Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
15NİSAN1994CUMA CUMHURİYET 2 SAYFA
KULTUR
13. ULUSLARARASIİSTANBUL FİLM FESTİALİ'NDEN NOTLAR
Hayatımızı daraltanvegenişleten fîlmler
SUN'Gü ÇAPAN
Bu hafta şehir sinemalannda göste-
rilen fılmleri es geçerek, gittikçe ısınan
festivale gömüldük ister istemez. Bu yaa
yayımlandığında sona ermek üzere olan
13. Uluslararası tstanbul Film Fcstivalı,
toplam 150 civanndaki filmiyle bir kez
daha gözûmüzü gönlümüzü ısıttı 15
günlüğüne. Artık alışıldığı üzere, festival
coşkusu ve kalabalığıyla daha bir şenle-
nerek bahan karşılayan Beyoğlu"na pos-
tu serdik yine, yeni beklentiler ve keşifler
peşinde. Festival programında yer alan.
çeşitli bölümlere saçılmış birbirinden ca-
zip ve bambaşka yolculuklara davetiye
çıkaran bir dolu fılmin çekim alanında
saatler, günler geçirdik.
Değişik tatlara, keyifli seanslara denk
geldiğimiz kadar, beklentimizi boşa çı-
karan kimi hayal kınklıklannı da va-
şadık. Umulmadık. şaşırtıcı filmleri. bu-
run kıvırdıklanmız ızledi. Belleğimizi
yine tıkabasa doldurduk, kimi unutul-
maz sahnelerle. çarpıa görüntülerle.
sıradışı öykülerle, kendine özgû kahra-
manlarla. Visconti, Truffaut fılmleri gibi
eskimeyen klasiklerle bazı ustalara
saygıda kusur etmedik nostaljiyle
kanşık. Sınematek'ten yoksun ya-
şamımıza renk kattık yine fırsattan isti-
fade. Her boy, cins ve renkten bunca fil-
min gösterildiği festival günleri, 'Acaba
önemli bir filmi kaçırdım mıT* tedirginli-
ğiyle silindir gjbı geldi geçti üstümüzden
bir kez daha.
Gökten taş da yağsa işçiye...
"Fatherland - Ata Yurdu", "Hidden
Agenda - Gizli Dosya', "Riff-Raff -
Ayak Takmıı" gibi filmleriyle, festivalın
sinemaseverlere tanıtıp sevdirdiği Ingiliz
yönetmen Ken Loach'ın bu yılın Berlin
Festivali"nde gösterilip beğenilen "Lady-
bird, Ladybird'Men önceki "RainingSto-
nes - Yağan Taşlar"ı. "işçi sınıfının sine-
madaki bilinci' sayılan bu yönetmenın
gittikçe daha gerçekçi kesilerek çağdaş
Ingiltere'den toplumsal ve trajikomik
kesitler sunan sinemasından iyi bir ör-
nekti. "Gökten taş da yağsa, haftanın
yedi günü Kçinin kafasına yağar!" gibı-
sinden bir Ingiliz deyişinden adını alan
fılmde, küçük kızının kilisedeki dinsel
'komünyon'u için her türlü zorluğu göze
alan. koyun çalıp satmaktan lağım te-
mizlemeye kadar her fırsatı değerlendi-
ren, Katolik aile babası. sürekli işsiz
kahramanının (Bruce Jooes) hüzünlü ve
alaycı öyküsü aracılığıyla işsiziik soru-
nuna el atıyordu bu İcez Ken Loach.
Gerçek yaşamdan kaynaklanan sağlam
senaryosu. belgesele yakın duran. do-
ğaçlamaya da açık. humorla sert göz-
lemlcr ve hüzünlü sahneler arasında gi-
dip gelen. canlı anlatımı. profesyonel
olmayan oyunculannın başansı ve dc-
rinlikli karakterleriyle.
Dünya Festivallerinden bölümünün
bizce önemli fılmlerinden biriydi "Yağan
Taşlar", Loach tutkunlannı 'kesti'.
Klasiklerle soluklanmak...
Uzakdoğu sinemasıyla aramdaki me-
safeyi kısaltan Vietnam yapımı "Yeşil
Papayanm Kokusu". kapalı mekanda
geçtığini asla hissettirmeyerek şiirsel ve
hümanist bir yapıya kavuşan. hatta yer
yer seyircisini teşhir eden, şaşırtıa bir
sevgi fıimiydi. Vietnamlı genç yönetmen
Tran Anh Hung'un. geçen yıl Cannes'da
Altın Kamera'yı kazanan. En İyi Ya-
bancı Film Oscan'na aday gösterilen bu
ilk yönetmenlik denemesiyle, 1950"lerin
Vietnamı'na yollanarak Saigon'daki bir
ailenin yanında çalışan taşralı küçük hiz-
metçi kıan öyküsünü keyifle seyrettik.
papaya denilen. dev salatalığı andınr.
Uzakdoğu meyve-sebzesini de tanımış
olduk. Yıllar önce "400 Darbe"de ço-
cukluğunu seyredip zaman
içinde birlikte yaşlandığımız
Antoine DomeTin (yani Jean-
Pierre Leaud'nun) delikanlılık
serüvenlerini aktaran "Çalıntı
öpücükler"le, François Truffa-
ut'ya selam. sevgi ve saygılar
sunarak şöyie bir soluk-
landığınıız günde. Vietnam
usulü 'evlatlık kız' çeşitlemesi
"Yesil Papayamn Kokusu"nu
içimize çekmemiz de hoş kaçtı
doğrusu. Visconti ustayı an-
mak için (biraz da seans orga-
nizasyonlan nedeniyle) yeğ-
lemeİc dummunda kaldığımız
"Ludwig", üç buçuk saati aşkın
eksiksiz versiyonuyla, ancak
Visconti'ye özgü bir görkem ve
beceriyle kotanlmış, *stilize ve
aynntdı, sinematik bir opera'
boyutlanndaydı.
bütün ulusal geleneğiyle organik 'bağlar"
taşıdığı için üstünden geçen 36 yıla
karşın, panltısını ve gücünü yitirmeyen
bir klasikti. Polonya ekolünün bu ünlü
epik başyapıtı gibi "Jules ve Jim - Unu-
tûlmayan Sevgür gibi bir başka Truffaut
Jdasiği de bizi geçmişe götürdü.
Şimdilik ertelenen 'Cariyem'...
Yer bulamadığımdan ötürii şimdilik
göremediğim. gören arkadaşlannsa öv-
güsünü alan "Elveda Cariyem", Berlin"-
de yorgun argın. bölük pörçük bir şekil-
de izlemek zorunda kaldığm. Jacques
Rivette'in Sandrine Bonnaire'lı "Bakire
Jeaıuıe: Savaşlar - Zindanlar", "Venüs
önemli yönetmeni Bertrand Tavernier'-
nin. çok bildik polisiye türünün kalı-
plannı neredeyse belgeselci bir gerçekçi
tarzda ele alıp yineleyen. iki buçuk saat-
lik "627. Yasa"sı ve Avustralya sine-
masının dünya çapında tanınan isimle-
rinden Peter Weir'in Amerikan yapımı
"Feariess - Korkusuz"u. uzun. yorucu ve
yer yer baydıncı. ama sonuçta ilginç ni-
telemesini hak eden filmlerdi fcstivalde.
Yıllar önce 'Yesterday' adlı filmiyle festi-
valde Altın Lale'yi kazanmış olan Po-
lonyalı Radoslavv Pivvovvarskfnın, ulus-
lararası yarışmada Polonya sinemasını
temsil eden 'Dtrygular Dizîsinı. biraz da
başroldekı: YVajda'nın fetişaktörü Daıti-
el Olbryschski için gördüm. Küçük bir
künö aktörde, artık şakaklan iyice kır-
laşmış Daniel Olbryschski, usta işi oyu-
nuyla sivriliyordu. Piwowarski"nin
yazıp yönettiği 'Duygular Dizisi', basiı
konusunu ince ince işleyen anlatımıyla
değerlenen, baştan sona ilgiyle izlenen,
keyifli ve dokunaklı bir imkansız aşk çe-
şıtlemesiydi.
Çağdaş Yenigerçekçilik...
'Açık Kapılar" (1990) filmiyle ünlenen
Gianni Amelio'nun çağdaş yeni gerçekçi
yapıtı 'Jl Ladro Di Bambini- Çocuk
Hırsızı'nda pek umduğumu bulamadıy-
sam da yönetmenin İtalyan bürokrasisi-
ne yönelttiği eleştiri oklanna, geleneksel
'Higtmay 61de \alcric Bugahiar'la Don
McKellar (üstte), Vietnam filmi 'Yeşil
Papayamn Kokusu' (vanda) ve Susinn
McFarlen 'Bakkalın Karısı'nda (altta).
Tuzağı"ndan (1988) beri sesi çıkmayan
Robert Van Ackeren'ın "Erkeklerle
kadmlann Gerçek Öyküsü", Yeni Ze-
landalı Vincent VVard'ın "fnsan Yüreği-
nin Haritası" ve aktör Peter Chefcom'un
ilk yönetmenlik denemesi "Hear My
Song - Şarkımı Diıde" gibi seyretmek is-
tediğim. ama festival koşuşturmacasına
kurban giden filmler de oldu tabii bu
arada.
Ingmar Bergman'ın senaryosundan
çekilmiş. yine festivalin geçmiş yıllarda
"Zappa", "Tvvist and Shout" ve "Fatih
Pelle" gibi filmlerle meraklısına tanıtıp
sevdirdiği Danimarkalı BiUe August'un,
1992'de Cannes'da Altın Palmiye'yi ka-
zanan, üç saatlik "İyi Niyetter"i, Fransız
sinemasının eleştirmenlikten gelen
taşra kentını Shakespeare'in Romeo ve
JuJiette'inde rol almak üzere şereflendi-
ren ünlü. yıllara mcydan okuyan ancak
artık yaşlılığm sınınndaki. çekici ve
kadmlann gözdesi. hızlı çapkın aktörle
kızı yaşındaki gencecik bir müzik okulu
öğrencısinin ilişkisini anlatan 'Duygular
Dizisi-Kolejnose Uczuc' romantik \e
humonstık bir 'baştan çıkarma ve çı-
kanlma' öyküsüydü.
Duygular Dizisi...
Engin hayat ve aşk deneyimlerine
karşın ona hayran taşralı bakire. saf ve
gözükara genç kıza (Maria Schvveryn)
tutularak telefonla çağırdığı mctresini
çarçabuk geri postalayan. kadın düş-
ve toplumsal kurallardan kaynaklanan
bazı maço davranış. tavız ve sahtekarlı-
klann teşhir edildiği. ağır ve tekdüze an-
latımına pek ilgisiz kalamadım yine de.
Festivalin dünya sinemasının genç
yıldızlan bölümündeyse ftalyan yönet-
men Marco Bechis'in 'Alambrado'sunu
neyazık ki kaçırdım. ama 'Highway 61*-
le 'In the Soup-Çorbada' gibi ilginç ka-
zancım ve Bruce Mc Donald'la Alevand-
re Rockwell gibi iki yeni yönetmen keş-
fım oldu. Sıradışı ve biraz 'underground'
çizgideki bu fılmlere. 'Kadınlanmız' adlı
bölümde yer alan siyah-beyaz 'Bakkalın
KansTnı da dahil edebiliriz.
Yine uyuklayanlan. çıkardığı şama-
tayla kendilenne getınp perdedeki filme
döndüren Emek'in sevimli sarman kedi-
sinin de ilgiyle (!) seyrettiği. Jim Jar-
musch ve Carol Kane gibi konuk oyun-
culann da boy gösterdiği Amerikalı Ale-
xandrc Rockvveirin siyah bcyaz 'Çorba-
da'sı tadı tuzu yerinde, farklı lezzetler
sunan bir 'çorba'ydı doğrusu.
Yaşlandıkça daha bir ustalaşmış Sey-
mour Cassell'lc Rczcnuar Köpckleri'-
nden anımsanacak. yctcnckli Steve Bus-
cemi'nin \e 'Rashdance'in yıldızı Jenni-
fer Beab'ın başrollerini üitlendiği bu
güldürü denemcsi. havallerini gerçekleş-
tirmeye çabalayan, hırslı bir sinema yö-
netmeni adayıyla. yapımcısı olmaya ni-
yetli. sevimli. gangster bozuntusu bir üç-
kağıtçının karmaşık ilişkilerini hıkuye
ediyordu. türün bildik klışelerine yeni.
enerjik ve matrak bir soluk geti-
rerek. Kanadalı Bruce McDo-
nald'ın alışılmış yol filmi tıirünü
haylı cspnlı. cglencelı vegırgır bir
tarzda yenilediği 'High»ay 61',
Bob Dylan'm aynı adı taşıyan
ünlü şarkısı ve rock müziği eş-
lığinde başroldcki dört kol çengi
yctenck 'Don McKellar'ı ve çir-
kın cazibc Valerie Bugahiar'ı sev-
dıren. keyifli. tıkınnda. *ince
a\arı yapılmış, yüksek oktanlı' bir
vol filmıydı. Neşeli bir, bir buçuk
saat geçırdiğımız Kanada'dan
ABD"yc uzanan efsanevi yolu
(Highvvay 61, bızım E-5 gibi
namlı ve bclalı bir otoyolmuş!)
tanıdığımız ve Memphis-Tennes-
see've ilışkin blues ve rock mu-
habbetimizi zenginleştirdiğimiz
bu film de meraklısı için es geçıl-
meyecek nitelikteydi kısacası.
16 mm'den 35 mm'ye...
Yine bu kategonye sokabilece-
ğımiz. Kanada yapımı siyah be-
yaz 'The Grocer's Wife - Bak-
kalın Kansı'ndan da oldukça
memnun kaldık. 16 mnVden 35
mmye bü\üıülmüş ve grenlı,
kontrast görünlüleriyle sessiz si-
nema dönemi , klasiklerini
çağnştıran 'Bakkalın Kansı".
anasının kuzusu. muhallebi ço-
cuğu kılıklı. Kanadalı bir garip
defıkanlının (Simon Webbf gü-
lünçlü-dramatik öyküsünü
karşımıza getinyordu. Sanayi
bölgesine özgü. fabrika bacalan-
ndan yayılan dumanlarla yoğun
hava kirliliğine uğramış bir
Montreal kasabasında. ceberrut
annesiyle yaşayan. kertenkele
besleyen, sersem. sarvtk (ipli.
çağdaş bir 'yabancı'nın kome-
dimsi övküsü. sabır isteyen bir
ağırlıkta gelişmesine karşın gıdc-
rek biçimci. özcnli üslubuyla me-
raklısımn ağzına bırkaç parmak
bal çalıyordu. Yönetmen John
Pozcr'ın deyişiyic "Duman bulu-
tu içinde geçen varoluşçu bir aşk
öyküsü' nıteliğindeydi fılmde
kahramanımıza lutkun. şehvetli.
tombul bakkal kansıyla. tam
ölen annesinden kurtuldu derkcn
evde annesınin ycrini alan yırtık striptiz-
ci (Susinn McFarlen). siyah beyazın ca-
zibesini kuşanmış bu yapıtın. karşıt
kadınlanvdı. Festival sonrasında sine-
malarda gösterilmesi söz konusu edilen
ve şimdilik kcsınleşmış gibi görünen
filmlerse şöyie sıralanıyor kulağımız;ı
çalındığına göre Kieslowski"nin 'Üç
Renk: Ma*i \e Beyaz'. Chen Kaige'nin
'Elveda Cariyem'. RogerSpottisvvoode'-
un 'Ve Orkestra Durmadan Çalıvordu'.
Peter VVeir'in "Korkusu/" Kenneth Bra-
nagh'ın 'Kuru Güriiltü'. Steven Soder-
bergh'in 'Tepenin Kralı". David Cronen-
berg'in 'Mr. Butterfly". Vincent VVard'ın
'İnsan Yüreğinin Haritası' vc VV'oody Al-
len filmleri. Kaçırdım diye havıflananla-
ra duyurulur!
V isconti'nin büyüsü...
Hefanut Berger'den Romy
Schneider'e ve Silvana Manga-
no'ya kadar. Visconti'nin sihirli
kırbacını değdirdiği dünün
oyunculannı izlemekten. salta-
natı boyunca, siyasete kayıtsız
kalıp politikacılan hor görerek
serbest aşk hayatıyla, görkemli
şatolar yaptırmakla. Richard
VVagner'le ve müziğiyle uğraş-
mayı seçmiş, Avrupa tarihinin
en garip hükümdarlanndan
Bavyera Kralı II. Ludwig'in.
Visconti'nin bakışıyla ak-
tanlmış öyküsünü yıllar sonra
seyretmekten hoşnut kaldım,
ama benim izlediğim seansta
altyazısızlıktan ötürü baa ak-
sama ve tatsızlıklar da patlak
verdi Atlas'ta.
Sayfalannı bunca zaman
sonra çevirdiğim bir başka
'eski defter' de Andrzej VVajda'-
nın "Küller ve Elmaslar''ıydı.
Jerzy Andrzejewski'nin ro-
manından uyarlanarak Waj-
da'yı bütün dünyaya tanıtan.
başroldekı Zbigniew Cybulski'-
yi de ilk gençlik ılahlanmız
arasına katan "Külier ve El-
maslar", Wajda"nın romantik
ve son derece kişisel bakış
açısını içeren ve 'duygusal' ve
kültürel yönden, Polonya'nın
Altın Lalejürisinde görev alması beklenen Annie Girardot, İstanbuFa gelemedi
'IstanhdbfcMEHMETBASLTÇU
Annie Girardot ile Paris'te bir televiz-
yon yayını için geldiğı stüdyoda. çekim
sonrası görüştük. Sinemadan ve tiyatro-
dan başlayarak güncel konulara dek. bir
saat boyu uzayıp giden canlı. içten bir soh-
bete dönüşen söyleşide, konumuz dışına
taşarak yiten değerlerden, toplumsal ve
politik bunalımlardan. boşlukta kalan
dünyadan. Avrupa Birliği'nden, Bosna
savaşından söz ettik. Annie Girardot, si-
nemanın yapay dünyasından kolaylıkla
çıkarak gerçek yaşamın gerçek sorun-
lanyla yakından ilgilenen birsanatçı... Ne
yazık ki buraya. ancak sinema ve tiyatro
konusundaki görüşlerinin bir bölümünü
aktarabileceğim.
10 nisan pazar günü İstanbul'a gelerek
'Altın Lale' jürisinde görev alması bekle-
nen ünlü oyuncu, İstanbuj'a gelemeyeceği
için gerçekten üzgündü. Özel nedenlerle.
hafta başında Paris'te olması gerekiyor-
du.
Annie Girardot, içten sesi ve sıcak dav-
ranışlanyla. bu konudaki duygulannı
şöyie dilegetirdi:
"Çok üzgunünı. İstanbul benim için bir
düş kenti. Gömıeyi, tanımayı çok istiyo-
rum. V ıllar boyu yolculuklanm hep sine-
mayla ilgili olduğu için İstanbul'a bir türlü
gelemedim. Yakın bir kent. mutlaka yolum
düşer diye düşünüyordum. Bu nedenle
çağnnızı sevinçle kabul ettim. Ancak eğer
koşullan zoıiayıp gelseydim, aklım Paris'-
te kalacaktı. Bu dunımda. jüri üyesi olarak
görevimi yerine getiremeyecektim. Yine de
olanak bulabilirsem, hafta sonuna dogru,
birkaç günlüğüne de olsa festivalin konuğu
olmaktan mutluluk duv acağun."
Oyunculuğunuzu hern sinemada hem de
tiyatroda sürdürdünüz. Hatta, 1954-1957
yıllan arasında 'Comedie Française" kad-
rosunda yer alıyordunuz. İstifa ederek ayn-
Imanızın nedenlerini açıklayabilir misiniz?
Sinema mı yoksa tiyatro mu size daha çok
tat veriyor?
Annie Girardot: Her ikisi de tat veriyor.
Bizim zamanlann sinema dünyasında, ti-
Ijbirgünffmtlaka
yatrodan gelen oyuncular "tiyatro yapı-
yorlar" gerekçesiyle eleştirilirlerdi! Aslı-
nda. bir oyuncu için sinema tiyatrodan
daha zordur. Sinema anında en iyinin ve-
nlmesi gereken bir dal; o gün en iyiyi vere-
bilmek zorundasmızdır. Bu nedenlerle si-
nema çok daha sert bir disiplin gerektiri-
yor. Bakın. ben sinema yorumlanmdan
genellikle hiç memnun kalmam. Çekim
günü olup biünıştir her şey. Tiyatroda ol-
duğu gibi yann gece daha iyi bir yorum
sunarım. diyebilmek imkansızdır. O gö-
rüntüler dünyayı dolaşacaktır artık...
Annie Girardot
'Comedie Française'den aynlmama ge-
lince: bazılannın iddıa ettiği gibi istifam
öyle tantanalı bir biçimde kapı çarparak
falan olmadı. Bir oyuncu olarak özgürlü-
ğüme kavuşabilmek için aynlmam gerekı-
yordu. Odevirde, hem 'Comedie Françai-
se'in kadrosunda olmak hem de film çe-
virmek hoş görülmüyordu: hemen hemen
olanaksızdı. 1956 yılında, Jean Cocteau'-
nun bir oyununda başanlı bir dramatik
yorum sunmam üzerine. 'pensionnaire'
statüsünden 'Societaire' statüsüne alı-
nmam teklif edildi. Aynı zamanda sinema
dünyasının kapılan da açılmıştı... Ancak
'Societaire' olmak yirmi bcş yıllık bir
bağımlılığı da beraberindc getirecekti.
Hangi oyunda. hangı rolü üsllcneceğime
tiyatronun yetkılı kurumu karar verecek-
ti. Aynca bir filmde oynayabılmek ign
her defasındıı ayn bir ı>in almak gereki-
yordu... Eğer o sıralarda sinemadan ilginç
teklifler alıyor olmasavdım va da tertl ct-
meyerek 'Pensionnaire' kaysaydım. her-
halde 'Comedie Francaise'dc çalışmayı se-
çerdim.
Sinema yaşamınız çok geniş bir yelpaze
oluştunıyor, Jean Gabin, Jean Marah> gibi
ovuncularla. \isconti, l^louch. Ferreri,
Audiard gibi birbtrlerinden farklı yönet-
menlerle çalıştınız. Aynca genç yönetmen-
lere ilk adımlarında da yardımcı oldunuz.
Rol alacağınız filmleri nasıl secersiniz?
A. Girardot: Evct. lanınmış vönctmcn-
lerleçahştığımgibi birçok ilk filmde dero!
aldım. Önemli olan konunun iyi. senaryo-
nun sağlam olması. Ayrıca scnaryonun
yönetmen tarafındanyazılmışolmasınıda
tercihederim.
Sonra işin en can alıcı yanı, vönetmcnle
oyuncu arasında ortak bir tutkunun ya-
kalanabilmesidir. İlanı aşk gibi bir olaydır
bu. Bir oyuncunun sevgiye. tutkuya ge-
reksinimi vardır. Yönetmen gençmiş. ün-
lüymüş. kadınmış. erkekıniş. bunlar
önemli değil.
Türk sinemasını tanıyor musunuz?
A. Girardot: Hayır. tanıdığım söyle-
nemez. Ancak Fransa'da ölen ünlü yönet-
meninizi tanıvorum... Aslında Yılmaz
Güney"i sık sık ziyaret ettiğimi söyleyebili-
rim.
Çünkü. annemin mezan. Pans'ıe uzun
yıllar boyu yaşadığımız 20. bölgedeki
'Pere Lachaise'de bulunuyor. Yılmaz Gü-
ney'in mezanna çok yakın.
Annie Girardot'yu İstanbul'da ara-
mızda görememenin üzüntüsünü gider-
menin tek yolu van hem tiyatroda hem de
sinemada birlikteçalıştığı Luchino Viscon-
ti'nin başyapıtlanndan "Düşman Kardeş-
ler'de (Rocco E I Suoi Fratelli 1960) ken-
disini izlemek.
PENALH
MEMET BAYDUR
Aristos
Çağımızın belki en önemli ingiliz roman yazarı olan
John Fowles'u Kolleksiyoncu, Büyücü, Fransız Tecjme-
nin Kadını adlı üç romanından tanıdı Türk okuru. Üç ro-
manın da filmi yapılmıştı. Fovvles, daha sonra henüz dili-
mize çevrilmemiş olan Daniel Martin, Mantissa ve Bir
Kurtçuk adlı romanları yazdı. Abanoz Kule adlı bir öykü
kitabı ve yıllardır yaşadığı Lyme Regis kasabasının çi-
çek ve bitki örtüsü üstüne de bir kitabı var. 1985 yılında
yayımlanan A Maggot / Bir Kurtçuk adlı büyüleyici ro-
manından sonra başka roman yayımlamadı Fovvles. Bu
hesaba göre 1963 ile 1994yılları arasındaki otuz bir yılda
dokuz kitap yazmış bu büyük ingiliz yazarı. İlk romanı
Kolleksiyoncu. Yayımlanır yayımlanmaz üne ve paraya
ulaştırmış John Fovvles'u. William Wyler'm yaptığı film,
Cannes Film Festvali'nde büyük ödülü almış. Yanlış anı-
msamıyorsarrr, Terence Stamp de en iyi oyuncu ödü-
lünü almıştı bu filmle.Çok satan, çok okunan ilk romanı-
ndan sonra Fovvles, yayıncısından dostlarına kadar her-
kesin karşı çıktığı, etme eyleme dediği bir şey yapıyor.
ikinci kitap olarak üstünde on yıldır çalıştığı bir felsefe
kitabı yayımlıyor: Aristos. Eski Yunanca bir tekil sözcük.
Verili bir durumda en iyi anlamında bir sözcük. Genç,
tanınmamış bir yazarın yaşam ve sanat üstüne düşün-
celeri. Efesli Yunan düşünür Heraklit'e göndermelerle
dolu, çağımızda yazı yazan bir insanın varoluş sorunları
üstüne son derece ilginç sorular soran birkitap
Fovvles'un çok satan ilk kitabından sonra, Aristos he-
men hiç satmamış tabii. Birinci kitabın başarısını kulla-
narak bu "başarısız" kitabı yayımladığını söylüyor ya-
zar. Yaşamıyla yazdığının örtüştüğü insanlartarafından
yalnızca bir "romancı" olarak etiketlenmeyi yadsıdığını
göstermek için yayımlamış Fovvles, Aristos'u. "Birinsa-
nı musluk tamircisi diye adlandırmak, onun bir yönünü
ortaya çıkartırken, birçok başka yönünu karanlıkta bı-
rakmak demektir" diyor Fovvles kitaba yazdığı önsözde.
"Ben bir yazarım. Kendimi dizili sözcüklerle anlatmak
istiyorum. Bu kitabı yayımlamamm asıt nedeni, okuyu-
cunun bana açtığı kafese ' romancı' etiketiyle girmeyi
yadsıyışımdır."
Oysa eleştirmenlerin ve okurun kitaba pek yuz verme-
melerinin başka nedenleri de var. Kitabın üslubu. anlat-
tığı şeyleri anlatış edası da kızdırmış bazı kişileri. Henüz
ilk romanını yayımlamış bir yazarın işi gücü bırakıp filo-
zofluğa kalkışmasını doğru bulmamışlar. Dünyanın bir-
çok yerinde yaygındır bu düşünce: Felsefe filozoflara,
sosyoloji sosyologlara, düdüklüde kıymalı bamya ahçı-
lara, roman roman yazarlarına bırakılmalıdır. Bu man-
tıkla ölümün de yalnızca ölülere bırakılması gerekir ki
doğal olarak olanaksızdır bu.
Heraklit'e göre insanlar ikiye ayrılırlar. Iyiler (aristoi)
ve kafası çalışmayan, rahat peşinde kitleler (hoi polloi).
Heraklit'in "aristoisı"nın, çok sonra çıkan aristokratlar
ile hiçbir ilişkisi, ilintisi, akrabalığı yoktur. Aristos. ahlaki
ve beyinsel olarak gelişmiş olanlara verdiği addır yal-
nızca. Geriye beş on sayfalık bir yapıt bırakmış, üstelik
binlerce yıl önce yaşamış bir düşünürün bu düşüncele-
rinden yola çıkarak her yere varmak mümkundür. Bazı
eblehler bu düşüncelerden "ustün ırk", "ustün insan ",
"azınlığınçoğunluğuyonetmesıgerektiği"g\bisonuç\ar
çıkarabilirler. Elbette insanlığın kalın bir çizgiyle ikiye
ayrıldığını, bir tarafta mükemmel bir azınlığın, öte yan-
daysa zavallı bir çoğunluğun durduğunu söylemek ya
da düşünmek, sözcüğün en hafif anlamıyla akılsızlıktrr. _
Fovvles, bu azınlık-çoğunluk sorununu, her bireyin yüre- '
ğinde, içinde taşıması gerektiğini ve hiç kimsenın bu so-'
runu başka insanlarla arasına bir engel olarak koy-
maması gerektiğini söylüyor.Kitabın yetmiş ikinci say-
fasında, "muhalefet" ya da "karşı çıkmak" kavramı üs-
tüne ilginç sorular soruyor John Fovvles. Bazılarınısizin-
le paylaşmak istedim bu soruların.
"Bir şeye karşı çıkmadan once kendinize şu sorularv
sorun:
Karşı çıkmak nereye kadar hoşuma gidiyor?
Karşı çıktığım her şeyi bir tek vuruşta yıkabilseydim, o
vuruşu yapar mıydım?
Benim karşı çıkışım, karşı çıktığım olguyu zayıflatır mı
güçlendirir mi?
Karşı çıkış biçimim ne kadar etkili olabilir?
Poz mu yapıyorum, gerçekten mi karşı çıkıyorum?
Karşı çıkışım, ne kadar, sevdiklerim tarafından beğe-
nilmek, sevilmek, kuçümsenmemek isteğinden kaynak-
lanıyor?
Başka bir şeye karşı çıksam daha yararlı olmaz mıy-
dım?"
Fovvles'un soruları ve o sorulara verdiği yanıtfarla
uzayıp gidiyor Aristos. Hayat ile sanatın ince bağları üs-
tüne, zaman ve zamansızlık üstüne. kimlik ve hiç kimse
olma arasındaki ilintiler üstüne, pek şiirsel olmayan,
ama akılcı bir kalemle yazılmış bir kitap. Benı bu kitap
kadar ilgilendiren bir ayrıntı da Fovvles'un önsözde oku-
runa söylediklerı oldu. Yazar olmayı, bir romanla çok
büyük bir beğeni ve tecimsel başarı kazanmasına rağ-
men, "romancı" olmaya yeğleyen tavrı ilgımi çekti.
Memleketimde sevdiğim roman yazarı, yaşayanların
arasından seçme koşuluyla dört tanedir. Bu güzel in-
sanların biri hariç, roman yazmak dışında uğraştıkları
yazınsal bir başka alan yok. Cumhuriyefe koşeyazısı
yazsınlar demiyorum, ama eleştiri, oyun, şiir, deneme,
öykü filan da yazmıyorlar. Gerçi durumları biraz John
Fovvles'u andırmıyor değil. Aristos'u yayımlayıp büyük
bir düş kırıklığına uğrayınca, Fovvles da yıllarca birbirin-
den güzel romanlar yazdı, başka yerlere taşımadı kale-
mini. Tam yenilgiyi kabul etti, romancılıkta karar kıldı
derken, Lyme Regis kasabasının çiçeklerı ve bitki örtüsü
üstüne yazdığı botanik kitabı çıktı ortaya!Felsefe, ro-
man, botanik... Yazarak kendıni ve dünyayı yeniden. ye-
niden ve bir kere daha yeniden şekillendirıp anlamaya
çalışan insanlardıryazı yazan insanlar. Kesin doğruları
yoktur onların. Evrene, tuzlu can eriği yiyerek mahalle
maçı seyreden üç numara traşlı bir çocuğun külyutmaz
gözleriyle bakarlar ve büyüklerimizin gözünü yaşartan
işlere, olaylara, imgelere dalga geçerek yaklaşırlar.
Sahi yahu, gerçek mi bu? Böyle mi yaparlar yazı ya-
zan insanlar?
ANKARA KİTAP FUARI'NDA BUGÜN
Üst salon 11.30-13.30 "Çocuk ve kilap" üzerine söylcşıler 11.30-
12.151- "Öykü anlatmanın amaçlan ve öykü anlatmada kullanılan
teknikler" Doç.Dr.Mübeccel Gönen (Hacettepe Gönen (Hacette-
pe Ün.Çğ.Üyesi) 2- "Anaokulu öğretmenininçocukta kitapsevgisi
oluşmasında rolü" Hatice Şimşek (Gazi Ün.End.San.Fak.Araşîır-
ma Görevlisi) 12.30-13.30 I- "Çocuktayaratıcıljk" Yrd.Doç.Dr.
Neriman Aral (Ankara Ün. Ziraat Fak. Öğretim Üyesi) 2-"Çocuk
ve kitap" Figen Başer (Ankara Ün. Ziraat Fak.Ar.Görevlisi)
Düzenleyen: YA-PA Yayınlan 16.00-17.30 Söyleşi: "Durup İnce
Şeyleri Ânlamak: Gülten Akın'ın Şiin" Gülten Akın. Ali Cengiz-
kan.ŞükrüErbaş Düzenleyen: Edebiyatçılar Derneği Alt salon 15.
00-16.30 "Atatürk üzerine konuşmalar ve tartışma" "Atatürkçü
olmak" Yekta GüngörÖzden (Anayasa Mahkemesi Başkanı) "Av-
rupa'nın Penceresinden Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti" S.Eriş
Ülger(araştırmacı yazar) "Atatürkçü Düşüncenin 21. Yüzvıla Uv-
gunluğu" Arif Çavdar (Ankara Atatürkçü Düşünce Derneği Baş-
kanı) Düzenleyen: Anadolu Verlag 17.00-19.00 Panel: "Oltadaki
Balık: Türkiye" Yöneten: Öner Yağcı. M.Emin Değer. Pro.Dr.
Türkkaya Ataöv-Muzaffer Erdost Düzenleyen: Çınar Yayınlan/
Edebiyatçılar Derneği Imza Günleri Dursun Akçam. Bedrettin
Aykın. Cıhan Oğuz. Mehmet Aydın. Ergül Çetin. Haydar Ünal.
M.Mahzun Doğan. İhsan Üren Türkiye Yazarlar Sendik ası İmza
Günleri Ahmet Telli. Erdal Atabek, Yaşar Seyman