28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
15NİSAN1994CUMA CUMHURİYET 2 SAYFA KULTUR 13. ULUSLARARASIİSTANBUL FİLM FESTİALİ'NDEN NOTLAR Hayatımızı daraltanvegenişleten fîlmler SUN'Gü ÇAPAN Bu hafta şehir sinemalannda göste- rilen fılmleri es geçerek, gittikçe ısınan festivale gömüldük ister istemez. Bu yaa yayımlandığında sona ermek üzere olan 13. Uluslararası tstanbul Film Fcstivalı, toplam 150 civanndaki filmiyle bir kez daha gözûmüzü gönlümüzü ısıttı 15 günlüğüne. Artık alışıldığı üzere, festival coşkusu ve kalabalığıyla daha bir şenle- nerek bahan karşılayan Beyoğlu"na pos- tu serdik yine, yeni beklentiler ve keşifler peşinde. Festival programında yer alan. çeşitli bölümlere saçılmış birbirinden ca- zip ve bambaşka yolculuklara davetiye çıkaran bir dolu fılmin çekim alanında saatler, günler geçirdik. Değişik tatlara, keyifli seanslara denk geldiğimiz kadar, beklentimizi boşa çı- karan kimi hayal kınklıklannı da va- şadık. Umulmadık. şaşırtıcı filmleri. bu- run kıvırdıklanmız ızledi. Belleğimizi yine tıkabasa doldurduk, kimi unutul- maz sahnelerle. çarpıa görüntülerle. sıradışı öykülerle, kendine özgû kahra- manlarla. Visconti, Truffaut fılmleri gibi eskimeyen klasiklerle bazı ustalara saygıda kusur etmedik nostaljiyle kanşık. Sınematek'ten yoksun ya- şamımıza renk kattık yine fırsattan isti- fade. Her boy, cins ve renkten bunca fil- min gösterildiği festival günleri, 'Acaba önemli bir filmi kaçırdım mıT* tedirginli- ğiyle silindir gjbı geldi geçti üstümüzden bir kez daha. Gökten taş da yağsa işçiye... "Fatherland - Ata Yurdu", "Hidden Agenda - Gizli Dosya', "Riff-Raff - Ayak Takmıı" gibi filmleriyle, festivalın sinemaseverlere tanıtıp sevdirdiği Ingiliz yönetmen Ken Loach'ın bu yılın Berlin Festivali"nde gösterilip beğenilen "Lady- bird, Ladybird'Men önceki "RainingSto- nes - Yağan Taşlar"ı. "işçi sınıfının sine- madaki bilinci' sayılan bu yönetmenın gittikçe daha gerçekçi kesilerek çağdaş Ingiltere'den toplumsal ve trajikomik kesitler sunan sinemasından iyi bir ör- nekti. "Gökten taş da yağsa, haftanın yedi günü Kçinin kafasına yağar!" gibı- sinden bir Ingiliz deyişinden adını alan fılmde, küçük kızının kilisedeki dinsel 'komünyon'u için her türlü zorluğu göze alan. koyun çalıp satmaktan lağım te- mizlemeye kadar her fırsatı değerlendi- ren, Katolik aile babası. sürekli işsiz kahramanının (Bruce Jooes) hüzünlü ve alaycı öyküsü aracılığıyla işsiziik soru- nuna el atıyordu bu İcez Ken Loach. Gerçek yaşamdan kaynaklanan sağlam senaryosu. belgesele yakın duran. do- ğaçlamaya da açık. humorla sert göz- lemlcr ve hüzünlü sahneler arasında gi- dip gelen. canlı anlatımı. profesyonel olmayan oyunculannın başansı ve dc- rinlikli karakterleriyle. Dünya Festivallerinden bölümünün bizce önemli fılmlerinden biriydi "Yağan Taşlar", Loach tutkunlannı 'kesti'. Klasiklerle soluklanmak... Uzakdoğu sinemasıyla aramdaki me- safeyi kısaltan Vietnam yapımı "Yeşil Papayanm Kokusu". kapalı mekanda geçtığini asla hissettirmeyerek şiirsel ve hümanist bir yapıya kavuşan. hatta yer yer seyircisini teşhir eden, şaşırtıa bir sevgi fıimiydi. Vietnamlı genç yönetmen Tran Anh Hung'un. geçen yıl Cannes'da Altın Kamera'yı kazanan. En İyi Ya- bancı Film Oscan'na aday gösterilen bu ilk yönetmenlik denemesiyle, 1950"lerin Vietnamı'na yollanarak Saigon'daki bir ailenin yanında çalışan taşralı küçük hiz- metçi kıan öyküsünü keyifle seyrettik. papaya denilen. dev salatalığı andınr. Uzakdoğu meyve-sebzesini de tanımış olduk. Yıllar önce "400 Darbe"de ço- cukluğunu seyredip zaman içinde birlikte yaşlandığımız Antoine DomeTin (yani Jean- Pierre Leaud'nun) delikanlılık serüvenlerini aktaran "Çalıntı öpücükler"le, François Truffa- ut'ya selam. sevgi ve saygılar sunarak şöyie bir soluk- landığınıız günde. Vietnam usulü 'evlatlık kız' çeşitlemesi "Yesil Papayamn Kokusu"nu içimize çekmemiz de hoş kaçtı doğrusu. Visconti ustayı an- mak için (biraz da seans orga- nizasyonlan nedeniyle) yeğ- lemeİc dummunda kaldığımız "Ludwig", üç buçuk saati aşkın eksiksiz versiyonuyla, ancak Visconti'ye özgü bir görkem ve beceriyle kotanlmış, *stilize ve aynntdı, sinematik bir opera' boyutlanndaydı. bütün ulusal geleneğiyle organik 'bağlar" taşıdığı için üstünden geçen 36 yıla karşın, panltısını ve gücünü yitirmeyen bir klasikti. Polonya ekolünün bu ünlü epik başyapıtı gibi "Jules ve Jim - Unu- tûlmayan Sevgür gibi bir başka Truffaut Jdasiği de bizi geçmişe götürdü. Şimdilik ertelenen 'Cariyem'... Yer bulamadığımdan ötürii şimdilik göremediğim. gören arkadaşlannsa öv- güsünü alan "Elveda Cariyem", Berlin"- de yorgun argın. bölük pörçük bir şekil- de izlemek zorunda kaldığm. Jacques Rivette'in Sandrine Bonnaire'lı "Bakire Jeaıuıe: Savaşlar - Zindanlar", "Venüs önemli yönetmeni Bertrand Tavernier'- nin. çok bildik polisiye türünün kalı- plannı neredeyse belgeselci bir gerçekçi tarzda ele alıp yineleyen. iki buçuk saat- lik "627. Yasa"sı ve Avustralya sine- masının dünya çapında tanınan isimle- rinden Peter Weir'in Amerikan yapımı "Feariess - Korkusuz"u. uzun. yorucu ve yer yer baydıncı. ama sonuçta ilginç ni- telemesini hak eden filmlerdi fcstivalde. Yıllar önce 'Yesterday' adlı filmiyle festi- valde Altın Lale'yi kazanmış olan Po- lonyalı Radoslavv Pivvovvarskfnın, ulus- lararası yarışmada Polonya sinemasını temsil eden 'Dtrygular Dizîsinı. biraz da başroldekı: YVajda'nın fetişaktörü Daıti- el Olbryschski için gördüm. Küçük bir künö aktörde, artık şakaklan iyice kır- laşmış Daniel Olbryschski, usta işi oyu- nuyla sivriliyordu. Piwowarski"nin yazıp yönettiği 'Duygular Dizisi', basiı konusunu ince ince işleyen anlatımıyla değerlenen, baştan sona ilgiyle izlenen, keyifli ve dokunaklı bir imkansız aşk çe- şıtlemesiydi. Çağdaş Yenigerçekçilik... 