Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
28HA2İRAN1994SALI CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 13
'Kadın oyuncu üzerine
naif bir hayranlık
denemesi..' Yaşasın bunalım!HALİLGÖKHAN
"Bugünlerde yaşadığunız bunalımlann gerekli
olduğuna inanıyorum. Bütün bunlar, aklımızı
başnnıza getirecek ve uyandıracak bizi. Etkileri
çok kere acımasız da oLsa, bunalımlar toplumca
bir dönemeçte olduğumuzun göstergesidîr. Hiç
kuşkusuz pek yakında bir devrim yaşayacağız.
Bayraksız bir devrim, gücünü her birimizin
şaşkınuğından alan bir devrim. Evet, diyen bir
hayır, zira olumsuzlamalar içinde gelişme göste-
remeyiz. Olumsuzlamalarda gelecek yoktur."
Yukandaki tümceler, bir sinema yıldızının.
Hayır, biz starlan böyle bilmezdik saplanusına
girmeyin hemen. Bu saplantı olsa olsa ıbmb ol-
malı ve yine olsa olsa Juliette Binoche olmah bu
aynksı saplanünın adı. Yani yukandaki tümce-
lerin doğal sahibesi.
Juliette Binoche.
Godard. Doillon, Techine, Carax, Louis MaUe,
Kaufmann. Kiewslowski gibi ünlü yönetmenlerle
birçok filmde çalışmış ve 16 yaşında ilk kez oy-
nadığı Hayali Hasta'dan bu yana yer aldığı bü-
tün filmlenn hakkını veren, dört dörtlük portre-
ler çıkaran bir fılm yıldızı. Fransa ne yapıp eder,
böyle birisini mutlaka çıkanr bir yerlerden.
Kundera'nin 'îrzina geçilen romaiu' (jnlü fılm yıldızı Julitte Binoche'a duyulan hayranlık onun cana yakııüığından kaynaklanıyor.
Varolmanın Dayamlmaz Hafifliği romanının
fılminde Tereza olarak tanındı Juliette Binoche.
Milan Kundera'nin, Kaufmann'ın ırzına geçtiği-
ni söylediği romanın filmiydi bu. Roman, döne-
minin çok satan kitaplanndan biriydi ve filmiyle
birlikte, dünyanın siyasal ve ideolojik evriminde
biraz daha geç kalsaydı o başanyı tutturamaya-
caktı. Başan derken, okuma ve izlemeyi ön
planda tutmah. Kanımca fılm yerli yerindeydi
ve başkası da daha iyisini yapamazdı. Yapardı
belki, ancak aynı dönem içinde hiç kimseye iztet-
tiremezdi. Kaufmann hakbydı belki de. Ro-
manı, hiç ahşkın olmadığı bir başka alana çek-
mek isterken yönetmenlik cazibesi yerinde ol-
madığı zamanlarda, filmi kesinkes gerçekleştir-
me baskısı içınde, arada sırada ırzına geçmek
zorunda kalrruş olabilirdi. Ya da roman bunu
kendi istiyor olabilirdi. Kim bilir?
Romanın özgün adının üç sözcükle aktan-
lması. varofana ve hafiffik sözcüklerine derinlik-
ler ve yeni kullanım alanlan getirdi. Aynca bu
hoş ve eleştirel tamlama, birçok kitaba, yazıya
başbklar kazandırdı.
Altından serseri geçen köprüler...
Son olarak Les Amants du Pont-Nenrte gö-
ründü Binoche. Bu fılm, Türkçede Köprüüstü
Aşıklan adını almışü. Buluş olarak çok güzel,
fakat köprüaltı deyişi, sanınm altından su yerine
serseri geçen köprülerden türeülmiş. Seine Neh-
ri'nin üzerindeki köprülerin altından yalnızca
mavnalar geçebiliyor oysa.
Bu filmden sonra Ölesiye'de ve Kieslowski'-
nin renk üçlemesinin ilki olan Mavi'de oynadı ve
bir milyonun üzerinde izleyici toplayarak büyük.
bir başan kazandı. Gösterimin hemen ardından
bir de doğum yaptı Binoche. 29 yaşmdaki bu
genç oyuncu klasiğirun yeni yıldaki en büyük
düşü ise oğlunu ve onunla birlikte kendini yetiş-
ürmek.
Yaşasın bunalım! dedikten sonra, oyunculuk
üzerine şunlan söylüyor Juliette Binoche:
"Sanırım oyuncunun rolii, kendi içinde yankı ve-
ren bir şeyleri dinletmektir. Benim için en büyük
armağan, izleyicinin gözünde bir tutku yarattığım
andtr. Bir film çevirirken kendimi sonımlu his-
sediyorum."
Çoğu kez film yıldızlanndan, ünlü şarkıcılar-
dan oturaklı sözler beklenir. Zira, senaryodaki
konuşmalan, şarkı sözlerini gerçekten de izleyi-
ciye, dınleyiciye yuttunnuştur ünlü kişi. Gerçek-
te satması gereken şey, sözler değil, sözleri sahne
dünyasının kurallan içinde yorumlaması, yazı-
ya bir ruh, bir kişilik vermesidir. Ezgi, yorum,
tonlama ve mimiklerle işbirliği kurar. Okuduğu
ve söylediği çoğu kez kendi ürünü olmamasına
karşın, bu sözlerin düzeyine yakın sözler bekle-
nir nedense ünlü kişilerden. Bu, onlara yapılan
en büyük haksızhklardan biridir. Ancak, çok
kere bir yazarın konuşurken, sözlü olarak gö-
rüşlerini belirtirken sözün kurgusu içinde yazdı-
klanna yaklaşamadığma da değinmek gerek.
Binoche'a olan hayranlık nedir? Çünkü o hep
bir komşu kızı kadar yakın gelmiştir bana. So-
kaklann birinde, onun yan şaşkın, ama me-
raksız yüzüyle karşılaşmayı ummuşumdur hep.
Dünyanın her kentine gider onun yüzü. Belki
bu, biçemini kendi getirdiği için böyledir. Özgül
bir fılm yıldıa olduğu içindir. Benzersiz. Belki de
sözünü ettiği tutkuyu gerçekten de gözlerimizde
yarattığı için. Onun hep beklediği devrim bu
gözlerin gerisindedir.
Onu yolda görsem, eminim yanına hiç gitmez,
hayranhkla ve özellikle uzaktan izlemeye devam
ederdim. Ünlü oluşu, Tereza oluşu, fılm yıldıa
oluşu beni yanına çekemez. Ancak yoluma de-
vam edişimin nedeni herhangi bir soğukluk ol-
mazdı, kesinlikle. Çünkü bilirdim, başka bir so-
kakta, yine onunla karşılaşma olasılığım hep
vardır.
Deübakire veçekilmezgüvey
Artfaur Rimbaud
Kültür Servisi - Daha 19 yaşında,
evrensel şıinn doruğu sa\ılan Cehen-
nemde Bir Mevsim'ı yazan kahin şair
Artfaur Rimbaud'nun. yine o döne-
mın ünlü şairlerinden biri olan Paul
Veriaine ile vaşadığı eşcinsel ilişki.
yazınsal tanhin en ünlü söylentilerin-
den birini oluşturmaktadır. Rimba-
ud'nun, dostu Bretagne aracılığıyla
tanıştığı Veriaine. ondan bir mektup
ve şiirler aldığında "Geliniz sevgili
ruh, bekleniyorsunuz" demiştı ceva-
ben vazdığı mektupta. Tanıştıklan-
nda Verlaine'in 17 yaşındaki kansı
hamileydi.
Veriaine. Arthur'ü dönemin bü-
yük şairlennden Banville ve Mallar-
me ile tanıştırdı. Ona Montparnas-
se'da bir oda buldu. Rimbaud'nun
edebiyatçı çevrelerindekı tuhaf ve tu-
tarsız da\ranışlan Verlaine'in göz-
den düşmesine neden olmuştu. Son
olarak 1872 yılında sıradan bir şairin
sonesini okuması sırasında Arthur'-
ün onu yuhalaması sonucu kızışan
kavgada Arthur, Verlaine'in şişli
• bastonuyla. şairin dostunu yarala-
maya kadar götürmiiştü işi. O yılın
temmuz ayında iki aşık -biri annesin-
den öteki kansından- Brüksel'e
kaçtılar.
Tam bir yıl sonra bu yakınlık, bir
otel odasında Verlaine'ın Rimbaud'-
ya iki el ateş etmesiyle zedelendi. Ver-
iaine ikinci bir girişimde karakolluk
oldu. Tutuklandı ve iki yıl hapse
mahkum oldu. Rimbaud bu olaydan
sonra Cehennemde Bir Mevsim'i ta-
mamladı.Bu kıtaptaki düzyazı şiirle-
nn biri olan Say ıklamalar 1. Deli Ba-
kire Çekilmez Güvey adlı bir alt
başlık taşımaktadır. Kitabı. Rimba-
ud'nun 100. ölüm yılında yayma
hazırlayan. tutarlı ve doğruya en
yakın biçimde, büyük bir araştırma
titizliği içinde çeviren şair özdemir
İnce, bu alt başlığa düştüğü dıpnotta,
ilginç çiftin kimliğinı vermektedir.
Kimdir Deli Bakire. kimdir Çekil-
mez Güvey? Yanıt: Elbette Veriaine
ve Rimbaud. Arthur, Verlaine'i Deli
Bakire yapmış. kendini de Çekilmez
Güvey yerine koymuştur. Bu sayı-
klamalarda Rimbaud, bir cehennem
eşinin itiraflannı dinletir okura:
"O diyor 'Kadınları sevmem ben:
Yeniden keşfedilmelidir aşk, bu bili-
nen bir şey. Girvenli bir konumdan
başka bir şe> istemez kadınlar. Gü-
veıilik kazanıhnca bir yana bırakılır
yürek de güzellik de: Hiçbir şey kal-
maz geriye soğuk horgörüden, günu-
mfizün evlilik besininden.'
Siirin sonlanna doğru Arthur.
"Oldüreceksin beni tıpkı onun öldür-
düğu gibi bu kadını" dedirterek Ver-
laine'i lyiden iyiye kadın yerine koy-
duğunu saklamaz. Bu yıl 140 yaşına
giren bu Çekilmez Güvey'in, ya-
şadığı eşcinsel ilişkinin tersine
dönmesiyle kustuğu kin ateşinin ya-
lazlan arasından, hiç kuşkusuz, gü-
nümüzün evlilik besinlerine de bir
gönderme yaptığı, habersiz de olsa,
su götürmez bir gerçektir.
1. Cebennemde Bir Mevsim, Arthur
Rimbaud, Çev. Özdemir İnce. 1991.
Can Yavmîan
Sartre-Camus çekişmesinin rövanşını kim aldı?...
Kültür Servisi - Camus'nün
ölümünden otuz dört yıl sonra yayı-
mlanan İlk tnsan adlı romanın yankılan
büyük bir hızla sürüyor. "Gençlerin
Camus'yü okumaya başlamalan zor
değil" diyor Jean Daniel; Nouvel Ob-
servateur'ün yayın yönetmeni. Gençler
kendi kendilerine giriyorlar Camus
okumasına ve onda ne büyük mucizedir
ki kendi duyarlıbklanru buluyorlar.
Artık kimse bugün Malraux'nun Ümut'-
unu, Sartre'ın özgürlük Yollan'nı
okumuyor. Şimdiye kadar yedi milyon
satmış olan bir Yabancı için durum aynı
değil.
u
Camus'den ilk olarak ne
okunması gerektiğuıi" soranlara. Ük
tnsan, diye yanıt veriyor Daniel.
Derginin son sayısında Camus'nün
Rövanşı başhğına atılan alt başlık ise
şöyle: "Onun tek haksızlığı nerkesten
önce haklı olmasıydı."
Camus'nün Rövanşı başlıklı dosyaya
"Nikola Kovac, Czeclaw HUozs, Raşit
Mimuni ve Octavio Paz kaulmışlar.
1990 yıhnda Nobel Edebiyat Ödülü'-
nü alan Meksikalı şair Paz, arulannda
Camus ve İlk Insan üzerine şunlan söy-
lüyor:
"Camus ve Maria Casares'i 1951
yılında gördüm ilk kez. Bütün büyük
oyuncuJar gibi Maria'da bir çekingenlik
vardı. tspanyol şair Antonio Nlachado'vu
anmak için büyük bir salonda
toplanmıştık. Her birûniz, sıramız gekli-
ğinde konuştuk. Çıkışta Maria, polisiye
filmlerindeki kişileri andıran Camus'yü
tanıttı bana. Hemen sokağa çıkıp
yürümeye başladık. Albert çok cana
yakındı. mutlaka yeniden görüşmeımz ge-
rektiğini söyledi bana. Birkaç gün sonra
onlan evime davet ettim. Yeni tamam-
ladığı Başkaldıran İnsan'ın bazı bölünüe-
ri dergilerde çoktandır yayımlanıyordu.
Camus, Lautreamont ile Ugili bölüm yü-
zünden onu asla afTetmeyen Andre Bre-
ton'un bütün şimşekJerini üzerinde topla-
mıştı. Ardından Sartre'in bir oyununu iz-
lemeye gittik. Camus bana şöyle dedi:
'Edebiyat dünyasında üç büyük dostum
var. Politık durumu yüzünden göre-
mesem de Andre Malraux. benim için
bir kardeş gibi olan Rene Char ve Jean-
Paul Sartre." Bu üçünden hiçbirinin Baş-
kaldıran İnsan'asaldırmayacağına inanı-
yordu. Bense, Sartre'in, o tannsız tannbi-
limcinin hoşgöriilü davranmayacağım dü-
şünüyordum. Bunu ona söylediğimde gül-
dü. Sonra Modem Zamanlar'da o kor-
kunç saldu-ı başladı. Camus'nün nasıl
oiduğunu sormak için Maria Casares'i
aradım. Bana şu yanıtı verdi: Evınde ya-
ralı bir boğa gibi dolanıp duruyor."
Bundan sonraki karşılaşmamız tspan-
ya anarşist federasyonunun konutlannda
gerçekleşti. Orada yine bir konuşma
\apı\orduk. Sistetn ruhunun. İspanyol
halkının faşizme karşı mücadelesinin do-
ğasını değiştirdiği üzerinde ısraria duru-
yordu.
İlk tnsan'ı heyecan içinde okurken onu
anımsadım: İnsan Camus, bir hafta
boyunca Me\ioca'da beni i/ledi: benimle
aynı yaşta olacaktı ve ikimiz de bir tür
komşulukla karşı karşıya kalacaktık. O
Cezayir savaşı sırasında çok zor anlar
yaşamak zorunda kalmıştı. Bu da bana
Meksika'nın bağımsızlık sa\aşını anı-
msarh. Ama bizde sömürge Avnıpalıları
bu sa\aşı Kızıtderililerle y aptüar. Onlarsa
sanki savaş sırasında Cezayirü Fran-
sızlar, Araplarla birleşmişler gibi
davranmışlardı. Tarihlerimizi birbirinden
ayıran da buydu.
Camus'yü yeniden okuduktan sonra
onun Araplara karşı gösterdiği sevecenlik
beni gerçekten etkiiemişti. ancak dahası,
İslam dünyasınm kültürii üzerine bilgisiz-
liği aynı ölçüde etkiledi beni. Roma ve
Yunan gecmişinden öylesine güzel söz etti
ve şair esenliği içinde betimledi ki.. Arap
düşüncesini tanımıyordu. Bu eksiklik, sö-
mürgeciliğin bir etkisiymiş gibi geliyor
bana. Bunu kendince anlayamamış da
olsa yalnızca kardeşliğe inanıyordu Ca-
mus."
Yapıtlannda teknolojiyi sorgulayan heykeltıraş Erol Uysal, Berlin'de sergi açtı
O bütün mekanlarda olmak istiyor
GÜNER YÜREKLtK
BERLİN- "Beni makinefer,
teknoloji ilgilendiriyor. Çünkü
artık gümimüzde bireyin, ya da
bireyselliğin bittiği bir çağda
yaşıyoruz. Teknoloji bunu hep
ohımsuz yönde etkiliyor. Ama
sanat ilk önce bireyseüik olduğu-
na göre bunun kritiğini yapmak
gerekiyor. Ben bunu, yani maki-
neteri obje olarak kuİlanıyorum
ve insanlığın hala onlara teslim
olmadığını göstermek. bütün za-
maniara. sadece geçmişe değil,
geleceğe de bir gönderme yap-
mak istiyorum."
Günümüzün Avrupa'da da
yoğun tarüşma konusu olan bir
somnuna değiniyor Erol Uysal.
Körfez savaşıyla gözlerimizi
faltaşı gjbi açan teknoloji bizi
acaba nereye götürüyor? Kimi-
leri buna, "Söz bitti, sanat bitti.
Şimdi her şey teknolojinin ege-
menliğinde" yorumunu yaptı.
Kimı dırendi, "İnsan üst değer-
dir" dedi, teknolojiye karşı ko-
yup geleceğe umut bağladı. Bi-
hmsel geüşmenin simgesi olan
teknolojiye karşı konulabilir
mi? Gelişen, modernleşen ma-
kineler yadsınabilir mi? Eğer bu
gelişme, şu an için, insanbğı
karşısına abyorsa en azından
tarüşılabilir. Gelişen teknoloji
bize ne getiriyor, ne veriyor?
Işte Erol Uysal da sanat yapı-
tlannda bunun yanıünı anyor.
Sevimli, ne yaptığını bilen,
genç yaşının umutlan ve heye-
canlanyla dolu bir insan Erol
Uysal. 1963 İstanbul doğumlu.
Marmara Üniversitesi'nde
Erol Uysal'ın sergjde yer alan 'Yarduncı Bacaklı Heykel' (solda) ve 1991 yapımı 'Tempel' adlı yaprtları.
seramik öğrenimi gördükten
sonra Berlin'e geldi. 1990"dan
ben Berlin'de, Güzel Sanatlar
Yüksek Okulu'nda Lothar Fis-
ber'in yanında heykelcilik öğre-
niyor. Okulu bitirmesine bir yıl
var. Ama onun başansı, daha
öğrencilik yıllannda başhyor.
1989'da İzmir'de Turgut Pura
Ödülü'nü kazamyor, üçü Tür-
kiye'de, üçü Almanya'da top-
lam altı sergiye katıbyor. Pesta-
lozzi Galeri'deki. sanatçının ye-
dinci sergisi oluyor.
Ortak nokta yine makineler.
Çevremızde bolca bulunan,
günlük yaşamda her an ber;ıbcr
olduğumuz makineler... Son
yaptığı üç heykel şantiyelerle il-
gili. Çünkü şantiyeier dc maki-
nesiz değil. Bugün artık giderek
metropolleşen dünyamızda ve
özellikle de birleşen Berlin'de
sık sık karşılaşıyoruz şantiye
yerleriyle ve tabii makinelerle.
O bu üç heykelinde şantiye yer-
lerindcki makineleri düşünü-
yor. "Her taraf inşaatlarla dolu.
Bu inşaatlardaki makine sesleri-
ni sürekli duyuyoruz. Gerçi bizi
rahatstz ediyorlar ama, bana öy-
le geliyor ki, bu rahatsız edki
seslere alıştık biz. İşte ben bir
yerde bunun eleştirisini yapma-
ya çaleşıyonım. Teknolojiyi bi-
raz ironiyle alaya alıyorum. Bu
yaptığım bence, hem geçmişe,
bütün tarihe, yani heykel tarihi-
ne bir gönderme oluyor, hem de
günümüzün bir sorununa par-
mak basmış oluyor. Bu şantiye
yerlerini, yani mekineleri obje
olarak kullandığımda, onlar
belli bir şekilde hafife almış gibi
oluyorum" diyor sevgili Erol ve
bana şahsen, hepimizi rahatsız
eden bir sorunsalla nasıl baş
edilebileceği dersini veriyor.
Sergide Erol Uysal'ın bir de
'İki Ayaklı Plastik" ismini ver-
diği bir heykeli var. Bu, onun
teknolojiyi bir sanat objesi ola-
rak nasıl dcğiştirdiğinı. nasıl so-
yutladığını vurguluyor. Onu is-
tediğı gibi. yani özgürce değiş-
tırmiş vc onu kendi sanat ve es-
tctik anlayışına göre "tutsak"
almış. Ama bu nc demek: "Ar-
kaik anlamda bir kaçış bu. Tek-
nolojiden, günlük yaşamdan bir
kaçtş. Geçmişe doğru, y a da ge-
leceğe doğnı hep insanı, insana
dair olan şeyi vermek istedim.
Bu, arkaikte de var gibi geliyor
bana. İnsana dair olan bir şey
bugün niye olmasmT"
Sergide Erol Uysal'ın Afrika
yerlilerinı andıran ince bir sütun
üzerinde üç heykeli daha var.
Bunlar cıvatalar. somun, cıva
gibi makine clementleri. Bunlar
da sürekli beraber olduğumuz
parçalar. Makine parçalan.
Yaklaşık insan boyunda. Cıva-
talarla Afrika yerlilen arasında
bir çağnşım yaplıımak isliyor
sanatçı. Afrika insanına bir
gönderme Erol Uysal'ın yapı-
tlannda kullandığı malzeme ge-
nclliklc pişmiş toprak. Bu da
onun seramik öğreniminden
geliyor. Ama sanatçının bronza
dökülmüş yapıtlan da var ser-
gide. Erol Uysal bir yıl sonra
öğrenimini tamamlayacak.
Sonra ne yapmayı düşünüyor.
Türkiye'ye dönmeyı düşünü-
yor mu? "Şu anda Türkiye'yi
düşünmuyorum açıkçası. Âma
Berlin'de mi kalırını. bilemiyo-
nım. Kısacası,bütün mekanlarda
olmak istivorum."
FELSEFE YOLUNDA
ARSLAN KAYNARDAĞ
Felsefe Bötûmü'nün İlk Kız
Öğrencileri
Bizde kızların üniversiteye girebilmesi 1914'tedir. Bu
tarihte Kızlar Üniversitesi (1) açılmış ve öğretmen okulu-
nu bitirenleri almaya başlamıştır. Doğrusunu söylemek
gerekirse burası üniversite değil, yüksek öğretmen oku-
lu idi.
Okul, 1917'de ilk mezunlarını verdi, edebiyat bölümü-
nü bitirenler sekiz kişi idi. Halkın ilgisi artmaya başlayın-
ca üniversiteye bağlandı. Ancak kızlar, erkek öğrenci-
lerden ayrı odalarda ve ayrı saatlerde ders görecekler-
di. Bu koşulun dışına çıkılmayacaktı.
Bir yıl bile geçmemişti ki, kızlar isyan ettiler. "Birlikte
ders görmek istiyoruz" diyerek erkek öğrencilerin ders-
lerine girmeye başladılar. Böylece Kızlar Üniversitesi
tarihe karışmış oldu.
Karma öğretime, önce fen ve edebiyat fakültelerinde,
sonra da hukuk ve tıp fakültelerinde geçilmişti. Cumhu-
riyet ilan edildiğinde bütün istanbul Üniversitesi'nde kız
ve erkek öğrenciler bir arada ders göruyordu.
Bu geçişin herfakültede, her bölümde ilgi çekici öykü-
leri vardır. Ben size Felsefe Bölümü'nün o yıllardaki du-
rumunu anlatacağım:
Okullarımıza en geç gıren ders "felsefe"dir. Onun ya-
rarlı değil, zararlı olacağı düşünülmüş, konularımn anla-
şılamayacağından korkulmuştu. Felsefe okumak, felse-
fe öğrencisi olmak özellikle kızlara yakıştırılmıyordu.
Toplumdan gelen bu engel, İkinci Meşrutiyet'in son yı-
llannda aşılmaya başlandı. 1927-30 yıllannda Felsefe
Bölümü'nde ders gören öğrenci sayısı 15 kadardı. Bun-
ların çoğu kızdı.
Babanzade Naim Bey "metafizik ve genel felsefe"
dersine geliyor, başında kara takke, elinde enfiye kutu-
su, öyle ders anlatıyordu. Anlattığı dersi bilmiyordu. Üs-
telik pek çok Arapça sözcük kullanıyor, bunu yaparken
de ayrı bir zevk alıyordu. Galatasaray Lisesi'ni ve Siya-
sal Bilgiler'i (Mülkiye'yi) bitirmişti. Çağdaş olması bek-
lenirdi, ama olamıyordu.
Kız ve erkek öğrencilerin yan yana, kendi Arapça de-
yimiyle "zânu öezânu'oturmalarını Naim Bey'in aklı al-
mazdı. Kız öğrenciler devam karnelerini imzalatmaya
getirdiklerinde, yüzlerine bakmadan imzalar, verirken
de fırlatırcasına atarak "Sizin burada işiniz ne, gidin evi-
nizde yemek pişirin, çamaşır yıkayın!"öerö\.
Zahide (Gökberk), Bedriye (Şanda), NahK (Tendar),
Belkls (Vassaf), Efser (Fındıkoğlu), Nazife (Cemgil). Sel-
min (Evrim) felsefede öğrenci idiler. Behfce (Boran) bir
ara kaydını yaptırmış, kısa süren bir öğrencilikten sonra
Amerika'ya giderek öğrenimini orada tamamlamıştı.
Adı geçen öğrencilerin çoğu ortaöğrenimlerini yaban-
cı okullarda bitirmişlerdi. Kafalan özgür düşüncelerle
dolu idi. Böyle olduğu halde kendilerine söz gelmesin-
den korkuyorlar, en küçük bir makyaj yapmaktan bile
çekiniyorlardı.
Erkek öğrenciler arasında Mactt (Gökberk), Niyazi
(Berkes), Adnan (Cemgil), Nurettin Şazi (Kösemihal) gi-
bi kimseler bulunuyordu.
Selmin, öteki kız öğrencilerden biraz farklı idi. Az da
olsa makyaj yaparak okula geliyordu. Naim Bey'in öfke-
si bu yüzden daha da artıyordu.
Çok şükür bütün hocalar Naim Bey gibi değildi Mus-
tafa Şekip (Tunç). İsmail Hakkı (Baltacıoğlu), Halil Ni-
metulfah, Orhan Sadettin gibi öteki hocalar, öğrencılere
eşit, sevecen ve çağdaş davranıyorlardı.
Felsefe eğıtımi tarihimizin bu ilk kız öğrencileri yıjma-
dılar, öğrenebileceklerinin en iyisini öğrenerek üniver-
siteyi bitirdiler. Felsefe öğretmeni oldular, kültür kurum-
larında görev alarak felsefenin sesini duyurdular.
Yazımı, Prof. Mustafa Şekip Tunçtan aldığım birkaç
tümce ile bitireceğim. Hayatım ve Psikanaliz'm çevirisi-
ne yazdığı önsözün bir yerinde Tunç, şöyle demektir:
"Freud çevirisi alanındaki boşluğu hepimizden iyi bi-
len öğrencim Selmin, her zaman başkalanna yararlı
olmaya çalışan bu sessiz ve yüksek ruh, bir gün bana
geldi. Sevinçten yaşaran gözleini yere indirerek, şöyle
fısıldadı: 'Hocam, kaç yıldır Freud'un kitaplarını çevir-
meye çalışıyorum. Buna en çok sizin sevineceğinizi bil-
diğim için, kimseye söylemediğim bu sırrı ilk kez size
açıyorum.' Bu ses, zafer kazanmış bir iradenin bestele-
diği bir ses gibiydi."
Naim Bey zihniyeti yenilmiş, zafer kazanan çağdaş
Türk kızı, ürünlerini vermeye başlamıştı. Hanımlarımız.
ablalarının Tanzimat'ta ve Meşrutiyet'te kaleme aldıkla-
rı ya da çevırdikleri az sayıdaki esere, daha çok sayıdaki
yenilerini ekliyorlardı.
"Kadın ve felsefe" konusunu başka yazılarımda sür-
düreceğim.
(1) Incıs Darülfünunu.
Sanatçüar Metth
Gökçek'i heykeüeıie
pvotesto edecek
ANKARA (ANKA) - Sanat-
çılar. Ankara Büyükşehir Bele-
diye Başkanı Melih Gökçek'in
müstehcen olduklan gerekçe-
siyle heykelleri kaldırma tavn-
nı: heyicellerle yürüyerek pro-
testo edecek ler.
Gökcek tarafından müsteh-
cen bulunarak kaldınlan "Peri-
ler L1kesi"nde adlı heykelın ya-
pan sanatçı Vlehmet Aksoy,
maket heykellerle Kızılay'dan
Ulus'a yürüyerek Gökçek'i
protesto etmeyi planladıklannı
söyledi.
Heykeltıraş Mehmet Aksoy .
Altınpark'ta yapımına başladı-
ğı "Gökkuşağınuı Alnnda" adlı
heykelinın de belediye tarafın-
dan yapımının durdurulduğu-
nu bildirdi. Aksoy. "Periler t i -
kesi'nde adlı heykeli müstehcen
bularak kaldırdılar ama Gökku-
şagının Altında adlı heykelin,
müstehcen gelebilecek bir tarafı
yok. Bunun yapımının neden
durdunılduğunu anlayamadnn"
dedi.
Gökçek'in heykellere yönelik
tavnnı protesto etmeyi karar-
laştırdıklarını bcürten Aksoy.
"Afrodit'ten Kermes'e kadar,
bütün heykellerin kağrttan ya-
pdmış maketleri ve posterleri ile
Kızılay'dan Llus'a yürüyüp
Gökçek'i protesto etmeyi planlt-
yoruz. Bunu sanatçı arkadaşla-
rıma açhm ancak henü/ düşünce
aşamasında, gerçekieşmesi için
çabalıyonız"dedi.
Aksoy. "Heykeller tarih bo-
yunca var ve bütün medeniyetler-
den mesajlar taşı>or. \ma Gök-
cek heykelleri putla eşleştiriyor.
Müstehcen olarak göriiyor. Ama
bu sadece müstehcen olduklan
için hejkele gösterilen tavır de-
ğil. 9 a\dır yapmaya çalıştığım
Gökkuşağının Altında adlı hey-
kelimin > upımını durdurması Hi-
tit heykelini kaldırmak istenıesi,
toptan sanata yönelik bir saldın
içinde olduğunun göstergesidir''
şeklinde konuştu.
Gökçek'in çini motiflerle
hevkcl ve havuz yapılmasına
ilişkin açıklamalannı da eleşti-
ren Aksoy. "Bu onun sanat dü-
şüncesinin hangi aşamada oidu-
ğunu açıkça ko\u\or. Başkent
Ankara'mn belediye başkanmm
bilmediği konularla bir şeyler
söylemesi ve yapması çok acıklı
bir durum" di>e konuştu.
Hezarfen heykeli
Aksoy. 5 ay önce. insanın bilim
ve teknikte ilerlemesini konu
edınen bir heykel şaptığını ve
bunu Hezarfen Ahmet ÇelebTye
atfettiâni söyledi. Aksoy. hey-
kelin TÜBİf AK önüne dikîl-
mesi için çalışmalar yaptı-
klannı. ancak TÜBİTAK'ın ge-
rekli nıaddi kaynağı bula-
madığını belırttı. Aksoy, "He-
zarfen Ahmet Çelebi dünyada
ucan ilk kişi ve bu denemesinden
sonra gericiler tarafından süriil-
müştü. Şimdi bu heykelin An-
kara'da bir yere dikilmesi sanata
sahip vıkmak ;uîıaa v'k anlamlı
olacaktır" dedi.