25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 TEMMUZ1994 PAZARTESf DIZIYAZI DİN, TİCARETVE Sİ YASET Türkiye'Dar-ülharptir'ethullah Gülen'in "İslam a- sinsi bir savaşın akıl almaz tuzaklanna yasettir" diyerek baş- doğru koşuyordu. kaldırdığı Nurculukta; Said bir Nursi'nin "Asnmız tarikat asn değüdir" ilkesi, genei bir tavır olarak, hala geçer- lığını sürdürüyor. Bir yanı ile yadsınan, bir yanı ile onaylanan Fethullahçılık'- ın ne olduğunu bulmak ilk bakışta çok zor. Bu konuda akla gelen sorulann "Ben Fethuüah'mı ama, onlar Fethul- labçı değü" mantığıyla yanıtlanması da olanaklı değil. Düzeltme tekzip metnindeki; 'hayatm adandığı teb- iiğ ve irşat vazifesi' yaklaşımından hare- ketle soruna, biraz daha açıkbk getirilebi- lir. İslamcı gruplann Türkiye'de bir İslam devleti kurmak için ha- rekete gecme zamanı gekfi mi" sorusuna yanıt aradıklan bir dönemde; kendisinin tebiiğ ve irşat' ile gö- revlendirildiğini söyle- yen bir Müslûmanın, bu tartışmada üstlen- diği misyon küçüm- senmemeü. Çünkü sıradan bir Müslûmanın bu mis- yona ulaşması, sanıldığı gibi hıç de kolay değil. Siyasette İslamcıbk kozunu öne süren her- kesin bildiği ve kul- landığı gibi; İslam kamu hukukuna göre ülkeler 'Dar-ül İslam' ve 'Dar-ül harp' diye ikiye aynlıyordu. Dar- ül İslam Suudi Arabis- tan ve İran gibi İslam egemenliği altında bulunan topraklardır. Dar-ül harp ise bu egemenliğin bulun- madığı diyarlar. Türkiye 'Dar-ül harptir' tezinı savu- nan şeriatçılara göre yapılması gere- ken şu: Tıpkı Hazreti Muhammed gibi 'mumaşat' yapmak irşat' etmek; tebiiğ' görevini yerine getirmek. Mu- hammed; başlangıçta Mekke'de in- sanlara Müslümanlığı anlatmış, on- lan İslama çağırmış, yani tebiiğ' göre- vini yerine getirerek güç toplamıştı. ıyasette slamcılık kozunu öne süren herkesin bildiği ve kullandığı gibi; İslam kamu hukukuna göre ülkeler'Dar-ül İslam' ve 'Dar-ül harp' diye ikiye aynhyor. Dar-ül İslam Suudi Arabistan ve İran gibi İslam egemenliği altında bulunan topraklardır. 'Dar-ül harp' ise bu egemenligin bulunmadığı diyarlar | Tebiiğ ve irşat' Düzeltmc tekzip yaasının 'dördün- cü paragrafınm buinci satınna' göre Türkıve'de bu göre\ı üstlenenlerden birisi, belkı de en önemlisi, eski vaiz Fethullah Gülen Hocaefendi Hazret- leri'dir. Eski bir vaizin, avukatlığı aracıkğıyla üstlendiğini söylediği teb- Bğ ve irşat' görevinin, çok partili par- larnenter demokratik bir rejimdeki yeri nedir? İslami düzene, yani şeriata yönelik tebüğ ve irşat' eyleminın; demokraük rejimlerdekı 'din ve inanç özgürtüğü' kurumu ile ilişkilendirümesi olanaklı mıdır? Bir yanda "Allah'a ve sevgili pey- gambere" adanan bir yaşam; öte yan- da 'bir yaşamın adandığı tebiiğ ve irşat vazifea' ve hemen bunlann arkasına takılan 'güzel ülkemizin, güzel insan- lannın birtik ve beraberlik' tekerlemesı ne kadar inandına olabilir? Tekzibe 'evet' diyen, bu hakkın kullanılmasını Hıygun gören' hukuk devletinin bağımsız bir yargıcının bu ikili mantığın kıskacında olduğunu söylemek hiç zor değil. Bu ikili manük, Türkiye'de din devleti kur- mak isteyenlerin sık sık basvurduk- lan, kökleri