'Açık Kapılar" (1990) filmiyle ünlenen Gianni Amelio'nun çağdaş yeni gerçekçi yapıtı 'Jl Ladro Di Bambini- Çocuk Hırsızı'nda pek umduğumu bulamadıy- sam da yönetmenin İtalyan bürokrasisi- ne yönelttiği eleştiri oklanna, geleneksel 'Higtmay 61de \alcric Bugahiar'la Don McKellar (üstte), Vietnam filmi 'Yeşil Papayamn Kokusu' (vanda) ve Susinn McFarlen 'Bakkalın Karısı'nda (altta). Tuzağı"ndan (1988) beri sesi çıkmayan Robert Van Ackeren'ın "Erkeklerle kadmlann Gerçek Öyküsü", Yeni Ze- landalı Vincent VVard'ın "fnsan Yüreği- nin Haritası" ve aktör Peter Chefcom'un ilk yönetmenlik denemesi "Hear My Song - Şarkımı Diıde" gibi seyretmek is- tediğim. ama festival koşuşturmacasına kurban giden filmler de oldu tabii bu arada. Ingmar Bergman'ın senaryosundan çekilmiş. yine festivalin geçmiş yıllarda "Zappa", "Tvvist and Shout" ve "Fatih Pelle" gibi filmlerle meraklısına tanıtıp sevdirdiği Danimarkalı BiUe August'un, 1992'de Cannes'da Altın Palmiye'yi ka- zanan, üç saatlik "İyi Niyetter"i, Fransız sinemasının eleştirmenlikten gelen taşra kentını Shakespeare'in Romeo ve JuJiette'inde rol almak üzere şereflendi- ren ünlü. yıllara mcydan okuyan ancak artık yaşlılığm sınınndaki. çekici ve kadmlann gözdesi. hızlı çapkın aktörle kızı yaşındaki gencecik bir müzik okulu öğrencısinin ilişkisini anlatan 'Duygular Dizisi-Kolejnose Uczuc' romantik \e humonstık bir 'baştan çıkarma ve çı- kanlma' öyküsüydü. Duygular Dizisi... Engin hayat ve aşk deneyimlerine karşın ona hayran taşralı bakire. saf ve gözükara genç kıza (Maria Schvveryn) tutularak telefonla çağırdığı mctresini çarçabuk geri postalayan. kadın düş- ve toplumsal kurallardan kaynaklanan bazı maço davranış. tavız ve sahtekarlı- klann teşhir edildiği. ağır ve tekdüze an- latımına pek ilgisiz kalamadım yine de. Festivalin dünya sinemasının genç yıldızlan bölümündeyse ftalyan yönet- men Marco Bechis'in 'Alambrado'sunu neyazık ki kaçırdım. ama 'Highway 61*- le 'In the Soup-Çorbada' gibi ilginç ka- zancım ve Bruce Mc Donald'la Alevand- re Rockwell gibi iki yeni yönetmen keş- fım oldu. Sıradışı ve biraz 'underground' çizgideki bu fılmlere. 'Kadınlanmız' adlı bölümde yer alan siyah-beyaz 'Bakkalın KansTnı da dahil edebiliriz. Yine uyuklayanlan. çıkardığı şama- tayla kendilenne getınp perdedeki filme döndüren Emek'in sevimli sarman kedi- sinin de ilgiyle (!) seyrettiği. Jim Jar- musch ve Carol Kane gibi konuk oyun- culann da boy gösterdiği Amerikalı Ale- xandrc Rockvveirin siyah bcyaz 'Çorba- da'sı tadı tuzu yerinde, farklı lezzetler sunan bir 'çorba'ydı doğrusu. Yaşlandıkça daha bir ustalaşmış Sey- mour Cassell'lc Rczcnuar Köpckleri'- nden anımsanacak. yctcnckli Steve Bus- cemi'nin \e 'Rashdance'in yıldızı Jenni- fer Beab'ın başrollerini üitlendiği bu güldürü denemcsi. havallerini gerçekleş- tirmeye çabalayan, hırslı bir sinema yö- netmeni adayıyla. yapımcısı olmaya ni- yetli. sevimli. gangster bozuntusu bir üç- kağıtçının karmaşık ilişkilerini hıkuye ediyordu. türün bildik klışelerine yeni. enerjik ve matrak bir soluk geti- rerek. Kanadalı Bruce McDo- nald'ın alışılmış yol filmi tıirünü haylı cspnlı. cglencelı vegırgır bir tarzda yenilediği 'High»ay 61', Bob Dylan'm aynı adı taşıyan ünlü şarkısı ve rock müziği eş- lığinde başroldcki dört kol çengi yctenck 'Don McKellar'ı ve çir- kın cazibc Valerie Bugahiar'ı sev- dıren. keyifli. tıkınnda. *ince a\arı yapılmış, yüksek oktanlı' bir vol filmıydı. Neşeli bir, bir buçuk saat geçırdiğımız Kanada'dan ABD"yc uzanan efsanevi yolu (Highvvay 61, bızım E-5 gibi namlı ve bclalı bir otoyolmuş!) tanıdığımız ve Memphis-Tennes- see've ilışkin blues ve rock mu- habbetimizi zenginleştirdiğimiz bu film de meraklısı için es geçıl- meyecek nitelikteydi kısacası. 16 mm'den 35 mm'ye... Yine bu kategonye sokabilece- ğımiz. Kanada yapımı siyah be- yaz 'The Grocer's Wife - Bak- kalın Kansı'ndan da oldukça memnun kaldık. 16 mnVden 35 mmye bü\üıülmüş ve grenlı, kontrast görünlüleriyle sessiz si- nema dönemi , klasiklerini çağnştıran 'Bakkalın Kansı". anasının kuzusu. muhallebi ço- cuğu kılıklı. Kanadalı bir garip defıkanlının (Simon Webbf gü- lünçlü-dramatik öyküsünü karşımıza getinyordu. Sanayi bölgesine özgü. fabrika bacalan- ndan yayılan dumanlarla yoğun hava kirliliğine uğramış bir Montreal kasabasında. ceberrut annesiyle yaşayan. kertenkele besleyen, sersem. sarvtk (ipli. çağdaş bir 'yabancı'nın kome- dimsi övküsü. sabır isteyen bir ağırlıkta gelişmesine karşın gıdc- rek biçimci. özcnli üslubuyla me- raklısımn ağzına bırkaç parmak bal çalıyordu. Yönetmen John Pozcr'ın deyişiyic "Duman bulu- tu içinde geçen varoluşçu bir aşk öyküsü' nıteliğindeydi fılmde kahramanımıza lutkun. şehvetli. tombul bakkal kansıyla. tam ölen annesinden kurtuldu derkcn evde annesınin ycrini alan yırtık striptiz- ci (Susinn McFarlen). siyah beyazın ca- zibesini kuşanmış bu yapıtın. karşıt kadınlanvdı. Festival sonrasında sine- malarda gösterilmesi söz konusu edilen ve şimdilik kcsınleşmış gibi görünen filmlerse şöyie sıralanıyor kulağımız;ı çalındığına göre Kieslowski"nin 'Üç Renk: Ma*i \e Beyaz'. Chen Kaige'nin 'Elveda Cariyem'. RogerSpottisvvoode'- un 'Ve Orkestra Durmadan Çalıvordu'. Peter VVeir'in "Korkusu/" Kenneth Bra- nagh'ın 'Kuru Güriiltü'. Steven Soder- bergh'in 'Tepenin Kralı". David Cronen- berg'in 'Mr. Butterfly". Vincent VVard'ın 'İnsan Yüreğinin Haritası' vc VV'oody Al- len filmleri. Kaçırdım diye havıflananla- ra duyurulur! V isconti'nin büyüsü... Hefanut Berger'den Romy Schneider'e ve Silvana Manga- no'ya kadar. Visconti'nin sihirli kırbacını değdirdiği dünün oyunculannı izlemekten. salta- natı boyunca, siyasete kayıtsız kalıp politikacılan hor görerek serbest aşk hayatıyla, görkemli şatolar yaptırmakla. Richard VVagner'le ve müziğiyle uğraş- mayı seçmiş, Avrupa tarihinin en garip hükümdarlanndan Bavyera Kralı II. Ludwig'in. Visconti'nin bakışıyla ak- tanlmış öyküsünü yıllar sonra seyretmekten hoşnut kaldım, ama benim izlediğim seansta altyazısızlıktan ötürü baa ak- sama ve tatsızlıklar da patlak verdi Atlas'ta. Sayfalannı bunca zaman sonra çevirdiğim bir başka 'eski defter' de Andrzej VVajda'- nın "Küller ve Elmaslar''ıydı. Jerzy Andrzejewski'nin ro- manından uyarlanarak Waj- da'yı bütün dünyaya tanıtan. başroldekı Zbigniew Cybulski'- yi de ilk gençlik ılahlanmız arasına katan "Külier ve El- maslar", Wajda"nın romantik ve son derece kişisel bakış açısını içeren ve 'duygusal' ve kültürel yönden, Polonya'nın Altın Lalejürisinde görev alması beklenen Annie Girardot, İstanbuFa gelemedi 'IstanhdbfcMEHMETBASLTÇU Annie Girardot ile Paris'te bir televiz- yon yayını için geldiğı stüdyoda. çekim sonrası görüştük. Sinemadan ve tiyatro- dan başlayarak güncel konulara dek. bir saat boyu uzayıp giden canlı. içten bir soh- bete dönüşen söyleşide, konumuz dışına taşarak yiten değerlerden, toplumsal ve politik bunalımlardan. boşlukta kalan dünyadan. Avrupa Birliği'nden, Bosna savaşından söz ettik. Annie Girardot, si- nemanın yapay dünyasından kolaylıkla çıkarak gerçek yaşamın gerçek sorun- lanyla yakından ilgilenen birsanatçı... Ne yazık ki buraya. ancak sinema ve tiyatro konusundaki görüşlerinin bir bölümünü aktarabileceğim. 10 nisan pazar günü İstanbul'a gelerek 'Altın Lale' jürisinde görev alması bekle- nen ünlü oyuncu, İstanbuj'a gelemeyeceği için gerçekten üzgündü. Özel nedenlerle. hafta başında Paris'te olması gerekiyor- du. Annie Girardot, içten sesi ve sıcak dav- ranışlanyla. bu konudaki duygulannı şöyie dilegetirdi: "Çok üzgunünı. İstanbul benim için bir düş kenti. Gömıeyi, tanımayı çok istiyo- rum. V ıllar boyu yolculuklanm hep sine- mayla ilgili olduğu için İstanbul'a bir türlü gelemedim. Yakın bir kent. mutlaka yolum düşer diye düşünüyordum. Bu nedenle çağnnızı sevinçle kabul ettim. Ancak eğer koşullan zoıiayıp gelseydim, aklım Paris'- te kalacaktı. Bu dunımda. jüri üyesi olarak görevimi yerine getiremeyecektim. Yine de olanak bulabilirsem, hafta sonuna dogru, birkaç günlüğüne de olsa festivalin konuğu olmaktan mutluluk duv acağun." Oyunculuğunuzu hern sinemada hem de tiyatroda sürdürdünüz. Hatta, 1954-1957 yıllan arasında 'Comedie Française" kad- rosunda yer alıyordunuz. İstifa ederek ayn- Imanızın nedenlerini açıklayabilir misiniz? Sinema mı yoksa tiyatro mu size daha çok tat veriyor? Annie Girardot: Her ikisi de tat veriyor. Bizim zamanlann sinema dünyasında, ti- Ijbirgünffmtlaka yatrodan gelen oyuncular "tiyatro yapı- yorlar" gerekçesiyle eleştirilirlerdi! Aslı- nda. bir oyuncu için sinema tiyatrodan daha zordur. Sinema anında en iyinin ve- nlmesi gereken bir dal; o gün en iyiyi vere- bilmek zorundasmızdır. Bu nedenlerle si- nema çok daha sert bir disiplin gerektiri- yor. Bakın. ben sinema yorumlanmdan genellikle hiç memnun kalmam. Çekim günü olup biünıştir her şey. Tiyatroda ol- duğu gibi yann gece daha iyi bir yorum sunarım. diyebilmek imkansızdır. O gö- rüntüler dünyayı dolaşacaktır artık... Annie Girardot 'Comedie Française'den aynlmama ge- lince: bazılannın iddıa ettiği gibi istifam öyle tantanalı bir biçimde kapı çarparak falan olmadı. Bir oyuncu olarak özgürlü- ğüme kavuşabilmek için aynlmam gerekı- yordu. Odevirde, hem 'Comedie Françai- se'in kadrosunda olmak hem de film çe- virmek hoş görülmüyordu: hemen hemen olanaksızdı. 1956 yılında, Jean Cocteau'- nun bir oyununda başanlı bir dramatik yorum sunmam üzerine. 'pensionnaire' statüsünden 'Societaire' statüsüne alı- nmam teklif edildi. Aynı zamanda sinema dünyasının kapılan da açılmıştı... Ancak 'Societaire' olmak yirmi bcş yıllık bir bağımlılığı da beraberindc getirecekti. Hangi oyunda. hangı rolü üsllcneceğime tiyatronun yetkılı kurumu karar verecek- ti. Aynca bir filmde oynayabılmek ign her defasındıı ayn bir ı>in almak gereki- yordu... Eğer o sıralarda sinemadan ilginç teklifler alıyor olmasavdım va da tertl ct- meyerek 'Pensionnaire' kaysaydım. her- halde 'Comedie Francaise'dc çalışmayı se- çerdim. Sinema yaşamınız çok geniş bir yelpaze oluştunıyor, Jean Gabin, Jean Marah> gibi ovuncularla. \isconti, l^louch. Ferreri, Audiard gibi birbtrlerinden farklı yönet- menlerle çalıştınız. Aynca genç yönetmen- lere ilk adımlarında da yardımcı oldunuz. Rol alacağınız filmleri nasıl secersiniz? A. Girardot: Evct. lanınmış vönctmcn- lerleçahştığımgibi birçok ilk filmde dero! aldım. Önemli olan konunun iyi. senaryo- nun sağlam olması. Ayrıca scnaryonun yönetmen tarafındanyazılmışolmasınıda tercihederim. Sonra işin en can alıcı yanı, vönetmcnle oyuncu arasında ortak bir tutkunun ya- kalanabilmesidir. İlanı aşk gibi bir olaydır bu. Bir oyuncunun sevgiye. tutkuya ge- reksinimi vardır. Yönetmen gençmiş. ün- lüymüş. kadınmış. erkekıniş. bunlar önemli değil. Türk sinemasını tanıyor musunuz? A. Girardot: Hayır. tanıdığım söyle- nemez. Ancak Fransa'da ölen ünlü yönet- meninizi tanıvorum... Aslında Yılmaz Güney"i sık sık ziyaret ettiğimi söyleyebili- rim. Çünkü. annemin mezan. Pans'ıe uzun yıllar boyu yaşadığımız 20. bölgedeki 'Pere Lachaise'de bulunuyor. Yılmaz Gü- ney'in mezanna çok yakın. Annie Girardot'yu İstanbul'da ara- mızda görememenin üzüntüsünü gider- menin tek yolu van hem tiyatroda hem de sinemada birlikteçalıştığı Luchino Viscon- ti'nin başyapıtlanndan "Düşman Kardeş- ler'de (Rocco E I Suoi Fratelli 1960) ken- disini izlemek. PENALH MEMET BAYDUR Aristos Çağımızın belki en önemli ingiliz roman yazarı olan John Fowles'u Kolleksiyoncu, Büyücü, Fransız Tecjme- nin Kadını adlı üç romanından tanıdı Türk okuru. Üç ro- manın da filmi yapılmıştı. Fovvles, daha sonra henüz dili- mize çevrilmemiş olan Daniel Martin, Mantissa ve Bir Kurtçuk adlı romanları yazdı. Abanoz Kule adlı bir öykü kitabı ve yıllardır yaşadığı Lyme Regis kasabasının çi- çek ve bitki örtüsü üstüne de bir kitabı var. 1985 yılında yayımlanan A Maggot / Bir Kurtçuk adlı büyüleyici ro- manından sonra başka roman yayımlamadı Fovvles. Bu hesaba göre 1963 ile 1994yılları arasındaki otuz bir yılda dokuz kitap yazmış bu büyük ingiliz yazarı. İlk romanı Kolleksiyoncu. Yayımlanır yayımlanmaz üne ve paraya ulaştırmış John Fovvles'u. William Wyler'm yaptığı film, Cannes Film Festvali'nde büyük ödülü almış. Yanlış anı- msamıyorsarrr, Terence Stamp de en iyi oyuncu ödü- lünü almıştı bu filmle.Çok satan, çok okunan ilk romanı- ndan sonra Fovvles, yayıncısından dostlarına kadar her- kesin karşı çıktığı, etme eyleme dediği bir şey yapıyor. ikinci kitap olarak üstünde on yıldır çalıştığı bir felsefe kitabı yayımlıyor: Aristos. Eski Yunanca bir tekil sözcük. Verili bir durumda en iyi anlamında bir sözcük. Genç, tanınmamış bir yazarın yaşam ve sanat üstüne düşün- celeri. Efesli Yunan düşünür Heraklit'e göndermelerle dolu, çağımızda yazı yazan bir insanın varoluş sorunları üstüne son derece ilginç sorular soran birkitap Fovvles'un çok satan ilk kitabından sonra, Aristos he- men hiç satmamış tabii. Birinci kitabın başarısını kulla- narak bu "başarısız" kitabı yayımladığını söylüyor ya- zar. Yaşamıyla yazdığının örtüştüğü insanlartarafından yalnızca bir "romancı" olarak etiketlenmeyi yadsıdığını göstermek için yayımlamış Fovvles, Aristos'u. "Birinsa- nı musluk tamircisi diye adlandırmak, onun bir yönünü ortaya çıkartırken, birçok başka yönünu karanlıkta bı- rakmak demektir" diyor Fovvles kitaba yazdığı önsözde. "Ben bir yazarım. Kendimi dizili sözcüklerle anlatmak istiyorum. Bu kitabı yayımlamamm asıt nedeni, okuyu- cunun bana açtığı kafese ' romancı' etiketiyle girmeyi yadsıyışımdır." Oysa eleştirmenlerin ve okurun kitaba pek yuz verme- melerinin başka nedenleri de var. Kitabın üslubu. anlat- tığı şeyleri anlatış edası da kızdırmış bazı kişileri. Henüz ilk romanını yayımlamış bir yazarın işi gücü bırakıp filo- zofluğa kalkışmasını doğru bulmamışlar. Dünyanın bir- çok yerinde yaygındır bu düşünce: Felsefe filozoflara, sosyoloji sosyologlara, düdüklüde kıymalı bamya ahçı- lara, roman roman yazarlarına bırakılmalıdır. Bu man- tıkla ölümün de yalnızca ölülere bırakılması gerekir ki doğal olarak olanaksızdır bu. Heraklit'e göre insanlar ikiye ayrılırlar. Iyiler (aristoi) ve kafası çalışmayan, rahat peşinde kitleler (hoi polloi). Heraklit'in "aristoisı"nın, çok sonra çıkan aristokratlar ile hiçbir ilişkisi, ilintisi, akrabalığı yoktur. Aristos. ahlaki ve beyinsel olarak gelişmiş olanlara verdiği addır yal- nızca. Geriye beş on sayfalık bir yapıt bırakmış, üstelik binlerce yıl önce yaşamış bir düşünürün bu düşüncele- rinden yola çıkarak her yere varmak mümkundür. Bazı eblehler bu düşüncelerden "ustün ırk", "ustün insan ", "azınlığınçoğunluğuyonetmesıgerektiği"g\bisonuç\ar çıkarabilirler. Elbette insanlığın kalın bir çizgiyle ikiye ayrıldığını, bir tarafta mükemmel bir azınlığın, öte yan- daysa zavallı bir çoğunluğun durduğunu söylemek ya da düşünmek, sözcüğün en hafif anlamıyla akılsızlıktrr. _ Fovvles, bu azınlık-çoğunluk sorununu, her bireyin yüre- ' ğinde, içinde taşıması gerektiğini ve hiç kimsenın bu so-' runu başka insanlarla arasına bir engel olarak koy- maması gerektiğini söylüyor.Kitabın yetmiş ikinci say- fasında, "muhalefet" ya da "karşı çıkmak" kavramı üs- tüne ilginç sorular soruyor John Fovvles. Bazılarınısizin- le paylaşmak istedim bu soruların. "Bir şeye karşı çıkmadan once kendinize şu sorularv sorun: Karşı çıkmak nereye kadar hoşuma gidiyor? Karşı çıktığım her şeyi bir tek vuruşta yıkabilseydim, o vuruşu yapar mıydım? Benim karşı çıkışım, karşı çıktığım olguyu zayıflatır mı güçlendirir mi? Karşı çıkış biçimim ne kadar etkili olabilir? Poz mu yapıyorum, gerçekten mi karşı çıkıyorum? Karşı çıkışım, ne kadar, sevdiklerim tarafından beğe- nilmek, sevilmek, kuçümsenmemek isteğinden kaynak- lanıyor? Başka bir şeye karşı çıksam daha yararlı olmaz mıy- dım?" Fovvles'un soruları ve o sorulara verdiği yanıtfarla uzayıp gidiyor Aristos. Hayat ile sanatın ince bağları üs- tüne, zaman ve zamansızlık üstüne. kimlik ve hiç kimse olma arasındaki ilintiler üstüne, pek şiirsel olmayan, ama akılcı bir kalemle yazılmış bir kitap. Benı bu kitap kadar ilgilendiren bir ayrıntı da Fovvles'un önsözde oku- runa söylediklerı oldu. Yazar olmayı, bir romanla çok büyük bir beğeni ve tecimsel başarı kazanmasına rağ- men, "romancı" olmaya yeğleyen tavrı ilgımi çekti. Memleketimde sevdiğim roman yazarı, yaşayanların arasından seçme koşuluyla dört tanedir. Bu güzel in- sanların biri hariç, roman yazmak dışında uğraştıkları yazınsal bir başka alan yok. Cumhuriyefe koşeyazısı yazsınlar demiyorum, ama eleştiri, oyun, şiir, deneme, öykü filan da yazmıyorlar. Gerçi durumları biraz John Fovvles'u andırmıyor değil. Aristos'u yayımlayıp büyük bir düş kırıklığına uğrayınca, Fovvles da yıllarca birbirin- den güzel romanlar yazdı, başka yerlere taşımadı kale- mini. Tam yenilgiyi kabul etti, romancılıkta karar kıldı derken, Lyme Regis kasabasının çiçeklerı ve bitki örtüsü üstüne yazdığı botanik kitabı çıktı ortaya!Felsefe, ro- man, botanik... Yazarak kendıni ve dünyayı yeniden. ye- niden ve bir kere daha yeniden şekillendirıp anlamaya çalışan insanlardıryazı yazan insanlar. Kesin doğruları yoktur onların. Evrene, tuzlu can eriği yiyerek mahalle maçı seyreden üç numara traşlı bir çocuğun külyutmaz gözleriyle bakarlar ve büyüklerimizin gözünü yaşartan işlere, olaylara, imgelere dalga geçerek yaklaşırlar. Sahi yahu, gerçek mi bu? Böyle mi yaparlar yazı ya- zan insanlar? ANKARA KİTAP FUARI'NDA BUGÜN Üst salon 11.30-13.30 "Çocuk ve kilap" üzerine söylcşıler 11.30- 12.151- "Öykü anlatmanın amaçlan ve öykü anlatmada kullanılan teknikler" Doç.Dr.Mübeccel Gönen (Hacettepe Gönen (Hacette- pe Ün.Çğ.Üyesi) 2- "Anaokulu öğretmenininçocukta kitapsevgisi oluşmasında rolü" Hatice Şimşek (Gazi Ün.End.San.Fak.Araşîır- ma Görevlisi) 12.30-13.30 I- "Çocuktayaratıcıljk" Yrd.Doç.Dr. Neriman Aral (Ankara Ün. Ziraat Fak. Öğretim Üyesi) 2-"Çocuk ve kitap" Figen Başer (Ankara Ün. Ziraat Fak.Ar.Görevlisi) Düzenleyen: YA-PA Yayınlan 16.00-17.30 Söyleşi: "Durup İnce Şeyleri Ânlamak: Gülten Akın'ın Şiin" Gülten Akın. Ali Cengiz- kan.ŞükrüErbaş Düzenleyen: Edebiyatçılar Derneği Alt salon 15. 00-16.30 "Atatürk üzerine konuşmalar ve tartışma" "Atatürkçü olmak" Yekta GüngörÖzden (Anayasa Mahkemesi Başkanı) "Av- rupa'nın Penceresinden Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti" S.Eriş Ülger(araştırmacı yazar) "Atatürkçü Düşüncenin 21. Yüzvıla Uv- gunluğu" Arif Çavdar (Ankara Atatürkçü Düşünce Derneği Baş- kanı) Düzenleyen: Anadolu Verlag 17.00-19.00 Panel: "Oltadaki Balık: Türkiye" Yöneten: Öner Yağcı. M.Emin Değer. Pro.Dr. Türkkaya Ataöv-Muzaffer Erdost Düzenleyen: Çınar Yayınlan/ Edebiyatçılar Derneği Imza Günleri Dursun Akçam. Bedrettin Aykın. Cıhan Oğuz. Mehmet Aydın. Ergül Çetin. Haydar Ünal. M.Mahzun Doğan. İhsan Üren Türkiye Yazarlar Sendik ası İmza Günleri Ahmet Telli. Erdal Atabek, Yaşar Seyman
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle