi seçiyor. Her
ne kadar o çekmediyse de "La Corde
Raide", Altman'ın "Le Prive"sinden
çok daha yenüikçi.
Agreaf Paul Verhoeven
- En çok hangi fttmini beğeniyorsunuz
Eastwood'un?
Hiç kuşkusuz "Honky Tonk Man".
Üzerindeki tüm yanlış anlamalan orta-
dan kaldıran Eastwood'un en kendine
özgü fiimi bu bence. Kendini gizleyen
Clint EastNvood, filminde karşımıza
çıkıyor. Kitap yayımlandıktan sonra
onunla karşılaştığımda John Wayne'den
etkilenip etkilenmediğini sordum. Bana
"John Wayne mi? Hayır, John Ford"
diye yanıt verdi. Evet, gerçekten de
"Honkv Tonk Man" Fordien bir film.
Dominique Cazenave,
Cassavetes'in (solda) provalar öncesi
oyuncularla birlikte her şeyi yazdığını
belirtiyor. Jean-Marc Bouineau ise Paul
Verhoeven'in (üstte, Sharon Stone üc) 'tam
bir korsan' olduğu görüşünde.
- Neden Paul Verhoeven üzerine bir
kitap yazdınız?
JEAN-MARC BOUENEAU - Beni
çağdaş sinemaalar çok ilgilendiriyor.
Onlann ilk adımlannı izlemek benim
içinçok heyecan verici. Onun "Robocop'-
'a dek yaptığı tüm filmleri çok sevdim.
Ancak "TotaU RecaU" ve "Basic Ins-
tinct" üzerine taruşabilirim. Dediğim
gibi ilk adımlan seviyorum. Kitap fikri
on yıl önce ortaya çıktı. Verhoeven'e ilk
kez 1983 yılında rastladım. 1985'te "La
Chair et le Sang" (Demir ve Kan) filmi
üzerine kendisini yeniden gördüm. Ken-
disiyle konuşmak için 4 gazeteci gelmiş-
ti. Ben de onunla 1993 Haziranı'nda bir
söyleşi yapüm. Bu söyleşi tam 10 saat
sürdü.
Onun doğduğu ancak bir daha geri
dönmediği Amsterdam'da karşılaştım.
Annesinin cenazesi için gelmişti. Onunla
böyle kötü şartlar altında karşılaştım.
Onunla Amerika'da görüşmenin daha
mantıklı olacağına karar verdim böyle-
ce. Söyleşirün başında pek yardıma ol-
madı bana. Bana pek güvenmiyor, soru-
lan anlamamış gibi davraruyordu. Son-
ra neden olduğunu anlamaya bile fırsat
bulamadan, sorulanmı yanıtlamaya
başladı. Çok sempatik olduğu söylene-
mez. Tam tersine agresif bir insan. So-
nuçta söyleşi oldukca güç şartlarda
yapıldi.
tpuçlanyla insan yönü
- Neden böyle uzun bir söyleşi yapma
gereği du\dunuz?
Bu okuyucunun tercih ettiği bir yön-
tem. Ben de sinemaalarla yapılan söyle-
şileri okumaya bayıhnm. O yüzden böy-
le bir yol denedim. Emir Kusturica üzeri-
ne olan kitabım da 40 sayfaiık bir söyle-
şiden oluşuyordu, Terry Gilh'am'ınki 50,
Verhoeven'inki 70 sayfaiık söyleşilerden
oluşuyor. Cronenberg üzerine hazırla-
yacağım kitap da söyleşi şeklinde ola-
cak.
- Böyle bir yöntemin olumlu ve olumsuz
yanlanndan söz eder misiniz?
Eğer yönetmen söyleşi oyununu oy-
namazsa kitap da ortaya çıkmaz. örne-
ğin şimdilik Ridley Scott ile konu-
şamıyorum çünkü benimle konuşmayı
kabul etmedi. Söyleşi boyunca yönetme-
nin kjşiliğının ipuçlannı yakalamaya ve
onlann insan tarafını ön plana çıkarma-
ya çalışıyorum. Verhoeven'le konuş-
tuğum on saatin ardından haklı olduğu-
mu gördüm. Kendi kendime onun "To-
tail RecaB"dan bu yana nereye gittiğini
soranm ve çok taviz verdiğini düşünü-
rüm. Şimdiyse ne isterse yapabileceğin-
den eminim. "Totall Re-
call" ve "Basic Instinct"
Amerika'da tutunabil-
mek için çekilmesi zo-
runlu filmlerdi.
- Yönetmen ve insan
olarak Paul Verhoeven'i
nasıl tanımlıyorsunuz?
O tam bir korsan.
Kendisi için çalışıyor.
Onu daha fazla güç elde
etmek için çalışan bir
korsanla kanştırma-
mak gerek. Ne işinde ne
de yaşammda duy-
gulanyla hareket etmi-
yor. Bundan nefret edi-
yor. Tuhaf gelecek belki
ama onun soylu biryanı
da var. Kötülük eğilimi
olan, arsız ve sürekli ya-
sak olanla ilgilenen bir
sinema yapıyor.
- En çok hangi filmini
beğeniyorsunuz?
"Le Chair et Le
Sang". Oysa Verhoeven
bu filmini hiç sevmiyor.
Bu fılm beni çok etİcile-
di. Hiç ödün verilme-
miş, adına uygun vahşi
bir fılm.
ODAKNOKTASI
AHMET CEMAL
Bip Vahşetin Belgesi...
Zamanımızda insanoğlunun canlı ve cansız çevresiy-
le birlikte yaşaması, artık rasgele bir birliktelik olgusu
değil, fakat bir bilinç ve uygarlık sorunudur.
Bir bilinç sorunudur, çünkü iki binli yılların eşiğindeki
insanoğlunun artık kendi varoluşu uğruna tüm çevresini
gelişigüzel harcayamayacağının, yakıp yıkamayacağı-
nın, insan türünün dışında kalan canlıları yok edemeye-
ceğinin bilincine varmış olduğu varsayılmaktadır.
Bir uygarlık sorunudur, çünkü salt kendi kendini ayak-
ta tutma kaygusunun insanı insan kılmaya yetmediği,
yetemeyeceği, böyle bir kayguyu birincil amaç kılmanın
insanı yeniden tarih öncesi karanlık zamanlara sürükle-
yeceği, binlerceyıl sürmüş bir uygarlık savaşımının, bu
savaşımdan geriye kalmış mirasların ardından artık ke-
sin birgerçek niteliğiyle benimsenmiştir.
Çevre, çevrecilik, çevrebilim, ekolojik sistemler gibi
kavramlar, ancak bu düşüncelerden oluşma bir temele
oturtulabildiği takdirde anlam kazanabilır.
Ve bu kavramlarla çizilen çerçeve içerisinde insanoğ-
lunun, adına dünya denen gezegende kendisinin yanı
sıra başka canlılara da yaşama hakkı tanıması, dün-
yanın onlann da dünyası olduğunu doğal bir gerçek say-
ması, doğrudan insan ahlakının kurucu öğeleri arasında
yeralmaktadır.
Işin bu yönü göz önünde tutulmaz ise dünyayı dünden
miras değil, yarından ödünç aldığımızı ileri sürmek, boş
bir söylev olmaktan öteye gidemez. Kendi çabasıyla kir-
lettiği bir dünyada, bu kirliliğin mikroplarının taşıyıcısı
kıldığı hayvanları kendini hastalıktan koruma amacıyla
yok etmeye kalkışan bir insanlık, etnik değerler bağla-
mında salt görünüşte insan olan yaratıklardan oluşma
birtopluluktur.
Bilindiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir Çevre Ba-
kanlığı vardır. Yine bilindiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti,
çevre koruma ile ilgili uluslararası antlaşmalara imza
koymaktadır. Son olarak Türkiye, daha kısa süre önce
istanbul'da bakanlar düzeyinde toplanan bir çevre
kongresine de ev sahipliği yapmıştır. Gelgelelim aynı
Türkiye Cumhuriyeti'nin Sağlık Bakanlığında görevli bir
müsteşar yardımcısının imzasıyla, 17.6.1994 tarihinde
'çok acele' kaydıyla yayımlanan, 'kuduz vakalarında ar-
tış' başlıklı bir genelgenin 1. maddesinde insanları ku-
duzdan korumak için alınması gereken önlemlerin ilki,
şöyle belirtilmektedir: "Başıboş köpek ve kediler başta
olmak üzere kuduz enfeksiyonu rezervuarı hayvanların
toplatılması ve imhası..." Söz konusu genelgede, 'acil
ve etkin önlemler' arasında sayılan bu önlemin gerekçe-
si olarak 'Başbakanlığımızca yayımlanan tasarruf ge-
nelgeşi nedeni ile' yeniden kuduz aşısı ithalinin çok güç
olacağı belirtilmektedir.
Bu genelgenin gereği ülkemizde hemen yerine geti-
rilmeye başlanmış, kentlerde köpekler ve kedılere karşı
tüfekli 'sürek avları' düzenlenmiş, hayvanlar herkesin
gözü önünde öldürülmüştür. Hemen belirtelim ki, 1994
yılında, yani dünyanın üç bin yılına ayak basmasına altı
yıl kala ülkemizde çıkarılan böyle bir belge, ancak 'vah-
şet genelgesi' admı taşıyabilir. Gerçi ülkemizde 'başı-
boş' olmaları gerekçesiyle köpeklere ve kedilere karşı
'soykırım' düzenlenmesi, ilk kez bu genelgeyle başla-
mış değildir. Sözü edilen hayvancıklar, kentlerimizde on
yıllardır düşünülebilecek en acı verici yöntemlerle -ör-
neğin ancak saatler sonra öldüren zehirler kullanılarak-
yok edilmektedir.
Ayrıca özellikle seçim dönemlerinde, 'mübarek ayak-
larmın bastığı yerlerde 'kurban' adı altında boğazlanan
koyunların, öküzlerin, danaların ve develerin kanlarını
alınlarında taşıyarak çalım atan siyasilerimiz de adı ge-
çen soykırımın canlı tanıklığını yapmakta hiçbir sakınca
görmemektedirler. Ne yazık ki on yıllardır süren bu kanlı
uygulamaya ilgili kuruluşlarca ve bütün hayvansever-
lerce böylesine kararlı birtepkinin gösterilebilmesi için,
bu vahşetin bir bakanlık genelgesiyle resmileştirilmesi'
gerekmiştir!
Erken ya da geç, şimdi yapılması gereken, bir yandan
her gün ve her yerde çevre korumanın öneminden söz
ederken öte yandan 'tasarruf' gerekçesiyle hayvan öl-
dürmeyi bunca 'resmileştirebilen' bir uygulamaya en
kapsamlı tepkileri göstermektir. Ayrıca daha yakından
bakıldığında, bu olayın yalnızca zavallı hayvanları acı-
masızcaöldürmeklesınırlı olmadığını, çok daha vahim'
bir boyutu da içerdiğini saptamak güç değildir. "Tasar-
ruf' gerekçesiyle aşıdan bile tasarrufu öngörebilen bir
bakanlığı 'Sağlık Bakanlığı' diye adlandırabilmek, ger-
çekten çok zordur!
Bu tepkiler karşısında, "Insanların sorunları bitti mi ki
sıra hayvanlara geldi"diye soranlar da çıkabılir. Bu du-
rumda yapılması gereken şey, böylelerinin kapılarına
üstünde 'dikkat, insan var' yazan birer tabela asmaktır.
Türkiye'deönce'yıkılaninsan' onanlmalı
ECETEMFXKURAN
ANKARA - Ankaralılar tatil sa-
bahlan, tatil gömleklerini giyipyüzle-
rinde, henüz doyulmamış uykunun
izlerini taşıyarak pembe bir binaya gi-
rerler. Yerlerine oturup papyonlu
adamlann, siyah elbiselı kadınlann
çıkmasını beklerler sahneye... Sonra
gelsin Mozart, Handel, Şostakoviç...
Ismet Paşa'run başlattığı geleneği sür-
dürür her cumartesi sabahı Ankara.
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkest-
rası (CSO), her cuma akşamı ve cu-
martesi sabahı, Türkiye Cumhuriyeti
ile kardeş olan tarihini de yanına ka-
tarak, çağdaş Türkiye tanhine yeni
bir sayfa katar.
Atatürk'ün, cumhuriyetin kurulu-
şundan sonra, ülkede henüz hiçbir
altyapdı kunım yokken 1924'te kur-
duğu ve kendi titrini verdiği tek ku-
nım olan CSO, bugün devletin ilgisiz-
liğinden yakmıyor. En önemlisi,
yurtdışmdan getirilen yabancı müzis-
yenlerle kurulan yeni orkestralann,
sözde "Türk müziğınûı rönesansmı"
gerçekleştiriyor olması yanılgısı,
CSO'yu manevi açıdan oldukça sarsı-
yor. Kurumun Genel Müdürü Hüse-
yin Akbulut da söze Almanya'dan
başhyor: "Dünya Savaşı bittikten son-
ra Abnanya'nın onanmı için bir ko-
misyon kunıldu. Bu komisyon, ülkede
hiçbir şey yokken ise konser ve tiyatro
sakHilannı yeniden kurmakla başladı.
Komisyon, 'Ülkede fınn yokken nasıl
konser salonu yaparsıruz' sorusuyla
karşdaştığında, şu yanıü verdi: 'Ekrne-
ği ve evleri insanlar yapar. Biz yıkılan
insanı onarmaya çalışıyoruz.' Türki-
ye'de, önce yiküan insan onanlmalı."
Kültür Bakanlığı'nın bütün birim-
lerinin ve özel sanat kurumlanmn ta-
sarruf önlemleriyle birlikte başlayan
süunbsı, bugüne dek "ilk özveride
bulunulan katemin sanat obnası" ko-
nusunda birleşiyordu. Akbulut, ko-
nuya ilişkin sorulanmızı şöyle yanı-
tladı:
- Kültür Bakanlığı'na genel bütçe
içinde aynlan pay binde 5'ken Türk in-
sanm moral değerierini ayakta tutmak
bakımından önemi tarttşilmayacak ve
tarihi önemi olan CSO'nun. tasamıf
önlemleri kapsamuıa aunmasma nasd
bakıyorsunuz?
Türkiye'de, hâlâ insanın ye-
tiştirümesi konusunda yeterli
emek harcanmıyor. Politikalar, hâlâ
insanlann yemesi, içmesi boyutunda
kahyor. Oysa insam oluşturan en
önemli öğe, insanm iç dinamikleridir.
İnsanı oluşturmanın iki yolu vardır:
Bilim ve sanat. Bu ülke kurulurken
bu kıstaslar dikkate ahnmıştı. Ancak
artık bu ölçütlerin yeterince önem-
sendiğine inanmıyorum. Uygulama-
lar da bu yaklaşımı yansıtıyor.
Atatürk'ün, 1924'te ülkede hiçbir
şey yokken kaikıp CSO'yu kurması
bir "heves" değil, bir politikadır.
Atatürk, çoksesli müziği sevdiği için
kurmadı bu kurumu, toplum için
gereken şeyi bildiği için yaptı. Kendisi
Rumeli türkülerini severdi, ama ala-
turka müziği yasakladı. CSO kurul-
duktan sonra da CSO'>TI 3 aylık bir
Avrupa tumesine gönderdi. CSO,
Atatürk'ün kendi titrini verdiği tek
kurumdur. Atatürk'ün önem verdiği,
cumhuriyet ilkeleriyle yakından ilgili
bir kurumu tasarruf önlemleri kap-
samma almak, Japonya'da vereceği
konseri belirsizliğe düşürmek, yeni
konser salonunun temel atımını erte-
lemek, cumhuriyet ilkeleriyle ve çağ-
daşhkla bağdaşmaz.
- İkinci Cumhurbaşkanı tsmet fnö-
nü'nün CSO'nun her konserini izledi-
ğini ve dönetnin insantnın etkinükkre
katddığını bili\ oruz. Ancak daha son-
raki dönemlerde bu ilgi git gide azaldı.
Bu konuda ne dfişünüyorsunuz?
Cumhuriyeti kuran kuşak, bu ku-
ruma çok destek verdi. Çünkü bu ku-
rumun cumhuriyetin ve çağdaşlığın
evrensel ilkeleriyle olan organik bağ-
iantısını biüyorlardı. Hiç unutmadı-
ğım bir şey var. Seçimler otdu. İnönü
kaybetti. Seçimi kaybettiği gece fnö-
nü, her hafta yaptığı gibi CSO'yu din-
lemeye geldi. Bu yaklaşımı parti gö-
rüşleriyle bağdaşürmak istemiyo-
rum; bu, çağdaş yaklaşımın gereğidir.
- Yurtdışındaki Türkler arasında
yaygmlaşan dinci akımlar Türkiye'nin
.vuitdışındaki kimh'ğmi belirleme yo-
İundayken CSO'nun bu konudaki işle-
vinden söz eder misiniz?
Aspendos"ta verdiğimiz konserden
bir örnek vermek isterim. İngiliz bir
turist bize bir mektup gönderdi. As-
pendos'ta gördüklerine inana-
Maddi bakımdan yetersiz
bir destekle ayakta duran
CSO, Demokrat Parti
döneminde başlayan ve şimdi
"yükselen değerler"
kıskacıyla desteklenen bir
sürecin yaralannı taşıyor.
CSO, etkinliklerinin
tasarruf önlemleri
kapsamına
alınmasıyla daha da
daralan sınırlannı, yurtiçi
ve yurtdışmda verdiği
konserlerle genişletmeye
çahşıyor.Salon sorunundan
kitlelere ulaşma engeline dek
birçok sorunla karşı karşıya.
CSO'nun 60bin kişinin izkdiği
hipodrom konserlerinden birg öriintü.
madığını söyleyip konsenn bır bant
kaydını istiyor. Türki>e'nin çağdaş
bir ülke olarak tanınması için CSO'-
nun ve benzeri kurumlann yaşaması
gerekiyor. Türkiye bir adadır. Senfo-
ni orkestrası olan tek Müslüman ül-
kedir. Türkiye laiklık ve cağdaşlık
adına bir adadır. Bunun korunması
CSO gibi kurumlara sahip çıkarak
olur.
- En önemli sorunlar nedir?
Şimdiki salonumuz bir spor salo-
nu. Akustiği yok ve çok küçük. Her
hafta sonu Ankaralı dinleyiciler bu
salona sığmadıklan için dışanda kalı-
yorlar. Bizim korkumuz, yer yoktur
diye gelmemeye başlamalan. CSO'-
nun yeni konser saionunun .temel
atımı tasarruf önlemleri nedeniyle er-
teleniyor. Bu başlı başına bir du-
yarsızhk. Aynca yurtdışı konserleri-
miz. önlemler nedeniyle engelleniyor.
- Celecek dönemde neler yapmayı
planlıyorsunuz?
Bize en ilginç gelen plan, 70. yıl
konserinde, orkestranın Atatürk'e
verdiği konser programını yinelemek.
CSO, 70 yıl önce çaldıklannı yeniden
çalacak. Böyielikle nereye geldiğimiz
göreceğiz ve aynı zamanda öyle sanı-
yoruz ki bu kurumun yaşını ve öne-
mini anlatacağız. Aspendos'ta üç
konser, Japonya'da konserler. hipod-
rom konserleri. compact dısc çalış-
malan ve açılış konserimiz \ ar. Açılış
konseri hipodromda yapılacak ve
ftalyan bariton Pierro CapuceDi da
konsere katılacak. E\et.CSO konser-
leri devam ediyor.
Öyle sanıyoruz ki ,27 Mart seçimle-
rinin sonuçlanna, antilaik akımlann
vahşetine, Atatürkçülük karşıtı et-
kinliklerin yaygınlığına, ortaçağ ka-
ranlığına sürüklenmemize şaşmadan
önce, cumartesi sabahlannı CSO'nun
pembe binasındaki güzel müziğe ayı-
rmak gerekiyor.