eskiye dayanan islami bir yöntem. İslaırun ilk yıllannda, 13 yıllık Mekke sürecinde Müslüman- lann baskı altında olduklan koşullar- da inançlannı gizlemek' amacıyla başvurduklan bir Iıile' yöntemi. İslamın bütün mezheplerinde Takiy- ye' ya da "Hûd'a" adıyla kabul gören biryöntem. |'Harb Hüdadır' Şülerde zorunlu (farz). Sünnilerde isteğe bağlı (sünnet) olarak uygu- lanan bu yöntemin tüm Müslüman- lan kapsayan ortak bir yanı ise "Harb Hüd'adır" yani "Savaş hiledir'' yak- laşımıyla benimseniyor. Müslü- manlığın ilk ve tek peygamberinin yaptığı işleri, kendisine görev olarak üstlenip *siyaset yapmak'. ama bunun aksini ">argı kararianyla belgeiemek' bu sinsi savaşın bir hilesiydi. Bu savaşın ne olduğunu bilmeyen, ne için savaşıldığını anlamayan yok- tu. Savaşı hileyle özdeşleştirmeyi 'bir yaşam biçimi olarak' kabul eden kimi Müslüman yazarlara göre bu, Ina- nanlarm iktidan' ya da 'ülkede İslami yaşam biçimiııi egemen kıfanak için yü- rütülen' bir savaştı. yaşadığı dünyaya arkasını çevırip; Çin'den Küba'ya, Brüksel'den İstan- bul'a kadar önüne her gelenle uzlaşa uzlaşa, siyaseti bir erdem olmaktan çı- karan 'Müslüman aidiyetti, laik kim- Mklf yeni türedıkre göre ise bu. bir sa- vaş değil 'dindar insanlann sağduyulu bir sesi' idi. Yülardır kirli bir savaşla, bir baştan bir başa kana bulanan ülke; şimdi. ISavaşınHilesi, yaianın vizesi... Düzeltme-tekzip yazısının Emniyet Genei Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı'nın raporunu yok sayan bölümünde; 'dindar' ile 'dind' arası- ndaki ayınmın en güzel örnekleri ser- gilenecekti. Dindarlann inançlannın siyasal bo- yımı' yoktu ve dınlerini devletin resmi dini olarak görmüvor- lardı. Oysa •dincikrin ik- tidar perspektifi' vardı ve dinlenni aynı zaman- da devletin de dini ola- rak görüyorlardı. Din- darlar Inançlan için' sa- vaşmıyordu, ama dinci- ler İktidarlan için' sa- vaşıyordu. Fethullah Gülen'in avukaünın or- taya koyduğu görüşler, bir savaşı ve savaşın hile olduğunu anlatan 'abi- de' ömeklerle doluydu: "Fethullahcdar veya Fethullah Hoca'nm tale- beleri adıyla bir grup ol- mayınca, böyle muhay- yel bir gnıbun faaliyeti de olamaz. Gazetede ikri sürdüğünüz ve aslı 1987 ve 1991 tarihleri arası- nda ileri sürülen iddialar- la alakalı rapor tamam- landıktan sonra konu, Emniyet Genei Müdür- lüğü Yüksek Dtsipbn Kurulu'na ve Ankara Devlet Güvenlik Mahke- mesi Savcılığı'na intikal ettirilmiş; DGM Savcıh- ğı Hazırlık 1992-256 nolu karan ile takipsizlik vermiş; aynca Emni>et Genei Müdürlüğü 1993-1 sayılı karan ile dosyayı işlemden kaldırmıştır. Vani ortada işlemde olan bir tahkikat veya geçerü bir rapor bu- hınmamaktadır." Olay 1991 yıhnda disiplin notu düşü- riilcrek 'okulu bitinnesine bir gün kala' Ankara Polis Akademişi'nden uzak- laştınlan Rafet Yıimaz'ın İdare Mahke- mesi'ne başvurmasıyla başladı. Yılmaz, okuldan uzaklaştınlmasının gerçek nedeninin 'okuldaki dind grup- lara katümaması' olduğunu açıkladı. Emniyet Genei Müdürlüğü 'derslerde yapOkları konuşmalar ve davranışlan nedenjyle sanık olarak ifadeleri alınan 9 öğretim göretlisi' ıle 'savunmaJan alı- nmaksızm sanık olarak isimleri verilen' 93 kişi hakkında düzenlenen fezlekeyı Ankara DGM Savalığı'na gönderdi. Laik devlete karşı sürdürülen savaşın hilesi de işte tam bu noktada başlaya- caku. Ankara DGM Savcılığı'na gönderi- len fezlekede 'sanıklann 3713 sayüı Te- rörie Mücadeie Yasası'nın 1. maddesin- de befirtüen' laik Türkiye Cumhuri- yetı'nın varbğını tehlikeye düşürecek eylemlerinden dolayı. yasanın 8/1. maddesi uyannca cezalandınlmalan is- tendi. Ce2alandınlması istenenlerin arasında Fethullah Gülen ismi de yer ahyordu. Mağdur Rafet Yılmaz 2 Ey- lül 1991 tarihinde, noter aracılığı ile Iıer nedense' şikayetinden vazgeçtiğini bil- dirdi. Ançak DGM Savalığı yine de onun ifadesine başvuraçaktı. Yılmaz, savcılık ifadesinde "Inanmış bir insan olduğunu, okulda ibadetini sürdürdüğü- nü, okulda mevcut dinci örgüt organizas- yonunun bunu fırsat büerek kendlsini de örgüte dahil ettiğini. örgiite girdikten sonra okuldan uzaklaştınünca.va kadar eğitim çahşmalanm sürdürdüğünü, an- • Türkiye "Dar-ül harptir' tezini savunan şeriatçılara göre yapılması gereken şu: Tıpkı Hazreti Muhammed gibi 'mümaşaf yapmak 'irşat' etmek; 'tebiiğ' görevini yerine getirmek. Muhammed; başlangıçta Mekke'de insanlara Müslümanlığı anlatmış, İslama çağırmış, yani 'tebiiğ' görevini yerine getirip güç toplamıştı. • Türkiye'de bu görevi üstlenenlerden birisi, belki de en önemlisi, eski vaiz Fethullah Gülen Hocaefendi Hazretleri'dir. ve evlere ailelerinin izni ile yerleştirilen zeki, çauşkan öğreacilerin mesiek okul- larma > erleştirüme planında polis kolej- leri de payını almıştır. Bu öğrencüer Polis Koleji'ne geldikle- rinde hiverarşik bir sıra içinde sınıf, dö- nem ve okul unamları \e kadrolarının denetüninde görüşleri doğrultusunda eğjtilmektedirier. Sınıfların >e okulun kendi bünyesindc sorumlu imamlan ol- nutsuıa rağmen örgüte karşı asıl sorum- lu olan dtşarıdan bir üniversite öğren- ciskUr. Örneğin 'nin 3. suuflar so- rumlusu SBF Kamu Yönetimi Bölümü 3. sınıf öğrencisi dır. Buna bağh olarak Hukuk Fakültesi 4. sınıf öğren- cisi ile Gazi L ni\ersitesi'nden Polis Koleji'nin ve Akademisi'nin so- nımlularıdırlar." | Sınıf imamlan cak bazı konularda 'malum grup' ile ters düştüğünü" söyleyecekti. Savcılık, 14 Ekim 1992 tarihinde TCK'nin 163. maddesinin 3713 sayılı kanunun 23. maddesiyle yürürtükten kaldınldığına, bu nedenle ortada suç olmadığuıa' ka- rar verdi. Emniyet Genei Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu ise savcıhğın kovuş- turmaya yer olmadığına ilişkin bu ka- ran ndan sonra 7 Ocak 1993 tarihinde 'sadece öğretim üyeleri hakkındaki' savlan görüştü ve "Ankara DGM Sa>cılığı'nın kararı ile ve TCK'nin 163. maddesinin kaldınlması" neden- len ıle ortada bir suç bulunmadığını ve dosyanın işlemden kaldınlmasını kararlaştırdı. Emni\et Genei Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu'nun işlemden kaldırdığı dosyada sadece IO kişinın adı geçiyordu. Bir gün. gen kalanlar hakkında ne yapıldığının sorulabilece- ği hiç kimsenin aklına bile gelmeyecek- ü. | Yok sayılan rapor... Ankara DGM Savcıhğı 14 Ekim 1992 tarihinde sanıklann tümü için 'kovuştunnaya yer ounadtğY karanru verdi. Bu karardan tam üç ay sonra Emniyet Genei Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu 7 Ocak 1993'te sadece 10 sanık için 'dosyayı işlemden kakh- rmayı' kararlaşürdı. Ama ortada yine Emniyet Genei Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı'nın 10 Mart 1992 ta- rihli 'bazı emniyet mensuplannın illegal faaliyetleriyle ilgili' bir başka raporu da vardı. Gerek adli gerekse idari kovuşturma ve sonışturmalarda görülmeyen, kanıt olarak ortaya konulmayan bu rapor. tekzip edilmesi istenen habenn de kay- nağıydı. Bu tür resmi raporlan 'ele geçiren' gazeteci. öncc 'raporun sahte olup ol- madığını' araşüracak. değilse oturup elbette haberini yazacaktı. Rapor tari- hinin eski' olması ya da 'adli ve idari kovuşturmada dikkate ahnmayışı' böy- le bir olayın varlığını ortadan kaldır- mıyordu. Adli ve idari soruşturmada gözardı edilen 'işbu rapor' ülkenin geleceğini k'arartmayı akıllanna koymuş birkaç gericinın peşıne düşen poüsin de aaklı öyküsüdür bence. Şımdi, raporu 'usuiüne uygun' bir bı- çimde aktararak sinsılığın boyutlannı sergılemek gerekiyor: "Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nm demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti niteliklerini değiştirerek \erine şeriat düzeni getirmeyi amaçla>an. il- legal * ' adli örgütün. tüm Türki- ye genelinde olduğu gibi teşkilatımız içinde de örgütlendiği, özellikle hareket noktası olarak seçtiği Polis AkademLsi ve polis okulları içindeki faaliyetlerini. Teftiş Kunılu'ndan gelen bu yazıva bağh olarak askı> a aldıkları. buna rağ- men sempatizan kadroları ile bağlannı za>ıflatmamak jçin toplantı ve çahş- malannı yoğun olarak sürdürdükleri ve illegaliteye son derece bağlı kaJdıklan gözlenmİştir. Elde edilen bilgiler doğrultusunda sürdürülen çalışmalarda Polis Koleji öğrencilerinin yüzde 50'sine yakın bir kesimi Ue çeşitİi şekiMerde te- mas kuran örgüt elemanlan, kendilerine yakın olanlar üzerindeki ajitas\ on çalı- şmalannı sistemli olarak \iirutmekte- dirler. Örgütün tüm yurt sathında çeşitii gö- rünümler amnda kurulu bulunan vakıf Yok savılan rapora göre hafta tatil- lerinde "Âbidinpaşa'da bir terzi işliğin- de" giysilerini değiştiren Polis Koleji öğrencıleri 'sınıf imamlannm' belirledi- ği adreslerde 5-6 saat süreyle eğitim çalışması yapıyorlardı: "Masumane sohbet ve çay partilerin- den sonra Nur Külliyatı Ue ilgili kitap- lann okunması ve açıklamalan yapüa- rak 'in video kasetleri i/lenmekte, öğrenciler konulara olan vatkınlıklan- na göre değişik grup topianrjlarma katn Imaktadırlar. Ankara'da Dikmen Sokoüu; Cebeci, Abkünpaşa, Keçiören, Yenimahalle ve Demetevler'de teşkilata mensup kişüere ait evler ile bu işjer için kamufle edilmiş eğitim evteri mevcuttur. Polis Akademi- si ve Polis Koleji öğrencileriyle bağ- lantılı olduklan sanılan şahtslann adres- leri aşağıya çıkanunıştır. Hukuki konularda kendilerine yardoncı olan avukat 'nin yazıhane- sine sık sık gidip geldikleri gözlenmİştir ... grubunun .Ankara liderinin Usesi'nin din dersi öğretmeni 'dir. Bu şahsuı ile direkt irti- batlı olduğu, emir ve direktifkri kendi- sinden aldığı, Ankara ili ve ilçelerinde örgütlenıne çaltşmalan vüriittüğü, ken- di görüşleri doğrultusunda faalivet gös- teren e», okul ve paasivonJarın tüm iaşe giderierinin kendisi tarafından karşı- landığı, zengin esnaftan para toplamak amacıyla yapılan 'hımmet' toplantılan- na bizzat katıldığı ve kendisine ' -\nka- ra'run Valisı' dcndiği ögrenilmiştir. Kamu kurum ve kuruluşlanna kendi fı- kirleri doğrultusundaki şahıslann yer- leştirilmesine tavassutta bulunduklan ve bunda da başanlı olduklan; telefon irtibatını asgaride tuttukları, önemli ha- berlesmelerde kurye kullandıklan; nite- likli elemanlannı Azerbaycan'a gönder- dikleri kendi örgüt mensuplan arasında söylenmektedir." Raporun belkı de en önemli yanı. son bölümüydü 'Dinsiz devleti dinü devlet yapmak' için 'mubah' gördükleri akıl almaz Iıile ve desiselerle' sürdürü- len sinsi savaşın varlığı bundan daha güzel anlatılamaz ve anlaşılamazdı: "Yapılan araştırmalar sırasında .... Cebeci-Ankara adresindc arkadaşlany- la birtikte kalan komiser \ardımcısı ....'nün muhtel zamanlarda diğer iller- den yanma gelen, aynı fikir ve düşünce- leri paylaştığı arkadaşları ile sohbetler yaptığı duyumlanmıştır. Bu konularuı müfertişlerce araştuıldjğınm duyulması, özellikle ko- nu yu gündeme getiren müstafi Polis AkademLsi öğrencisinin kendisini koru- vabilmek için müfettişlikte vermiş oldu- ğu ifadesini, örgüt taraftarlanna ak- tarmış olması çalışmalanmız sırasında sık sık karşomza çıkmış ve hareket im- kanunızı kısıtlamıştır." Yarın: İşlemden kaldırılan dosyalar Hastalanarak yurtdışına giden Fethullah Gülen'in vurda döndükten sonra verdiği ilk vaazı Süleymaniye Camii'nde birçok kişi dinledi. BIZBIZE ERDAL ATABEK Kûltûr ve ŞiddeL.. Dünyadaki kültür farklılıklarının kitlesel şiddete dö- nüşmesi belki de 3. Binyıl'a girerken karşılaştığımız en büyük sorunların başmda geliyor. Şiddetin temelinde yatan iki büyüketken, "egemen olmatutkusu"yia "yokol- makorkusu". Kimi zaman biri kimi zaman da öbürüağır basarak, çoğunlukla da iç içe yaşayarak varolmayı şid- detle açıklayan bir davranışa dönüşüyor. Bir kültür top- luluğunun, "yokolma korkusu"yla başlayan dinamizmi giderek "egemen olma tutkusu"na ulaştığı zaman şid- det kaçınılmaz olarak ortaya çıkıyor. Burada şiddeti ön- leyecek en önemli öğeler önce bir kültürün "yokolma korkusu"nu ortadan kaldıracak güvenceleri kurabilmek, sonra da "egemen olma tutkusu'nu durdurabilmekten geçer. Bu iki güvenceyi hayata geciremeyen toplumlar- da "kültürel şiddet" hep kendini gösterecektir. Kimi za- man " kültürel çoğunluk" denen egemen çoğunluğun baskısı, kimi zaman yasal düzenlemeler, kimi zaman da üstü örtülü gerginlik bu şiddetin araçları olabilir. Ama her zaman bu çatışmanın belirtileri azalıp çoğalarak toplumda yaşar. "Kültürel azınlık"\ar günümüz dünyasında çok önemli olan "insan hakları demeti"n\n öne geçen ilkelerinden birisidir. Bu kültür azınlıklarını "kültürel çoğunluk" ola- rak tanımlanan egemen kültür sahiplerinin baskısından, şiddetinden korumakda önemli bir insan hakları konusu sayılmaktadır. Onun için de bugün aralarına katılmak için çok istekli olduğumuz Avrupa Topluluğu'nun Kürt sorununu neden bizden çok farklı gördüğünü anlayamı- yoruz. Bunun nedeni, Avrupa Topluluğu'nun temel ilke- lerinden birisinin "azınlık kültürlerinin korunması" ol- ması, bizim ise bu anlamda bir "kültürel azınlık" bulun- dugunu kabul etmeyişimizdir. Avrupa politikasının bir Kürdistan kurulmasında çıkarları olabilir. Bunu iste- meleri -Amerika'yla birlikte- Ortadoğu'daki petrol ve suyu denetletmek politikalarının bir parçası olabilir. Ama bu olguyu, kültürel azmlığın korunmasının insan haklarının bir parçası olaraR görülmesinin yerine koya- rak hareket etmek, olayı hiç anlamamak demektir. Olayı anlamamak da aslında "egemen kültür" açısından bak- manın bir ölçütüdür. Türkiye'de azınlık-çoğunluk tanım- lamasının tek ekseni din olmuştur. İslam dininden olma- yanlar azınlık sayılmış, azınlık denince de Rumlar, Er- meniler, Yahudileranlaşılmıştır. Oysa, "kültürelazınlık" tanımı din dışındaki ölçütlere dayanır, ama bugün bile böyle bir tanımlama kabul edilmemektedir. Çoğunluk kültürünün dışında kalan bir kültürle yaşamak isteyen- ler, kendini bu kültürel kimlikle açıklayanlar "kültürel azınlık" denen topluluğu oluşturur. Etnik köken farklılığı böyle bir kültürün temeli olabildiği gibi üzerınde hiç du- rulmayan eksenler olarak, örneğin "klasik Batı müziğlni sevenler"de bir "kulturelazınlık"oluşturur. Bugün sos- yalistler de pek farkında olunmayan bir "kültürel azınlık"t\r. Değişik eksenlerde "çoğunluk-azınlık olma" gerçeklikleri de toplumumuzda yaşanmaktadır. Şimdi gerçekten "çağdaş" ya da "çağcıl" bir toplum, azınlık kültürlerine "kendini tanımlama", "kendiniaçık- lama", "kendinigeliştırme", bunun için de eğitim yapa- bilme, yayın yapabilme, örgütlenme, politik alanda tem- sil edilebilme haklarını vermek, bunları kabul etmek zo- rundadır. Bunları anlayamamak, bunları kabul etme- mek "kültürelçoğunluk"olmak yerine "kültür egemenli- ği kurmak" olarak kabul edilmektedir. ••• Türkiye'nin sıkıntılarının kökeninde, 70 yıl gibi kısa bir süre içinde imparatorluktan cumhuriyete geçmek zo- runda kalışı yatmaktadır. Padişahın kullarını cumhuriye- tin yurttaşları yapmak, ümmetten millet yaratmak, dini, hayatm ekseni olmaktan çıkarmak, kaçınılmaz bir radi- kal hareketle olmuştur ama, toplumsal yapıyı değiştire- memiştir. Bu konuda Atatürk'u eleştirmenin hiçbir anla- mı yoktur. Ortada hiçolmayan "ulus " kavramını hayata geçirmek için din ekseni dışında kalan "azınlık kültürle- ri" de görmezden gelinmiştir. Ama toplumsal gerçekler kendi yasalarıyla yaşarlar, kendi yasalarıyla değişirler. Bugün gelinen nokta bu hızlı değişimin zorunlu kalınan köşebaşlarından daha gerilerde bulunduğumuzu orta- ya koymaktadır. Geleneksel değer yargılarımız bütün gücüyle yaşamaktadır. Toplumun büyük kesimi dine saygılıama, "d/nc/"olmadığı halde bugün din ideolojisi- ne kaymaktadır. Toplumun büyük kesimi "kültür ege- menliği"ni kendi hakkı saymaktadır. Bu toplumsal yapı- ya katılan kapitalist ekonomi modeli de açgözlü, mal ve para hırsına kapılmış, bencil, saygısız insanlar yarat- maktadır. Geleneksel degerlerini kaybetmiş, yerine de Batı kapitalizminin en çıkarcı değerleriyle karşılaşmış bir toplum şaşırmakta, korkmakta, kendisini rahatlata- cak bir sığınak aramaktadır. Sosyalizmle hiç tanışma- mış, sadecesoldan korkutulmuş olduğu için insan değe- rini anlamamış, emek değerine sahip çıkmayı öğrenme- miş bir toplumda sendikalizm de, politika da asıl yerleri- ne bir türlü oturamamıştır. Şimdi yapılması gereken ilk iş, toplumu önyargılardan kurtularak -ne güç bir şey- anlamak, toplumun gelişmesi için kültür egemenliği yerine kültürel demokrasiyi koy- mak -bu daha da güç-. Toplumu şiddetten kurtararak in- sanlann kendi kimlikleriyle yaşayabileceği kültür fark- lılığını koruyacak demokrasiyi uygulamak -bu büsbütün güç-. Bununla birlikte de ülkenin bölünmesine, şeriatın egemen olmasına, her türlü zor kullanımına -gene de- mokrasinin gerekleri olarak- hiç fırsat vermemek. Unutmayalım ki birincisini yapamazsak ikincisini ön- lemeye de fırsatımız olmayacaktır. Yılmaz: Başbakan anayasa bilmiyor tZMtR (Cumhuriyet Ege Bû- rosu)- Anavatan Partisı Genei Başkaıu Mesut Yılmaz. Başba- kan Tansu ÇiDer'in malvarlığıy- la ilgili yapılacak araştırmaya olanak vermemesıni eleştirerek " Memkketin başbakanı sorun- lan çözecek yerde Amerika'da emlakçilik yapıyor" dedi. Mesut Yılmaz. yerel seçimler- de ANAP'tan belediye başkanlı- |ını kazananlan tebrik turuna Izmir'den başlayarak ANAP'ın kazandığı belediyeleri ziyaret et- ti. Havaalanında açıkiama ya- pan Yılmaz, Başbakan Çiller'i, malvarlığının araştınlmasına olanak vermemekle suçladı. Yıl- maz, "Başbakan kendisiyle ilgüi araştırmalann vapılmasına ola- nak vereceği yerde, araştımıayı 100'lerce kişiye teşmil edecek şe- kilde davrandı. Bövlelikle kendi- siyle ilgüi iddialan gölgelendir- meye çaitşnuş ve ortaüğı sulan- dırmışnr" dedı. Yılmaz, Çiller'ın araştırmanın DYP'den başlaya- cağı yolundaki açıklamalannı da "Başbakan karanukta ısîık çalıyor. Arastırma komisyonuna talimat verme yetkisi yok. Araş- tırmannı muhatabı olduğunu da unutuyor" diyerek eleştirdi. Yılmaz, Çiller'in Refah Par- tisi'nin malvarlığının Meçu's'te araştınlmasını istemesıni de "Bu, kendisinin anayasanm niıu- oa vakıfolmadığını ortaya çıkan- yor" diyerek eleştirdi. Siyasi partilerin mali denetiminin Ana- yasa Mahkemesi'nin elinde ol- duğunu anımsatan Yılmaz, bu yetkinin TBMM'de olması ha- linde iktidar partisinin muhale- fet partilerinin mali kaynaklan- nı rahatkkla araşürması sonucu- nun doğacağmı söyledı. Yılmaz, Devlet Bakanı Meh- met AH Yıimaz'ın DYP'den isti- fasının merkez sağda bir birleş- me hareketine kıvılcun olup olmayacağı yolundaki bir soru- yu da "Merkez sağda bir bütün- leşroenüı zorunlu otduğumı savu- nuyoruz. Parti yönetimleri taban- lannın işaret ettiği yerde birleş- meli. Bu da iki turlu seçünle olanaklı" diyerek yanıtladı. Yıl- maz, Cem Boyner ve arkadaşla- nnı da ülke sorunlan üzerinde düşünmelerine karşın,"siyasi gerçeklerden uzak ve ayakfauı ye- re basmıyor"diye nitelendirdi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle